Gönüllerde taht kurmak, öyle kolay olsa ben de sıraya girerdim ama, öyle kolay bir iş değil bu! Bu, bir ömrün özet bilançosudur. Herkese nasip olamaz. Mesleklerin içinde, az da olsa, gönüllerde kendine yer bulan birileri vardır. Bunun bedeli ağırdır. İstemekle de olmaz bu tür şeyler. Olaylar ve yaşam serüveni sizi buraya taşır.
Bir hafta içinde, Türkiye iki kahramanını uğurladı. Bunlardan ilki, Gazi Yzb. Muzaffer Tekin ,diğeri ise, Sanatçı Kayahan. Her iki vatan evladının da mekânı cennet olsun. Bu dünyada, seveni çok olanı, Yüce Mevla’mda çok seveceğine inanıyorum. Türkiye Cumhuriyetinde, nankör ve hain olmayan herkesin, gönlündeki tahtta yerini aldılar. Nurlar içinde uyusunlar. Bu topraklar, her zaman yetiştirmiyor böyle evlatları. Çok verimli olduğu için, yaban otları basıyor tarlayı. Ürün vermiyor bir süre. Nadasa bırakıp dinlendirmek gerekiyor!..
Gönüllerde taht kuranların mevsimi, seçimle falan bitmiyor. Gönül tahtından, polis, savcı, hakim gibi adli ve hukuki güçler tarafından indirilemezler. Bunları, gönüllerden yıkayacak bir deterjan da bildiğim kadarı ile daha üretilmedi. Böyle düşünenler şimdilik avucunu yalasın. Bu güzel insanlar çileli bir ömür geçirerek bu mevkie ulaştılar. Nice rütbesi olanları solladılar. Belki, sollarken hız limitini de aştılar ama, artık polis kusura bakmasın(!) Ceza yazsa da geçerli değil. Nüfustan düştüler. Adresleri ise, uzun, hele Kayahan “ Bir yemin ettim ki dönemem!” diyerek kapıyı öyle bir kapattı ki, onun için ceza yazacaklarsa bana yazsınlar!..
Şu hususu öncelikle belirtmek isterim. Kahramanların, değerli şahsiyetlerin yaşarken pek kıymeti bilinmiyor bu ülkede. Belki de, cenazelerinde, yaşarken görevini yapmayan/yapamayanlar bir nebze de olsa, vicdanını rahatlatmak istedikleri için, günah çıkartır gibi ön saflara çıkıyorlar. Basında görünmek isteyenler de olabilir. Kahramanların buna hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. Zaten onlar gönüllerde hak ettikleri yeri çoktan almışlardır. Bu aşamada bile, yalakalık yapanları gördükçe üzülüyorum. Allah onları bildiği gibi yapsın diyorum.
Diğer bir konu da, cenaze törenlerinde, takılan şu siyah gözlüklere çok kıl oluyorum. Kalın çerçeveli siyah gözlüklere bir antipatim var. Her şey şeffaf olmalı. Gözyaşı dökülecekse dökülmeli. Bu halk bunu görmeli. Bir şeylerin arkasına, bu aşamada bile sığınanlar var. Güneş gözlüğünü, bu arkadaşlar gittikleri plajlarda taksalar, bence iyi olur. Siz ne dersiniz?
Çelenk konusu ayrı bir dram. Gönderilen çelenklerin, böyle acılı bir günde hiçbir anlamı yok bence. Geleceksen böyle bir günde geleceksin. Gelemeyeceksen temsilcini göndereceksin. Ayak altında, bir yığın çelenk, bana çok anlamlı gelmiyor. Böyle bir iş yapacaksan eğer; onun ruhu için bir hayır kurumuna veya bir vakfa bağış yap ki, bir işe yarasın.
Barış Manço, oturtulduğu gönül tahtından, bunca yıldır indirildi mi? Kayahan da aynı şekilde bu halkın tahtına yerleşti. Hiçbir güç oturdukları yerden onları indiremez. Yzb. Muzaffer de; 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtında, Beşparmak dağlarına Temmuzun sıcağında, can pazarında tırmanırken, abideleşti bu ülkenin vatanseverlerinin gönlünde. Orada kahramanlaşırken, Ergenekon adlı hayali bir örgütün üyesi olarak, yedi yıl süreyle, Silivri Zindanında, vatan hainliği ile suçlandı. Cenazesinde, Kıbrıs’tan gelen gazi arkadaşlarının gözlerinden okunuyordu ona olan sevgi ve muhabbetleri. Anılarını anlatıyorlardı bir birlerine. Sarılıp sarılıp gizlice gözyaşı döküyorlardı bu yaşananlara! Kuşkuyla ve nefretle bakıyorlardı çevrelerine.
Her iki kahramanın cenazesi, bu ülkenin her kesimden insanını kaynaştırmıştır. Her yaştan, her mevkiden, her rütbeden, her sınıftan, bir birini tanımayan yığınları orada görebilirdiniz. Bakıyorsunuz, uzaktan yakından tanımıyorsunuz karşınızdaki kişiyi ama, orada tanışıyorsunuz. Normal cenazelerde, herkes herkesi tanır ama, topluma mal olmuş, bu güzel insanların topluluğu bir başka oluyor. Sanki bir konsere gitmişsiniz, sağınızdaki-solunuzdaki yabancı ama, aynı amaç için oradasınız. Bu duygu bambaşka!..
Bu cenaze törenlerinde, o insanları toplamaya maddi hiçbir güç yetmez. Gönül dostları, hiç kimseden emir, talimat, kısa mesaj almadan oraya koşuyorlar. Vatandaş soruyor, “Abi, bu dolmuş Selimiye camisine yakın geçer mi?” Görüyorsun, o da sizin gittiğiniz yere gidiyor. “Teşvikiye Cami nerede?” diye bir soruyu duyduğunuzda, biliyorsunuz ki, o da aynı amaç için gidiyor. Yeterli mi? Belki, orada bulunmakla, vicdanı bir nebze rahatlatıyor ve ona karşı görevini yapabilmenin, buruk mutluğunu içinden yaşasa da, bence yeterli değil.
Gönüllerde taht kurabilmek; Oxford veya Yale Üniversitelerini bitirmekle veya İsviçre Bankalarında birkaç hesabınız olmakla falan olmuyor. Bu toprağın insanının değerlerine, saygı duyarak mesleğini seveceksin. Mesleğinde üretken olacaksın. Birilerinin omuzlarına basarak yükselmeyi düşünmeyeceksin. Tırnaklarınla kazıya kazıya geleceksin, gelmek istediğin yere. Maddi değerleri, hep ikinci planda göreceksin. Yeri geldi mi, risk alarak kendini ön sipere atacaksın. Acı ve cefa çekmeye her an hazır olacaksın. Gönül dostu olacaksın. Bir yerlere çıkmak için, ona buna yalakalık yapmayacaksın. Bileğinin ve yüreğinin gücüne inanacaksın. Bu ülkenin insanını seveceksin. Hor görmeyeceksin. İnandığın değerlerden taviz vermeden, sağa sola yalpa yapmadan ne söyleyeceksen adam gibi söyleyeceksin. Burada söylediğini öbür mahalleye geçince unutmayacak ve inkâr etmeyeceksin. Geriden gelenleri hem koruyacak hem de onlara cesaret vereceksin.
Yaşar Kemal’i de burada rahmetle anarken, o meşhur sözünü burada yeri gelmişken tekrar edelim. “O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler!” Ruhları şad, mekânları cennet olsun! Geride, asırlarca unutulmayacak, kahramanlıkları ve eserleriyle. Tanrı herkese nasip etmiyor, isteseniz de!..
Hilmi ÇAKIR
05.04.2015