Göklerden, gözlerinize
mavi tebessümler gönderen gözler hayal ediyorsanız, barışın türküsünü terennüm
etsin diyorsanız çocuklarınız, başınız dik gururla yaşamak istiyorsanız, kaderimizi
kendimiz çizelim diyorsanız, hiçbirimiz karanlığın kara yüzlü şeytanlarının
elinde kukla olmayalım istiyorsanız, Haçlı artıklarının ve bu artıkların
müptezel işbirlikçilerinin karşısında ezilmekten kurtulalım istiyorsanız
mutlaka bir an evvel sözden eyleme geçiş yapmak ve sahici, sonuç verici
eylemler yapmak zorundayız. Mevzuatçılıktan, kâğıtçılıktan, prosedürcülükten
muhakkak kurtulmamız iktiza ediyor. Biz bedenleri değil ruhları değiştirmekle
iştigal etmeliyiz. Bedenlerin egemeni değil, gönüllerin fatihi olmak
zorundayız. Şimdi unutuldu sayılır artık ama bir ara ciddi gündem olmuştu. Şu
önlük mevzuu malumunuz. Eğer çocuklarımızın ruhlarını doyurabilsek, ruhlarına
girebilsek ve ruhlarını disiplinize edebilsek, onların ne giydiklerinin hiçbir
önemi yoktur. Ha kaldıralım mı? Eyvallah, yine kaldıralım icabında ama eğer
önlük kalkıpta her şey yine aynı olacaksa ne anlamı olacaktır? Biz neyle ve ne
şekilde ilgileneceğimizi bilmiyoruz maalesef. Binaenaleyh, makûs talihimizi
tersine döndürecek nesiller yetiştiremiyoruz, eylemler yapamıyoruz. Ki
nihayetinde önlük olayı, istenilenin tersi bir durum yarattı. Çünkü disiplin
sarsıldı, ahlaki zafiyetler zuhur etti. Bu da başarıyı ister istemez etkiledi.
Eğitimde ki insicam nakzolundu. Eğitimde
ilk hedef; mutlak surette, ruh disiplini, manevi tekâmül olmalıdır. Evet,
ahlaksız bir insan başarılı olabilir ama asla faydalı olamaz. Bir şekilde,
insanlığı bozucu etkisi olur. Ya da bir faydası olsa bile bin zararı olur. Bugünkü
neslin en büyük sorunu; ahlaksızlıktır. Gerçek maarif terbiye edicidir,
meselleri vuzuha kavuşturarak ideal çözüm üretmektir. Eğitim Teşkilatı, ilk
evvelde, görev tanımını net olarak ortaya koymalı, açık, anlaşılır ve net
hedefler belirlemeli ve hedeflerine nasıl, hangi yolla ulaşacağını
belirlemelidir. Materyalleri titizlikle tespit etmelidir. Materyaller,
muhakkak, anlamlı, yapıcı, kişilik ve karakter kazandırıcı, öğretici ve faydalı
olmalıdır. Eğitim Teşkilatı, kesinlikle ve kesinlikle, teşkilatın asıl
elemanları olan muallimleri her konuda mutmain kılmalıdır. Eğitimin
unsurlarından olan mektepler her yönden iyi derece de dizayn edilmelidir. HİSSETMEDEN,
HİÇBİR ŞEY YAPILAMAZ. Bu yüzden mevzuyu ve olumlu ya da olumsuz neticelerini
hissetmeliyiz. Hissiyat ve empati; samimi, yapıcı ve yaratıcı eğitimin olmazsa
olmazıdır. Çünkü hissiyat ve empati; vicdan oluşturucudurlar. Olumlu durumda
nasıl gurur duyacağımızı, olumsuz durumda nasıl acı çekeceğimizi zihnimizde
tasavvur edebilmeliyiz. Zira böyle bir şey, tetikleyici olacaktır çığır açıcı,
nefes aldırıcı eğitim için. Kafamızı iki elimizin arasına alıp tefekkür etmek
şarttır. Fikir teatisi yapmak elzemdir. Alelade ve üstünkörü eylemlerle asla
kuşatıcı ve hayat sunucu bir nefes olmak kabil değildir. HAKİKATTEN BESLENİNİZ,
HAKİKATLE BESLEYİNİZ VE HAKİKAT HAYATINIZ OLSUN!
Eğitim, özünde, bir
ideal ve dava meselesidir. Çünkü, davalarınızda müyesser ve muzaffer olmanız
için eğitime istinat etmeniz iktiza eder. Zira, bilinir ve takdir edilir ki,
her şey eninde sonunda gelip insana bağlanır. İşte burada da, bilen ve bilmeyen
durumu tezahür eder ki, bilmek ve bilmemek, bir eğitim-öğretim mevzuudur.
Tarihimiz bunun en bariz örneğidir. Bizim medeniyetimiz, ilim, irfan, kültür
medeniyetidir. Membaı kitap olan bir medeniyettir. Kitap üzerine inşa edilmeyen
şey, medeniyet olmaz, olsa olsa uygarlık olur ki, uygarlığın önü de sonu da
zulüm ve sömürüdür. Binaenaleyh, sağlam ve sağlıklı bir insan, aile, çevre,
toplum, millet, devlet, medeniyet ve insanlık hayal ve tasavvur ediyorsanız,
eğitim işinde muhakkak başarılı olmanız iktiza eder. Bizim, gerçek ilim ve gönül adamlarımız vardı
ve onların yetiştirdikleri sahici, ruhen ve aklen sağlıklı, bedenen sağlam
kahramanlarımız vardı, öyle ya binlerce yıllık egemenlik çocuk oyuncağı
değildi. Fatih’i, Fatih yapan kimdi? Yavuz’u, Yavuz kılan neydi? Alpaslan
nerede var olmuştu? Osman Gazi’ye ölümsüz dava bilincini aşılayan neydi, kimdi?
Ve eğitimde kalıp değil öz mühimdir. Çünkü eğitimin gayesi de, öze iniş, özü
keşfediş ve öze dönüştür. Zira her başarı kafaya ve kalbe istinat eder. Hiçbir
başarı bedenle elde edilmemiştir. Bedenin sağlıklı, sağlam olması hiç kuşkusuz
önemlidir ama bu demek değildir ki, başarılar bedene merbuttur. Hayır,
başarının kaynağı, kafa ve kalptir. Çünkü, başarılar da, hayati fonksiyona haiz
olan duyguların ve düşüncelerin deposu, kalp ve kafadır. Bu yüzden,
görüntülerle iştigal, abesle iştigaldir ve ardında da ihanet vardır. Şimdi de
soralım; asla sahiciliği olmayan, arka planında gâvur eli olduğu çok açık olan
(((evet yerli görün-enler eliyle yürütülmüş olabilir ama arkasında muhakkak ve
kuşkusuz olarak yabancı eli vardı, zira imanına ve vatanına sadakatli olan yani
hakiki yerli olan biri bunu asla yapmazdı, yapamazdı. ))) bir sorunumuz vardı
ve maalesef ki bu milletin ve devletin en kıymetli demlerini bu yapay sorunla
heba ettik; acımasızca, vicdansızca, akılsızca, ruhsuzca. Gelelim sadede;
başörtüsüyle yatıp kalkanlar, uzaya füze yolladı da, o füzelerin ucuna
başörtüsü mü takıldıydı da başörtüsü üzerinden bu milletin canına okumuşlardı? Ya
da bu milletin başına bir şey geçirilince, bu ülke çok büyük hamleler gerçekleştirecek,
atılımlar mı yapacaktı? Ki öyleydiyse, bu ülke, yüz yıldır niçin perişan
haldedir, her şeyimiz felçtir, milletimiz bitaptır, ilimde, bilimde ve irfanda
geridir, nesli zavallı ve naçardır? Bu milleti, bu devleti, bu ümmeti,
zevahirle iştigal edip, yapay sorunlarda boğanlar mahvetmişlerdir. İnsankızları
ve insanoğulları namuslu olalım ve haysiyetli duralım. Namussuzluk kötüdür,
hakikati örtmek ya da hakikatten kaçmak sefilliktir. İnsan olan hakikatle
yüzleşmekten zerre miskal endişe duymaz ve korkmaz. Zira, inandıkların, yanlış
ve yalan ise şayet, kurtulacak olan sensin, hakikati öğrendiğinde. Bilakis,
hakikat, yalan duruma düşecek değildir ve sen de utanç içinde kıvranacak
değilsin. Hiç olmazsa, seni aldatanların, namussuzca sömürenlerin, senin
istikbalini karartanların gerçek yüzlerini görür ve onların zincirlerinden kurtulursun
ve hürriyetine kavuşur, insan gibi yaşarsın. Bir defa akıl ve kalp hesapsız
umarsız ittihaz ederler ki; mesele, beden meselesi değil ruh meselesidir. Detay
şudur ki; insanlar sahiplendikleri zihniyet mucibince bir yaşam çizgisi
belirlerler. Binaenaleyh, örtülülük ya da örtüsüzlük değildir sorun ve
olmamalıdır da. Sorun, sadakat ve ihanet sorundur. Bugün örtülü ya da örtüsüz
olsun, bu millete, devlete, ümmete hizmet eden nice canlar vardır. Ki insanlara,
icbar yoluyla, yöntemiyle de hiçbir şey yaptıramazsınız. Açık olsa da, kapalı
olsa da hain yine haindir; açık olsa da, kapalı olsa da sadık yine sadıktır. Bizim
medeniyetimiz, icbar değil ikna medeniyetidir. Bizim medeniyetimiz;
zorlaştırmaya değil kolaylaştırmaya, nefret ettirmeye değil sevdirmeye istinat
eder. Son tahlilde; Bizim medeniyetimiz; İNSANSIZ BİR DÜNYA TEŞEKKÜL ETTİRME
DEĞİL, İNSANI KURMA VE İNSANLA BİR DÜNYA KURMA MEDENİYETİDİR! Medeniyetimizin
mutlak kaynağı ve istinatgâhı da; KUR’AN-I KERİM’dir. En son tahlilde; işin en
özü, can özü: bizim medeniyetimiz, Kur’an’ın kurduğu yani Kur’an’la kurulan
insanın kurduğu bir medeniyettir! Şeytanilerin kurduğu, kanla, kinler, zulümle,
sömürüyle yoğrulmuş uygarlıklardan beridir.
Eğitim dediğin,
kardeşinin derdiyle dertlenen bir vicdana sahip nesil yetiştirir. Çünkü biz,
kardeşliğin eseri olan bir medeniyetin banileriyiz ve medeniyetimiz kardeşlerin
medeniyetidir. Zira müminler kardeştirler, kâfirlerin kardeş oldukları gibi.
Tüm coğrafyalarımız kan ağlar, niye? Kardeşliğimizi yitirdiğimiz için. Bugün;
kol, bacak, baş, göz, kulak gövdeden ayrılmış ve bütünlük bozulmuştur. Her
yanımızdan kan sızar. Şeytanlar içer kanımızı. Biz bizi yeriz, şeytan da son kalanımızı
yer. Nedir bu hal Allah, vatan, namus aşkına? Bu şekilde nereye kadar
gidebiliriz? Öyleyse yeniden, Türk
Milletinin ağabeyliğinde, tüm İslam coğrafyasında, bütünlüğü ve birliği
sağlayacak, Selahaddinler, Alpaslanlar, Yavuzlar, Kanuniler yetiştirmek gerek!
Eğer bir eğitim sistemi ki, gönül erleri ve kahramanları yetiştirmekten yana
acizse, kardeşlik bilinci ve şuuru aşılamaktan uzaksa, ortak vicdan
oluşturmaktan yoksunsa, yere çalınsın, yerle yeksan olsun o sistem. Bizim
eğitim sistemimiz, maalesef, kardeşliği tahrip ve tahrif edici bir temelde var
oldu. Bizim tüm kutsal değerlerimiz eğitim yoluyla çalındı. Nesillerimiz eğitim
kanalıyla yıkıldı. Batıl geldi ve hakikat çıktı gitti kafamızdan ve
gönlümüzden. İsticalen, Eğitim Teşkilatında
devrim yapıp, yepyeni bir Eğitim Teşkilatı tesis etmemiz iktiza ediyor. Hakiki
eğitim, tefrikayı yok eder tevhidi davet eder. Kini yok eder sevgi eker. İhanet
ateşlerini söndürür, sadakat gülleri derer. Eğitim, ciddiyet ister, içeriyi
nizama sokmadan dışarıya yönelmez, sağlam ilkeler temelinde var olur ve
ilerler. Ya yüceltir ve mutlak zaferleri müjdeler, ya da alçaltır ve mezellete,
meskenete mahkûm eder. Eğitim; akıl ve ruhun meczolunarak, kâmil insanın var
oluşunun yolunu açmasıdır. Nesillerin halini, halleri bazında istikballerini
hayal ve tasavvur edin ve karanlık gecelerde gözünüz uykuya hasret kalsın bakalım
neler oluyor. İşte o zaman nasılda devrimci hayaller kurmaya başlıyorsunuz
görürüz. Ve o devrimci rüyalar sizleri devrimci eylemlere sevk edecektir, makûs
talihinizi değiştirecek şekilde. Zira laf üretmekle hiçbir şey olmuyor ve
olmadığını da bizatihi müşahede edeceksiniz. Fakat, sorunuz yoksa, sorgulamakla
iştigal etmeyi lüzumsuz telakki ediyorsanız, günübirlik yaşıyor ve keyfinize
bakıyorsanız, küçük ve ucuz hesaplarla yaşamak sizi mutlu ediyorsa, yatar
yatmaz gövdenizle birlikte kalbiniz ve kafanız da uyuyorsa, tabi ki de ne
düşleriniz olur, ne hayalleriniz ve ne de devrim tasavvurunuz. Ve böylece
rüzgârın önünde savrulan yaprak misali helak olup gidersiniz. Bize dokunuldu
beyler! Sizde dokunmaktan imtina etmeyecek, korkmayacaksınız. Bu topraklar
bizimdir, bizim kalacak, velakin biz, bizim kalabilirsek olacak bu. Öyleyse,
mal, makam, güç, şöhret peşinde olmayacaksınız ve bunlara zarar gelmesin diye
tefessüh etmiş şeylere dokunmamazlık etmeyeceksiniz. Devrim, dokunmayı koşul
kılar. Dokunmadan devrim olmaz. Ülkeyi, milleti, devleti, değerleri düşünmeden
önce kendinizi düşünürseniz ihanete yelken açmış olursunuz. Binaenaleyh, lütfen
artık kendinize geliniz, haddinizi ve hududunuzu biliniz. Kalıba değil öze
dokununuz!
Globalleşen dünya diye
diye, dönüşüm diye diye, çağdaşlaşma diye diye, her şeyin Avrupa olduğunu
varsayıp ve güneşin battığı ve insanlığın öldüğü bu topraklardan kültür devşire
devşire kökümüze resmen baltayı indirdik ve dünle bugün arasında ki köprüyü
yerle yeksan eyledik. Nihayet, ruh birliğimiz türap oldu ve daha da
dirilemedik. Biz ruha istinat ederken, gittik bedende tutsak olanları örnek
aldık. Biz sonsuzluğu düşlerken, düşlerimiz adeta betona çarptı ve öldü. Binaenaleyh,
biteviye kalıpla, bedenle iştigal ettik ve hiçbir şey beceremedik. İnsanları
görüntü olarak değiştirerek terakki kaydedeceğimizi sandık ama tedenniyatın
dibine gönüldük. İki dünya savaşı görmüş milletler bile bizden elli yıl öndeler
handiyse. Yani bedeni görüntümüz değişince, dünyamız değişti belki ama terakki
kaydetmemizi tevlit etmedi bu değişim ve biz tabir caizse öldük, Avrupa
karşısında izzetimizi kaybettik. Peki, bu nasıl oldu, hiç sorduk, sorguladık
mı? Nerede. Çünkü bu ülkede sormak ve sorgulamak yasaklandı, kitap, yasak meyve
olarak algılandı. Zira bu ülkede hürriyet yoktu, tapınmak vardı, benliğine
tapınanlara. Güya bedeni çağdaş, ruhu ilkel olanlar dine tazyikatta bulunurlar,
din, ilime, bilime karşı diye ama gel gelelim ilmin ve bilimin icabı olan ve
dininde makul gördüğü sormayı ve sorgulamayı yasak kılanlar da onlardır bu
topraklarda. Ve bizler, bu yobazlara uyduğumuz müddetçe ve onların keyifleri
bozulmasın diye kendi keyfimizi bozduğumuz müddetçe asla bir milim bile ileriye
gidemeyeceğiz. Bu hasta tipler, bu ülkenin tüm güzelliklerini ve özelliklerini
katlettiler. Nesilleri cehaletin karanlığına diri diri gömdüler. Tefessüh etmiş
kültürleri taşıdılar bu topraklara ve kirlettiler her değerli şeyi ve
değersizleştirdiler insanı bile. İşte eğitim de devrim, tam da bu düzeni yerle
yeksan etmek için şarttır. Ve yine işte tam da bu yüzden, eğitim de kalıba
değil öze inmek iktiza ediyor. Zira neslin, hakikati idrak etmesi için, onların
bedenlerine değil ruhlarına odaklanmalıyız. Elbiseye değer ekleyen, elbisenin
örttüğü bedendir ve o bedeni kıymetlendiren ruhtur.
Şu gerçeği, kafamıza
iyi yerleştirmek iktiza ediyor; bedenin değişmesiyle ruh tekâmül etmez. Ama
ruhun değişmesiyle beden sağlıklı ve sağlam olur. Beden bakım ister, ruh
eğitim. Duygular ve düşünceler bedenin değil, senin içinde ki senin eseridir ve
insanı soyarak ortaya koyan şey, duyguları ve düşünceleridir. Hicretler,
haddizatında ruhların eğitimidir. Ve dönüşler, devrimcidir. Görüntü her şeydir,
tehlikeli, yanlış ve yalan bir slogandır. Ruh; insanda ki sonsuzluğun adıdır.
Ruhu, söküp alınız, insan diye bir şey kalmaz. Ruh, eğitilmediği müddetçe,
insan, birgün mutlaka düşer. Ruhlarda
devrimsel kıvılcım olmazsa, bedenlerde devrim muhaldir. Eğitim; eğrilen insanı
doğrultur, doğrultmuyorsa sorun vardır. Herhangi bir şey olduğu zaman hemen
Avrupa’ya bakarız, sanki kendimiz bitmiş, tükenmiş ve iflas etmişiz gibi. Evet,
iflas eden bir şey var ama o şey kendimiziz, bizi biz yapan kök değil. Aşağılık
kompleksi ruhumuza sinmiş bir kere. Eğitimimizin temel görevlerinde biri de bu
olmalıdır ayrıca; kendimiz olmak ve yitirdiklerimizi kendimizde aramak,
kompleksten kurtulmak. Yavuz’a, Sina Çölü’nü yardıran, kudretli gövdesi miydi
yoksa o gövdeyi, kudretli ve sarsılmaz, diri ve iri kılan ruhu muydu?
Akşemseddin, Fatih’in bedenini mi yoksa ruhunu mu eğitmişti? İnsanlığı yok
etmeye ahdetmiş kan emici tiranlar, bedenen sağlıksız insanlar değildiler ama
ruhen sağlıksızdılar. Bedenlerini çok iyi eğitmişlerdi ama ruhları
eğitilmemişti, olmamıştı. Tüm zalimlere bakınız, bedenen dinç, gürbüz
görürsünüz ama ruhen çok cılızdırlar, hastadırlar. En basitinden ülkemizi
tanıyoruz, biliyoruz, dinsiz, imansız, vatansız, milliyetsiz komprador
pislikleri görüyoruz, şöyle baktığınız da her birini adam sanırsınız ama
tanıdığınız zaman kusasınız gelir. Çünkü hayvan kadar bile olamamışlardır. Siz
sanayi alanına hükmeden kompradorların, medyaya hükmeden kompradorların ruhları
olduğunu mu sanıyorsunuz. Ruhu olanların o mesabede devleşeceklerine inanıyor
musunuz? Siyonist şeytanın müzahereti olmasa, onların devleşebileceklerine
ihtimal verebilir misiniz? Eğitim; nesillere dostunu ve düşmanını tanıtmaktır
ve kendilerini bilmelerini sağlamaktır.
Bedene yönelik eğitim;
psikolojileri harap eder, terakki kaydettirmez ama tedenniye sürükler.
Ahlaksızlığı önleyici olmaz. Yapıyı sallar. Bedeni değiştirmekle hiçbir şey
olunmaz, çağdaş olunacağını düşünenler de yanılırlar ancak çağdaş maymunlar
olunur. Beden, hırs ve arzudur. Hırslar ve arzular sığdırlar, çünkü
derinliklerden gelen duygulanımlar değildirler. Direkt olarak bedenden
sızarlar. Ki zaten bedenin mevcudiyeti, bedeni doyumun neticesi değil midir? Bunu
hissedersiniz. Hırs direkt olarak bedeni kaplayan duygunun zorlanarak dışarıya
yansımasıdır. Ruhtan fışkırmasını çok istersiniz ama bir türlü olmaz. Çünkü
ruh, bu durumlardan aridir. Bizler daima bedenimizi değiştirdikçe, Avrupa’ya
ayak uydurdukça terakki kaydedeceğimizi hayal ettik. Hatta bu ideali
kemikleştirmek ve millete ittihaz ettirmek için, dinin terakkiye mani olduğunu
bile söyledik. Ama tam aksine düştükçe düştük, rezil rüsva olduk. Üstelik
kimliğimizi, kişiliğimizi ve dinimizi de kaybettik. Dünya mamur olmaz, hatalar
tamir olmaz, gençlik mimar olmaz bedenin değişmesiyle. Bedenin değişmesi bir
tarafa yarar, Kapitalist pisliklere. Ki bizde ki bazı bedensel değişikliklerin
hangi Siyonist Kapitalist pisliklere yaradığını biliyoruz uzun zamanlar
öncesinde. Çünkü beden değiştikçe değişmek ister ve bu sürekli bir hal alırsa,
bundan kodamanlar kazanırlar. Ki zaten bu da bir tezgâhtır haddizatında. Çünkü
insanları bedenlerine mahkûm kılar, ondan sonra onları kolayca
zincirleyebilirsiniz ve tüm ulvi değerlerini çalabilirsiniz. Kodamanların
varlıkları bedenlere bağlıdır. Onların ruhları yoktur ve ruhlarla da
ilgilenmezler, ki ilgilenseler bile tesir edemezler, çünkü ruh onları yanına
yaklaştırmaz. Ülkemizi göz önüne getirin bir bütün olarak ve şöyle tasavvur
edin lütfen, çağdaş olduğunu söyleyen, dinden uzak yaşayan, bitevi bedenlerinin
doygunluğuyla ilgilenen tipler bu ülkeye hangi katkıyı sunmuşlardır, bu ülkeyi
nereye götürmüşlerdir, hangi icadı yapmışlardır? Bilakis, bu ülkenin tüm
güzelliklerini yerle yeksan eylemişlerdir, bu milletin ruhunu harap etmişler,
bedenini yerlerde süründürmüşlerdir, gençliği perişan etmişlerdir. Gerçekler
acıdır cancağızım! Binaenaleyh, hakiki eğitim, ruh eğitimidir. Kalp ve kafa
eğitimidir. Ki yine serbest kıyafet olayından söz edelim kısaca: Allah, vatan,
namus aşkına söylersek kim iyi bir şey olduğunu söyleyebilir? Vallahi, billahi,
tallahi kötü olmuştur. Bunu vicdanı olan herkes ittihaz eder, çünkü hayatın
içinde bizatihi müşahede ediyordur. Gençliği tarumar etmiştir bu değişim. Ahlaki
zafiyetler zuhur etmiştir. Keşke olmasaydı, keşke dönmek kabil olsa. Çünkü
disiplin bozulmuş, kaos zuhur etmiş, gençlik bitevi bedenine yönelmiş, başarılı
olma idealini terk eylemiştir. Yanlışsam eyvallah deriz, hatamızı kabul ederiz,
ki inşaallah biz yanlış olalım ama sanki biz doğruyuz gibi. Bir şey daha
söyleyeyim; bu uygulama konuşulduğu zamanlarda karşı çıkanlar inanın ki
gerçekten karşı değillerdi, filhakika uygulamayı zımnen destekliyorlardı, ama
karşıymış gibi uygulamanın hayata geçirilmesine endirekt olarak destek
sundular. Çünkü bu millet, birilerinin reddettiğini, büyük oranda kabul ederdi
ya da tehdit addetmezdi, şüphelenmezdi. Gençliğin tamamıyla bedenine yönelmesi,
hazlarının ve hırslarının esiri olması ve ruhunu çıkarıp atması, değerlerinden
tecerrüt etmesi kimin işine gelirdi?
Bir defa, bir şey
yaptığınız zaman, bu yapılan şey hayata nasıl yansıyor ve hangi neticeleri
veriyor, mutlaka murakabesini yapmak iktiza eder. Bu fert bazında da, millet ve
devlet bazında da sonsuz önemlidir. Zira ya, yapılan şey güzel neticeler
veriyorsa geliştirmenize katkı sunar ya da, yapılan yanlış olmuşsa bir an önce
yanlış uygulamadan dönmenizi sağlar. Siz, iyi olacağını sandığınız bir şey
yaparsınız ama o şey, size katkı sunmamakla birlikte, o şeyi kendi lehlerine
çevirenler olur. Binaenaleyh, çok teennili olmak iktiza eder bir şey yaparken.
Tüm boyutlarıyla tetkik ve tahlil etmek iktiza eder. Bir kere şunu mutlak
surette idrak etmemiz şarttır; bizim medeniyetimiz, kafa ve kalp medeniyetidir.
Kitap medeniyetidir. İçte ki düzelme muhakkak dışarıyı da düzene sokacak,
disiplinize edecektir amma ve lakin dışarı da ki görkemli görüntü asla içeriye
nizam veremez, bilakis içerinin de nizamını tarumar eder. Biz bedenle
yücelmedik, ruhla yüceldik. Bizler, görkemli elbiselerle giydirilmiş kütükler
olamayız, hedefimiz de bu olmamalıdır. Bizler, merhametin, sevginin,
muhabbetin, şefkatin, dostluğun, paylaşmanın, birliğin fışkırdığı berrak
pınarlar olabiliriz. Türk-İslam Medeniyeti, asla ve asla beden medeniyeti
değildir, haz ve hırs medeniyeti değildir, ruh medeniyetidir, yüceliş ve
yükseliş medeniyetidir, insaniyet medeniyetidir. Batı Uygarlığıdır, varlığı
bedene merbut olan, hırsa ve hazza meftun olan, düşüşü ve alçalışı temsil eden.
Binaenaleyh, her ne yaparsak yapalım, köklerimize mütenasip olmalıdır, münafi
değil. Kapitalizmin, Liberalizmin ve Komünizmin tehlikeli fısıltılarından
korunmak ve gençliği muhafaza etmek için, onları bedenen değil ruhen doyurmak
iktiza eder. Çünkü bedenen doygunluğa erişenler yine bunların kucaklarına
düşecektir. Ama ruhen doyan ve olan bir genç kesinlikle daha yüce ve yüksek
idealler peşinde koşacaktır. Gençliğin düşüşü, milletin düşüşüdür, milletinin
düşüşü devletin düşüşüdür, devletin düşüşü ümmetin düşüşüdür, ümmetin düşüşü medeniyetin
seraba dönüşmesidir.
Bir defa şu katıksız ve
berrak hakikati hiçbir zaman ve hiçbir koşulda sarf-ı nazar eylememek icap
eder. Burası Türk Yurdu’dur ve bu yurdun ruhu İslam’dır. Olayı lütfen
darlaştırmayın, olabildiğince geniş perspektiften bakın, görün. Bu topraklarda
hiçbir kimsenin İslam’ı ortadan kaldırma ya da İslam’ı hayat sahasının dışına
atma hakkı da, yetkisi de yoktur ve olamaz ama herkesin İslam’ı, İslam’ın
özüne, ruhuna mütenasip yaşama hakkı da, hürriyeti de vardır ve bunu tahdit etmekte
hiçbir şahsın, zümrenin, yapının hakkı da, hürriyeti de değildir ve olamaz. Hiçbir
kimse çıkıp diyemez ki; bu topraklarda ahlaksızca yaşama ve ahlaksızlığı yayma
hürriyetim vardır. Ama herkes çıkıp diyebilir ki; bu topraklarda ahlaklı yaşama,
ahlaksızlığı engelleme ve ahlaklı yaşamı en güzel şekilde tavsiye etme hakkım
vardır. Bu topraklarda tarih ve din ekseninde bir düzen tesis etmek bu toprağın
sahibi olduğu bilinciyle yaşayan herkesin hakkıdır. Binaenaleyh; isticalen ve
ivedilikle, bu toprakların bedenine (kimliğine) ve ruhuna (dinine) mütenasip
bir eğitim teşkilatı dizayn etmek iktiza eder ve bu dizayna karşı çıkanları da
umursamamak icap eder. Çünkü böyle bir şeyi tasavvur etmek makuldür ama bu
tasavvurun fiiliyata dökülmesine karşı çıkmak makul olamaz ve ihanettir. GELELİM
SADEDE; bu ülkenin Maarif Teşkilatının bünyesinde faaliyet gösteren tüm
mekteplerde Kur’an, Önderin hayatı ve tarihimiz öz olarak ama en etkili
noktaları ile ders olarak okutulmalıdır. Çocuklarımıza, dürüstlük, güven,
sadakat, paylaşmak, adalet, ahlak, vatan sevgisi, kardeşlik, milletine
bağlılık, ümmetin parçası olduğu bilinci, ecdadını bilme ve tanıma gibi olgular
hem Kitap tavassutu ile hem Önderin hayatından örnekler ile hem de ecdadının
yaptığı tarihten misallerle en ideal düzeyde verilmelidir. Hedefimiz; kimlikli,
kişilikli ve karakterli nesiller yetiştirmek olmalıdır. Hiçbir şahsın,
zümrenin, gurubun adamı olarak değil, Allah’ın bilinçli ve şuurlu bir kulu
olarak ve ileride de Allah’ın istediği, iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden bir
topluluk olacak şekilde yetiştirilmelidirler.
Ayrıca, bu ülkenin
Maarif Teşkilatının, ilkokul hariç tüm mekteplerinde, ta ki üniversitelerine
kadar, üstelik ayrım yapmadan her bölüm bazında, bu ülkenin, Nurettin Topçu,
Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Erol Güngör, İsmet Özel vb. mümtaz ve nadide
aydınlarının hayatları ve düşünceleri ders olarak okutulmalıdır. Keza,
tarihimize silinmeyecek şekilde mühürlerini basmış, insanlığa yeni ufuklar
açmış, bilim alanında devasa icraatlar yapmış ve tarihe isimlerini kazımış
değerli bilim adamlarımız da öğretilmelidirler nesillerimize. Zira bir
mühendisin de, doktorun da, muallimin de, terzinin de, aşçının da, hatta
çobanın da bu hakikatleri bilmeye, öğrenmeye hakkı vardır ve bilmelidir,
öğrenmelidir. Hiçbir kimsenin buna hayır demeye hakkı yoktur ve olamaz. Zira
burasının neresi olduğu bellidir. Binaenaleyh, böyle bir düşünceye hayır
diyenler zerre dikkate alınmamalıdırlar. Herhalde gâvurları öğretecek değiliz. Artık
Maarif Teşkilatında devrim yapma vaktidir vakit, bilakis yarın çok geç
olacaktır, çünkü nesillerimizi kaybediyoruz günden güne. Ruhları zaten handiyse
sökülüp alınmış durumdadır, bedenen de düşmelerine ramak kalmıştır. Zaman laf
üretme değil, eylem yapma zamanıdır. Kendi sanatımızı üretme, kendi şiirimizi
yazma, kendi türkümüzü söyleme, kendi tankımızı, topumuzu ve uçağımızı yapma
demidir dem. Artık zaman ithal etme değil, ihraç etme zamanıdır. Alelusul
eğitim olmaz. Ciddiyetsiz ve samimiyetsiz eğitim, sefil, soytarı ve cahil
nesiller üretir. Muallimler ileri düzeyde bir eğitimden geçirilmelidirler.
Nesillerimiz kitapla buluşturulmalıdır mutlaka. Basit bir teklif; üstat
Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Davası isimli eseri, tüm Eğitim
Fakültelerinde ders kitabı yapılmalıdır. Her muallim adayının bu kitabı
hazmetmesi sağlanmalıdır. Hatta bu kitabın hülasası istenmelidir adaylardan.
Çünkü Maarif Teşkilatının mekteplerinde muallimin fonksiyonuna paha biçilemez.
Onun eseri ya her şeydir ya da hiçbir şey. Öyleyse mevzuu mühimdir. Çektiğimiz
acıların, sancıların kahir ekseriyeti kitapsızlıktandır. Kitapsız bir millet
hamdır, karanlıktadır, öngörüsüzdür.
Kitapla bağı koparılan
nesil istikametini kaybeder ve kaybetmiştir de. Çünkü kitap bizim özümüzdür, öz
hafızamızdır. Kitap tabir caizse pusulamızdır, nereye, nereden ve nasıl
gideceğimizi gösterir bize. Kitapsız insan, kuru bir ağaç gibidir, yanmaya
hazırdır. Güneşsiz, havasız, susuz, topraksız meyve kabil midir? İşte kitap,
bizim, her şeyimizdir. Sözümüz de kitaptır, özümüz de kitaptır. Dünümüz de,
bugünümüz de kitaptır, yarınımız da kitaptadır. Kitapsız kaldığımız için bugün
bu kadar anlayışsız, iletişimsiziz. Sevgiden yoksun, hırsla ve hazla dolu,
kompleksli ve kıskancız. İdealsiz ve davasızız. Kimliksiz, kişiliksiz, değersiz
ve karakteriz bir yaşamın içinde boğuluyoruz. Felsefeden mahrumuz. Dar ufuklu, sığ
görüşlüyüz. Kendi dünyamızda boğuluyoruz. El uzatmaktan yoksunuz, muhabbetten
uzağız. Vatan nedir bilmiyoruz, millet nedir anlamıyoruz, ümmet nedir idrakine
varamıyoruz. Millet eksenli değil ferdi düşünüyoruz. Vatan çaplı değil hususi
yuva bazlı bakıyoruz. Devlet düzeyinde değil aile düzeyinde algılıyoruz. İşiten
kulaktan, gören gözden, düşünen kafadan, hisseden vicdandan mahrumuz. Bitevi
lüzumsuz işlerle iştigaldeyiz. Himmetsiz ve hamiyetsiziz. Öyleyse bir an önce
kendimize gelmeliyiz, kitabımıza dönmeliyiz. Nesillerimizi mutlaka kitapsızlık
bataklığından çıkarıp almalıyız. Güneş kitapla doğacaktır. Gönüller kitapla
şenlenecektir. Kafalar kitapla dirilecek, bedenler kitapla direnecektir. Kitapsız
insan, aptal ve şapşal bir robot gibidir. KİTABA DÖNMEK, HAYATA DÖNMEKTİR VE
HAYATI YENİDEN VE TAPTAZE ŞEKİLDE DİRİLTMEKTİR! Kitap, baharın müjdecisidir. Kitap,
medeniyetin mutlak dinamiğidir. Kitap, insaniyetin dirilişidir. KİTAP,
HAYATTIR! Kitapsızlık ölümdür. Üstat Cemil Meriç soruyor ve diyor ki; ´´dünya
da eğer bir medeniyet varsa, o medeniyetin arkasında bir kitap vardır, zira
kitapsız medeniyet yoktur, peki, sen kitabını biliyor musun?