Eğitim, beden denilen
mekanizmanın ana unsurları olan kalbi ve kafayı dönüştüren bir faaliyettir.
Özbenlik vehleten değişen, dönüşen ve tekâmül eden bir şey değildir. Hazlar,
hırslar ve müptezel zevkler benliği zehirler. Usulca yerleşir, kökleşir ve
benliği tamamıyla ele geçirince de yıkar. Ve siz, sizi öldürdünüz! Diriyken ölü
olmak ne kötüdür. Eğitim; hayatı düzene sokar, disiplinize eder. Zevklerini
bilmede, ideal oluşturmada, seçme eyleminde, dostları seçmede ve tanımada,
gündelik yaşamda ki ilişkilerde gösterilecek tavırlarda kesin etkiye sahip bir
olgudur eğitim. Direkt olarak benliği hedefler, eğitim sayesinde, benlik, ya
kendini bulur ya da kendini kaybeder. Fakat eğitimin aracı ne olacaktır,
olmalıdır, esas mesele budur. Zira günümüzde her yer okul, her şey eğitim
aracıdır. Bunlardan kimi yıkıcı, kimi de yapıcı mahiyettedir. Eğitim, bir yerde,
arzulanan kitleyi de oluşturmak için istimal edilen bir araç mesabesindedir.
Yakın tarihinizi gözünüzün önüne getiriniz. Gençliği ele geçirmek ve gençlikle
varolmayı garantilemek isteyen her mekanizma mutlaka eğitimi kendi inhisarına
almak ve eğitimi kullanabileceği şekilde şekillendirmek ister. Çünkü eğitim
öyle bir şeydir ki, onunla gençliği hamur gibi yoğurur, istediğiniz kıvama
getirir ve dilediğiniz şekli verebilirsiniz. Eğer bir milletin özbenliğini
eğitimle öldürmüşseniz, onu diriltmek yine eğitimle olacaktır. İşte eğitim
teşkilatında devrim yapılmasına bitevi vurgu yapmam bundandır. Alelade
icraatlarla devrim olmaz, eğitim yapılmaz, gençlik dirilmez ve kendine gelemez.
Eğer, akıla, vicdan karşısında baş eğdirmiyorsa, yapılan eğitim değildir. Aklına
uyupta, vicdanını uyutan milletlerin kaderi güdülmektir, mütemadiyen kayıp
vermektir, zalimlerin peşlerine takılmaktır, daima azap çekmektir. Vicdan
konuştuğu zaman, akıl sükût etmelidir. Akıl, vicdanın tavrını idrak edemez,
vicdanın hakikatlerini algılayamaz. Akıl tahdit edilmiştir ama kalbe-vicdana
sonsuzluk bahşedilmiştir. Akıl sınırların mahkûmudur, dardır ama kalp-vicdan
engindir, geniştir, sonsuzdur. Akılda son vardır yani mesafesi muayyendir,
kalpte-vicdanda ise son diye bir şey yoktur, sonsuzlukta süzülür. Akıl
ödlektir, kalp ise pervasızdır. Akıl yerleşik düzenden yanadır, kalp-vidan ise
devrim bayrağını kaldırır. Akıl eğer yalnız kalırsa düşünürken çıldırır,
kalp-vicdan ise yalnızda kalsa hissederken insan kılar, yükseltir ve yüceltir. Eğitimde
hedef; akıl ve kalptir. Akıla öğretilir, kalp ise eğitilir.
İmmanuel Kant, varlık
âleminde kendisini hayretler içerisinde bırakan iki şeyden bahseder, ‘’bunlardan
biri mavi gökyüzüdür, diğeri de insanın derununda ki vicdan denilen şeydir.’’ Gökyüzü
demişken, hakikaten, haşyetin ve umudun mezcolduğu bir şeydir. Yabancı bir filozof, gökyüzünün, inançsızı
korkuttuğunu, müminin ise umudunu büyüttüğünü söyler. Önderimiz ise, hayatta
hiçbir sorumluluğu olmaması halinde bir yere oturup mütemadiyen gökyüzüne
bakabileceğini söylerler. Bazı şeylere bakabilmek ve üzerinde tefekküre
dalabilmek cesaret ister. Eğitimde, bendenize göre, en mühim şey, seçiciliktir.
Önce ayıklayacaksınız sonra aktaracaksınız. Zira akıl ve kalp lüzumsuz şeylerle
iştigal etmemelidir. Fazlalık sıkıntı yapar, arıza çıkarır, kafayı ve kalbi
tahribata uğratır, işleyişi ve insicamı bozar. İnsan öyle önüne konan her şeyi
yiyemediği gibi, her şeyi de öğrenemez. Zira kötü, iyiyi bir şekilde
diskalifiye ediyor, çünkü nefis buna müsait bir yapıda. Dehaların doğuşu kolay
değildir. Filhakika, bizim insanımızın mezellet ve meskenete maruz kalmasının
sebeplerinden biri de, belki de en mühimi de, kafasını ve midesini önüne konan
her şeyle rastgele doldurmasıdır. Birisi alıklığı ve bönlüğü, diğeri ise fazla
kiloyu tevlit etmektedir. İkisi de maalesef hareketsiz kılıyor ve yıkıyor
insanı. Sanatçı denilen ama sanattan yana zerre miskal behreleri bulunmayan
sefil beyinliler niçin hep alık tiplerdir kahir ekseriyetle? Ve niçin obezite
diye bir şey vardır? İnsanlar hakikate niçin bu kadar mesafelidirler,
yabancıdırlar? Çünkü kafalarında ve kalplerinde hakikatin boğulmasına ve
yalanın, yanlışın zaferine imkân sağlamışlardır. Varlığımızın varolması için, bilgide
seçicilik ve ayıklama zaruridir. Ya bilgiyi seçecek ve onu kullanacaksın ya da
seçmeden tüm bilgileri kafana dolduracaksın ve bilgiler seni kullanacak. İnsanı
kendine getiren yani dirilten malumat vardır, insanı kendinden alan ve öldüren malumat
vardır. Haydi, ömrünüzün sonu olmayaydı neyse, fani ve kısacık bir ömürde
rastgele yaşamak, alıklıktır. Çünkü nice malumatlar vardır ki, ne burada ne
ötede zerre faydası yoktur. Peki, o malumatlara erişmek istemek ve onları
edinmek niyedir? Keza, mideniz her türlü çöpün boşaltıldığı bir çöplük müdür
ki, her şeyi, sağlam, bozuk demeden boşaltıyorsunuz oraya? Allah aklı boşuna
vermedi değil mi? Öyleyse aklınızı kullanacaksınız, hem öğrenmede, hem de
yeme-içmede. Zira ayıklamayı ve seçmeyi yapacak olan; akıldır. Ya bilginin
efendisi olacaksınız ya da bilginin esiri! Niye; sözü, cahillerin çoğalttığı
dillendirilmiştir? Çünkü cahil sözü bilmez, sözden anlamaz, her şeyi söz sanır
ve alır, taşır onu her yere, böylece söz çoğalır. Bugün insanlık niçin malumat
hamalıdır ve malayani malumatların tutsağıdır. Çünkü derununda ki hakikatin
öldürülmesine seyirci kalmıştır, bünyesine saçma sapan bilgileri yükleyerek.
Hakiki bilgi,
geliştiren, eğiten ve yenileyen bilgi en diplerdedir. Maden kuyusuna kazma
sallarken sarf ettiğiniz enerji gibi hatta daha fazla enerji sarf etmelisiniz,
emek vermelisiniz ulaşmanız için, bu bilgiye. Görüntü ve yüzey her zaman yanlış
algıyı tevlit eder, insanı aldatır. Derinlere dalmaya cesaret edemeyen hazineye
ulaşamaz. Sabır iktiza eder, zafer için. Kaynak başkadır, musluk başkadır.
Binaenaleyh, mutlak bilgi ve hakiki eğitim kaynağı Kur’an’dır. Üstat Nurettin
Topçu sarih ve muhteşem bir sözle bu hakikati izhar etmektedir: ‘’Yeryüzünde ki
en güzel kitap, en muhteşem eser, Kur’an’dır’’ diyor zat-ı alileri. Üstat
sonsuz haklıdır. Zira, Kur’an haricinde hiçbir eser, kamil insan ortaya
koyabilme gücüne haiz değildir. Öyle bir insan kurar ki Kur’an, o insan tek
başına dünyayı fethetmeye kadir olabilir. Dünya da Kur’an’ın kurduğu insandan
başka hiçbir insan ahlakı ve adaleti ideal düzeyde temsil edemez. O’nunla
kurulan insanlar, insanlığa faydalıdırlar, yol göstericidirler, değerler ortaya
koyucudurlar. Kur’an; akılları ikna, ruhları teskin eder. Diriltir, direniş
bilinci aşılar, bilinç ve şuur sahibi kılar. Bedenleri tahkim eder. Hakiki
hürriyeti sunar. Yurt savunmasını, adaletin ikamesini, ahlakın güzelliğini en
ideal düzeyde öğreten ve öğrettiklerini bilinç seviyesine yükselten yegâne
eser; Kur’an’dır. İnançsız ya da inançlı
fark etmez, eğer düşüncenin namusuna iman etmişseniz Kur’an ile ilgili
söylediklerimize hayır diyebilme şansınız, imkânınız yoktur ve olamaz. Çünkü
mutlak hakikattir söylediklerimiz. Zira mutlak ve yüce örneği vardır
söylediklerimizin; Önderimiz ve Halifelerimiz.
Eğer bir bilgi ki,
ruhlara istikamet göstermiyor, akılları teskin etmiyorsa, o bilgi hakiki bilgi,
hakikatin bilgisi değildir. Hakikatin bilgisi, hayatın hakikatidir, hakiki
hayattır. O bilgi asla yanlışlanamaz, yalanlanamaz, olumsuzlanamaz. O bilgi
insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarır. İnsan kılar. Diriltir, uyandırır ve
direnişe geçirir. Özünde bağımsızlığı gizler. Zalimleri açık eder. İdeolojileri
yerle yeksan eyler. İşte o bilgi; Allah’ın bilgisidir. O bilgiyle beslenmeyen,
eğitilmeyen insanoğlu yeryüzünde acılardan acılara sürgündür. Ezilmeye,
sömürülmeye, aldatılmaya mahkûmdur. Değersizleşmek kaderidir. Yeryüzü niye kan
ırmaklarına dönüşmüştür, çocuklar niçin diri diri toprağa gömülmektedirler,
milletler niçin bir türlü uyanamamaktadırlar, insanlık niçin ahlaka ve adalete
adeta susamıştır, kaynaklar şeytaniler tarafından pervasızca nasıl oluyor da
sömürülebiliyor, ümmet-i Muhammed niçin bir türlü gülememektedir? Çünkü
Allah’ın bilgisinden mahrumdur. Binaenaleyh, dünya gerçeklerinden de
bihaberdir. Tezkiye ve terbiye etmeyen bilgi, nasıl bir bilgidir? Öyle bilgi
yok olsun daha iyi. Hakikatin bilgisi haricinde ki tüm bilgiler, yolu ve yönü
şaşırtan bilgilerdir, aklı iptal eden ve alıklaştıran bilgilerdir, ruhu
karanlıkta tutsak kılan bilgilerdir. Böyle bilgiler tağutların bilgileridir. Ki,
tağutların bilgileridir ki, insanoğlunu yeryüzü zindanlarında tutsak kılmıştır.
Ki, Allah’ın bilgisidir ki, mutlak aydınlığa çıkarmıştır insanoğlunu.
Kaliteli bir talebeden,
kalitesiz ve malayani bilgilere sahip olmasını bekleyemezsiniz. Kaliteli bir
muallimden, kalitesiz ve malayani bilgiler öğretmesini isteyemezsiniz. Kaliteli
bir mektepten, kalitesiz ve malayani hizmet üretmesini talep edemezsiniz.
Kaliteli bir maarif teşkilatından da kalitesiz ve malayani işlerle iştigal
etmesini ummazsınız. Kaliteli işlerle iştigal edenler de zaten kalitesiz ve
malayani bilgilerin, işlerin ve hizmetlerin cahilidirler. Kalite kaliteyi
çeker. Kaliteli olan mutlaka kaliteli olanla hemhal olur, iştigal eder. Eğitim
felsefeniz yoksa, eğitime dair bir idealiniz ve hedefiniz de yoktur. Hatta bir
eğitim davanız yoktur. Nihayet, yekpare eğitim sistemiyle ilgili kaliteli
işleriniz olmaz. Felsefe sahibi için, kalıp değil öz önemlidir. Felsefe, irade
oluşturucu, karakter yapıcı bir olgudur. Sağlam bir sistemin, mutlaka sağlam
felsefesi vardır. Dindar olsanız bile felsefeden behreniz olacaktır. Felsefeden
yana behresi olan biri bilir ki, bilincin ve şuurun kendi özlerine ve
yapılarına mahsus iştigal alanları vardır. Bilinç ve şuur, lüzumsuz bilgiler
deposu da, herkesin hadimi de değildir. Hülasa, bilinç ve şuurdan malayani bilgilerin
deposu olmasını bekleyemezsiniz. Ki, mutlak ahlak umdeleri de, bilinç ve şuurun
her şeyi bilmesini tensip ve tasvip etmez. Kötülüğün bilgisi insani kötü yapar.
Çünkü kötüyü bilen kötülüğe yaklaşmış olur. Bilinmelidir ki, karakter ve
kişilik, bilinenlerin yoğrulup, yoğunlaşıp, şekil almasıdır. Kötü karakter,
kötülüğün bilgisinin; iyi karakter, iyiliğin bilgisinin neticesidir. Bilginin
mahiyeti ne olursa olsun, insanı eyleme sürükler zımnen. Hadi iyiyi bilenin işi
kolaydır, iyiliği kolayca yapar ve kötülükten yana da endişe etmesine mahal
yoktur ama kötüyü bilenin işi hiçte kolay değildir, çünkü o hem kötülüğe
meyledecektir hem de iyi olmak için normal standartlar dışında ayrı bir direniş
göstermesi, efor sarf etmesi iktiza edecektir. Böyle bir şey ise insanı
yıpratıcı ve yıkıcıdır. Fakat, insan, necatın öznesi olması hasebiyle, eforunu
iyilikten yana istimal etmesi icap eder. Din ve ideoloji bağlamında olayı
tetkik ederseniz, daha gerçeği daha bariz müşahede edersiniz. İnsanlar dini
öğrenmekten uzak ama ideolojileri öğrenmeye yakındırlar. Binaenaleyh,
mütemadiyen çıkmazların, yalanların, yanlışların, yıkıcı eylemlerin
mahkûmudurlar.
Bizim kültürümüzde ve
medeniyetimiz de, mabetler mektep, mektepler mabettir. Ama son yüzyılda
mektepler mabet olmaktan, mabetler de mektep olmaktan uzaklaşmış durumdadır. Bu
durumu tersine çevirmek zorundayız. Bilakis, mukadderatımız karanlıktır. Zira
mabetleri ve mektepleri işlevsiz kalan ve asli işlevlerinden uzak olan
milletler varlıklarını idame ettirmekten yana acizdirler. Ehl-i imanın ve ehl-i
vatanın; kadim kültürleri, kimlikleri, gelenekleri, tarihleri ve dinleri ile
yoğruldukları yerlerdir bu kutsal mekânlar. İdeallerine adanmış nesiller
buralarda yetişirler. Davaların ilk kazanıldığı yerler buralardır. Buralarda kazanamayan
milletlerin meydanlarda kazanmaları muhaldir. Mabet ve mektep; terbiye ve
tezkiye ocaklarıdırlar. Yönsüz ve yolsuz nesiller; mabetsiz ve mektepsiz
milletlerin nesilleridirler. Yolunu şaşırmış, yönünü kaybetmiş milletler; karanlığın
tam ortasında naçardırlar. Eğer mektepleriniz, birer mabet mesabesine
yükseltilmemişse ve bünyesine ölümsüz ruh derç edilmemişse, o mekteplerden
çıkanların kaderi mekteplerden çıktıktan sonra güdülmektir. Ve bu mektepler
cehaletten başka şey üretmezler. İnsanlığın en büyük düşmanıdır, cehalet.
Cahiller bitevi kavga ederler ve sonuç tefrikadır, tefrika ise esareti tevlit
edecektir. Ümmetin yaşadığı coğrafya önümüzdedir. Cehalet, mikrop gibidir, elektrik
misali çabuk yayılır, iyileşmesi ise asırlar alır. Tevhidi, vahdeti, hürriyeti,
kardeşliği, bağımsızlığı zehirler. Asırların yıkamadığı bir gövdeyi bir anda
yıkıverir. Mekteplerin muayyen unsurları vardır. Muallimsiz mektep başsızdır.
Talebesiz mektep boştur. Ders verilmeyen mektep anlamsızdır. Eğer derslerimiz
bize hakikatin bilgisini araştırma yol ve yöntemlerini sunmuyorsa, eğer
talebelerimiz hakikatin bilgisinin peşinde koşmuyorlarsa, eğer muallimlerimiz
hakikatin bilgisine ulaşacak yolu göstermiyorlar ve bir ideal aşılamıyorlarsa
ve tüm unsurlarıyla bir bütün olarak mekteplerimiz; milletin mektebi olmayı ve
mabetleşmeyi başaramamış ise, politikanın çarkından kurtulup hakikatin
istikametine girmemiş ise, muallimin hürriyetini ve otoritesini tahkim etmemiş
ise, varoluşun fışkırdığı kaynak olan ruhları huzur ve muayyen bir insicam
içinde birleştirmemiş ve disiplinize etmemişse, yeni bir DİRİLİŞ ve VAROLUŞ
muhal ender muhaldir. Yeniden diriliş ve arınarak varoluş mekteplerin
mabetleşmesinden geçer. Eğitim ıstıraplıdır. Istırapsız muallimler, talebeler,
mektepler asla yeni ve taze bir soluk olamazlar. Öğretmekte sancılıdır,
öğrenmekte. Kutsal sancılar, kutsal doğumun habercisidirler!
Hayat, en iyi öğreten
öğretmendir. Ve hayat sana, senin için öğretir. Senin, senin olman için
öğretir. Hayat dışında hiçbir şey, senin için öğretmez. Sen, sende kalman için,
hayattan öğrenmeyi başarmalısın. Allah, hayatı, öğretici nitelikte halk
etmiştir. İnsana hiçbir şey, olgu, olay vs. zorla öğretmez ama hayat zorla
öğretir. Kimse seni akıllı yapmaz, yapamaz ve yapmakta istemez ama hayat sen istemediğin
halde seni zorla akıllandırır. Ve hayatta merhamet aramayın. Çünkü hayat aptala
acımaz. Binaenaleyh, en iyi muallim, seni hayata hazırlayandır. Hayatı sana en
ideal düzeyde aktarandır. Muallim haddizatında bir üstattır. Hayatı, hayatımıza
hayat yapandır muallim. Talebe, hayatı tetkik eden, gözleyen ve seçendir.
Hayatın en hakiki ve kadim muallimleri ise, insanlık önderleri olan
peygamberlerdir. Bizim muallimimiz ve önderimiz de Hz. Muhammed’dir (sav). Allah
ise, ilk ve mutlak öğretici ve eğiticidir. İnsana öğreterek ve insanı eğiterek
insanı yüceltendir. Mektep eğiterek tesviye, terbiye eden ve tezkiye ederek
arındıran kutsal bir ocaktır. Eğitimdir ki, insanı meleklerden yüce yapar.
Cehalet ki, insanı hayvanlardan bile aşağı düşürür. Mektep, talebeye ders
verir. Bu dersler ya tasavvur âlemine aittir ve hayale hamledilir ya da iradeye
aittir ve iktidara hamledilir veyahut aşkın ta kendisidir ve kalbin özüne
iner. Hariçten ne aktarılırsa aktarılsın
malayanidir, absürttür ve anlamsızdır. İnsanı merkep kılan mektep, mektep
olamaz. Çünkü insan hamal değildir ve bilgiye hamallık edilmez, bilgi sana
hizmet ederse bilgidir. Ne gariptir ki, ne bilgimiz bize hizmet ediyor, ne
dinimiz bize hizmet ediyor. Biz ikisine de hamallık ediyoruz. Oysa dinde,
bilgide insana faydalı olmak, insanın dünyasını mamur eylemek içindir. Mektep,
kişilikli kılmıyorsa, vicdan oluşturmuyorsa, karakter bahşetmiyorsa, mektebin
varlığından söz edilemez. Ne garip! Mekteplerden çıkanlar, yoldan çıkıyorlar ve
yoldan çıkarıyorlar. Acımalıyız çocuklarımıza! Yananlar, yakmasınlar! Mektep,
insanlığı öğretir, hayvanlığı değil. Şerefli olmayı, hakikatli yaşamayı, ahlakı
kuşanmayı, adaleti ikame etmeyi öğretir. Saygıyı ve sevgiyi nakşeder kalplere.
Kini ve nefreti söküp alır kalplerden. Ağlamayı öğretir, merhametli olmayı ve
paylaşmayı öğütler. Vatan, millet, din, devlet aşkını kazır beyinlere ve
ruhlara. Dine bağlar insanı ve dinle bağlar birbirilerine insanları. Maddeye
efendi yapar, uşağı kılmaz nesnenin ve nesneleştirmez insanı. Nesilleri
öldürmek için değil diriltmek için vardır mektepler, fakat ne gariptir ki
nesiller ölü doğuyorlar oradan ve canlı cenaze gibi dolaşıyorlar hayatın içinde.
Gençliğin içine güneşi koyar ve genç o güneşle yaşar, yaşadıkça aydınlatır
yaşadığı dünyayı. Ama nesillerin yüreklerinde ve gözlerinde ne ışıktan nasip ne
de bir kurtuluş umudu vardır. Hürmet yoksa, saygı bitmişse, sevgi tükenmişse,
yalan kasıp kavuruyorsa ortalığı, güvensizlik egemense hayatlara, iffet sükut
etmişse, ahlak tükenmişse, hamiyet yürekleri terk etmiş, himmet terkedilmişse, gençlik
kültürden, bilgiden yoksun ama cehaletin bataklığında naçar bir şekilde
çırpınıyorsa, erdeme ve edebe meftun gönüller yaşamıyorsa, insana ve insanlığa
aşkla yönelen taze ve temiz yürekler kalmamışsa, orada ne mektep vardır ne de
bahtiyardır orada ki millet. Ki böyle bir hayatı sunmayan mektep yok olsun daha
iyi. Mektebin bir görevi daha vardır; kalpleri mabetlere, bedenleri kışlaya
bağlamak. Milletlerin ve devletlerin var oluşları ve var kalışları üç şeye
merbuttur; MEKTEP-MABET-KIŞLA.
Eğitim Teşkilatı öyle
devrimler yapmalıdır ki, bu devrimler, dirilişin yol işaretleri olsun, nesiller
bu işaretlerle istikametlerini bulsun ve Yarın ki; tam bağımsız, kudretli,
milli, aydınlık, sömürüsüz ve milletin egemen olduğu Türkiye’nin temelleri
atılsın. Sanayi de, tarım da, güçlü atılımlar yapılsın, kendi uçaklarımız,
tanklarımız, gemilerimiz, denizaltılarımız üretilsin. Haddizatında yapılması
gereken çok önemli bir şey var bendenize göre ama tabi becerilebilirse; ilkokuldan
yüksekokula kadar tüm mekteplerin sayısı kesinlikle azaltılmalı, faaliyetleri
sonlandırılan mekteplerin bütçeleri ve materyalleri faaliyetlerine devam edecek
olanlara aktarılmalıdır. Az bütçeli ve materyalsiz bin okul olacağına, yüksek
bütçeli ve tüm teknolojik imkânlarla ve ihtiyaç duyulan materyallerle teçhiz
edilmiş yüz okul olsun. İnanın ki kalite bir anda artacaktır. Maalesef hep
niceliği önemsiyoruz, niteliği umursamıyoruz. Nicelik niteliği takip etmelidir
işin özünde. Nitelik niceliği takip ederse, bunda başarılı olmak ham hayaldir.
Bu telakki her şeyde böyle ve sonsuz zararlı, fakat algılayamıyoruz. Çok basit
ve önemsiz olarak görülen bir misal; hani diyoruz ya muallimlerin maaşları
mevzubahis olduğunda; sayıları çok diye. İşte söylediklerimiz fiiliyata
döküldüğü zaman böyle bir telakki sadır olmayacak. Hem fakülte sayısı azalacak,
hem kontenjan azalacak, hem muallim sayısı azalacak, hem mektep sayısı azalacak
hem standartlar yükselecek ve sonuç: kaliteli bir eğitim. Misal; muayyen bir
sayıda Tıp, Mühendislik, Hukuk, Eğitim bölümü açacaksın. Puanları yükselteceksin.
Sayıyı düşüreceksin. Giren de, çıkanda belli bir düzeyde girecek ve çıkacak ve
muazzam bir talim, terbiye, tezkiye ekseninde eğitim verilecek, nihayet mezun
olanlar hayata atılınca en kaliteli hizmeti sunacaklar ve ayrıca hususi
zamanlarında bilimsel çalışma yapabilecekler. Çünkü üretim demek, kapasite
demektir. Azaltılan üniversitelerde en ince detay düşünülecek, iğneden ipliğe
tüm ihtiyaçlar tamam edilecek. Yedi bölge var, her bölgeye devasa iki
üniversite kuracaksın, tabi bu üçe de çıkarılabilir, öğrenciler okumaya
gelecekler, eğlenmeye değil. Kaybolmaya gelmeyecekler dirilmeye gelecekler.
Çoğalan şeyin değeri düşer ve çokluk kalitesizdir. Muallimler öyle yetiştirilecekler
ki, hepsi adeta hayat olmuş birer üstat olacaklar. Her kademede ki öğretici ve eğiticiler
kaliteli olacak. Üniversitelerde dehalar yer bulacaklar kendilerine, torpili
kuvvetli olanlar değil ve ilkten sona kadar her kademede ki öğretici ve
eğiticilerin hayat standartları kesinlikle kalbi ve kafayı tahrip edici
olmayacak. Çünkü bunlara ayrılan bütçe sonuna kadar helaldir. Üniversitelerin
çokluğuyla övünen bir milletiz maalesef ama üniversitelerin halini gördüğünüz
zaman övündüğümüz şey bu mu diye yüreğiniz acıya gark olur. Oralardan çıkan
gençlerimizin hallerine şahit olduğunuz da kafayı yersiniz. Ki hepimiz
manzara-i umumiyeye tanıklık ediyoruz. Ayrıca ilk mektepten son mektebe kadar
nesiller, muhakkak manevi eğitime tabi tutulmalıdırlar, dinlerini en ideal
düzeyde öğrenmeliler ve hayatlaştırmalılardır. Yine devasa bilim merkezleri
tesis edeceksin ve dehalarını o bilim merkezleri için belirleyecek, onları bu
merkezlere yönlendirecek ve onlara her türlü imkânı sonuna kadar sunacaksın. Bu
insanlara muazzam koruma sağlayacaksın. Eğer işlerinizi samimiyetle,
ciddiyetle, özveriyle, özgüvenle yaparsanız başarı asla imkânsız değildir hatta
muhakkak olarak içinizdedir.
Eğitim; kafaya aklı,
kalbe imanı koyan ve nakşeden ve ikisinin tümlüğü ile insanı vatanseverliğin
şahikasına yükselten şeydir. Geçelim! Eğitimi bir oyuna döndürmeliyiz. Her oyun
bir değer aşılamalıdır. Ve eğitim namına, hangi meslek gurubu olursa olsun,
muhakkak bir değer, o mesleğin kapsadığı dersler dâhilinde çocuklara
aktarılmalıdır. Yaparak yaşayarak öğrenilen şey ve yaptırarak yaşatarak yapılan
eğitim benliklerde kalıcı olur. Eğitim
ve öğretim bireye bilinç aşılamalıdır. Tabi bu da derin bir sabır ve özveri
iktiza eder. Kalbe ve kafaya öyle girilmelidir ve kadim değerler öyle
işlenmelidir ki, çocuk; neyi, nasıl, neden yapacağını ve yapmayacağını aldığı
eğitim sayesinde idrak etsin. Kalbi ve kafası tekâmül eden çocukta artık bir
bilinç düzeyi teşekkül etmiştir. Bu yüzden hedefimiz; kalp ve kafa olmalıdır.
Zira insanlığın terakkisi bu iki olguya merbuttur. Ve insan; kalp ve kafadır. Hariçten,
gençliği hedef alan her türlü kötülüğün ilk saldırdığı yer; kalp ve kafadır. Bugün
adeta bir iffet ve şeref katili olan televizyon nesli içeriden yıkan bir mikrop
yuvasıdır ve her an mikrobunu tek tuşla tüm insanlığa aktarmaktadır. Aktarılan
yerde; kalp ve kafadır. Yozlaşmanın en büyük müsebbibi; televizyondur. Şöyle
çevremizi temaşa ettiğimizde, sanki dizilerden fırlamış tipler görürüz.
Dizilerde ki gibi yiyenler, içenler, giyenler, evlenenler mebzul miktardadır
meydanlarda. Ki zaten, televizyon denilen şey de sokak adamının eğlencesidir. Tabir
caizse, sokak adamının ilahıdır televizyon denilen melun makine. Yüreğe hükmeden
imanın hakiki katilidir. Sanal dünyadan üzerimize saldıran ve gövdemize çarpan
mikroplar tüm doğallığımızın celladı oluyor. Bozulan ve bozuldukça daha da
alışan, alıştıkça alıklaşan insanlar artık adeta gezici televizyon oluyorlar.
Hayatları ilim olması iktiza eden ve insanlığa yön göstermesi icap eden
insanların hayatları film oluyor. İman bedeni terk ediyor, ahlaksızlık bedeni
kaplıyor. Televizyonda ahlak arayanlar, aradıkları şeyi aradıkları yerde
yitiriyorlar farkında olmadan. Bir doğrusu varsa bin eğrisi var ve o bir
doğruya uzananlar zamanla bin eğrinin içinde kayboluyorlar. Çünkü ya
yaklaşmayacaksın ya da yanacaksın cancağızım başka yolu yok bunun! Ya mektepli
olacaksın ya da merkepleşeceksin!
Ne dedik? Dersler ya
değerli olacak ya da değersiz kılacak nesilleri! Kuru ders kurutur insanı.
Varlık tek yönlü, tek boyutlu bir olgu değildir. Beden ruh ile, hayat ölüm ile,
cennet cehennem ile, erkek kadın ile anlamlıdır, değerlidir, bir şey ifade
eder. Bilakis boştur hepsi de ama boş olmaları da imkânsızdır tabi ki, zira
fıtratları boşluğa mahkûm olmalarına müsait değildir, yani mahiyetleri anlamlı
kılmaktadır her bir olguyu. Ve esas ders; varlıkta ki anlamı yakalatan derstir.
Anlamı bulamayan, anlamsızlıkta kendini kaybeder. Anlamsızlık, ahlaksızlığın
tohumudur. Anlam bulamayanlar, kötülük kuşlarının saldırısına maruz kalır ve
yaralanır, yaralandıkça da kan içen, kin kusan, kötülük fışkıran bir yaratığa
dönüşür. Zehirlenmişlerdir ve zehirlemektedirler. İşte televizyon dediğimiz
illette insanın bu tür illetlere yakalanmasına neden oluyor. Hülasa; insanı,
tam kalbinden ve aklından vuruyor. Önce anlamı kaybediyor insanlık, sonra da
ahlaksızlıkta anlam arıyorlar. Bir hain üretme fabrikasıdır, ayarları bozucu
bir unsurdur televizyon denilen melun alet. Anlamlı kılan unsurları ve o
unsurlara anlam ekleyen insanı katleden bir zehirdir. Zehirler. Zehirlenenler
zehirler. Hayatın tam ortasından söylüyorum. Çağımızın mektebi bu melun makine
olmuş durumdadır. Çocuklarımız bunun karşısında diz çöktürülmüştür. Mikroplar
tek gözlü bir canavardan yayılıyor ve tüm gövdeyi kuşatıp, kafaları ve ruhları
işgal ediyor. Akıllara, kalplere kötülük kusuyor ve akıllar, kalpler kötülük
kusuyorlar. Nihayet, kötülüğü doğallaştıran ve alışkanlığa dönüştüren ve insanı
sefilleştirip, alıklaştıran bir düzenbazdır televizyon denilen aletin düğmesini
kontrol edenler. Evet, haddizatında suçu zavallı bir makineye hamletmek
akıldışıdır. Asıl tehlikeli olan, tehlikesiz olanı tehlikeli hale getirendir. Binaenaleyh,
korkulacak olan, insanlığa bakan ve insanlığın baktığı bu pencereye hükmeden
şeytanilerdir.
İnsanın önüne pisliği
koy, insan pislenmesin de. Ya da insanın kafasını ve kalbini pislikle doldur,
insan pislik yapmasın de. Bu hakikaten namussuzcadır. Kardeşim insan, insandır,
bir damla kan ve tüm mevcudiyetini kaplayan binlerce endişedir. Hırstır,
kindir, hazdır, hüzündür, acıdır, cinayettir, ıstıraptır, acizdir, muhtaçtır,
cahildir, nankördür, sevgidir, hedeftir, idealdir, mücadeledir, diriliştir,
direniştir, ahlaktır, adalettir. Sonsuz duygu ve düşünceden müteşekkil kompleks
bir canlıdır. İnsan da nefis diye bir şey vardır. Ama hayatlarını nefisleri
üzerine kurmuş olup umarsızca yaşayanlar, bunu algılayamıyorlar. İstiyorlar ki
herkes bize benzesin. Hayır kardeşim herkes size benzemez ama herkesin de
nefisine uyma huyu vardır. Yani insan bazen şeytanın aldatışına gelir ve
nefsine uyar. Binaenaleyh, derin düşünmeyenler söylediklerimizi idrak
edemezler. Biz yandık, nesillerimiz yanmasın diyedir tüm gayretimiz.
Televizyondan bahsediyorduk; ne oluyor? Ne kadar pislik varsa bir odaya
dolduruyorlar ve odanın penceresinden kokusunu tüm âleme yayıyorlar. O odada
değerden iz yok, insaniyetten iz yok, din zaten yok, ar damarlar çatlatılıyor,
namuslar talan ediliyor, namussuzlaşanlar topluma çıkıp toplumsal yapıyı,
düzeni harap ediyorlar, canlara kıyıyorlar, sonra yakalanıyorlar ve defaatle
aynı pencereden âleme gösteriyorlar, sanki yapılanlar harika bir şeymiş gibi,
böylece bozulan bozulmayanı da etkiliyor ve temiz kalanı da bozuyor. Nihayet
pislikler seri bir hal alıyor. Ve toplum tacizlerden, cinayetlerden,
ahlaksızlıklardan geçilmiyor. Huzur gidiyor, terör geliyor. Burada laflamıyoruz
cancağızım, söz sarfediyoruz. Ne havadan atıp tutuyoruz ne de havaya atıp
tutuyoruz. Belki kıyısındayız yaşam nehrinin ama gözlerimiz de kapalı değil.
Rabbimiz hadsiz nimetler bahşetmiş kullanalım diye. Aziz şahsiyetini, Yüce
otoritenin murakabesine bırakmış ve bunun farkındalığıyla istikametini tayin
eden, karanlık ve kir fışkıran pencerenin büyüsüne kapılıyor ve şirazesinden
çıkıyor. Fren tutmaz oluyor, balata iptal oluyor ve nihayet kontrol kayboluyor.
Bilinç, şuur, idrak, farkındalık kabiliyetleri bir bir iflas ediyor, kimliğini
ve dinini unutma hastalığına yakalanıyor ve kendini de kaybediyor. Farkında
olmadan kendini zincirlere, kelepçelere, bukağılara teslim ediyor. Ve işin en
vahim ve netameli yönü ise; tek bir ferdin nezdinde yekpare toplum tefessüh
ediyor ve türap olup gidiyor. Bir millet; payidar olması icap ederken izmihlale
tutuluyor. Son tahlilde; bir millet özelinde de, yekpare ümmet mahvoluyor,
harap oluyor, mezellete ve meskenete mahkûm oluyor. Ve buna seyirci kalıyoruz
maalesef. Bir insan kirlenirse, bir medeniyet kirlenir! Tüm bunlar, mektebin
istikametini kaybetmesinin intaç ettiği tehlikeli durumlardır. Mektebin, ikbal
heveslerine mahkûm edilmesinin kötü neticeleridir. Muallimin,
yetiştirilmemesinin ve muallimin de yetiştirememesinin neticelerindendir. Maarifte,
mektepte, muallimde, talebede asli görevlerine dönüp, asli fonksiyonlarını icra
edeceklerdir. Evet, mektep devlet murakabesinde olmalıdır ama kısmi bir
otonomiye de haiz olmalıdır.
Kullar; Allah’ın
kuluysalar, kulların muallimleri de Önderlerdir, Önder’dir (sav), kitapları da
Kur’an’dır. Evet, kalbin eğitimi yani manevi eğitim, bu mutlak temellerde,
yörüngede yapılmalıdır. Kalp özdür ve öz, Allah’ın izidir. Bedene
dokunabilirsiniz ama kalbe dokunamazsınız, evet kalbe dokunursunuz ama kalbe
dokunuş farklıdır, sessizdir. Ona dokunmadan dokunursunuz, bu yüzden maddi
bedeni eğittiğiniz gibi eğitemezsiniz onu. Hassas bir yapısı vardır kalbin. Ona
vurmadan onu kırabilirsiniz, işkence yapmadan acı çektirebilirsiniz, dokunmadan
ağlatabilirsiniz, hediye vermeden sevindirebilirsiniz. Manevi eğitim namına
başka bir hiçbir şey ittihaz edilemez, ki manevi eğitim verecek başka hiçbir
şey yoktur. Ha kalbin eğitimi aynı zamanda bedenin eğitimi de demek olur mu?
Hiç kuşku yok ki olur. Kalbinde iman olanın bedenine ayrı bir kuvvet gelir.
Kuvvette, bedenen güçlü olmak demek değildir illa, vatan savunması için
şahadeti arzulayarak gitmekte kuvvettir, hatta hakiki kuvvetli olmak budur. Ama
bizler mukaddes bir hedef uğrunda ölmeyi güçsüzlük telakki ediyoruz ve böyle
bir yola bilerek gireni yadırgıyoruz, oysa yüreğin yetiyorsa sen git bakalım
gidebiliyor musun? Burada şöyle bir örnek verelim; Filistinliler için, gücün
yok, bir şeyin yok, daha ne kıpırdayıp duruyorsun, aptal mısın nesin derler
bazen, oysa bilmezler ki bir şeyin yokken bile namusunu korumak için ölümüne
direnmek hakiki kuvveti içinde taşımaktır. Ama bunu idrak etmek yüksek bir kapasite
iktiza eder. Ki, Siyonist şeytanın Müslümanlardan yana en korktuğu tarafta
budur işte. Çünkü Siyonist şeytan yurt için savaşır, Müslüman şahadet için
savaşır. Siyonist mikrobu der ki, kendileri ölüme giderken bizi de götürecekler
diye kudurur. Öz temiz, güzel ve kavi olursa, o özü sarıp sarmalayan ten kafesi
de elbette temiz, güzel ve kuvvetli olacaktır. Tabi bu meyanda insana bilim de
lazımdır ve bilime matuf dersleri de bilmelidir, yani pozitif bilimleri de
öğrenmelidir. Çünkü insan için yurt ikidir; dünya yurdu ve ahiret yurdu. İnsan
iki yönlüdür; maddi ve manevi. Misal; oruç maneviyat için, araba maddiyat için
elzemdir. Keza; hem manevi uçak olan namaz hem de maddi uçak olan bildiğimiz
uçak insanlık adına çok önemlidir. İkisinin birliği ise, muhakkak zaferdir,
mutluluktur, ideal terakkidir. Binaenaleyh, insan, hayatın, ne maddi yönünü
ihmal edebilir ne de manevi yönünü. Nasıl manevi alanda birilerinin mutlak
otoritesine müsaade edilmemeliyse, maddi alanda da mutlak otorite olmamalıdır.
Zira mutlak otorite Allah’tır. Evet, Allah yasayı koymuştur ama müdahale etmez.
Allah’ın yasalarına mütenasip yaşamak, otoritesini ittihaz etmektir zaten. Devlette
yasayı, mutlak yasalar çerçevesinde koymalı yani hak ve hürriyetler temelinde
ama asla hak ve hürriyetlere müdahale etmemelidir. Maarif teşkilatı elbette
devletin murakabesinde bulunmalıdır ama muayyen bir otonomiye de haiz
olmalıdır. Zaten hakiki milli maarif teşkilatı, devletin murakabesinde bulunan
maarif teşkilatıdır. Teşkilatını çok sağlam teşekkül ettireceksin, yasalarını
çok sağlam koyacaksın, mekteplerini çok sağlam yapılandıracaksın, muallimlerini
çok sağlam yetiştireceksin ve artık müdahalede bulunmayacaksın. Muallimlerin, kafalarını ve kalplerini
doyurduysan ve mutmain kıldıysan, yasalarını da muhkem şekilde dizayn etmişsen,
artık muallimlerin fonksiyonlarını icra etmelerine müdahalede bulunmamalısın. Muallim
devletin görevlisidir ama hizmetkârı değildir. Muallim, benliklerin
hizmetkârıdır. Onun esas görevi, devlet ricalinin emirleri istikametinde yaşamak
değil, ruhun emirleri istikametinde yaşamaktır. Aynı zamanda muallim, idari
yapının da hizmetkârı ve emir kulu değildir, böyle bir şey muallimi
alçaltmaktır. Tabi muallimlerde görevlerini yüksek bir bilinç ve şuur temelinde
icra etmelidirler. Görevlerini icra ederken, asla dış dünyaya takılıp
kalmamalıdırlar, içeriye yönelmeliler, iç seslerini dinlemeliler ve ona göre
icra-ı vazife etmelidirler. Çünkü muallimin mutlak sorumluluğu vicdanına
karşıdır. Vicdanı ölen bir kişi muallim olamaz, vicdanı ölen birine de
muallimlik yaptırılamaz.