MAARİF DAVASI...2...

Özgür DENİZ - 11.04.2015

Üstat, bu kutsal topraklarda, bu kutsal toprakların sıcak ikliminde açan ve zor zamanlarda direnerek var olan bir çiçektir. Nev-i şahsına münhasır rengi, tadı, kokusu, aydınlığı ve sıcaklığı vardır. Mütemadiyen haykırdı, isyan ahlakını kuşandı. Çok çileli ve ıstıraplı bir hayat yaşadı ya da yaşatıldı. Eğer tanımadıysanız ya da hala tanımayı düşünmüyorsanız, dinden ve kimlikten söz etmeniz mürailikten başka bir şey değildir. Ne kimlik ne de din elbette ki üstadın inhisarında olan olgular değildirler velakin bu olguları en ideal düzeyde yaşayan, taşıyan ve bunlar uğrunda fikirleriyle kavga veren mümtaz ve nadide bir beyindir o. Her şeyi tanıyor, biliyor isek, ama bu ülkenin asil ve soylu evlatlarından bihabersek, boşuna yaşıyoruz demektir. Tabi lafazanlık yapmayı, gürültü kirliliği yaratmayı seven bir millet olduk maalesef. Bir türlü eylem adamı olamadık ama eylem adamlarına düşmanlık yapmayı da bırakmadık. Kendimiz bir halt yapmayız, bir iş yapanı gördüğümüzde de ya görmezlikten geliriz ya da düşman belleriz. Tabi burada sözüm, din ve milliyet muhaliflerine değildir, bu vatanın çocuğu olduğunu bilen ve bu bilinçle yaşayan kitleleredir. Çünkü üstadı en azından anma lütfunda bulunanlar bu kitlelerdir. Uzak duranların, duruşlarını gayet doğal buluyorum. Bendenizin sözleri, bitevi, üstadın üzerine konuştuğu meselelere duyarlı olduklarını söyleyenleredir. Bahusus, Eğitim Teşkilatına yön veren ve dolaylı olarak bu milletin neslinin mukadderatını tayin eden şahsiyetleredir. 

 

Mevzumuz eğitim ise şayet, mevzuya vakıf ve mevzu üzerinde derin düşüncelere sahip şahsiyetleri elbette ki dinleyeceğiz, anlayacağız ve çözüm önerilerini dikkate alacağız. Üstadı da bu yüzden dinlemek ve anlamak zorunluluğumuz vardır diye düşünüyorum naçizane. Bakınız, bizler sürekli şahıslara odaklanan insanlarız, oysa asıl odaklanacağımız şey fikirler olmalıdır. Çünkü iyi birinden kötü fikir sadır olabileceği gibi, kötü birinden de iyi fikir sadır olabilir. Bizim mutlak bir kriterimiz olmalıdır ve o kritere göre değerlendirme yapmamız gerekmektedir. İşte o zaman hiçbir kimseden korkmadan fikirlerini tetkik ve tahlil edebiliriz. Ayrıca bizim bir hastalığımızda, insanları okuduklarına göre değerlendirmektir, ne ahmakça, aptalca ve alıkça bir değerlendirmedir. Filhakika mevzumuz bu değil ama birkaç kelam edelim temas etmişken. Biri, birinin elinde bir kitap görür ve hemen damgayı basar, yaftayı yapıştırır ahmak. Oysa okunanlar, hiçbir zaman karakterleri yansıtmayabilir, ki kitap okumak güzeldir ve okunan kitap okuyanın kimliğiyle doğru orantılı olmayabilir ve bu çok doğaldır. Geçelim! Burada eğitimi mevzu etmişsek, bu ülkeye, bu millete, bu nesle ömrünü vakfetmiş ve üstelik eğitim mevzuunda da uzman birini tam orta yere getirip koymaktan ve onu dinlemekten doğal bir şey olamaz. Ne kuru gürültü peşindeyiz ne de lafazanlık yapıyoruz. Sahici bir meseleyi, sahici bir üstattan hareketle açıklığa kavuşturuyoruz. Eğer eğitim alanında bir devrim yapacaksak, üstadı bilmek iktiza eder bendenize göre. Bu millet çok acı çekti, çok canı yandı bu milletin. Öyleyse bundan böyle yaptığımız işleri daha bir ciddiyetle, samimiyetle, içtenlikle yapmak şarttır. Bu millet, eğitim cihetinden vuruldu, bozuldu, yozlaştırıldı, yobazlaştırıldı, cahilleştirildi. Dininden ve kimliğinden uzaklaştırıldı. İşte tam da bu sebeplerledir ki, işe eğitim cihetinden başlamak iktiza etmektedir. Eğitimiz düzeltmediğiniz takdirde, düzeltebileceğiniz hiç ama hiçbir şey yoktur ve olamaz da zaten. Üstadın derdi hiçbir zaman maddiyat olmadı, O, bitevi, ülkesi, milleti, dini, devleti, ümmeti ve medeniyeti için var oldu. Herhalde böyle bir insanı da dikkate almak, Ona saygı duymak, Onu umursamak insanlık icabıdır. Yürek yanmalı bebeğim yürek! Beyin karışmalı, kavga etmeli fikirler. Hissetmelisin gençliğin azaplarını, ıstıraplarını ve işitmelisin sessiz çığlıklarını, ki söylemlerini eyleme dönüştürebilesin ve üstadı dinleyebilecek cesarete sahip olabilesin. 

 

Neslimiz çapulcuların eline düşmüş arkadaşım! Bakmak ihanettir, yapmak sadakat. İngiliz-Yahudi Medeniyetinin sadık hizmetkârları ve bekçileri elinde perişan neslimiz. Yoz eğlencelerin, saçma sapan yarışmaların kıskacında helak olup gidiyorlar zavallı ve cahil gençlerimiz. Neslin katledilmemesini emrediyor Kur’an. Öyleyse nesline sahip çıkmalısın. Malum melek yüzlü, modern görünümlü ama sefil beyinli çapulcu bu milletin çocuklarını, yozluk, müptezellik ve pespayelik fışkıran programlarıyla resmen ve alenen alıklaştırmaktadır. Nesil, bu çapulcunun mengenesinden kurtarılmalıdır. Nesline sahip çıkman ise onu eğitmekle olur. Eğitilmek ise, muayyen bir sistem dâhilinde gerçekleşir. Böyle bir zamanda susulmaz, konuşana dur denilmez ve vurulmaz. Yürek yanıyor, kulaklar sağırlaşıyor çığlıkların kudretinden. İşitmiyor musunuz? Gençliğin üzerine kâbus gibi çökmüş cehalet. Bu cehaleti nasıl yeneceğiz, yok edeceğiz ve aydınlığın meşalesini yakacağız? Lafla olmuyor arkadaşım! Yapacaksın, istemeseler de yapacaksın. Bu topraklar seninse, senin borun ötecek tabir caizse. Beğenmeyen çekip gidecek baba bildiklerinin topraklarına. Bu toprakların altı şehitlerle doludur, sıksan kan sızar. İslam uğruna toprağa giren canların üzerlerinde küfrün egemenliği hüküm sürecek değil ya. Çanakkale Ruhu baz alınmıyorsa eğitiminde, o eğitim senin eğitimin olamaz ve o eğitimle bu millet felah bulamaz. Eğitim yoluyla çalınan kimliğini ve dinini, eğitim yoluyla geri almalısın. Bu toprakların üzerini günahla ört, bu toprakların çocuklarına günah işleme de. Bu katıksız kahpeliktir. Yok ediniz demiyorum ama ıslah ediniz ve bu meyanda kendinize ait olanı var ediniz. Biz, asil ve soylu bir medeniyetin varisleriyiz. Öyleyse asaletimize ve necabetimize mütenasip davranış sergilemek zorundayız. Merhamet ederiz ama mazarratta istemeyiz. Hürriyete evet ama köpekleşmeye hayır! Bu toprakların çocuğuysan, gerçek sahibiysen, muayyen vazifelerin, ödevlerin, görevlerin ve sorumlulukların vardır arkadaşım. Haddini ve kendini bil ve vazifeni layığıyla ifa et!

 

Oyuncu olacak değil oyun kuracak nesiller yetiştirmek iktiza ediyor. Bizim ceddimiz hep oyun kurucu oldu ama bir zaman sonra artık oyunculuk devri başladı ve bizler hep oyuncu olduk. Bizi de yıkan buydu. Çünkü mütemadiyen yazılan senaryoları oynuyorduk, senaryo yazamıyorduk. Osmanlının yok oluşu bile asla rastgele ve olağan bir şey değildir. Ve yaşadığımız hayat bile yazılan senaryoların ürünüydü. Kurumlarımız da ta en başında yazılan senaryolara göre şekillendirilmişti. 10 yılda bir darbelerin yapılması, Siyonizm’e hizmet eden kanlı ve kirli örgütlerin zuhur etmesi vs. hiçbiri asla olağan ve rastgele şeyler değildi. Değerlerimiz peyderpey silinip gitti bu şekilde. Şimdi çelik birer pençe olması gereken nesillerimiz, çırılçıplak kaldıkları, umutla değil biteviye korkuyla yaşadıkları ve koyunlaştırıldıkları için sürüldükleri yere gittiler. Niye? Çünkü Eğitim Teşkilatı en baştan böyle dizayn edilmişti. Bir an önce, Eğitim Teşkilatı, derin düşünen ve ince kavrayış sahibi olan beyinlerce yeniden yapılandırılmalıdır ve bu sefer hakikaten Milli hüviyete haiz olmalıdır. Nesillerimizi muhakkak kurtarmalıyız. Zira gidişat hakikaten tehlikelidir. Ruhuna bir kez darbe indirilen gençlik, şimdi tamamen ruhsuz bırakılmak isteniyor. Ruhsuz kalan gencin rotası olmaz, nereye sürüklerseniz oraya gider. Rüzgâr önüne tutulmuş yaprak gibi. Gençlik, ömrünü, malayani, absürt, müptezel ve pespaye şeylerin peşinde tüketiyor. İnsanın içi kan ağlıyor manzarayı müşahede edince. İlim yok, bilim yok, irfan yok, kitap yok, ideal yok, dava yok, ahlak yok, mücadele yok! Peki, gençlik niye var, Allah, vatan, namus aşkına? Devlet dediğin neslini savunmasız bırakmaz, itin, çakalın elinde çar naçar bırakmaz. Devlet isticalen kültür kanalından girmeli ve neslini diriltecek icraatlara el atmalıdır. Pespaye ve soysuzlaştırıcı uygulamaları da ya ıslah etmeli ya da yok etmelidir. Gençlikte kendine gelsin, yanlış yapmasın diyemezsiniz. Gençliktir bu, henüz toydur, tezgâhlardan, planlardan bihaberidir, hazzının peşinden koşar. Sen günaha, rezilliğe giden yolu sonuna kadar aç ya da açtır ama gençlik dursun de. Bu namussuzluktur. El-insaf!

 

Şunu muhakkak surette bilmemiz ve bilinç haline getirmemiz ve bu istikamette yaşamamız elzemdir: Müslüman, hayatı putlaştırmaz ve hayatını putlara endekslemez. Varlığını da putlaştırdıklarına koşullamaz. Müslüman putlarla var değildir. Müslüman’ın takip edeceği izde, sözde bellidir. Putlaştırdıklarına göre istikamet belirleyenler sekter ve dar kafalı tiplerdir. Onların terakki kaydetmeleri, tekâmül etmeleri, mutlak hakikatlere yönelmeleri ve kalıcı bir şey ortaya koymaları muhaldir. Ne hazindir ki, durumun böyle olmadığını biliyoruz. Herkesin bir putu var ve dokundun mu yanarsın. Müslüman’lar ne hale geldi. Peygamberine laf edilir susarsın, putuna dokunul mu kasarsın. Yazık! Bizim millet ve devlet olarak berbat hale gelmemizin en önemli sebeplerinden biri de budur. Bize putlar bahşetmişler ve hayatımızı putlara göre tanzim etmemiz zımnen empoze edilmiş ve bizler böyle bir hayata alıştırılmışız ne acı ki. Bir an önce bu sakat anlayışlardan ve patolojik yaşamlardan kurtulup hakiki hürriyete yelken açmamız, kendimize gelmemiz, kendimiz olmamız iktiza ediyor. Haddizatında bizim, hiçbir şeyimizi düzeltemememizin, yeniden yapılandıramamamızın arka planında ki gösterilmeyen, hissettirilmeyen karanlık sebepte budur. Sakat ilişkilerimizin ve ciddiyetten, samimiyetten uzak iletişimimizin arka planında da bu vardır. Adamın putu vardır ve acaba ne söylesem de putuna dokunmadan yandan geçsem diye kıvranırsınız. Hakikate bir türlü dokunamazsınız. O zamanda asla gelişemez, fikir teatisi yapamaz, kendiniz çalar kendiniz oynarsınız. Devletiniz de, milletiniz de, ülkeniz de, medeniyetiniz de harap olur gider. Hiçbir atılım yapamazsınız. Kalıcı bir çözüm sunamazsınız. Herkes putlarını korumak adına birbirini yer ve böylece ezilmekten, sömürülmekten kurtulamazsınız. PUTLARINIZI TERK EDİNİZ VE HÜR OLUNUZ! O zaman hayat daha güzel, dostluk daha güzel olacak ve herkes birbirini yargılamadan önce anlamaya gayret edecektir.

 

Hiçbir DİRİLİŞ tesadüf eseri değildir ve spontane tahakkuk etmez. Her DİRİLİŞ, bünyesinde, ıstırabı, acıyı, tecrübeyi, iradeyi, kutsal kavgayı, umudu, hasreti, cesareti, uyanışı gizler. Dirilmeden, diriliş olmaz. Diriliş olmadan da medeniyet inşa edilemez. Geçelim ve yeniden üstada dönelim. Eğer İstiklalin ve İstikbalin şairi, haysiyet abidesi, güzel üstat Mehmet Akif Ersoy’un işaret ettiği Asım’ın Neslini yetiştirmek istiyorsanız, hissiyatlı, hassasiyetli, haysiyetli olmak zorundasınız. Din, devlet, vatan, millet, ümmet ve medeniyet için ömrünü harcamış vatan çocuklarını dikkate almak zorundasınız. Ne yapıyorsanız samimiyetle ve ciddiyetle yapmak zorundasınız. Gençliğimizin halini hep birlikte müşahede ediyoruz.  Gençlik bir yandan uyuşturucu tacirlerin çengeline takılmış, bir yandan kirli ve kanlı örgütlerin kıskacında çıkmaza düşmüş, bir diğer yandan da Milli Kültür katili, yabancı kültür taşıyıcısı ve aşılayıcısı melek yüzlü şeytanların ifsat edici programlarının meftunu olmuş durumdadır.  Gençliği bu durumdan kurtulması iktiza ediyor acilen. Dinle irtibatı kesilen ya da yanlış kurulan neslin yeniden din ile sağlam bir irtibat kurması sağlanmalıdır. Bunun içinde Eğitim Teşkilatı bu irtibata sahici şekilde tavassut etmelidir. Ki, zaten bu iş, teşkilatın işidir. Gençliğin bu hele düşmesinin en mühim sebeplerinden biri; kimliğine ve dinine yabancılaşmasıdır. Gençliği okumaya teşvik etmek, kendi milletinin bağrından çıkmış sahici vatan evlatlarını tanımaya teşvik etmek iktiza ediyor. Kitaba yöneliş, DİRİLİŞ’in ilk adımı olacaktır. İlk evvelde medeniyetinin istinat ettiği mutlak ve mukaddes kitabı okuyacak nesil, sonra da bu toprakların bağrından çıkmış haysiyet abidesi münevverleri okuyacak. Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, İsmet Özel, Necip Fazıl Kısakürek, Erol Güngör vb.

 

Eğer idealden yoksunsanız, güneşi doğuracak davanız yoksa, vatanın istiklalini ve milletin istikbalini dert edinmemişseniz, bir medeniyet inşası düşünü kurmuyorsanız, devletin bekası nezdinizde sair meseleyse, neslin katledilmesi umurunuzda değilse, eğitimle ilgilenmeyip keyfinize bakabilirsiniz ve üstatta sizi ırgalamaz. Ama şunu unutmayalım ki, biz keyfimize bakarken, birileri kendi keyfilerine limon sıkmış durumdadırlar ve bizim hayatımıza kastetmeyi düşünmektedirler. Asla umursamazlık etmeyin ki! Dünyaya hükmeden şeytanilerin imparatorluğuna nihayet verecek olanlar yine bizleriz, bizden başkası değil. Eğer Yeryüzü Krallığı peşinde koşan şeytanın hükmettiği parayı duysanız dudaklarınız uçuklardı. Nasıl bir sistemle çalıştıklarını, milletlerin içlerine nasıl sızdıklarını bilseniz kafayı yerdiniz. Siz, şeytanilerin, İslam’a, Türk Milletine ve Türk Milletinin varisi olduğu Osmanlı’ya boşuna mı düşmanlık ettiğini sanıyorsunuz? Bu milletin tarihiyle bağı rastgele mi kesildi, dinine ve kimliğine öylesine mi yabancılaştırıldı bu millet? Asla. Her eylemin bir hedefi vardır bebeğim! Bu milletin dili koparılırken bir şeyler hedefleniyordu? Bu millet kendi kültüründen, tarihinden ve ceddinden uzaklaştırılırken bir şeyler hedefleniyordu. Ah keşke daha derin ve daha derin hakikatleri izah ve izhar edebilmek imkânına sahip olabilsek? Dünya savaşlarını bile gerçek sanıyoruz hala? Bolşevik Devriminin bile hakikaten gerçekleştiğini düşünüyoruz. Kendi tarihimizi bile bilmiyoruz. İşte senin tarihin bu deniyor ve inanıyoruz. Acımalıyız neslimize, onlara merhamet etmeliyiz, şefkat göstermeliyiz. Onların ruhlarını ve beyinlerini geliştirmeliyiz. Onları tezgâhlardan ve tuzaklardan korumalıyız. Onların sağlıklı yaşamalarını sağlamalıyız. Öyle bir Eğitim Teşkilatı tesis etmeliyiz ki, oradan çıkan nesil, alsın eline bayrağı zirvelere diksin ve o bayrağın gölgesinde uyumanın hazzını yaşasın. Değerleriyle kucaklaşsın, değerleriyle yaşamaktan hicap duymasın, değerlerinin taşıyıcısı ve yayıcısı olmaktan kıvanç duysun. Ne kimliğinden ne de dininden utansın. Kendi kültürüyle beslenmekten gurur duysun. Öyle bir gençlik olsun ki, sipere gidecek hiçbir kimse kalmasa da ben varım diyebilecek gençlik olsun! Ve övünün o gençlikle.

 

Yine dönelim üstada ve eserine. Üstat, Türkiye’nin Maarif Davası isimli kitabında bir Eğitim Teşkilatı ya da Eğitim Anlayışı veyahut Eğitim Sistemi, Siyaseti nasıl olur çok muazzam şekilde ortaya koymaktadır. Ama karmaşık bir problemi çözer gibi okumalısınız bu kitabı yani olabildiğince dikkatli okumalısınız, okurken her kelime üzerinde düşünmelisiniz. Belki yanılabilirim, belki lüzumsuz mübalağa yapıyor olabilirim ama şuna inanmalısınız ki, yüreğimden konuşuyorum, söylerken sonsuz samimiyim, mantığım ve duygum birliktedir fikrimi serdederken. Çünkü mesele şahsi bir mesele değil, hem hayati bir mesele hem de milli bir meseledir. Zira işin ucunda dinim, devletim, vatanım, milletim, ümmetim ve medeniyetim vardır. Kitap uygulanabilir teorilerle yüklü. Milli vicdanımıza, Dini hayatımıza seza bir kitap. Hissiyatımıza, hassasiyetimize matuf mülahazalarla örülmüş bir kitap. Yegâne gayem; bu vatanın çocuklarının bilinçlenmeleri, şuurlanmaları ve kendilerine dönmeleridir. Özgüven sahibi olabilmeleri, kendi kültürlerini yeniden keşfetmeleri, küffar karşısında ki aşağılık kompleksinden kurtulmalarıdır. Kadim medeniyetlerinin yeniden dirilişine el ve gönül vermeleridir. Bu toprakların evladıyım. Milletimin hafızasıyım. Ümmetimin nüvesiyim. Bu din, bu ülke ve bu devlet için varım. Bir gün çekip gideceğim bir diyarda, dinim, devletim, milletim, ümmetim ve medeniyetim için yaşamıyorsam, düşünmüyorsam, çalışmıyorsam, üretmiyorsam yazık bana! İçim kan ağlıyor neslimizin perişan halini gördükçe ve cehaletin pençesinde kıvrandıklarını ihsas ettikçe varlığım azap oluyor sanki. ASELSAN olayında ki katliamlar ruhumu ve beynimi paramparça, delik deşik ediyor. Nasıl oluyor da beyinlerimizi kaybediyoruz, korumaktan yana aciziz bir türlü anlayamıyorum. Ne gariptir ki, beyin yetiştiremiyoruz, yetişmiş beyinlerimizi de kaybediyoruz. Kaybettiğimizle de kalıyoruz. O nadide ve mümtaz beyinlerimize kıyan soysuz itleri, kansız pezevenkleri bulup en ağır şekilde tecziye edemiyoruz. Bir an önce politikadan siyasete dönmeliyiz. Uzun soluklu düşünmeliyiz, bugüne değil yarına odaklanmalıyız. Kendimiz için değil, yekpare milletimiz ve ümmetimiz hatta daha ötesi insanlık ailesi için var olmalıyız. On yıllık değil yüz yıllık düşünecek, planlar yapacak evlatlarımız olmalı. Devasa bilim merkezlerine sahip olmalıyız. Üniversitelerimizden adeta bilim, ilim, icat fışkırmalı. Üniversiteleri terör üssüne çevirmeye yeltenen ya da yeltenecek hainlerin canlarına okumalıyız. Pırıl pırıl bir gençlik yetiştirmeliyiz. Devletimiz bizimle güçlenmeli, biz devletimizle güvende olmalıyız.  Ümmetimiz bizimle derin bir nefes almalı, biz ümmetimizle daha kuvvetli, umutlu olmalıyız. Zulüm, sömürü ve ahlaksızlık bataklığına batmış insanlığın yeniden umudu olmalıyız, mazlumların ve mustazafların ufuklarında bir güneş gibi doğmalıyız. Müstekbirlerin rahat uyumalarına imkân tanımamalıyız.

 

Burada nefsi bir münakaşa yapmıyorum. Nefretle konuşmuyorum. Tarafgirlik anlayışıyla hareket etmiyorum. Çünkü ben Müslüman’ım ve İslam’ın tarafındayım. Tevhid eri bir muvahhidim. Bendeniz, Önderimin, kitabımın, devletimin, milletimin, ülkemin, dinimin, medeniyetimin ve insanlığın tarafındayım. Ezeli ve ebedi bir düşmanlığım vardır ve asla da yok olmayacak bir düşmanlıktır, kindir, nefrettir bu: o da Siyonizm’e ve Siyonist şeytana karşıdır. Binaenaleyh, bir tarafa değil her tarafa söylüyorum. Elbette bendeniz böyle söylüyorum ama beni duyacak, anlayacak olanlar yine de din, devlet, vatan, millet, ümmet ve medeniyet davası olanlardır. Önderin izini takip edip, Kitabın sözüne kulak verenlerdir. Bu vatan gençliğini düşünenler ve Asım’ın Neslini hedefleyenlerdir. Ben hakikati söyleyeyim de, hakikat kime gülerse gülsün. Şunu unutmayalım; hakikat bize değil, biz hakikate uyacağız ve hakikat bize değil, biz hakikate gideceğiz. Birilerinin işine gelsin ve birilerine yarasın diye, hakikate ihanet edecek kadar haysiyetsiz olamam. Bile isteye, Hakkı, batıl ile örtemem ve gizleyemem. Bendeniz, naçizane bildiklerim ve öğrendiklerim kadarıyla, hakikati izah ve izhar edeyim de, alınmak isteyen varsa alınsın, yapacağım bir şey yoktur. Hiçbir politikacının bendenize gücenmeye hakkı yoktur. Ama bendeniz gücenmekte sonsuz hürüm. Zira asıl olan benim, vekil olan onlardır. Bu yüzden isyan edebilirim, hakikati haykırabilirim, acılarımı dışa yansıtabilirim. Ben azledilmem ama azlederim. Mazlumlar kan ağlıyorsa ruy-i zeminde, şeytani zulmün kıskacındaysa mustazaflar, küresel baronlar kasıp kavuruyorsa insanlığın mülkünü, ahlaksızlık egemen olmuşsa ve saplanmışsa kalbimize hançer gibi, nesil cinnet geçiriyorsa, çocuklarımız kaliteli bir eğitimden ve aydınlık istikbalden yoksunsa, küffar tezgâhlar kuruyorsa kaderimiz üzerine ve biz dağınıksak, ülkemiz günden güne kirleniyor ve milletim hastalanıyorsa nasıl isyan etmeyeyim? Ki bunlar isyanda değil, ruhumu kaplayan sessiz çığlıklarımın taşması ve sese dönüşmesidir. Çünkü üzülüyorum, yüreğim acıyor. Bizler dünyaya nizam, insanlığa yön veren bir ceddin torunlarıyız. Bu halde olmamalıyız. Milletimi ve ümmetimi seviyorum. Topraklarım uğruna bin canım olsa fedadır. Hürriyet, hayatımdır, özümdür, varlığımdır, sevdamdır. Bu ülkenin üzerinde ki karabulutlar dağılmalı, bahar gelmeli, güneş doğmalı üzerimize. Bir DİRİLİŞ geçekleşmeli. Öyle bir DİRİLİŞ ki, bu DİRİLİŞ ile tüm insanlık dirilmeli.

 

Artık senlik-benlik kavgasını bırakmalıyız. Bir olmalıyız, iri olmalıyız, diri olmalıyız. Tek ruh ve tek beden olmalıyız. İdeolojik saplantıları, safsataları atmalıyız artık bir kenara ve küfrün tek millet olduğunu ve Mü’min’lerin kardeş olduklarını hatırlamalıyız. Ele ele ve gönül gönüle vermeli, toprağı uyandırmalı ve baharı getirmeliyiz, kardeşlik canlanmalı, kuvvetimiz kavi olmalı. Ümmetin üzerine oynanan oyunları sonlandırmalı ve ümmet için yegâne umut olduğumuzu kanıtlamalıyız. Birlikte mücadele etmeli, birlikte üretmeli ve birlikte tüketmeliyiz. Bu topraklarda ki şeytanileri tespit etmeli ve ya def etmeliyiz ya da etkisiz kılmalıyız. Devletimiz bizim olmalı, bizim milletimiz egemen olmalı, dinimiz tüm mevcudiyetimize sirayet etmeli ve yaşamımız olmalıdır. Neslimiz, kimliğiyle ve diniyle gurur duymalı, küffar karşısında asla komplekse girmemeli, özgüvenini yitirmemeli ve utanmamalıdır. Millet ve ümmet olarak, haysiyetli bir yaşamı fazlasıyla hak ediyoruz. Tüm bu düşüncelerimi aktarırken, vatanıma ihanet etmiyorum. Dinime sadakatsiz olmuyorum. Devletime başkaldırmıyorum. Milletime, ümmetime ve medeniyetime yan çizmiyorum. Haddimi ve hududumu aşmıyorum. İdeolojilerin dar kalıplarıyla konuşmuyorum. Sadece artık bir şeyler yapalım ve layık olduğumuz yerde olalım istiyorum. Ülkem üzerinde düşünmek, milletimin ve ümmetimin istikbali ve istiklali üzerinde kafa yormak ve gücümüz nispetinde bir şeyler yapmak derdinde olmak herhalde her vatan evladının üzerinde görevdir, ağır bir sorumluluktur.  Bir ideale adanmak ve bir dava uğruna varlığını ortaya koymak demek; milletinin ve ülkenin mukadderatı üzerine düşünmek, sorular sormak ve sorulan sorulara cevap aramak, bulunan cevapları çözüme dönüştürmek yegâne koşuldur. Bulunduğunuz yerde öylesine bulunmayacaksınız. İlla ki, devletiniz, milletiniz, ülkeniz, ümmetiniz ve medeniyetiniz için bir şeyler yapmak zorundasınız. Herkes üzerine düşünenin en iyisini yapmalıdır. Bilakis kayıp fertler için değil, millet içindir. Eğer herkes üzerine düşeni yaparsa, bilinmelidir ki; hayat başka olacaktır bu topraklarda. Gülmeye hasret yüzler gülecek, acı akan gözlere nur inecek, sürgünler bitecek, bahar gelecek, güller yeniden açacak ve bir başka kokacaktır. Kardeşlik türküleri söylenecek, hasret şarkıları terennüm edilecek, en güzel şiirler yazılacaktır. Kır çiçeklerimiz bir başka kokacak ve kuşlar hürriyetin muştusunu verecektir. Yas tutmak kaderleri olan ocaklar bir başka tütecek, şahadet şerbeti içip ebediyete irtihal eyleyen şehitler karanlığı delerek, sessizliğin tam kalbinden bizlere tebessüm edeceklerdir. Topraklarımızın bereketi artacak, yurdumuzun dört bir köşesinde halaylar çekilip, horonlar tepilecektir. Gençliğimiz geleceğe dair güzel düşler kurabilecekler ve kurdukları düşleri gerçekleştirebileceklerdir. Bu toprakların mayası, özü, gizli hazinesi olan köylümüzün makûs talihi tersine dönecek, ürettiklerinin meyvesini en güzle şekilde alacak ve hayat onun için yeniden canlanacaktır. Kaybolan erdemler, çürümeye yüz tutan değerler yeniden neşv-ü nema bulacaktır. Görkemli dağlarımız, engin ovalarımız, kuruyan ırmaklarımız yeniden canlanacaktır. Hülasa; hayat daha bir coşkun akacaktır ve umutlarımız daim taze kalacaktır. İşte gerçek DİRİLİŞ budur!

 

İlk mektepten son mektebe kadar milletin mektebi, milli mektep, tarumar edilmiş ve milli ruh (İslam ile şekillenmiş, tatlanmış, biçimlenmiş, kokusunu almış, olmuş, varlığın derinliklerine kazınmış ruh) çökertilmiştir. Millet ruh cephesinden vurulmuştur ve sadece ruhen değil bedenen de yıkılmıştır. Bugünkü nesil son yüzyılın neslidir. Tarihiyle bağı koparılan nesil yolunu ve yönünü şaşırmış, çürüten ve kokutan bir rüzgârın önünde zavallı ve çaresiz bir yaprak gibi savrulmuştur. Bilinmelidir ki, bir önce ki nesil, bir sonra ki nesli eğitir. Bugünkü nesil dünkülerin eğittikleridirler. Ki, biz, zaten bu yüzden hep bocalamıyor muyuz? Çünkü önce ki nesil, kendi değerlerinden tecerrüt etmiş, batılla gövdesi dağlanmış, ruhu ve beyni adeta delik deşik edilmiş nesildi ve sonra ki nesillerde, bu nesillerin elinde perişan edildiler. Söylesenize Allah, vatan, namus aşkına; görüntü neydi ki de, bir görüntü için insan katledilebiliyordu? Baş değişmedikten sonra başta ki değişse ne fayda ederdi? Ama maalesef böyle kurgulanmıştı her şey ve böylece bitirilmişti bu millet ve bu yanlış yollarda yitirilmişti nesiller. İşte bu yüzden, tam da bu yüzden, bugüne kadar başlanmadıysa bile bugünden başlayarak yeni bir nesil var edilmeli ve bu nesil yarınlar da ki nesiller için temel üs görevi görmelidir. Ve şu andan itibaren yeni bir eğitim teşkilatı yapılanmasıyla, çağlardan çağlara seslenecek ve yeni bir çığır açacak soluk üflenmelidir ölü bedenlere.  Bedeninden ruhu çekilip alınan nesil sığınacak yer bulamamıştır ve korumasız kalarak kendini karanlıkta kaybetmiştir.  Mekteplerimiz artık diriltilmelidir ve neslimiz mekteplerden ölü olarak değil diri olarak doğmalıdırlar. Bir insanın kendini kaybetmesi gibi, bir millette kendini kaybedebilir. Peki, kendini kaybedenler, kendilerini nerde bulabilirler, bulabileceklerdir? Hiç kuşku yok ki, bir insanteki de, yekpare bir millette, kendini, kendi mazisinde gömülü bulunan yaşam kaynaklarında arayıp, bulabilir. Tarih; insanın ya da milletlerin, kanlarıyla, canlarıyla, acılarıyla, gözyaşlarıyla, tecrübeleriyle ve ıstıraplarıyla biriktirdiği, yaptığı, ortaya koyduğu ve özünde milli ruhu saklayan mutantan bir şaheserdir. İnsanlar da, milletler de mazileridirler. Dünsüz bugün, bugünsüz yarın olmaz cancağızım. Selçuklu olmayaydı Osmanlı, Osmanlı olmayaydı Türkiye olur muydu sanıyorsun? Milli mektep, milli ruh demektir.  Milli ruh ise, görkemli, yepyeni bir DİRİLİŞ demektir. Milli Ruh, varlığını, bu milletin edebiyatında, sanatında, biliminde, devletinde, dilinde, dininde, hülasa; yaşamının her yönünde hissettirmelidir. Geleneklerde, göreneklerde, düğünlerimizde, türkülerimizde, şarkılarımızda ve şiirlerimizde yaşar milli ruh. Bu ruhtan yoksun olan ya da uzak kalan bir millet, vehimden ibarettir, varlığı sanaldır, o milletin milli kimliği lüzumsuz bir vesikadan ibarettir. Bu ruh, nesillere ancak ve ancak mekteplerde aşılanır. Ve yine mekteplerde sökülüp alınır temiz gövdelerden. Ki alınmıştır da ama şimdi yerine geri konmalıdır. Unutmayalım ki; yapan da mektepti yıkan da mekteptir. Biz, bizi biz yapan ulvi değerlerin hayale dönüştürüldüğü ve bize elveda ettiği bir devrin yitik nesilleriyiz. Kaybettiklerimize yeniden merhaba diyebilmemiz, milli ruhun fışkırdığı millet maarifi sayesinde olacaktır. Ve o maarif bir an önce teşekkül ettirilmelidir.

 

Artık elzemi terk edip, malayani ile iştigale yönelmekten vazgeçmeliyiz. Eski gider, yeni gelir, bilakis her şey biter cancağızım. Ölen ruhun dirilmesi, esneyen bedenin gerilmesi lazım. Bize, kaybettiğimiz biz lazım ve lazım olan bize yeni bir teşkilat lazım. Kalıba değil muhtevaya odaklanmalıyız. Bugüne kadar hep kalıba takılıp kaldık ve bir milim ilerleyemedik. Küçük ve basit bir misal; insanların kafalarının içine bakmadık hiç, hep dışına baktık ve insanları daima dış görünüşleriyle yargıladık. Oysa bu katıksız angutluktu, alıklıktı, çünkü biz bu yüzden bitevi kaybeden olduk ve üstelik iç barışı da dinamitledik kendi ellerimizle. Ama ne gariptir ki, bu ülkede hep zulmedenler haklı oldular ya da kendi kendilerine hak verdiler. Oysa nice canları yaktılar. Nice ocakları yıktılar. Nice beyinleri zımnen göçe zorladılar. Birer bilim merkezleri olması iktiza eden üniversite denilen yerler bilim üretmeleri ve bilim adamı yetiştirmeleri icap ederken, adeta birer terör ve eğlence yuvası haline döndüler. Kimse laga luga yapmasın cancağızım. Aptalda değiliz, alıkta. Zira bilmediğimiz bir şey değil, görmediğimiz gerçekler değil. Bu yüzden cehaletini kendine sakla. Bir an evvel bu sakat anlayışı tarihe gömmeli ve artık kafalara yani öze odaklanmalıyız. İşine odaklanan, iş üreten, fitne ve fesatla işi olmayan, ülkesi ve milleti için çalışan insanlara değer vermeliyiz. Her şeyde mutlaka öze inmeliyiz, özle ilgilenmeliyiz. Artık kalıpçılığı, klişeyi, şablonculuğu terk etmeliyiz.  Bilakis ortaya koyacağımız hiçbir şey yoktur ve olamaz da. Yüz yıl sonrasının planlarını yapacak beyinler yetiştirmek iktiza ediyor. Zira gâvur aynen böyle yapıyor ve bu şekilde dünyaya madden egemen oluyor. Önce insana değer atfetmeliyiz, ondan sonra insanı ilgilendiren işlerde daha samimi ve ciddi olabiliriz. Zira insana değer vermezseniz, ne eğitime yatırım yapabilirsiniz ne de başka bir şeye. Bir insan bir dünya demektir. İnsanı kazanmak dünyayı kazanmaktır. İnsanca bir dünya için, insanlar yetiştirmek lazım ve insanlar yetiştirmek içinde, hakikate dayan, hakikatle beslenen ve hakikati soluyan bir eğitim teşkilatı lazım. İşlerimizi biraz daha ciddiye almamız ve gönülden yapmamız iktiza eder. Zira ciddiyetten uzak ve gönülden olmayan şeyler, ya mideye ya da kafaya zarar veriyor.

 

Mütemadiyen kâğıt işleriyle iştigal halinde bulunmak, bitevi yönetmelikle yatıp kalkmak, mühim meseleleri unutmayı ya da çözümsüzlüğü tevlit eder. Bir fasit daireye mahkûm eder her şeyi; insanı ve teşkilatı. Bitevi mevzuatla haşır neşir olmak kaliteli fikrin katilidir. Bizim medeniyetimiz, kalıpla değil özle, bedenle değil ruhla inşa edildi. Beden komplekstir, ruh ise sadedir. Beden etki altında kalır, ruh etki altına alır. Ceddimiz bilginin özünü verdi ve o özle eğitti çocuklarını ve o çocuklar, bilimin temelini attılar, insanlığa yön verdiler, dünyaya adalet dağıttılar. Bizler, eğitimi, en basite indirgemeyi muhakkak başarmalıyız. Çünkü eğitim, haddizatında basittir, evet kompleks tarafı da vardır belki ama yine de kalıp olarak baktığımızda basittir. Nedir? Alırsınız çocuğu, onu fıtratına mütenasip bir şekilde yetiştirirsiniz. Bilginin özünü verirsiniz, ahlakın özünü verirsiniz ve onları fiili olarak hayata hazırlarsınız. Hem hayatı öğretirsiniz, hem de hayata nasıl hazırlanmaları gerektiğini. Kitapları, anlamlı ve kaliteli konularla, bilgilerle yüklersiniz. Saftirik konularla ve bilgilerle değil. Çünkü hayatta, insan, iki yönde kendini gösterir ve bitevi bu iki yön belirgin olur insan hayatında; birincisi işinde, ikincisi işini yapış şeklinde. İnsanlar meslek sahibi olsunlar, mesleklerini bilsinler ve mesleklerini ahlak temelinde icra etsinler. Olay budur cancağızım! Tutuyoruz Madonna, Elvis Presley gibi boş beyinli gâvurları çocuklarımıza öğretiyoruz. Ne alaka yani? Hayır, çocuklarımız bunları öğrenince bilim insanı mı olacaklar, ahlak abidesi mi olacaklar?  Eğitim söz gibidir, onu çoğalttıkça onda boğulursunuz. Hani, Kur’an, nasıl çoğaltılıp, Müslüman onda dirileceğine onda boğuluyorsa eğitimde de aynen bu hale düşüyoruz. Oysa Kur’an çok basittir. Okursun ve uygularsın. Hiçbir kaidesinde karmaşıklık, belirsizlik, bulanıklık yoktur. Fakat Kuran’ı çoğalttıkça, belirsiz hale getirir, karmaşıklaştırır ve bulanıklaştırırsınız ve nihayet ne dediğini asla anlayamazsınız. Hatta O’nda anlaşmazlığa düşersiniz. Filhakika bizim hayatımızın ve içinde bulunduğumuz durumun özeti budur. Karmaşığı basit indirgeyeceğimize, basiti karmaşık hele getirir ve içinde boğuluruz. Âlem iş yaparken, biz oyalanırız. Bir an evvel bu yanlıştan dönmeliyiz. Bilakis terakki kaydetmemiz muhaldir, tedenni ise olağan hal olacaktır. Çocuklarımıza ceddimizin hayatlarını tüm boyutlarıyla muhakkak öğretmeliyiz. Tarihilerini bilmeliler. Dinlerini mutlak kaynağından öğrenmeliler ve hayatlaştıracak şekilde içselleştirmeliler. Önderlerini tanımalılar ve hayatını en ince detayına kadar öğrenmeliler keskinlikle ve kesinlikle. ÇÜNKÜ HAYAT O’DUR VE O’NUN HAYATI, HAYATLARI DİRİLTECEK OLAN HAYATTIR!

Tarih: 11.04.2015 Okunma: 702

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?