MAARİF DAVASI...3...

Özgür DENİZ - 11.04.2015

Göklerden, gözlerinize mavi tebessümler gönderen gözler hayal ediyorsanız, barışın türküsünü terennüm etsin diyorsanız çocuklarınız, başınız dik gururla yaşamak istiyorsanız, kaderimizi kendimiz çizelim diyorsanız, hiçbirimiz karanlığın kara yüzlü şeytanlarının elinde kukla olmayalım istiyorsanız, Haçlı artıklarının ve bu artıkların müptezel işbirlikçilerinin karşısında ezilmekten kurtulalım istiyorsanız mutlaka bir an evvel sözden eyleme geçiş yapmak ve sahici, sonuç verici eylemler yapmak zorundayız. Mevzuatçılıktan, kâğıtçılıktan, prosedürcülükten muhakkak kurtulmamız iktiza ediyor. Biz bedenleri değil ruhları değiştirmekle iştigal etmeliyiz. Bedenlerin egemeni değil, gönüllerin fatihi olmak zorundayız. Şimdi unutuldu sayılır artık ama bir ara ciddi gündem olmuştu. Şu önlük mevzuu malumunuz. Eğer çocuklarımızın ruhlarını doyurabilsek, ruhlarına girebilsek ve ruhlarını disiplinize edebilsek, onların ne giydiklerinin hiçbir önemi yoktur. Ha kaldıralım mı? Eyvallah, yine kaldıralım icabında ama eğer önlük kalkıpta her şey yine aynı olacaksa ne anlamı olacaktır? Biz neyle ve ne şekilde ilgileneceğimizi bilmiyoruz maalesef. Binaenaleyh, makûs talihimizi tersine döndürecek nesiller yetiştiremiyoruz, eylemler yapamıyoruz. Ki nihayetinde önlük olayı, istenilenin tersi bir durum yarattı. Çünkü disiplin sarsıldı, ahlaki zafiyetler zuhur etti. Bu da başarıyı ister istemez etkiledi. Eğitimde ki insicam nakzolundu.  Eğitimde ilk hedef; mutlak surette, ruh disiplini, manevi tekâmül olmalıdır. Evet, ahlaksız bir insan başarılı olabilir ama asla faydalı olamaz. Bir şekilde, insanlığı bozucu etkisi olur. Ya da bir faydası olsa bile bin zararı olur. Bugünkü neslin en büyük sorunu; ahlaksızlıktır. Gerçek maarif terbiye edicidir, meselleri vuzuha kavuşturarak ideal çözüm üretmektir. Eğitim Teşkilatı, ilk evvelde, görev tanımını net olarak ortaya koymalı, açık, anlaşılır ve net hedefler belirlemeli ve hedeflerine nasıl, hangi yolla ulaşacağını belirlemelidir. Materyalleri titizlikle tespit etmelidir. Materyaller, muhakkak, anlamlı, yapıcı, kişilik ve karakter kazandırıcı, öğretici ve faydalı olmalıdır. Eğitim Teşkilatı, kesinlikle ve kesinlikle, teşkilatın asıl elemanları olan muallimleri her konuda mutmain kılmalıdır. Eğitimin unsurlarından olan mektepler her yönden iyi derece de dizayn edilmelidir. HİSSETMEDEN, HİÇBİR ŞEY YAPILAMAZ. Bu yüzden mevzuyu ve olumlu ya da olumsuz neticelerini hissetmeliyiz. Hissiyat ve empati; samimi, yapıcı ve yaratıcı eğitimin olmazsa olmazıdır. Çünkü hissiyat ve empati; vicdan oluşturucudurlar. Olumlu durumda nasıl gurur duyacağımızı, olumsuz durumda nasıl acı çekeceğimizi zihnimizde tasavvur edebilmeliyiz. Zira böyle bir şey, tetikleyici olacaktır çığır açıcı, nefes aldırıcı eğitim için. Kafamızı iki elimizin arasına alıp tefekkür etmek şarttır. Fikir teatisi yapmak elzemdir. Alelade ve üstünkörü eylemlerle asla kuşatıcı ve hayat sunucu bir nefes olmak kabil değildir. HAKİKATTEN BESLENİNİZ, HAKİKATLE BESLEYİNİZ VE HAKİKAT HAYATINIZ OLSUN!

 

Eğitim, özünde, bir ideal ve dava meselesidir. Çünkü, davalarınızda müyesser ve muzaffer olmanız için eğitime istinat etmeniz iktiza eder. Zira, bilinir ve takdir edilir ki, her şey eninde sonunda gelip insana bağlanır. İşte burada da, bilen ve bilmeyen durumu tezahür eder ki, bilmek ve bilmemek, bir eğitim-öğretim mevzuudur. Tarihimiz bunun en bariz örneğidir. Bizim medeniyetimiz, ilim, irfan, kültür medeniyetidir. Membaı kitap olan bir medeniyettir. Kitap üzerine inşa edilmeyen şey, medeniyet olmaz, olsa olsa uygarlık olur ki, uygarlığın önü de sonu da zulüm ve sömürüdür. Binaenaleyh, sağlam ve sağlıklı bir insan, aile, çevre, toplum, millet, devlet, medeniyet ve insanlık hayal ve tasavvur ediyorsanız, eğitim işinde muhakkak başarılı olmanız iktiza eder.  Bizim, gerçek ilim ve gönül adamlarımız vardı ve onların yetiştirdikleri sahici, ruhen ve aklen sağlıklı, bedenen sağlam kahramanlarımız vardı, öyle ya binlerce yıllık egemenlik çocuk oyuncağı değildi. Fatih’i, Fatih yapan kimdi? Yavuz’u, Yavuz kılan neydi? Alpaslan nerede var olmuştu? Osman Gazi’ye ölümsüz dava bilincini aşılayan neydi, kimdi? Ve eğitimde kalıp değil öz mühimdir. Çünkü eğitimin gayesi de, öze iniş, özü keşfediş ve öze dönüştür. Zira her başarı kafaya ve kalbe istinat eder. Hiçbir başarı bedenle elde edilmemiştir. Bedenin sağlıklı, sağlam olması hiç kuşkusuz önemlidir ama bu demek değildir ki, başarılar bedene merbuttur. Hayır, başarının kaynağı, kafa ve kalptir. Çünkü, başarılar da, hayati fonksiyona haiz olan duyguların ve düşüncelerin deposu, kalp ve kafadır. Bu yüzden, görüntülerle iştigal, abesle iştigaldir ve ardında da ihanet vardır. Şimdi de soralım; asla sahiciliği olmayan, arka planında gâvur eli olduğu çok açık olan (((evet yerli görün-enler eliyle yürütülmüş olabilir ama arkasında muhakkak ve kuşkusuz olarak yabancı eli vardı, zira imanına ve vatanına sadakatli olan yani hakiki yerli olan biri bunu asla yapmazdı, yapamazdı. ))) bir sorunumuz vardı ve maalesef ki bu milletin ve devletin en kıymetli demlerini bu yapay sorunla heba ettik; acımasızca, vicdansızca, akılsızca, ruhsuzca. Gelelim sadede; başörtüsüyle yatıp kalkanlar, uzaya füze yolladı da, o füzelerin ucuna başörtüsü mü takıldıydı da başörtüsü üzerinden bu milletin canına okumuşlardı? Ya da bu milletin başına bir şey geçirilince, bu ülke çok büyük hamleler gerçekleştirecek, atılımlar mı yapacaktı? Ki öyleydiyse, bu ülke, yüz yıldır niçin perişan haldedir, her şeyimiz felçtir, milletimiz bitaptır, ilimde, bilimde ve irfanda geridir, nesli zavallı ve naçardır? Bu milleti, bu devleti, bu ümmeti, zevahirle iştigal edip, yapay sorunlarda boğanlar mahvetmişlerdir. İnsankızları ve insanoğulları namuslu olalım ve haysiyetli duralım. Namussuzluk kötüdür, hakikati örtmek ya da hakikatten kaçmak sefilliktir. İnsan olan hakikatle yüzleşmekten zerre miskal endişe duymaz ve korkmaz. Zira, inandıkların, yanlış ve yalan ise şayet, kurtulacak olan sensin, hakikati öğrendiğinde. Bilakis, hakikat, yalan duruma düşecek değildir ve sen de utanç içinde kıvranacak değilsin. Hiç olmazsa, seni aldatanların, namussuzca sömürenlerin, senin istikbalini karartanların gerçek yüzlerini görür ve onların zincirlerinden kurtulursun ve hürriyetine kavuşur, insan gibi yaşarsın. Bir defa akıl ve kalp hesapsız umarsız ittihaz ederler ki; mesele, beden meselesi değil ruh meselesidir. Detay şudur ki; insanlar sahiplendikleri zihniyet mucibince bir yaşam çizgisi belirlerler. Binaenaleyh, örtülülük ya da örtüsüzlük değildir sorun ve olmamalıdır da. Sorun, sadakat ve ihanet sorundur. Bugün örtülü ya da örtüsüz olsun, bu millete, devlete, ümmete hizmet eden nice canlar vardır. Ki insanlara, icbar yoluyla, yöntemiyle de hiçbir şey yaptıramazsınız. Açık olsa da, kapalı olsa da hain yine haindir; açık olsa da, kapalı olsa da sadık yine sadıktır. Bizim medeniyetimiz, icbar değil ikna medeniyetidir. Bizim medeniyetimiz; zorlaştırmaya değil kolaylaştırmaya, nefret ettirmeye değil sevdirmeye istinat eder. Son tahlilde; Bizim medeniyetimiz; İNSANSIZ BİR DÜNYA TEŞEKKÜL ETTİRME DEĞİL, İNSANI KURMA VE İNSANLA BİR DÜNYA KURMA MEDENİYETİDİR! Medeniyetimizin mutlak kaynağı ve istinatgâhı da; KUR’AN-I KERİM’dir. En son tahlilde; işin en özü, can özü: bizim medeniyetimiz, Kur’an’ın kurduğu yani Kur’an’la kurulan insanın kurduğu bir medeniyettir! Şeytanilerin kurduğu, kanla, kinler, zulümle, sömürüyle yoğrulmuş uygarlıklardan beridir.

 

Eğitim dediğin, kardeşinin derdiyle dertlenen bir vicdana sahip nesil yetiştirir. Çünkü biz, kardeşliğin eseri olan bir medeniyetin banileriyiz ve medeniyetimiz kardeşlerin medeniyetidir. Zira müminler kardeştirler, kâfirlerin kardeş oldukları gibi. Tüm coğrafyalarımız kan ağlar, niye? Kardeşliğimizi yitirdiğimiz için. Bugün; kol, bacak, baş, göz, kulak gövdeden ayrılmış ve bütünlük bozulmuştur. Her yanımızdan kan sızar. Şeytanlar içer kanımızı. Biz bizi yeriz, şeytan da son kalanımızı yer. Nedir bu hal Allah, vatan, namus aşkına? Bu şekilde nereye kadar gidebiliriz? Öyleyse yeniden,  Türk Milletinin ağabeyliğinde, tüm İslam coğrafyasında, bütünlüğü ve birliği sağlayacak, Selahaddinler, Alpaslanlar, Yavuzlar, Kanuniler yetiştirmek gerek! Eğer bir eğitim sistemi ki, gönül erleri ve kahramanları yetiştirmekten yana acizse, kardeşlik bilinci ve şuuru aşılamaktan uzaksa, ortak vicdan oluşturmaktan yoksunsa, yere çalınsın, yerle yeksan olsun o sistem. Bizim eğitim sistemimiz, maalesef, kardeşliği tahrip ve tahrif edici bir temelde var oldu. Bizim tüm kutsal değerlerimiz eğitim yoluyla çalındı. Nesillerimiz eğitim kanalıyla yıkıldı. Batıl geldi ve hakikat çıktı gitti kafamızdan ve gönlümüzden.  İsticalen, Eğitim Teşkilatında devrim yapıp, yepyeni bir Eğitim Teşkilatı tesis etmemiz iktiza ediyor. Hakiki eğitim, tefrikayı yok eder tevhidi davet eder. Kini yok eder sevgi eker. İhanet ateşlerini söndürür, sadakat gülleri derer. Eğitim, ciddiyet ister, içeriyi nizama sokmadan dışarıya yönelmez, sağlam ilkeler temelinde var olur ve ilerler. Ya yüceltir ve mutlak zaferleri müjdeler, ya da alçaltır ve mezellete, meskenete mahkûm eder. Eğitim; akıl ve ruhun meczolunarak, kâmil insanın var oluşunun yolunu açmasıdır. Nesillerin halini, halleri bazında istikballerini hayal ve tasavvur edin ve karanlık gecelerde gözünüz uykuya hasret kalsın bakalım neler oluyor. İşte o zaman nasılda devrimci hayaller kurmaya başlıyorsunuz görürüz. Ve o devrimci rüyalar sizleri devrimci eylemlere sevk edecektir, makûs talihinizi değiştirecek şekilde. Zira laf üretmekle hiçbir şey olmuyor ve olmadığını da bizatihi müşahede edeceksiniz. Fakat, sorunuz yoksa, sorgulamakla iştigal etmeyi lüzumsuz telakki ediyorsanız, günübirlik yaşıyor ve keyfinize bakıyorsanız, küçük ve ucuz hesaplarla yaşamak sizi mutlu ediyorsa, yatar yatmaz gövdenizle birlikte kalbiniz ve kafanız da uyuyorsa, tabi ki de ne düşleriniz olur, ne hayalleriniz ve ne de devrim tasavvurunuz. Ve böylece rüzgârın önünde savrulan yaprak misali helak olup gidersiniz. Bize dokunuldu beyler! Sizde dokunmaktan imtina etmeyecek, korkmayacaksınız. Bu topraklar bizimdir, bizim kalacak, velakin biz, bizim kalabilirsek olacak bu. Öyleyse, mal, makam, güç, şöhret peşinde olmayacaksınız ve bunlara zarar gelmesin diye tefessüh etmiş şeylere dokunmamazlık etmeyeceksiniz. Devrim, dokunmayı koşul kılar. Dokunmadan devrim olmaz. Ülkeyi, milleti, devleti, değerleri düşünmeden önce kendinizi düşünürseniz ihanete yelken açmış olursunuz. Binaenaleyh, lütfen artık kendinize geliniz, haddinizi ve hududunuzu biliniz. Kalıba değil öze dokununuz!

 

Globalleşen dünya diye diye, dönüşüm diye diye, çağdaşlaşma diye diye, her şeyin Avrupa olduğunu varsayıp ve güneşin battığı ve insanlığın öldüğü bu topraklardan kültür devşire devşire kökümüze resmen baltayı indirdik ve dünle bugün arasında ki köprüyü yerle yeksan eyledik. Nihayet, ruh birliğimiz türap oldu ve daha da dirilemedik. Biz ruha istinat ederken, gittik bedende tutsak olanları örnek aldık. Biz sonsuzluğu düşlerken, düşlerimiz adeta betona çarptı ve öldü. Binaenaleyh, biteviye kalıpla, bedenle iştigal ettik ve hiçbir şey beceremedik. İnsanları görüntü olarak değiştirerek terakki kaydedeceğimizi sandık ama tedenniyatın dibine gönüldük. İki dünya savaşı görmüş milletler bile bizden elli yıl öndeler handiyse. Yani bedeni görüntümüz değişince, dünyamız değişti belki ama terakki kaydetmemizi tevlit etmedi bu değişim ve biz tabir caizse öldük, Avrupa karşısında izzetimizi kaybettik. Peki, bu nasıl oldu, hiç sorduk, sorguladık mı? Nerede. Çünkü bu ülkede sormak ve sorgulamak yasaklandı, kitap, yasak meyve olarak algılandı. Zira bu ülkede hürriyet yoktu, tapınmak vardı, benliğine tapınanlara. Güya bedeni çağdaş, ruhu ilkel olanlar dine tazyikatta bulunurlar, din, ilime, bilime karşı diye ama gel gelelim ilmin ve bilimin icabı olan ve dininde makul gördüğü sormayı ve sorgulamayı yasak kılanlar da onlardır bu topraklarda. Ve bizler, bu yobazlara uyduğumuz müddetçe ve onların keyifleri bozulmasın diye kendi keyfimizi bozduğumuz müddetçe asla bir milim bile ileriye gidemeyeceğiz. Bu hasta tipler, bu ülkenin tüm güzelliklerini ve özelliklerini katlettiler. Nesilleri cehaletin karanlığına diri diri gömdüler. Tefessüh etmiş kültürleri taşıdılar bu topraklara ve kirlettiler her değerli şeyi ve değersizleştirdiler insanı bile. İşte eğitim de devrim, tam da bu düzeni yerle yeksan etmek için şarttır. Ve yine işte tam da bu yüzden, eğitim de kalıba değil öze inmek iktiza ediyor. Zira neslin, hakikati idrak etmesi için, onların bedenlerine değil ruhlarına odaklanmalıyız. Elbiseye değer ekleyen, elbisenin örttüğü bedendir ve o bedeni kıymetlendiren ruhtur.  

 

Şu gerçeği, kafamıza iyi yerleştirmek iktiza ediyor; bedenin değişmesiyle ruh tekâmül etmez. Ama ruhun değişmesiyle beden sağlıklı ve sağlam olur. Beden bakım ister, ruh eğitim. Duygular ve düşünceler bedenin değil, senin içinde ki senin eseridir ve insanı soyarak ortaya koyan şey, duyguları ve düşünceleridir. Hicretler, haddizatında ruhların eğitimidir. Ve dönüşler, devrimcidir. Görüntü her şeydir, tehlikeli, yanlış ve yalan bir slogandır. Ruh; insanda ki sonsuzluğun adıdır. Ruhu, söküp alınız, insan diye bir şey kalmaz. Ruh, eğitilmediği müddetçe, insan, birgün mutlaka düşer.  Ruhlarda devrimsel kıvılcım olmazsa, bedenlerde devrim muhaldir. Eğitim; eğrilen insanı doğrultur, doğrultmuyorsa sorun vardır. Herhangi bir şey olduğu zaman hemen Avrupa’ya bakarız, sanki kendimiz bitmiş, tükenmiş ve iflas etmişiz gibi. Evet, iflas eden bir şey var ama o şey kendimiziz, bizi biz yapan kök değil. Aşağılık kompleksi ruhumuza sinmiş bir kere. Eğitimimizin temel görevlerinde biri de bu olmalıdır ayrıca; kendimiz olmak ve yitirdiklerimizi kendimizde aramak, kompleksten kurtulmak. Yavuz’a, Sina Çölü’nü yardıran, kudretli gövdesi miydi yoksa o gövdeyi, kudretli ve sarsılmaz, diri ve iri kılan ruhu muydu? Akşemseddin, Fatih’in bedenini mi yoksa ruhunu mu eğitmişti? İnsanlığı yok etmeye ahdetmiş kan emici tiranlar, bedenen sağlıksız insanlar değildiler ama ruhen sağlıksızdılar. Bedenlerini çok iyi eğitmişlerdi ama ruhları eğitilmemişti, olmamıştı. Tüm zalimlere bakınız, bedenen dinç, gürbüz görürsünüz ama ruhen çok cılızdırlar, hastadırlar. En basitinden ülkemizi tanıyoruz, biliyoruz, dinsiz, imansız, vatansız, milliyetsiz komprador pislikleri görüyoruz, şöyle baktığınız da her birini adam sanırsınız ama tanıdığınız zaman kusasınız gelir. Çünkü hayvan kadar bile olamamışlardır. Siz sanayi alanına hükmeden kompradorların, medyaya hükmeden kompradorların ruhları olduğunu mu sanıyorsunuz. Ruhu olanların o mesabede devleşeceklerine inanıyor musunuz? Siyonist şeytanın müzahereti olmasa, onların devleşebileceklerine ihtimal verebilir misiniz? Eğitim; nesillere dostunu ve düşmanını tanıtmaktır ve kendilerini bilmelerini sağlamaktır.

 

Bedene yönelik eğitim; psikolojileri harap eder, terakki kaydettirmez ama tedenniye sürükler. Ahlaksızlığı önleyici olmaz. Yapıyı sallar. Bedeni değiştirmekle hiçbir şey olunmaz, çağdaş olunacağını düşünenler de yanılırlar ancak çağdaş maymunlar olunur. Beden, hırs ve arzudur. Hırslar ve arzular sığdırlar, çünkü derinliklerden gelen duygulanımlar değildirler. Direkt olarak bedenden sızarlar. Ki zaten bedenin mevcudiyeti, bedeni doyumun neticesi değil midir? Bunu hissedersiniz. Hırs direkt olarak bedeni kaplayan duygunun zorlanarak dışarıya yansımasıdır. Ruhtan fışkırmasını çok istersiniz ama bir türlü olmaz. Çünkü ruh, bu durumlardan aridir. Bizler daima bedenimizi değiştirdikçe, Avrupa’ya ayak uydurdukça terakki kaydedeceğimizi hayal ettik. Hatta bu ideali kemikleştirmek ve millete ittihaz ettirmek için, dinin terakkiye mani olduğunu bile söyledik. Ama tam aksine düştükçe düştük, rezil rüsva olduk. Üstelik kimliğimizi, kişiliğimizi ve dinimizi de kaybettik. Dünya mamur olmaz, hatalar tamir olmaz, gençlik mimar olmaz bedenin değişmesiyle. Bedenin değişmesi bir tarafa yarar, Kapitalist pisliklere. Ki bizde ki bazı bedensel değişikliklerin hangi Siyonist Kapitalist pisliklere yaradığını biliyoruz uzun zamanlar öncesinde. Çünkü beden değiştikçe değişmek ister ve bu sürekli bir hal alırsa, bundan kodamanlar kazanırlar. Ki zaten bu da bir tezgâhtır haddizatında. Çünkü insanları bedenlerine mahkûm kılar, ondan sonra onları kolayca zincirleyebilirsiniz ve tüm ulvi değerlerini çalabilirsiniz. Kodamanların varlıkları bedenlere bağlıdır. Onların ruhları yoktur ve ruhlarla da ilgilenmezler, ki ilgilenseler bile tesir edemezler, çünkü ruh onları yanına yaklaştırmaz. Ülkemizi göz önüne getirin bir bütün olarak ve şöyle tasavvur edin lütfen, çağdaş olduğunu söyleyen, dinden uzak yaşayan, bitevi bedenlerinin doygunluğuyla ilgilenen tipler bu ülkeye hangi katkıyı sunmuşlardır, bu ülkeyi nereye götürmüşlerdir, hangi icadı yapmışlardır? Bilakis, bu ülkenin tüm güzelliklerini yerle yeksan eylemişlerdir, bu milletin ruhunu harap etmişler, bedenini yerlerde süründürmüşlerdir, gençliği perişan etmişlerdir. Gerçekler acıdır cancağızım! Binaenaleyh, hakiki eğitim, ruh eğitimidir. Kalp ve kafa eğitimidir. Ki yine serbest kıyafet olayından söz edelim kısaca: Allah, vatan, namus aşkına söylersek kim iyi bir şey olduğunu söyleyebilir? Vallahi, billahi, tallahi kötü olmuştur. Bunu vicdanı olan herkes ittihaz eder, çünkü hayatın içinde bizatihi müşahede ediyordur. Gençliği tarumar etmiştir bu değişim. Ahlaki zafiyetler zuhur etmiştir. Keşke olmasaydı, keşke dönmek kabil olsa. Çünkü disiplin bozulmuş, kaos zuhur etmiş, gençlik bitevi bedenine yönelmiş, başarılı olma idealini terk eylemiştir. Yanlışsam eyvallah deriz, hatamızı kabul ederiz, ki inşaallah biz yanlış olalım ama sanki biz doğruyuz gibi. Bir şey daha söyleyeyim; bu uygulama konuşulduğu zamanlarda karşı çıkanlar inanın ki gerçekten karşı değillerdi, filhakika uygulamayı zımnen destekliyorlardı, ama karşıymış gibi uygulamanın hayata geçirilmesine endirekt olarak destek sundular. Çünkü bu millet, birilerinin reddettiğini, büyük oranda kabul ederdi ya da tehdit addetmezdi, şüphelenmezdi. Gençliğin tamamıyla bedenine yönelmesi, hazlarının ve hırslarının esiri olması ve ruhunu çıkarıp atması, değerlerinden tecerrüt etmesi kimin işine gelirdi?

 

Bir defa, bir şey yaptığınız zaman, bu yapılan şey hayata nasıl yansıyor ve hangi neticeleri veriyor, mutlaka murakabesini yapmak iktiza eder. Bu fert bazında da, millet ve devlet bazında da sonsuz önemlidir. Zira ya, yapılan şey güzel neticeler veriyorsa geliştirmenize katkı sunar ya da, yapılan yanlış olmuşsa bir an önce yanlış uygulamadan dönmenizi sağlar. Siz, iyi olacağını sandığınız bir şey yaparsınız ama o şey, size katkı sunmamakla birlikte, o şeyi kendi lehlerine çevirenler olur. Binaenaleyh, çok teennili olmak iktiza eder bir şey yaparken. Tüm boyutlarıyla tetkik ve tahlil etmek iktiza eder. Bir kere şunu mutlak surette idrak etmemiz şarttır; bizim medeniyetimiz, kafa ve kalp medeniyetidir. Kitap medeniyetidir. İçte ki düzelme muhakkak dışarıyı da düzene sokacak, disiplinize edecektir amma ve lakin dışarı da ki görkemli görüntü asla içeriye nizam veremez, bilakis içerinin de nizamını tarumar eder. Biz bedenle yücelmedik, ruhla yüceldik. Bizler, görkemli elbiselerle giydirilmiş kütükler olamayız, hedefimiz de bu olmamalıdır. Bizler, merhametin, sevginin, muhabbetin, şefkatin, dostluğun, paylaşmanın, birliğin fışkırdığı berrak pınarlar olabiliriz. Türk-İslam Medeniyeti, asla ve asla beden medeniyeti değildir, haz ve hırs medeniyeti değildir, ruh medeniyetidir, yüceliş ve yükseliş medeniyetidir, insaniyet medeniyetidir. Batı Uygarlığıdır, varlığı bedene merbut olan, hırsa ve hazza meftun olan, düşüşü ve alçalışı temsil eden. Binaenaleyh, her ne yaparsak yapalım, köklerimize mütenasip olmalıdır, münafi değil. Kapitalizmin, Liberalizmin ve Komünizmin tehlikeli fısıltılarından korunmak ve gençliği muhafaza etmek için, onları bedenen değil ruhen doyurmak iktiza eder. Çünkü bedenen doygunluğa erişenler yine bunların kucaklarına düşecektir. Ama ruhen doyan ve olan bir genç kesinlikle daha yüce ve yüksek idealler peşinde koşacaktır. Gençliğin düşüşü, milletin düşüşüdür, milletinin düşüşü devletin düşüşüdür, devletin düşüşü ümmetin düşüşüdür, ümmetin düşüşü medeniyetin seraba dönüşmesidir.

 

Bir defa şu katıksız ve berrak hakikati hiçbir zaman ve hiçbir koşulda sarf-ı nazar eylememek icap eder. Burası Türk Yurdu’dur ve bu yurdun ruhu İslam’dır. Olayı lütfen darlaştırmayın, olabildiğince geniş perspektiften bakın, görün. Bu topraklarda hiçbir kimsenin İslam’ı ortadan kaldırma ya da İslam’ı hayat sahasının dışına atma hakkı da, yetkisi de yoktur ve olamaz ama herkesin İslam’ı, İslam’ın özüne, ruhuna mütenasip yaşama hakkı da, hürriyeti de vardır ve bunu tahdit etmekte hiçbir şahsın, zümrenin, yapının hakkı da, hürriyeti de değildir ve olamaz. Hiçbir kimse çıkıp diyemez ki; bu topraklarda ahlaksızca yaşama ve ahlaksızlığı yayma hürriyetim vardır. Ama herkes çıkıp diyebilir ki; bu topraklarda ahlaklı yaşama, ahlaksızlığı engelleme ve ahlaklı yaşamı en güzel şekilde tavsiye etme hakkım vardır. Bu topraklarda tarih ve din ekseninde bir düzen tesis etmek bu toprağın sahibi olduğu bilinciyle yaşayan herkesin hakkıdır. Binaenaleyh; isticalen ve ivedilikle, bu toprakların bedenine (kimliğine) ve ruhuna (dinine) mütenasip bir eğitim teşkilatı dizayn etmek iktiza eder ve bu dizayna karşı çıkanları da umursamamak icap eder. Çünkü böyle bir şeyi tasavvur etmek makuldür ama bu tasavvurun fiiliyata dökülmesine karşı çıkmak makul olamaz ve ihanettir. GELELİM SADEDE; bu ülkenin Maarif Teşkilatının bünyesinde faaliyet gösteren tüm mekteplerde Kur’an, Önderin hayatı ve tarihimiz öz olarak ama en etkili noktaları ile ders olarak okutulmalıdır. Çocuklarımıza, dürüstlük, güven, sadakat, paylaşmak, adalet, ahlak, vatan sevgisi, kardeşlik, milletine bağlılık, ümmetin parçası olduğu bilinci, ecdadını bilme ve tanıma gibi olgular hem Kitap tavassutu ile hem Önderin hayatından örnekler ile hem de ecdadının yaptığı tarihten misallerle en ideal düzeyde verilmelidir. Hedefimiz; kimlikli, kişilikli ve karakterli nesiller yetiştirmek olmalıdır. Hiçbir şahsın, zümrenin, gurubun adamı olarak değil, Allah’ın bilinçli ve şuurlu bir kulu olarak ve ileride de Allah’ın istediği, iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden bir topluluk olacak şekilde yetiştirilmelidirler.

 

Ayrıca, bu ülkenin Maarif Teşkilatının, ilkokul hariç tüm mekteplerinde, ta ki üniversitelerine kadar, üstelik ayrım yapmadan her bölüm bazında, bu ülkenin, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Erol Güngör, İsmet Özel vb. mümtaz ve nadide aydınlarının hayatları ve düşünceleri ders olarak okutulmalıdır. Keza, tarihimize silinmeyecek şekilde mühürlerini basmış, insanlığa yeni ufuklar açmış, bilim alanında devasa icraatlar yapmış ve tarihe isimlerini kazımış değerli bilim adamlarımız da öğretilmelidirler nesillerimize. Zira bir mühendisin de, doktorun da, muallimin de, terzinin de, aşçının da, hatta çobanın da bu hakikatleri bilmeye, öğrenmeye hakkı vardır ve bilmelidir, öğrenmelidir. Hiçbir kimsenin buna hayır demeye hakkı yoktur ve olamaz. Zira burasının neresi olduğu bellidir. Binaenaleyh, böyle bir düşünceye hayır diyenler zerre dikkate alınmamalıdırlar. Herhalde gâvurları öğretecek değiliz. Artık Maarif Teşkilatında devrim yapma vaktidir vakit, bilakis yarın çok geç olacaktır, çünkü nesillerimizi kaybediyoruz günden güne. Ruhları zaten handiyse sökülüp alınmış durumdadır, bedenen de düşmelerine ramak kalmıştır. Zaman laf üretme değil, eylem yapma zamanıdır. Kendi sanatımızı üretme, kendi şiirimizi yazma, kendi türkümüzü söyleme, kendi tankımızı, topumuzu ve uçağımızı yapma demidir dem. Artık zaman ithal etme değil, ihraç etme zamanıdır. Alelusul eğitim olmaz. Ciddiyetsiz ve samimiyetsiz eğitim, sefil, soytarı ve cahil nesiller üretir. Muallimler ileri düzeyde bir eğitimden geçirilmelidirler. Nesillerimiz kitapla buluşturulmalıdır mutlaka. Basit bir teklif; üstat Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Davası isimli eseri, tüm Eğitim Fakültelerinde ders kitabı yapılmalıdır. Her muallim adayının bu kitabı hazmetmesi sağlanmalıdır. Hatta bu kitabın hülasası istenmelidir adaylardan. Çünkü Maarif Teşkilatının mekteplerinde muallimin fonksiyonuna paha biçilemez. Onun eseri ya her şeydir ya da hiçbir şey. Öyleyse mevzuu mühimdir. Çektiğimiz acıların, sancıların kahir ekseriyeti kitapsızlıktandır. Kitapsız bir millet hamdır, karanlıktadır, öngörüsüzdür.

 

Kitapla bağı koparılan nesil istikametini kaybeder ve kaybetmiştir de. Çünkü kitap bizim özümüzdür, öz hafızamızdır. Kitap tabir caizse pusulamızdır, nereye, nereden ve nasıl gideceğimizi gösterir bize. Kitapsız insan, kuru bir ağaç gibidir, yanmaya hazırdır. Güneşsiz, havasız, susuz, topraksız meyve kabil midir? İşte kitap, bizim, her şeyimizdir. Sözümüz de kitaptır, özümüz de kitaptır. Dünümüz de, bugünümüz de kitaptır, yarınımız da kitaptadır. Kitapsız kaldığımız için bugün bu kadar anlayışsız, iletişimsiziz. Sevgiden yoksun, hırsla ve hazla dolu, kompleksli ve kıskancız. İdealsiz ve davasızız. Kimliksiz, kişiliksiz, değersiz ve karakteriz bir yaşamın içinde boğuluyoruz.  Felsefeden mahrumuz. Dar ufuklu, sığ görüşlüyüz. Kendi dünyamızda boğuluyoruz. El uzatmaktan yoksunuz, muhabbetten uzağız. Vatan nedir bilmiyoruz, millet nedir anlamıyoruz, ümmet nedir idrakine varamıyoruz. Millet eksenli değil ferdi düşünüyoruz. Vatan çaplı değil hususi yuva bazlı bakıyoruz. Devlet düzeyinde değil aile düzeyinde algılıyoruz. İşiten kulaktan, gören gözden, düşünen kafadan, hisseden vicdandan mahrumuz. Bitevi lüzumsuz işlerle iştigaldeyiz. Himmetsiz ve hamiyetsiziz. Öyleyse bir an önce kendimize gelmeliyiz, kitabımıza dönmeliyiz. Nesillerimizi mutlaka kitapsızlık bataklığından çıkarıp almalıyız. Güneş kitapla doğacaktır. Gönüller kitapla şenlenecektir. Kafalar kitapla dirilecek, bedenler kitapla direnecektir. Kitapsız insan, aptal ve şapşal bir robot gibidir. KİTABA DÖNMEK, HAYATA DÖNMEKTİR VE HAYATI YENİDEN VE TAPTAZE ŞEKİLDE DİRİLTMEKTİR! Kitap, baharın müjdecisidir. Kitap, medeniyetin mutlak dinamiğidir. Kitap, insaniyetin dirilişidir. KİTAP, HAYATTIR! Kitapsızlık ölümdür. Üstat Cemil Meriç soruyor ve diyor ki; ´´dünya da eğer bir medeniyet varsa, o medeniyetin arkasında bir kitap vardır, zira kitapsız medeniyet yoktur, peki, sen kitabını biliyor musun?

Tarih: 11.04.2015 Okunma: 700

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?