Yazımıza, Nurettin
TOPÇU üstadın, hakikat ummanından süzülen ve berrak bir pınar gibi çağıldayan sözüyle
girizgâh yapalım. Zira bu söz ekseninde hareket etmeyen ve Eğitim Teşkilatını
bu söz üzerine oturtmayan bir ümmet sürünmeye, bir millet boğulmaya, bir devlet
inhitata uğramaya, bir ülke batmaya, bir medeniyet türap olmaya mahkûmdur. Ciddi
ve samimi olmalıyız arkadaş, bilakis mahvız! ‘’’’’’’’’’’’’’’Biz; varlığıyla mevcudiyetimizi
koruyacağımız, istikbalimizi kurtaracağımız, istiklalimizi kazanacağımız,
terakki dairesinde büyük atılımlar yapacağımız uzun yolumuzda ve varoluş
kavgamızda, irademizi çelikleştirecek, değer ve ilkeler sunacak, karakter ve
kişilik bahşedecek, özgün ve özgür olmaya yönlendirecek, her nev’inden meslek
erbabının hayatına ruh ve anlam katacak olan, tarihsel süreçte anlaşılmış
bulunan ve nesillerimizce anlaşılmaya çalışılmakta olan, kadim tarihimiz
dâhilinde sistemleştirilmiş olarak yaşanmışlığı bulunan, en ulvi mektebin timsali
olarak tam karşımızda duran, maarifin yüksek hakikatlerini ihtiva eden, eşsiz,
zamana göre değişmeyen, her çağa hitap eden bir kitaba muhtacız. İhtiyacımız
olan bu kitabı, maarif sistemimize, mekteplerimize, aile, millet ve siyaset
hayatımıza temel yapmalıyız. Muallimlerimiz, talebelerini bu kitabın
hikmetleriyle, yüksek ve yüce ahlakıyla ve kuvvetli adalet duygusuyla
besleyebilmelidirler. Çünkü boş kalan ruhlar ancak bu kitapla
doldurulabilecektir, doyurulabilecektir. Çoraklaşan beyinler ancak bu kitapla
yeşertilebilecektir. Çölleşen vicdanlara bu kitap ab-ı hayat olacaktır.
Görmeyen gözler bu kitapla görecek, işitmeyen kulaklar bu kitapla işitecek,
hissetmeyen kalpler bu kitapla hissedecek, düşünemeyen kafalar bu kitapla
düşünecektir. İşte bahsettiğimiz, hayatsız kalan nesillerimize hayat sunacak
olan bu kitap; KUR’AN’dır.’’’’’’’’’’’’’’ TÜRKİYE’NİN MAARİF DAVASI-----Nurettin
Topçu
Bu yazımı tüm milletime
ama bahusus Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mevcut Sayın Hükümetine atfen kaleme
alıyorum. Biliyorum ki, söylediğimiz de kaybolup gitmesi yani hükümsüz kalması kuvvetle
muhtemel ama susmakta garip gönlüme azap olacak. Dileyelim ki, inşaallah
kaybolup gitmesin ve gönüllerde makes bulsun kutsal çığlığımız. Bulsun ki, icap
eden neyse, din, devlet, vatan, millet, ümmet, medeniyet aşkına yapılsın. Yukarıda,
aziz varlığından, küçük ama çaplı bir iktibas yapmış bulunduğum Nurettin Topçu
üstadın TÜRKİYE’NİN MAARİF DAVASI isimli kitabını bahusus Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
mevcut Sayın Hükümetinin mevcut ve muhtemel Sayın Milli Eğitim Bakanına-Bakanlarına
ve daha sonra da tüm siyaset edicilere naçizane ama mutlak ve muhakkak olarak
öneriyorum. Bu kitap Eğitim Teşkilatımıza temel olmadıkça, bu memlekette eğitim
olamaz. Ama tabi eğitimin ana ekseni, tüm mevcudatı yüksek ve yüce
hakikatleriyle ihata eden KUR’AN’dır.
BİR: Kale var ve kale
delik. Sızıntı var. Kapatılmalı. Anladığınızı sanmıyorum!
İKİ: Yok olan yok
edilemez. Var ne varsa müşahhaslaştırınız. Sonra da yok edilmesi gerekenleri
yok etmeye başlayınız. Anladığınızı sanıyorum!
GEÇELİM!
Ülkenizi, milletinizi,
devletinizi seviyorsanız samimi olacak, ciğerden söyleyeceksiniz ve yüreğinizi
ortaya koyacak, namuslu iş yapacaksınız arkadaş. Maalesef işlerimizi yüce
gönüllülükle yapmıyoruz, yüce gönüllülükle yapanları da bir şekilde
bıktırıyoruz. Artık zaman malayaniliklerle iştigal edecek zaman değil. Çok
kayıp veriyoruz, kazandığımız ise hiçbir şey yok handiyse. Nesil resmen ve
alenen çürüyor, tefessüh ediyor. Kendi başta olmak üzere, kendine ait ne varsa
yabancılaşıyor. Bu topraklarda, bu toprakları toprak yapan ve bu milleti
çelikleştirerek evrene hâkim kılan ruh egemen olmalıdır artık mutlak şekilde.
Bahsettiğim yarım yamalak egemenlik değildir, mutlak ve muhakkak egemenliktir.
Zira bu topraklarda ve bu topraklarda müesses olan Devlet mekanizmasında bu ruh
mutlak ve muhakkak şekilde egemen olmadan, bu toprağın çocukları asla huzur
bulmayacaktır ve bu toprakları toprak yapan değerler temelli yaşayanlar hep
itilecektir, yapılan güzel şeyler görmezden gelinecektir. Geçelim!
Bu ülkede iki teşkilat
vardır VE bunlar çok özeldir, sonsuz önemlidir. Birisi, İstihbarat Teşkilatı;
diğeri, Eğitim Teşkilatı. Bu ülke, bu millet ve bu ülkeye, bu millete dair ne
varsa bu teşkilatlar eliyle vuruldu, yok edildi, bozuldu. Bu iki kurumun üzerinde
hassasiyetle durulmalı ve ikisine de Milli-İslami Ruh eklenmelidir. Bu kurumlar
Milli-İslami Öz’e kavuşturulmadan, bu ülkenin siyaseti, ekonomisi, medyası vs.
hiçbir şeyi millîleştirilmez. Milli olmayan hiçbir şeyde, bu ümmete, bu millete,
bu ülkeye, bu devlete, bu medeniyete zerre fayda sağlamaz. Güçlü millet,
kudretli devlet, bağımsız ülke olmanın koşulu; kendin olmaktır. Artık yabancı
olan ve yabancılaştıran ne varsa kusulmalıdır. Bu kurumlardan İstihbarat
Teşkilatını daha önce ele aldık, şimdi Eğitim Teşkilatı üzerine naçizane birkaç
kelam etmeye gayret edeceğiz inşaallah. Allah niyetlerimizi temiz kılsın,
hedefimize muvaffak eylesin. Âmin.
Meselemiz, derdimiz,
davamız dağlardan büyüktür. Bir defa, eğitim dendiği anda, ilk aklımıza gelen
şey; insandır. Çünkü eğitim, ancak ve ancak, insan içindir. Zira eğitilmek için
dünyaya gönderilen bir varlıktır insan. Aklen ve ruhen eğitilecek ki, kulluk
vazifesini layığı ile ifa edebilsin. Yaptığı işi kaliteli şekilde yapabilsin.
İyilik işlesin, kötülükten el çeksin ve İyiliği emredip, kötülükten
sakındırabilsin. Elbette hayvanlarda eğitilebilir ama nihayetinde hayvan
hayvandır, an gelir hayvanlığını yapar, eğitim onda dikiş tutmaz. Bizim meselemiz ve mevzumuzda, özde, insandır
zaten. İnsana, ilk eğitim, Yaratan Rabbi tarafından verilmiştir. Bunun
detayıyla ilgilenmiyoruz şu an. Merak ediyorsanız samimi tefekküre dalınız.
Hayatta hazır hiçbir şey yoktur. İnsan varlık sahnesinde belirdiği an
eğitilmiş, terbiye edilmiş ve altyapısı hazır kılınmıştır. İnsan, bu dünyaya,
bazılarının dediği gibi TABULA RASA olarak yani BOŞ BİR LEVHA olarak doğmaz.
Allah, kutsal altyapı derç etmiştir insanın varlığın derinliklerine. Küçücük
bir çocuğun hal ve hareketlerini gözlemleyiniz ne demek istediğimi muhakkak
idrak edeceksiniz. Eğitilen insan nihayet benzerlerini eğitmiştir. Allah,
insanlık önderlerini, kullarını eğitmeleri için göndermiştir. Hakiki ve en
büyük muallimler, terbiye ediciler Peygamberlerdir. İnsanlığın son muallimi de
Hz. Muhammed’dir (sav). İslam, eğitim yoluyla beşer tabiatlı varlığı kemale
erdirir ve insan kılar. Hakiki eğitim kaynağı İslam’dır. İslam’dan başka hiçbir
şey, insanı, mükemmelen eğitemez, terbiye edemez ve insan kılamaz.
İnsan, doğuşunda melek
tabiatlıdır, sonrada beşere doğru evrilir ve nihayet insanlaşır. İlk evvelde
günahsız ve masumdur. Sonra ailesinin, çevrenin ve öğrendiklerinin etkisiyle
melekliğini kaybeder ve beşer yönü ortaya çıkar yani eğitilmemiş hali kendini
gösterir, zira sadece kendisine ulaşan
verilerle hareket eder ama muayyen bir eğitimden geçtikten sonra insan olmaya
doğru evrilir. Eğitimin hedefi, insanı, insan olmaya yönlendirmektir ve nihayet
insan kılmaktır. İnsanın içinde ki potansiyeli fark etmek, ortaya çıkarmak ve
geliştirmektir. Eğitimde esas gaye şu olmalıdır; önce nitelikli bir insan,
sonra da iş üreten ve işini kaliteli üreten insan. İnsan varsa eğitim vardır,
eğitim varsa insan vardır. İki olguda birbiriyle anlam kazanır. Eğer insan
eğitimden mahrum olsaydı, insan değil hayvan olurdu. Mevcudatta ki varlıklar,
muayyen bir eğitim sistemine ittiba etmeden önce tayin edilmiş, belirlenmiş
hayata ittiba ederler. Hayat çizgisini, aldığı eğitim neticesinde tayin eden
yegâne varlıktır insan. Çünkü aklı olması hasebiyle, eğitilebilirliği durumu
vardır. Önce eğitim gelir insan için, çünkü hayat eğitim üzerinde ilerler. Eğitimsiz,
kişilik ve karakter olmaz. Eğitimsiz, meslek olmaz. Eğitimsiz, üretim olmaz. Eğitim
bir nevi altyapıdır. Cahillik, dermansız dert gibidir, mikrop gibidir. Cehalet,
hastalıkların kaynağıdır ve eğitim, panzehridir hastalıkların. Bir ülkenin
kaderi, eğitilmiş insanlarının varlıkları ile mütenasiptir.
Eğitim; ince, derin ve
köklü bir meseledir. Bu mesele çözülmeden, çözülecek hiçbir mesele yoktur.
Vatanın bağımsızlığına kavuşması, değerlerin yaşama aktarılması, ahlakın hayat
sahasında varlık göstermesi, adaletin; milletlerin ve devletlerin ruhu olması,
ancak ve ancak insan ile olacak şeylerdir ama herhalde bunların hiçbirisi de,
cahil insanlarla olacak şeyler değildir. Bir milletin ve devletin, en öncelikli
meselesi, eğitim meselesi değilse, o millet ve devlet, rezilce, sefilce,
şerefsizce yaşamaya mahkûmdur. Eğitilmiş insanlara sahip milletlerin kölesi ve hizmetkârı
olmaya mahkûmdur. Eğitimde, özgün olmalıdır yani milletin kendi değerler
yargılarına göre şekillenmiş olmalıdır, hülasa; MİLLİ olmalıdır. Zira milli
vasfa sahip olmayan bir eğitim sistemi, millete hayat sunamaz. Keza, Eğitim
Teşkilatı, kendi dininden, kadim köklerinden, tarihinden, tecrübelerinden
beslenmeyen bir devlet, hiçbir zaman bağımsız olamaz ve güçlü atılımlar
yapamaz. İradeli, azimli, kararlı, çalışkan, değer sahibi ve üretici gençliğin
yetişmesi, MİLLİ bir eğitim sisteminin dizaynına merbuttur. Diyeceğimiz odur
ki, milleti illet olmaktan kurtarıp gerçekten millet mi kılacaksınız, önde o
milletin eğitim yapısını illetlikten kurtarıp millileştireceksiniz. Bilakis,
her şey boştur, anlamsızdır. İnsan demek eylem demektir. Zira insan, sözü
işitip, işittiği söz ekseninde iş yapması beklenen akıl sahibi bir varlıktır.
Eğitim; dirilişin,
yegâne önkoşuludur. Bizi biz yapan ve bizim, tarih sahnesinde var olmamızı
sağlayan şey; eğitimdi. Ceddimiz, eğitime sonsuz önem veriyordu. Ve onlarda ki
eğitim sadeydi, o devirlerde bilginin özüyle eğitim yapılıyordu. Fazlalık, her
zaman kirliliktir. Binaenaleyh, olması gereken ne ise o olmalı ve kalması
gereken ne ise o kalmalıdır, fazla olan ise atılmalıdır. Eğer toprak
temizlenmez ve fazlalıklardan arındırılmazsa, o topraktan beklenecek hiçbir şey
yoktur. Ağaç budanmazsa, bir zaman sonra ölür. Ağaç için budanma, adeta bir
diriliştir. Bahçe nasıl güzelleşir ve bitkiler nasıl nefes alırlar,
temizlenmeden, düzenlenmeden? Sadelik güzeldir. Günahlarda fazlalıktır tıpkı bu
durumlarda olduğu gibi. Eğitim, günahlardan arındırmaktır. Eğitim, sadeliği
korumak, masumiyeti canlı kılmaktır. Aile için kadın ne ise, din için namaz ne
ise, insan için de eğitim odur. Eğitimin, öğretim göre mümeyyiz vasfı, bizatihi
pratikle ilgili olmasıdır. Çünkü öğrenme teoriye tekabül eder, eğitim ise
pratiğe. Hayatın özü pratiktir, teori değil. Evet, teorisiz olmaz ama pratiksiz
hiç olmaz. Eğer insanlar münhasıran öğreniyorlar da eğitilmiyorlarsa orada
malayani ile iştigal vardır. Çünkü hayatta teori çoktur, eksik olan pratiktir
ve insanlığın kadim sorunlarından biri de budur. Pratik yoksa teori çöker ama
teori olmasa da pratik bir şekilde varlığını hissettirir. Zira eylem için, illa
sistemleştirilmiş bir düşünceye ihtiyaç yoktur. İnsan tabir caizse mıknatıs
gibidir, tabiattan spontane şekilde doneler gelir, insanı bulur. Ve insan
edindiği bu doneler ekseninde de bir pratik ortaya koyabilir.
Eğitim, köklü ve derin
bir mevzu ve meseledir. Bu yüzden derin düşünen ve ince kavrayış sahibi olan
karakterler ister. Çocuğa yürü deyince yürür mü? Ona sözle anlatamazsınız,
bizatihi onunla yaşamalısınız yani ona pratik olarak yürümeyi öğretmelisiniz.
Her varlığın nasıl ve ne yönde eğitileceği, o varlığın kendine özgü doğasına
dercedilmiştir. Ve eğitim, hem nesiller hem de hayat boyu tatbikatlarla,
pratiklerle kusursuzlaştırılabilecek en zor sanattır. İnsanın ödevi; madden ve
manen terakki kaydetmektir. Böyle bir şeyde eğitimsiz asla olmaz. İşte tam da
bu sebeple, eğitim, insanlığın en mühim meselesidir. Önce gelen sonra geleni eğitir; bu, hayatın
kanunudur. İlk öğreten ve eğiten ise; Allah’tır. Nesillerin, nesilleri eğitmesi
ise, bilgi ve tecrübelerin aktarımıyla tahakkuk eder. Burada ortaya çıkan sorun
şudur; eğitim olmalıdır ama neye göre? Zira bilgi sunan her şey aynı zamanda
bir eğitim kaynağıdır. Bu yüzden bizler, eğitimimizde hangi kaynağı temel
alacağımızı çok iyi bilmeliyiz. Bu da bazı şeyleri bilmemizi koşul kılar;
misal, varlık sebebimizi, insan olmaklığımızda gizlenen hikmetleri, nereden ve
niçin geldiğimizi, nereye ve niçin gideceğimizi bilmemiz icap eder. Çünkü nasıl
bir eğitimden geçeceğimizi bu sorulara vereceğimiz cevaplar belirleyecektir. İnsanı
eğitecek yegâne kaynak; Kur’an’dır. Gerisi boştur, angaryadır, hikâyedir. Kur’an’ın
tedrisinden geçmemişseniz, hiçbir şeysiniz; geçmişseniz ama gerçekçi olarak
geçmişseniz her şeysiniz.
Önüne gelen her şeyden
istifade etmeyi, her şeyden bir fayda üretme düşüncesine sahip olmayı
şahsiyetsizlikle eşdeğer görür Aristo. İnce hesaplarla, ucuz çıkarlarla eğitim
olmaz. Eğitim safi insan için olmalıdır, çünkü eğitilmek için varolan yegâne
varlık insandır. Eğitim, insanın bizatihi kendisi için olursa, ancak o zaman
hakiki eğitim olur. Bu da ancak ve ancak, insanın fıtratıyla mütenasip
olmasıyla mümkün olur. Peki, insanın fıtratı ne üzerinedir? Maneviyatı yani bir
anlamda İslam’ı, temel ve hedef olarak belirlemeyen eğitim, asla sahici eğitim
olmaz ve kesinlikle netice de vermez. İslam, insanı, bizatihi insanın kendisi
için eğitir ama İslam dışında kalan ne varsa tümü insanı insan için değil de
kendi çıkarları ve hesapları adına eğitir. Bizler İslam’dan bahsettikçe sekter
tipler bunu yanlış algılamaktadırlar. Sanki İslam temelli eğitim olmazmış gibi,
İslam temelli eğitim bilimden uzak olurmuş ve terakkiye maniymiş gibi telakki
etmektedirler. Oysa böyle bir algı, katıksız ve karışımsız cehaletin ürünüdür.
Ve bu algı kasıtlı olarak oluşturulmakta ve zihinlere empoze edilmektedir.
Çünkü İslami eğitim, insanı uyandıracak, kendine getirecek ve insanı sömüren
melun düzenlerin eceli olacaktır. Eğer malum söylentiler gerçek olsaydı,
insanlığa yön verenler, bilimin temellerini atanlar ve ortaya koydukları devasa
eserlerle bugün bile insanlığın ufkunda bir güneş gibi var olmaya devam edenler
Müslümanlar olmazlardı. İlimin ve bilimin kökünü kazısanız ve oraya atılan
imzaya baksanız, Allah’ın izniyle Müslüman’ın varlığını müşahede edeceksiniz. Komplekse,
kıskançlığa lüzum yok bebeğim! Gerçekleri ortaya koymak ve gerçeğe boyun eğmek,
insanı yüceltir ve yükseltir ama gerçekleri örtmek ve gerçeklere karşı durmak,
insanı alçaltır ve düşürür. Ne diyordu Muhammed İkbal? ‘’Eşkıya Kur’an ile
evliya oldu. Yol kesti ilkel iken, yol gösterdi medeni olunca.’’ Fazla söze ne
hacet bebeğim!
Haddizatında bir insan
kendi kendisini bile eğitebilir. Yeter ki istesin bunu. Al eline Kitabını,
çekil şöyle bir köşeye, hem ‘’OKU’’ hem tefekkür eyle, hayatın içine atılınca
da uygula. Zor değil ki bu. Ki bendenize göre en hakikatli eğitim de bu olur,
evreni bütün olarak düşününce. Çünkü seninle ilgili hiçbir yapı sana gerçekçi
eğitimi vermez. Zira hakikatli eğitim; zincirleri kırdıran, hürriyetin özünü
sunan, putları kıran, hakiki istiklali ve istikbali doğuran, tabuları yıkan
eğitimdir. Ama bunu, insan üzerine dair hesapları ve planları olan hiçbir yapı
istemez. Çünkü hakikatli eğitim, sahte saltanatları yerle yeksan ettirici,
hakiki saltanat önünde secdeye götürücü eğitimdir. Hakikatli eğitim; insanı,
Allah’a kul eder. Sahte eğitim; insanı, benzerlerine kul eder. Biz,
insanlarımızı, yalan ve batıl eğitim sistemleriyle kaybettik, kurban verdik. Niye
insanlığımızdan uzaklaştık, niye kendi içimizde bölücülük yapıyoruz, niye
şuculuk ve bucululuğun esiriyiz, niye izm’lerin peşinde koşan zavallı ist’leriz,
niye insanları anlamak yerine yargılamak peşindeyiz, niye okuduğumuz en küçük
bir olguyu idrakten yoksunuz, niye kendimize yığınla putlar edinmişiz, niye
ille ben doğruyum diyoruz, niye köpekleştiren sefih bir dünyanın bataklığında
yüzüyoruz? Siz insanların adeta çivi gibi minderlerine çakılıp izlemeye koyuldukları
programlarda mantığın, aklın, zekânın zerresini görüyor musunuz? Misal; malum,
bebek yüzlü bir şeytan var, aşağılık bir mahlûk, katıksız İngiliz-Yahudi
medeniyeti köpeği. Siz onun tek bir programında zekâ ürünü bir yön, geliştirici
bir detay bulabiliyor musunuz? Ve programlarının isimlerine dikkat ediniz
lütfen! Her isim adeta senin ülkeni aşağılıyor, ülkenle birlikte milletini
aşağılıyor, çok derin bir algı operasyonu var ama tabi sezebilmek, fark ve idrak
edebilmek iktiza ediyor bunu. Maalesef, bu aziz milletin neslini, Yüce Kitabı
değil, böyle ucuz, sıradan, aşağılık, iğrençlik dolu hatta aklı ve zekâyı iğdiş
edici, ruhu ezici programlar eğitiyor. Ve işin en garip ve acı veren yönü de;
küçücük beyinlerin katledilmemesi iktiza ettiğini emreden bir kitaba sahip
iken, o kitabın emrini icra etmememizdir. Devlet bir an önce melek yüzlü
şeytanın programlarını ilga etmelidir. O şeytan hakiki bir vatan hainidir. Meleğimsi
tebessümleriyle bu aziz milleti aldatmakta, sömürmekte, aşağılamakta ve
mahvetmektedir. Eğer bunu yapmaz isek, hem vallahi, hem billahi, hem de tallahi
yarınlarımız kopkoyu karanlığa mahkûm olacaktır. Kendini kaybetmiş bir neslin
elinde kaybolup gideceğiz. Bu yapıldığı takdirde, bu millet size köstek değil
destek olacaktır inanın. Şahsen bendeniz öyle düşünüyorum, zaten öyle olmadığı
takdirde bu millette bitmiş demektir ve fazla söze hacet yoktur.
Tek bir insanın da,
yekpare milletinde, insanı ve milleti buluşturan ve kaynaştıran devletin de,
hatta medeniyetin de, mukadderatları, iki teşkilatın elindedir: İstihbarat ve
Eğitim. En kökende ise, Eğitim’in elindedir. Zira sağlam ve kudretli bir
İstihbarat bile, nihayetinde, kaliteli bir eğitimi koşul kılar. Çünkü
istihbaratın öznesi de insandır ve özne olan insan, iyi bir eğitimden geçmemiş
ise, orada ki insanlar, milleti de, devleti de mahvedebilirler ve dahası medeniyet
ilerleyişini bile akamete uğratabilirler. Bunu bilmek değil, anlamak iktiza
ediyor. Çünkü eyleme sevk eden, bilmek değil anlamaktır. Eğer bilmek olsaydı,
bugün bizler yeryüzünün tek egemen gücü olurduk. Çünkü Kur’an’ı biliyorduk, tarihimizi
biliyorduk. Ki zaten yaşamımız, anlamayıp sadece bildiğimiz için, sığ, basit,
sıradan ve derinlikten, anlamdan yoksun ya. Bilgimizle, bitevi lafazanlık
yaparız ama anlayıpta ortaya koyduğumuz sahici hiçbir eylememiz bulunmaz. Derin
ve keskin bir misal verelim; Önderimizin (sav) selam ile ilgili emirlerini
biliriz velakin gel gelelim uygulamaya gelince sanki hiç oralı olmayız. Niyedir
bu? Çünkü o emri anlamadık, idrak etmedik, hissetmedik. Dolayısıyla icra
etmekte de hassasiyetli olamadık. Zaten anlamak hissetmekle ilgilidir,
hassasiyette hissiyatın neticesidir. Misal; Çanakkale Ruhunu yaşatmak ve
yaşamak için, o ruha namusluca sahip çıkabilmek için, Çanakkale de şehit
olanların zamanına gidip, onların o an ki halini hissedip, o anda ki
duygulanımlarını adeta yaşar gibi duyumsamadıkça, o şehitlerin yemek
bulamayınca nasılda ruhen azap çektiklerini ama bu durumun onları asla geri
çekmediğini, bilakis daha kuvvetli bir imanla daha ileri atılmalarına sebep
olduğunu düşünmedikçe, asla o ruhu kuşanamayız, taşıyamayız, yaşayamayız ve
yaşatamayız. Eğer o ruhu hakikaten taşıyabilseydik, yaşıyorolabilseydik, yemin
ediyorum bugün bu topraklar da tambağımsız bir devletimiz, özgür bir
milletimiz, dirilmiş bir medeniyetimiz olurdu. Ve bu toprakların ruhu olan Yüce
İslam’ı bu topraklardan söküp atmaya, cephede kardeşleri vuruşan ve nöbet
bekleyen kızlarımızı okullarından kovmaya cesaret edecek tek bir Siyonist
maşası bulunamazdı. Bu millet kimliğini ve dinini kaybetmezdi. Bu topraklarda,
bu devletin, bu milletin, bu dinin ve medeniyetimizin üzerine kusan ve
şehitlerin asil ruhlarını muazzep kılan yayınlar yapılamazdı. Soydaşlarımız ve
dindaşlarımız küffarın mezalimleri altında inlemezlerdi. Vallahi de, billahi
de, tallahi de bu olmazdı, olamazdı. Ama o ruh yok bizde maalesef! Ama
isticalen o ulvi ruhu kuşanmamız iktiza ediyor, millet olarak ve devlet olarak.
Bir milletin ve
devletin kaderini, ruha şekil veren yüce sanatkâr vasfına sahip muallimler
tayin ederler. Muallimlerini kucaklayan, onlara saygı duyan, onların yaşam
düzeylerini yükselten milletler ve devletler yücelip, yükselmişler; bunu
yapmayan milletler ve devletler ise alçalmışlar ve düşmüşlerdir. Bu yüzden
mutlaka ama mutlaka muallimlere sahip çıkılmalı, onların hayat standartları
yükseltilmeli, onların gönülleri kırılmamalıdır, muallimler insanlığın mümtaz
ve nadide topluluğudurlar, karakter yapıcıları ve kişilik oluşturucularıdırlar
muallimler. Vatanların hakiki bekçileri ve banileridirler muallimler. Eğitimin
asıl unsurlarındandır muallimler ordusu. Türk Milletinin tarihinde muallimlerin
yeri daima ayrı olmuştur, derin bir saygı duyulmuştur kendilerine. Binaenaleyh,
Eğitim Teşkilatı öyle muhkem zemine oturtulmalıdır ki, o teşkilatın bünyesine
girenler öyle sağlam yetişmelidirler ve nesli öyle sağlam yetiştirmelidirler
ki, istiklalimiz ve istikbalimiz şeksiz ve şüphesiz garanti olsun. Gerek
İstihbarat Teşkilatı olsun, gerek Eğitim Teşkilatı olsun, tepe noktalarında
ahlaklı, vicdanlı, karakterli, kişilikli, milli ve manevi değerlerle teçhiz
olmuş ve kendilerini ileri düzeyde yetiştirmiş bireyler olmalıdırlar. Onlarda
bulundukları yerin hakkını vermeli, maiyetindekileri sıkı bir murakabeye tabi
tutmalıdırlar, bulundukları konumun hakkını vermeli ve zedelenmesine asla göz
yummamalıdırlar. Bu bireylerde din, devlet, vatan, millet, ümmet, medeniyet
bilinci ileri düzeyde olmalıdır. Kadim davanın, İlay-ı Kelimetullah Davasının,
bilincinde ve şuurunda olmalıdırlar. Eğer teşkilatlarınız, böyle bir mahiyete
haiz ise müsterih olunuz, keyfinize bakınız, tabi sorumluluğunuzun icabını ifa
ederek. İki mühim teşkilattan birisi olan İstihbarat Teşkilatı, ülkenin,
devletin, kendisinin dışında ki kurumların yani bir nevi bedenin güvenliğinden,
sağlığından sorumludur. Eğitim Teşkilatı ise, maneviyattan, askeriyeden ve dini
umdelerin aktarılmasından yani bir nevi ruhun güvenliğinden ve sağlığından
sorumludur. Bedenen ve ruhen sağlıklı ve sağlam olan, bir ferdin, bir milletin,
bir devletin başka ne derdi, sorunu, sıkıntısı olabilir ki? Eğitim, ahlak ve
adalet demektir; İstihbarat; hürriyet ve tam bağımsızlık demektir tabir caizse.
Ahlak ile hürriyeti mezcederek hayata aktaran bir milletten ve devletten daha
bahtiyar var mıdır ki?
Bir milletin, eğitim
davasından daha önemli bir davası olamaz. Bu yüzden eğer titrenecekse, ilk
evvelde eğitim üzerine titrenmelidir. Çünkü eğitimi adam olmayan bir milletin
kendisi asla adam olamaz. Binaenaleyh, eğitim mevzuunun derinliklerine
dalmadan, Nurettin Topçu üstada dair birkaç kelam etmek niyetindeyim naçizane,
derin anlayışlarınıza sığınarak. Üstada muhalif olan mahfilleri geçiyorum ve
umurumda da değiller. Zira düşmanlıklar vardır ve ilanihaye devam ederler,
çünkü önyargıya dayalıdır ve kırmak sonsuz zordur. Haddizatında düşmanlıkların
devam etmesinin sebebi, korkudur. Tanımaktan korkmak! Tıpkı Türk Milletine ve
İslam Dinine düşmanlık gibi. Üstat bazı zamanlarda, bazı yerlerde yâd edilir.
Fakat mesele yâd etmek değildir, yâr eylemektir. Zira yâr eylemek farklıdır.
Onu tanımayı ve anlamayı, gönülden sevmeyi, hayatını ve fikirlerini öğrenmeyi,
eserleriyle beslenmeyi iktiza eder. Üstat adeta eğitim üzerine titreyen bir
gönül eridir, hakiki bir dava adamıdır. Eserlerini mutlaka okumalı ve
okuduklarınızı muhakkak eyleme geçirmelisiniz. Mübalağa yapmak istemiyorum ama
bir yerde de yapmak işime geliyor, zira belki üstadı tanımayı isterseniz bu
vesileyle. Ama bir eserini değil, külliyatını hatmetmelisiniz. Tabi, kutsal
değerler adına bir bilinç taşıyorsanız ve o değerleri yaşatmayı ideal
bilmişseniz. Evet, üstat, hiç kuşkusuz ki devlet büyükleri nezdinde ve en üst
düzeyde hatırlanmaktadır. Unutmamak güzel bir şeydir ama yaşamak daha güzeldir!
Ne söylediğimin farkındayım. Üzerine adeta bir külliyatı andıracak şekilde bir
dergide yer ayrıldı. HECE DERGİSİ bir sayısını üstada ayırdı, üstelik doğru
hatırlıyorsam derginin tek sayısı genel olarak 600 sayfalık falan basılıyor ve
bu millete yön veren nice aziz aydınlara yer verdi bünyesinde. Hülasa;
sitayişlerle tahattur eylendi, hakkında nice kelamlar edildi, fikirlerinin
değerinden dem vuruldu amma ve lakin hiçbir zaman sözleri ekseninde bir icraat
sadır olmadı. Güya yâd edildi ama yâr bilinmedi.