Üstat, bu kutsal
topraklarda, bu kutsal toprakların sıcak ikliminde açan ve zor zamanlarda
direnerek var olan bir çiçektir. Nev-i şahsına münhasır rengi, tadı, kokusu,
aydınlığı ve sıcaklığı vardır. Mütemadiyen haykırdı, isyan ahlakını kuşandı.
Çok çileli ve ıstıraplı bir hayat yaşadı ya da yaşatıldı. Eğer tanımadıysanız
ya da hala tanımayı düşünmüyorsanız, dinden ve kimlikten söz etmeniz
mürailikten başka bir şey değildir. Ne kimlik ne de din elbette ki üstadın
inhisarında olan olgular değildirler velakin bu olguları en ideal düzeyde
yaşayan, taşıyan ve bunlar uğrunda fikirleriyle kavga veren mümtaz ve nadide
bir beyindir o. Her şeyi tanıyor, biliyor isek, ama bu ülkenin asil ve soylu
evlatlarından bihabersek, boşuna yaşıyoruz demektir. Tabi lafazanlık yapmayı,
gürültü kirliliği yaratmayı seven bir millet olduk maalesef. Bir türlü eylem
adamı olamadık ama eylem adamlarına düşmanlık yapmayı da bırakmadık. Kendimiz
bir halt yapmayız, bir iş yapanı gördüğümüzde de ya görmezlikten geliriz ya da
düşman belleriz. Tabi burada sözüm, din ve milliyet muhaliflerine değildir, bu
vatanın çocuğu olduğunu bilen ve bu bilinçle yaşayan kitleleredir. Çünkü üstadı
en azından anma lütfunda bulunanlar bu kitlelerdir. Uzak duranların,
duruşlarını gayet doğal buluyorum. Bendenizin sözleri, bitevi, üstadın üzerine
konuştuğu meselelere duyarlı olduklarını söyleyenleredir. Bahusus, Eğitim
Teşkilatına yön veren ve dolaylı olarak bu milletin neslinin mukadderatını
tayin eden şahsiyetleredir.
Mevzumuz eğitim ise
şayet, mevzuya vakıf ve mevzu üzerinde derin düşüncelere sahip şahsiyetleri
elbette ki dinleyeceğiz, anlayacağız ve çözüm önerilerini dikkate alacağız.
Üstadı da bu yüzden dinlemek ve anlamak zorunluluğumuz vardır diye düşünüyorum
naçizane. Bakınız, bizler sürekli şahıslara odaklanan insanlarız, oysa asıl
odaklanacağımız şey fikirler olmalıdır. Çünkü iyi birinden kötü fikir sadır olabileceği
gibi, kötü birinden de iyi fikir sadır olabilir. Bizim mutlak bir kriterimiz
olmalıdır ve o kritere göre değerlendirme yapmamız gerekmektedir. İşte o zaman
hiçbir kimseden korkmadan fikirlerini tetkik ve tahlil edebiliriz. Ayrıca bizim
bir hastalığımızda, insanları okuduklarına göre değerlendirmektir, ne ahmakça,
aptalca ve alıkça bir değerlendirmedir. Filhakika mevzumuz bu değil ama birkaç
kelam edelim temas etmişken. Biri, birinin elinde bir kitap görür ve hemen
damgayı basar, yaftayı yapıştırır ahmak. Oysa okunanlar, hiçbir zaman
karakterleri yansıtmayabilir, ki kitap okumak güzeldir ve okunan kitap okuyanın
kimliğiyle doğru orantılı olmayabilir ve bu çok doğaldır. Geçelim! Burada
eğitimi mevzu etmişsek, bu ülkeye, bu millete, bu nesle ömrünü vakfetmiş ve
üstelik eğitim mevzuunda da uzman birini tam orta yere getirip koymaktan ve onu
dinlemekten doğal bir şey olamaz. Ne kuru gürültü peşindeyiz ne de lafazanlık
yapıyoruz. Sahici bir meseleyi, sahici bir üstattan hareketle açıklığa
kavuşturuyoruz. Eğer eğitim alanında bir devrim yapacaksak, üstadı bilmek
iktiza eder bendenize göre. Bu millet çok acı çekti, çok canı yandı bu
milletin. Öyleyse bundan böyle yaptığımız işleri daha bir ciddiyetle,
samimiyetle, içtenlikle yapmak şarttır. Bu millet, eğitim cihetinden vuruldu,
bozuldu, yozlaştırıldı, yobazlaştırıldı, cahilleştirildi. Dininden ve
kimliğinden uzaklaştırıldı. İşte tam da bu sebeplerledir ki, işe eğitim
cihetinden başlamak iktiza etmektedir. Eğitimiz düzeltmediğiniz takdirde,
düzeltebileceğiniz hiç ama hiçbir şey yoktur ve olamaz da zaten. Üstadın derdi
hiçbir zaman maddiyat olmadı, O, bitevi, ülkesi, milleti, dini, devleti, ümmeti
ve medeniyeti için var oldu. Herhalde böyle bir insanı da dikkate almak, Ona
saygı duymak, Onu umursamak insanlık icabıdır. Yürek yanmalı bebeğim yürek!
Beyin karışmalı, kavga etmeli fikirler. Hissetmelisin gençliğin azaplarını,
ıstıraplarını ve işitmelisin sessiz çığlıklarını, ki söylemlerini eyleme
dönüştürebilesin ve üstadı dinleyebilecek cesarete sahip olabilesin.
Neslimiz çapulcuların
eline düşmüş arkadaşım! Bakmak ihanettir, yapmak sadakat. İngiliz-Yahudi
Medeniyetinin sadık hizmetkârları ve bekçileri elinde perişan neslimiz. Yoz
eğlencelerin, saçma sapan yarışmaların kıskacında helak olup gidiyorlar zavallı
ve cahil gençlerimiz. Neslin katledilmemesini emrediyor Kur’an. Öyleyse nesline
sahip çıkmalısın. Malum melek yüzlü, modern görünümlü ama sefil beyinli çapulcu
bu milletin çocuklarını, yozluk, müptezellik ve pespayelik fışkıran
programlarıyla resmen ve alenen alıklaştırmaktadır. Nesil, bu çapulcunun
mengenesinden kurtarılmalıdır. Nesline sahip çıkman ise onu eğitmekle olur. Eğitilmek
ise, muayyen bir sistem dâhilinde gerçekleşir. Böyle bir zamanda susulmaz,
konuşana dur denilmez ve vurulmaz. Yürek yanıyor, kulaklar sağırlaşıyor
çığlıkların kudretinden. İşitmiyor musunuz? Gençliğin üzerine kâbus gibi çökmüş
cehalet. Bu cehaleti nasıl yeneceğiz, yok edeceğiz ve aydınlığın meşalesini
yakacağız? Lafla olmuyor arkadaşım! Yapacaksın, istemeseler de yapacaksın. Bu
topraklar seninse, senin borun ötecek tabir caizse. Beğenmeyen çekip gidecek
baba bildiklerinin topraklarına. Bu toprakların altı şehitlerle doludur, sıksan
kan sızar. İslam uğruna toprağa giren canların üzerlerinde küfrün egemenliği
hüküm sürecek değil ya. Çanakkale Ruhu baz alınmıyorsa eğitiminde, o eğitim
senin eğitimin olamaz ve o eğitimle bu millet felah bulamaz. Eğitim yoluyla
çalınan kimliğini ve dinini, eğitim yoluyla geri almalısın. Bu toprakların
üzerini günahla ört, bu toprakların çocuklarına günah işleme de. Bu katıksız
kahpeliktir. Yok ediniz demiyorum ama ıslah ediniz ve bu meyanda kendinize ait
olanı var ediniz. Biz, asil ve soylu bir medeniyetin varisleriyiz. Öyleyse
asaletimize ve necabetimize mütenasip davranış sergilemek zorundayız. Merhamet
ederiz ama mazarratta istemeyiz. Hürriyete evet ama köpekleşmeye hayır! Bu toprakların
çocuğuysan, gerçek sahibiysen, muayyen vazifelerin, ödevlerin, görevlerin ve
sorumlulukların vardır arkadaşım. Haddini ve kendini bil ve vazifeni layığıyla
ifa et!
Oyuncu olacak değil
oyun kuracak nesiller yetiştirmek iktiza ediyor. Bizim ceddimiz hep oyun kurucu
oldu ama bir zaman sonra artık oyunculuk devri başladı ve bizler hep oyuncu
olduk. Bizi de yıkan buydu. Çünkü mütemadiyen yazılan senaryoları oynuyorduk,
senaryo yazamıyorduk. Osmanlının yok oluşu bile asla rastgele ve olağan bir şey
değildir. Ve yaşadığımız hayat bile yazılan senaryoların ürünüydü. Kurumlarımız
da ta en başında yazılan senaryolara göre şekillendirilmişti. 10 yılda bir
darbelerin yapılması, Siyonizm’e hizmet eden kanlı ve kirli örgütlerin zuhur
etmesi vs. hiçbiri asla olağan ve rastgele şeyler değildi. Değerlerimiz
peyderpey silinip gitti bu şekilde. Şimdi çelik birer pençe olması gereken
nesillerimiz, çırılçıplak kaldıkları, umutla değil biteviye korkuyla
yaşadıkları ve koyunlaştırıldıkları için sürüldükleri yere gittiler. Niye?
Çünkü Eğitim Teşkilatı en baştan böyle dizayn edilmişti. Bir an önce, Eğitim
Teşkilatı, derin düşünen ve ince kavrayış sahibi olan beyinlerce yeniden
yapılandırılmalıdır ve bu sefer hakikaten Milli hüviyete haiz olmalıdır. Nesillerimizi
muhakkak kurtarmalıyız. Zira gidişat hakikaten tehlikelidir. Ruhuna bir kez
darbe indirilen gençlik, şimdi tamamen ruhsuz bırakılmak isteniyor. Ruhsuz
kalan gencin rotası olmaz, nereye sürüklerseniz oraya gider. Rüzgâr önüne
tutulmuş yaprak gibi. Gençlik, ömrünü, malayani, absürt, müptezel ve pespaye
şeylerin peşinde tüketiyor. İnsanın içi kan ağlıyor manzarayı müşahede edince. İlim
yok, bilim yok, irfan yok, kitap yok, ideal yok, dava yok, ahlak yok, mücadele
yok! Peki, gençlik niye var, Allah, vatan, namus aşkına? Devlet dediğin neslini
savunmasız bırakmaz, itin, çakalın elinde çar naçar bırakmaz. Devlet isticalen
kültür kanalından girmeli ve neslini diriltecek icraatlara el atmalıdır. Pespaye
ve soysuzlaştırıcı uygulamaları da ya ıslah etmeli ya da yok etmelidir. Gençlikte
kendine gelsin, yanlış yapmasın diyemezsiniz. Gençliktir bu, henüz toydur,
tezgâhlardan, planlardan bihaberidir, hazzının peşinden koşar. Sen günaha,
rezilliğe giden yolu sonuna kadar aç ya da açtır ama gençlik dursun de. Bu namussuzluktur.
El-insaf!
Şunu muhakkak surette
bilmemiz ve bilinç haline getirmemiz ve bu istikamette yaşamamız elzemdir:
Müslüman, hayatı putlaştırmaz ve hayatını putlara endekslemez. Varlığını da
putlaştırdıklarına koşullamaz. Müslüman putlarla var değildir. Müslüman’ın
takip edeceği izde, sözde bellidir. Putlaştırdıklarına göre istikamet
belirleyenler sekter ve dar kafalı tiplerdir. Onların terakki kaydetmeleri, tekâmül
etmeleri, mutlak hakikatlere yönelmeleri ve kalıcı bir şey ortaya koymaları
muhaldir. Ne hazindir ki, durumun böyle olmadığını biliyoruz. Herkesin bir putu
var ve dokundun mu yanarsın. Müslüman’lar ne hale geldi. Peygamberine laf
edilir susarsın, putuna dokunul mu kasarsın. Yazık! Bizim millet ve devlet
olarak berbat hale gelmemizin en önemli sebeplerinden biri de budur. Bize
putlar bahşetmişler ve hayatımızı putlara göre tanzim etmemiz zımnen empoze
edilmiş ve bizler böyle bir hayata alıştırılmışız ne acı ki. Bir an önce bu
sakat anlayışlardan ve patolojik yaşamlardan kurtulup hakiki hürriyete yelken
açmamız, kendimize gelmemiz, kendimiz olmamız iktiza ediyor. Haddizatında
bizim, hiçbir şeyimizi düzeltemememizin, yeniden yapılandıramamamızın arka
planında ki gösterilmeyen, hissettirilmeyen karanlık sebepte budur. Sakat
ilişkilerimizin ve ciddiyetten, samimiyetten uzak iletişimimizin arka planında
da bu vardır. Adamın putu vardır ve acaba ne söylesem de putuna dokunmadan
yandan geçsem diye kıvranırsınız. Hakikate bir türlü dokunamazsınız. O zamanda
asla gelişemez, fikir teatisi yapamaz, kendiniz çalar kendiniz oynarsınız.
Devletiniz de, milletiniz de, ülkeniz de, medeniyetiniz de harap olur gider.
Hiçbir atılım yapamazsınız. Kalıcı bir çözüm sunamazsınız. Herkes putlarını
korumak adına birbirini yer ve böylece ezilmekten, sömürülmekten
kurtulamazsınız. PUTLARINIZI TERK EDİNİZ VE HÜR OLUNUZ! O zaman hayat daha
güzel, dostluk daha güzel olacak ve herkes birbirini yargılamadan önce anlamaya
gayret edecektir.
Hiçbir DİRİLİŞ tesadüf
eseri değildir ve spontane tahakkuk etmez. Her DİRİLİŞ, bünyesinde, ıstırabı,
acıyı, tecrübeyi, iradeyi, kutsal kavgayı, umudu, hasreti, cesareti, uyanışı
gizler. Dirilmeden, diriliş olmaz. Diriliş olmadan da medeniyet inşa edilemez.
Geçelim ve yeniden üstada dönelim. Eğer İstiklalin ve İstikbalin şairi,
haysiyet abidesi, güzel üstat Mehmet Akif Ersoy’un işaret ettiği Asım’ın
Neslini yetiştirmek istiyorsanız, hissiyatlı, hassasiyetli, haysiyetli olmak
zorundasınız. Din, devlet, vatan, millet, ümmet ve medeniyet için ömrünü
harcamış vatan çocuklarını dikkate almak zorundasınız. Ne yapıyorsanız
samimiyetle ve ciddiyetle yapmak zorundasınız. Gençliğimizin halini hep
birlikte müşahede ediyoruz. Gençlik bir
yandan uyuşturucu tacirlerin çengeline takılmış, bir yandan kirli ve kanlı
örgütlerin kıskacında çıkmaza düşmüş, bir diğer yandan da Milli Kültür katili,
yabancı kültür taşıyıcısı ve aşılayıcısı melek yüzlü şeytanların ifsat edici
programlarının meftunu olmuş durumdadır.
Gençliği bu durumdan kurtulması iktiza ediyor acilen. Dinle irtibatı
kesilen ya da yanlış kurulan neslin yeniden din ile sağlam bir irtibat kurması
sağlanmalıdır. Bunun içinde Eğitim Teşkilatı bu irtibata sahici şekilde
tavassut etmelidir. Ki, zaten bu iş, teşkilatın işidir. Gençliğin bu hele
düşmesinin en mühim sebeplerinden biri; kimliğine ve dinine yabancılaşmasıdır. Gençliği
okumaya teşvik etmek, kendi milletinin bağrından çıkmış sahici vatan
evlatlarını tanımaya teşvik etmek iktiza ediyor. Kitaba yöneliş, DİRİLİŞ’in ilk
adımı olacaktır. İlk evvelde medeniyetinin istinat ettiği mutlak ve mukaddes
kitabı okuyacak nesil, sonra da bu toprakların bağrından çıkmış haysiyet
abidesi münevverleri okuyacak. Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nuri
Pakdil, İsmet Özel, Necip Fazıl Kısakürek, Erol Güngör vb.
Eğer idealden
yoksunsanız, güneşi doğuracak davanız yoksa, vatanın istiklalini ve milletin
istikbalini dert edinmemişseniz, bir medeniyet inşası düşünü kurmuyorsanız,
devletin bekası nezdinizde sair meseleyse, neslin katledilmesi umurunuzda
değilse, eğitimle ilgilenmeyip keyfinize bakabilirsiniz ve üstatta sizi
ırgalamaz. Ama şunu unutmayalım ki, biz keyfimize bakarken, birileri kendi keyfilerine
limon sıkmış durumdadırlar ve bizim hayatımıza kastetmeyi düşünmektedirler. Asla
umursamazlık etmeyin ki! Dünyaya hükmeden şeytanilerin imparatorluğuna nihayet
verecek olanlar yine bizleriz, bizden başkası değil. Eğer Yeryüzü Krallığı
peşinde koşan şeytanın hükmettiği parayı duysanız dudaklarınız uçuklardı. Nasıl
bir sistemle çalıştıklarını, milletlerin içlerine nasıl sızdıklarını bilseniz
kafayı yerdiniz. Siz, şeytanilerin, İslam’a, Türk Milletine ve Türk Milletinin
varisi olduğu Osmanlı’ya boşuna mı düşmanlık ettiğini sanıyorsunuz? Bu milletin
tarihiyle bağı rastgele mi kesildi, dinine ve kimliğine öylesine mi
yabancılaştırıldı bu millet? Asla. Her eylemin bir hedefi vardır bebeğim! Bu
milletin dili koparılırken bir şeyler hedefleniyordu? Bu millet kendi
kültüründen, tarihinden ve ceddinden uzaklaştırılırken bir şeyler hedefleniyordu.
Ah keşke daha derin ve daha derin hakikatleri izah ve izhar edebilmek imkânına
sahip olabilsek? Dünya savaşlarını bile gerçek sanıyoruz hala? Bolşevik
Devriminin bile hakikaten gerçekleştiğini düşünüyoruz. Kendi tarihimizi bile
bilmiyoruz. İşte senin tarihin bu deniyor ve inanıyoruz. Acımalıyız neslimize,
onlara merhamet etmeliyiz, şefkat göstermeliyiz. Onların ruhlarını ve
beyinlerini geliştirmeliyiz. Onları tezgâhlardan ve tuzaklardan korumalıyız.
Onların sağlıklı yaşamalarını sağlamalıyız. Öyle bir Eğitim Teşkilatı tesis
etmeliyiz ki, oradan çıkan nesil, alsın eline bayrağı zirvelere diksin ve o
bayrağın gölgesinde uyumanın hazzını yaşasın. Değerleriyle kucaklaşsın,
değerleriyle yaşamaktan hicap duymasın, değerlerinin taşıyıcısı ve yayıcısı
olmaktan kıvanç duysun. Ne kimliğinden ne de dininden utansın. Kendi kültürüyle
beslenmekten gurur duysun. Öyle bir gençlik olsun ki, sipere gidecek hiçbir
kimse kalmasa da ben varım diyebilecek gençlik olsun! Ve övünün o gençlikle.
Yine dönelim üstada ve
eserine. Üstat, Türkiye’nin Maarif Davası isimli kitabında bir Eğitim Teşkilatı
ya da Eğitim Anlayışı veyahut Eğitim Sistemi, Siyaseti nasıl olur çok muazzam
şekilde ortaya koymaktadır. Ama karmaşık bir problemi çözer gibi okumalısınız
bu kitabı yani olabildiğince dikkatli okumalısınız, okurken her kelime üzerinde
düşünmelisiniz. Belki yanılabilirim, belki lüzumsuz mübalağa yapıyor olabilirim
ama şuna inanmalısınız ki, yüreğimden konuşuyorum, söylerken sonsuz samimiyim,
mantığım ve duygum birliktedir fikrimi serdederken. Çünkü mesele şahsi bir
mesele değil, hem hayati bir mesele hem de milli bir meseledir. Zira işin
ucunda dinim, devletim, vatanım, milletim, ümmetim ve medeniyetim vardır. Kitap
uygulanabilir teorilerle yüklü. Milli vicdanımıza, Dini hayatımıza seza bir
kitap. Hissiyatımıza, hassasiyetimize matuf mülahazalarla örülmüş bir kitap. Yegâne
gayem; bu vatanın çocuklarının bilinçlenmeleri, şuurlanmaları ve kendilerine
dönmeleridir. Özgüven sahibi olabilmeleri, kendi kültürlerini yeniden keşfetmeleri,
küffar karşısında ki aşağılık kompleksinden kurtulmalarıdır. Kadim
medeniyetlerinin yeniden dirilişine el ve gönül vermeleridir. Bu toprakların
evladıyım. Milletimin hafızasıyım. Ümmetimin nüvesiyim. Bu din, bu ülke ve bu
devlet için varım. Bir gün çekip gideceğim bir diyarda, dinim, devletim,
milletim, ümmetim ve medeniyetim için yaşamıyorsam, düşünmüyorsam,
çalışmıyorsam, üretmiyorsam yazık bana! İçim kan ağlıyor neslimizin perişan
halini gördükçe ve cehaletin pençesinde kıvrandıklarını ihsas ettikçe varlığım
azap oluyor sanki. ASELSAN olayında ki katliamlar ruhumu ve beynimi paramparça,
delik deşik ediyor. Nasıl oluyor da beyinlerimizi kaybediyoruz, korumaktan yana
aciziz bir türlü anlayamıyorum. Ne gariptir ki, beyin yetiştiremiyoruz, yetişmiş
beyinlerimizi de kaybediyoruz. Kaybettiğimizle de kalıyoruz. O nadide ve mümtaz
beyinlerimize kıyan soysuz itleri, kansız pezevenkleri bulup en ağır şekilde
tecziye edemiyoruz. Bir an önce politikadan siyasete dönmeliyiz. Uzun soluklu
düşünmeliyiz, bugüne değil yarına odaklanmalıyız. Kendimiz için değil, yekpare
milletimiz ve ümmetimiz hatta daha ötesi insanlık ailesi için var olmalıyız. On
yıllık değil yüz yıllık düşünecek, planlar yapacak evlatlarımız olmalı. Devasa
bilim merkezlerine sahip olmalıyız. Üniversitelerimizden adeta bilim, ilim,
icat fışkırmalı. Üniversiteleri terör üssüne çevirmeye yeltenen ya da
yeltenecek hainlerin canlarına okumalıyız. Pırıl pırıl bir gençlik
yetiştirmeliyiz. Devletimiz bizimle güçlenmeli, biz devletimizle güvende
olmalıyız. Ümmetimiz bizimle derin bir
nefes almalı, biz ümmetimizle daha kuvvetli, umutlu olmalıyız. Zulüm, sömürü ve
ahlaksızlık bataklığına batmış insanlığın yeniden umudu olmalıyız, mazlumların
ve mustazafların ufuklarında bir güneş gibi doğmalıyız. Müstekbirlerin rahat
uyumalarına imkân tanımamalıyız.
Burada nefsi bir
münakaşa yapmıyorum. Nefretle konuşmuyorum. Tarafgirlik anlayışıyla hareket
etmiyorum. Çünkü ben Müslüman’ım ve İslam’ın tarafındayım. Tevhid eri bir
muvahhidim. Bendeniz, Önderimin, kitabımın, devletimin, milletimin, ülkemin,
dinimin, medeniyetimin ve insanlığın tarafındayım. Ezeli ve ebedi bir
düşmanlığım vardır ve asla da yok olmayacak bir düşmanlıktır, kindir, nefrettir
bu: o da Siyonizm’e ve Siyonist şeytana karşıdır. Binaenaleyh, bir tarafa değil
her tarafa söylüyorum. Elbette bendeniz böyle söylüyorum ama beni duyacak,
anlayacak olanlar yine de din, devlet, vatan, millet, ümmet ve medeniyet davası
olanlardır. Önderin izini takip edip, Kitabın sözüne kulak verenlerdir. Bu
vatan gençliğini düşünenler ve Asım’ın Neslini hedefleyenlerdir. Ben hakikati
söyleyeyim de, hakikat kime gülerse gülsün. Şunu unutmayalım; hakikat bize
değil, biz hakikate uyacağız ve hakikat bize değil, biz hakikate gideceğiz. Birilerinin
işine gelsin ve birilerine yarasın diye, hakikate ihanet edecek kadar
haysiyetsiz olamam. Bile isteye, Hakkı, batıl ile örtemem ve gizleyemem. Bendeniz,
naçizane bildiklerim ve öğrendiklerim kadarıyla, hakikati izah ve izhar edeyim
de, alınmak isteyen varsa alınsın, yapacağım bir şey yoktur. Hiçbir
politikacının bendenize gücenmeye hakkı yoktur. Ama bendeniz gücenmekte sonsuz
hürüm. Zira asıl olan benim, vekil olan onlardır. Bu yüzden isyan edebilirim,
hakikati haykırabilirim, acılarımı dışa yansıtabilirim. Ben azledilmem ama
azlederim. Mazlumlar kan ağlıyorsa ruy-i zeminde, şeytani zulmün kıskacındaysa
mustazaflar, küresel baronlar kasıp kavuruyorsa insanlığın mülkünü, ahlaksızlık
egemen olmuşsa ve saplanmışsa kalbimize hançer gibi, nesil cinnet geçiriyorsa,
çocuklarımız kaliteli bir eğitimden ve aydınlık istikbalden yoksunsa, küffar
tezgâhlar kuruyorsa kaderimiz üzerine ve biz dağınıksak, ülkemiz günden güne
kirleniyor ve milletim hastalanıyorsa nasıl isyan etmeyeyim? Ki bunlar isyanda
değil, ruhumu kaplayan sessiz çığlıklarımın taşması ve sese dönüşmesidir. Çünkü
üzülüyorum, yüreğim acıyor. Bizler dünyaya nizam, insanlığa yön veren bir
ceddin torunlarıyız. Bu halde olmamalıyız. Milletimi ve ümmetimi seviyorum.
Topraklarım uğruna bin canım olsa fedadır. Hürriyet, hayatımdır, özümdür,
varlığımdır, sevdamdır. Bu ülkenin üzerinde ki karabulutlar dağılmalı, bahar
gelmeli, güneş doğmalı üzerimize. Bir DİRİLİŞ geçekleşmeli. Öyle bir DİRİLİŞ
ki, bu DİRİLİŞ ile tüm insanlık dirilmeli.
Artık senlik-benlik
kavgasını bırakmalıyız. Bir olmalıyız, iri olmalıyız, diri olmalıyız. Tek ruh
ve tek beden olmalıyız. İdeolojik saplantıları, safsataları atmalıyız artık bir
kenara ve küfrün tek millet olduğunu ve Mü’min’lerin kardeş olduklarını
hatırlamalıyız. Ele ele ve gönül gönüle vermeli, toprağı uyandırmalı ve baharı
getirmeliyiz, kardeşlik canlanmalı, kuvvetimiz kavi olmalı. Ümmetin üzerine
oynanan oyunları sonlandırmalı ve ümmet için yegâne umut olduğumuzu
kanıtlamalıyız. Birlikte mücadele etmeli, birlikte üretmeli ve birlikte
tüketmeliyiz. Bu topraklarda ki şeytanileri tespit etmeli ve ya def etmeliyiz
ya da etkisiz kılmalıyız. Devletimiz bizim olmalı, bizim milletimiz egemen
olmalı, dinimiz tüm mevcudiyetimize sirayet etmeli ve yaşamımız olmalıdır. Neslimiz,
kimliğiyle ve diniyle gurur duymalı, küffar karşısında asla komplekse
girmemeli, özgüvenini yitirmemeli ve utanmamalıdır. Millet ve ümmet olarak,
haysiyetli bir yaşamı fazlasıyla hak ediyoruz. Tüm bu düşüncelerimi aktarırken,
vatanıma ihanet etmiyorum. Dinime sadakatsiz olmuyorum. Devletime
başkaldırmıyorum. Milletime, ümmetime ve medeniyetime yan çizmiyorum. Haddimi
ve hududumu aşmıyorum. İdeolojilerin dar kalıplarıyla konuşmuyorum. Sadece
artık bir şeyler yapalım ve layık olduğumuz yerde olalım istiyorum. Ülkem
üzerinde düşünmek, milletimin ve ümmetimin istikbali ve istiklali üzerinde kafa
yormak ve gücümüz nispetinde bir şeyler yapmak derdinde olmak herhalde her
vatan evladının üzerinde görevdir, ağır bir sorumluluktur. Bir ideale adanmak ve bir dava uğruna
varlığını ortaya koymak demek; milletinin ve ülkenin mukadderatı üzerine
düşünmek, sorular sormak ve sorulan sorulara cevap aramak, bulunan cevapları
çözüme dönüştürmek yegâne koşuldur. Bulunduğunuz yerde öylesine
bulunmayacaksınız. İlla ki, devletiniz, milletiniz, ülkeniz, ümmetiniz ve
medeniyetiniz için bir şeyler yapmak zorundasınız. Herkes üzerine düşünenin en
iyisini yapmalıdır. Bilakis kayıp fertler için değil, millet içindir. Eğer
herkes üzerine düşeni yaparsa, bilinmelidir ki; hayat başka olacaktır bu
topraklarda. Gülmeye hasret yüzler gülecek, acı akan gözlere nur inecek,
sürgünler bitecek, bahar gelecek, güller yeniden açacak ve bir başka
kokacaktır. Kardeşlik türküleri söylenecek, hasret şarkıları terennüm edilecek,
en güzel şiirler yazılacaktır. Kır çiçeklerimiz bir başka kokacak ve kuşlar
hürriyetin muştusunu verecektir. Yas tutmak kaderleri olan ocaklar bir başka
tütecek, şahadet şerbeti içip ebediyete irtihal eyleyen şehitler karanlığı
delerek, sessizliğin tam kalbinden bizlere tebessüm edeceklerdir.
Topraklarımızın bereketi artacak, yurdumuzun dört bir köşesinde halaylar
çekilip, horonlar tepilecektir. Gençliğimiz geleceğe dair güzel düşler
kurabilecekler ve kurdukları düşleri gerçekleştirebileceklerdir. Bu toprakların
mayası, özü, gizli hazinesi olan köylümüzün makûs talihi tersine dönecek,
ürettiklerinin meyvesini en güzle şekilde alacak ve hayat onun için yeniden
canlanacaktır. Kaybolan erdemler, çürümeye yüz tutan değerler yeniden neşv-ü
nema bulacaktır. Görkemli dağlarımız, engin ovalarımız, kuruyan ırmaklarımız
yeniden canlanacaktır. Hülasa; hayat daha bir coşkun akacaktır ve umutlarımız
daim taze kalacaktır. İşte gerçek DİRİLİŞ budur!
İlk mektepten son
mektebe kadar milletin mektebi, milli mektep, tarumar edilmiş ve milli ruh
(İslam ile şekillenmiş, tatlanmış, biçimlenmiş, kokusunu almış, olmuş, varlığın
derinliklerine kazınmış ruh) çökertilmiştir. Millet ruh cephesinden vurulmuştur
ve sadece ruhen değil bedenen de yıkılmıştır. Bugünkü nesil son yüzyılın
neslidir. Tarihiyle bağı koparılan nesil yolunu ve yönünü şaşırmış, çürüten ve
kokutan bir rüzgârın önünde zavallı ve çaresiz bir yaprak gibi savrulmuştur.
Bilinmelidir ki, bir önce ki nesil, bir sonra ki nesli eğitir. Bugünkü nesil
dünkülerin eğittikleridirler. Ki, biz, zaten bu yüzden hep bocalamıyor muyuz?
Çünkü önce ki nesil, kendi değerlerinden tecerrüt etmiş, batılla gövdesi
dağlanmış, ruhu ve beyni adeta delik deşik edilmiş nesildi ve sonra ki
nesillerde, bu nesillerin elinde perişan edildiler. Söylesenize Allah, vatan,
namus aşkına; görüntü neydi ki de, bir görüntü için insan katledilebiliyordu? Baş
değişmedikten sonra başta ki değişse ne fayda ederdi? Ama maalesef böyle
kurgulanmıştı her şey ve böylece bitirilmişti bu millet ve bu yanlış yollarda
yitirilmişti nesiller. İşte bu yüzden, tam da bu yüzden, bugüne kadar
başlanmadıysa bile bugünden başlayarak yeni bir nesil var edilmeli ve bu nesil
yarınlar da ki nesiller için temel üs görevi görmelidir. Ve şu andan itibaren yeni
bir eğitim teşkilatı yapılanmasıyla, çağlardan çağlara seslenecek ve yeni bir
çığır açacak soluk üflenmelidir ölü bedenlere. Bedeninden ruhu çekilip alınan nesil sığınacak
yer bulamamıştır ve korumasız kalarak kendini karanlıkta kaybetmiştir. Mekteplerimiz artık diriltilmelidir ve
neslimiz mekteplerden ölü olarak değil diri olarak doğmalıdırlar. Bir insanın
kendini kaybetmesi gibi, bir millette kendini kaybedebilir. Peki, kendini
kaybedenler, kendilerini nerde bulabilirler, bulabileceklerdir? Hiç kuşku yok
ki, bir insanteki de, yekpare bir millette, kendini, kendi mazisinde gömülü
bulunan yaşam kaynaklarında arayıp, bulabilir. Tarih; insanın ya da
milletlerin, kanlarıyla, canlarıyla, acılarıyla, gözyaşlarıyla, tecrübeleriyle
ve ıstıraplarıyla biriktirdiği, yaptığı, ortaya koyduğu ve özünde milli ruhu
saklayan mutantan bir şaheserdir. İnsanlar da, milletler de mazileridirler.
Dünsüz bugün, bugünsüz yarın olmaz cancağızım. Selçuklu olmayaydı Osmanlı,
Osmanlı olmayaydı Türkiye olur muydu sanıyorsun? Milli mektep, milli ruh
demektir. Milli ruh ise, görkemli,
yepyeni bir DİRİLİŞ demektir. Milli Ruh, varlığını, bu milletin edebiyatında,
sanatında, biliminde, devletinde, dilinde, dininde, hülasa; yaşamının her
yönünde hissettirmelidir. Geleneklerde, göreneklerde, düğünlerimizde,
türkülerimizde, şarkılarımızda ve şiirlerimizde yaşar milli ruh. Bu ruhtan
yoksun olan ya da uzak kalan bir millet, vehimden ibarettir, varlığı sanaldır,
o milletin milli kimliği lüzumsuz bir vesikadan ibarettir. Bu ruh, nesillere
ancak ve ancak mekteplerde aşılanır. Ve yine mekteplerde sökülüp alınır temiz
gövdelerden. Ki alınmıştır da ama şimdi yerine geri konmalıdır. Unutmayalım ki;
yapan da mektepti yıkan da mekteptir. Biz, bizi biz yapan ulvi değerlerin
hayale dönüştürüldüğü ve bize elveda ettiği bir devrin yitik nesilleriyiz.
Kaybettiklerimize yeniden merhaba diyebilmemiz, milli ruhun fışkırdığı millet
maarifi sayesinde olacaktır. Ve o maarif bir an önce teşekkül ettirilmelidir.
Artık elzemi terk edip,
malayani ile iştigale yönelmekten vazgeçmeliyiz. Eski gider, yeni gelir,
bilakis her şey biter cancağızım. Ölen ruhun dirilmesi, esneyen bedenin
gerilmesi lazım. Bize, kaybettiğimiz biz lazım ve lazım olan bize yeni bir
teşkilat lazım. Kalıba değil muhtevaya odaklanmalıyız. Bugüne kadar hep kalıba
takılıp kaldık ve bir milim ilerleyemedik. Küçük ve basit bir misal; insanların
kafalarının içine bakmadık hiç, hep dışına baktık ve insanları daima dış
görünüşleriyle yargıladık. Oysa bu katıksız angutluktu, alıklıktı, çünkü biz bu
yüzden bitevi kaybeden olduk ve üstelik iç barışı da dinamitledik kendi
ellerimizle. Ama ne gariptir ki, bu ülkede hep zulmedenler haklı oldular ya da
kendi kendilerine hak verdiler. Oysa nice canları yaktılar. Nice ocakları
yıktılar. Nice beyinleri zımnen göçe zorladılar. Birer bilim merkezleri olması
iktiza eden üniversite denilen yerler bilim üretmeleri ve bilim adamı yetiştirmeleri
icap ederken, adeta birer terör ve eğlence yuvası haline döndüler. Kimse laga
luga yapmasın cancağızım. Aptalda değiliz, alıkta. Zira bilmediğimiz bir şey
değil, görmediğimiz gerçekler değil. Bu yüzden cehaletini kendine sakla. Bir an
evvel bu sakat anlayışı tarihe gömmeli ve artık kafalara yani öze
odaklanmalıyız. İşine odaklanan, iş üreten, fitne ve fesatla işi olmayan,
ülkesi ve milleti için çalışan insanlara değer vermeliyiz. Her şeyde mutlaka
öze inmeliyiz, özle ilgilenmeliyiz. Artık kalıpçılığı, klişeyi, şablonculuğu
terk etmeliyiz. Bilakis ortaya
koyacağımız hiçbir şey yoktur ve olamaz da. Yüz yıl sonrasının planlarını
yapacak beyinler yetiştirmek iktiza ediyor. Zira gâvur aynen böyle yapıyor ve
bu şekilde dünyaya madden egemen oluyor. Önce insana değer atfetmeliyiz, ondan sonra
insanı ilgilendiren işlerde daha samimi ve ciddi olabiliriz. Zira insana değer
vermezseniz, ne eğitime yatırım yapabilirsiniz ne de başka bir şeye. Bir insan
bir dünya demektir. İnsanı kazanmak dünyayı kazanmaktır. İnsanca bir dünya
için, insanlar yetiştirmek lazım ve insanlar yetiştirmek içinde, hakikate
dayan, hakikatle beslenen ve hakikati soluyan bir eğitim teşkilatı lazım. İşlerimizi
biraz daha ciddiye almamız ve gönülden yapmamız iktiza eder. Zira ciddiyetten
uzak ve gönülden olmayan şeyler, ya mideye ya da kafaya zarar veriyor.
Mütemadiyen kâğıt
işleriyle iştigal halinde bulunmak, bitevi yönetmelikle yatıp kalkmak, mühim
meseleleri unutmayı ya da çözümsüzlüğü tevlit eder. Bir fasit daireye mahkûm eder
her şeyi; insanı ve teşkilatı. Bitevi mevzuatla haşır neşir olmak kaliteli
fikrin katilidir. Bizim medeniyetimiz, kalıpla değil özle, bedenle değil ruhla
inşa edildi. Beden komplekstir, ruh ise sadedir. Beden etki altında kalır, ruh
etki altına alır. Ceddimiz bilginin özünü verdi ve o özle eğitti çocuklarını ve
o çocuklar, bilimin temelini attılar, insanlığa yön verdiler, dünyaya adalet dağıttılar.
Bizler, eğitimi, en basite indirgemeyi muhakkak başarmalıyız. Çünkü eğitim,
haddizatında basittir, evet kompleks tarafı da vardır belki ama yine de kalıp
olarak baktığımızda basittir. Nedir? Alırsınız çocuğu, onu fıtratına mütenasip
bir şekilde yetiştirirsiniz. Bilginin özünü verirsiniz, ahlakın özünü verirsiniz
ve onları fiili olarak hayata hazırlarsınız. Hem hayatı öğretirsiniz, hem de
hayata nasıl hazırlanmaları gerektiğini. Kitapları, anlamlı ve kaliteli
konularla, bilgilerle yüklersiniz. Saftirik konularla ve bilgilerle değil.
Çünkü hayatta, insan, iki yönde kendini gösterir ve bitevi bu iki yön belirgin
olur insan hayatında; birincisi işinde, ikincisi işini yapış şeklinde. İnsanlar
meslek sahibi olsunlar, mesleklerini bilsinler ve mesleklerini ahlak temelinde
icra etsinler. Olay budur cancağızım! Tutuyoruz Madonna, Elvis Presley gibi boş
beyinli gâvurları çocuklarımıza öğretiyoruz. Ne alaka yani? Hayır, çocuklarımız
bunları öğrenince bilim insanı mı olacaklar, ahlak abidesi mi olacaklar? Eğitim söz gibidir, onu çoğalttıkça onda
boğulursunuz. Hani, Kur’an, nasıl çoğaltılıp, Müslüman onda dirileceğine onda
boğuluyorsa eğitimde de aynen bu hale düşüyoruz. Oysa Kur’an çok basittir.
Okursun ve uygularsın. Hiçbir kaidesinde karmaşıklık, belirsizlik, bulanıklık
yoktur. Fakat Kuran’ı çoğalttıkça, belirsiz hale getirir, karmaşıklaştırır ve bulanıklaştırırsınız
ve nihayet ne dediğini asla anlayamazsınız. Hatta O’nda anlaşmazlığa
düşersiniz. Filhakika bizim hayatımızın ve içinde bulunduğumuz durumun özeti
budur. Karmaşığı basit indirgeyeceğimize, basiti karmaşık hele getirir ve
içinde boğuluruz. Âlem iş yaparken, biz oyalanırız. Bir an evvel bu yanlıştan
dönmeliyiz. Bilakis terakki kaydetmemiz muhaldir, tedenni ise olağan hal
olacaktır. Çocuklarımıza ceddimizin hayatlarını tüm boyutlarıyla muhakkak
öğretmeliyiz. Tarihilerini bilmeliler. Dinlerini mutlak kaynağından
öğrenmeliler ve hayatlaştıracak şekilde içselleştirmeliler. Önderlerini
tanımalılar ve hayatını en ince detayına kadar öğrenmeliler keskinlikle ve
kesinlikle. ÇÜNKÜ HAYAT O’DUR VE O’NUN HAYATI, HAYATLARI DİRİLTECEK OLAN
HAYATTIR!