SEN DEĞİŞECEKSİN CANCAĞIZIM!...

Özgür DENİZ - 16.06.2015

Bu satırları, Rad-11’i tedebbür ve tertil ile okuyup, idrak etmeden okumaya başlamayın lütfen. Zira ne söylenen anlaşılır ne de anlaşılsa bile doğru anlaşılır. İnsan, akıl ve kalp sahibi bir canlıdır. Binaenaleyh, ne yaparsa, yapacaksa kendisi yapmalıdır, yapmak zorundadır. Öyleyse, insan, kendi benliğinde devrim yapmadıkça ve kendine gelmedikçe, Allah, insanı asla kendine getirmeyecektir. Bilakis, imtihan manasızlaşıverir. Değişmek isteyen, ki değişmeyeni değiştirirler ama ters yönde, değişimi mutlaka hak etmelidir. Zira hak etmediğin şeye ulaşamazsın, ulaşırsın belki ama yine de ulaşmış sayılmazsın. Yargılamak, temiz olmayı koşul kılar. Zira kirli olan yargılayamaz. Ancak cesareti olanlar yargılayabilirler ama cesarette, temizliğin meyvesidir. Bu milletin meşum ve makus mukadderatını yenmemiz iktiza ediyor, ki bu millette, ümmetin kem talihini değiştirsin. Zira millet ve ümmet olarak, çok daha ileri, çok daha iyi, çok daha görkemli bir yaşamı hak ediyoruz. Hayatın dip derinliklerine daldığımız zaman ruhumuz daralıyor, beynimiz çatlıyor, çünkü perişan bir haldeyiz. Milletlerimiz, coğrafyalarımız kan ağlıyor. İçteki kavgalarımız düşmanlarımıza yarıyor. Ahlaken düşen, mutlak ve muhakkak olarak eninde sonunda madden de düşer, ki bizim resmimiz budur. Ruhumuz çalındı, gövdemiz yıkıldı. Bu millet ve ümmet, karanlıkta çaldırdığı ruhunu arıyor. Çünkü ruhunu bulduğu zaman dirilecek, kendine gelecek, özünü ve sözünü bulacak. Bizim yegâne ve mukaddes emelimiz budur. Bu millet ve ümmet hakikatleri öğrenmeli ve bilmeli ki, hakikatli millet ve ümmet olsun. Bu millet bir şeyleri aramaktadır ama neyi aradığını bilmemektedir, bilinmeyen şeyi bulmak ise zordur. Karşısında bir duvar vardır, o duvarı aşamamaktadır. O duvarlar; tefrika duvarıdır, cehalet duvarıdır, tembellik duvarıdır. Bu duvarları aşmak elbette güçtür ama aşmak için gayret etmek ise şarttır. İşte bizde olmayan şey de gayrettir. Öyleyse biraz daha gayret iktiza etmektedir.

 

Tam istiklalin, aydınlık istikbalin, haysiyetin, mutlak ahlakın, muhakkak adaletin ve temiz vicdanın soylu bir mümessili olan hakiki şair ve aydın vasfına haiz bulunan üstat Mehmet Akif Ersoy der ki; ‘’söz söylerim elbette ama söylediğim sözü öz söylerim. Belki demir gibidir sözlerim ama hakikatte demir gibi değil midir? İşte mesele budur; hakikati söylemektir, korkmayın hakikat öldürmez ama diriltir.’’ Konuşuruz ve bitevi konuşuruz, çünkü hoşnutluk duyarız konuşmaktan. Velakin, boştur konuşmalarımız kahir ekseriyetle, bin söyleriz, bir hakikat barınmaz söylediklerimizin içinde. Zira ruhumuz tefessüh etmiş, beyin coğrafyamız bilgi rahmetinden mahrum kalınca çoraklık sadır olmuş. Bizler maalesef, neyin değişmesi iktiza ettiğini ve neyi değiştirmemiz icap ettiğini fark ve idrak edemiyoruz. Yapay değişimlerin bize ilaç olabileceğini sanıyoruz. Bu tür değişimlerin kalıcı ve hakiki neticeler veremeyeceğini bir türlü kestiremiyoruz. Bilmiyoruz ki, hakikatli değişim, hakikat ekseninde tahakkuk eder. Millet ve ümmet olarak özbenliğimizde olanı değiştirmedikçe, beynimizde ve ruhumuzda mutlak hakikat temelinde hakikatli bir devrim gerçekleştirmedikçe, zevahirde ki değişimlerin hiçbir manası yoktur ve hiçbir faydası da olmayacaktır. Bilmeliyiz ki, biz değişirsek, değişir dünya! Değişirse dünya, cehennem dönüşür cennete. İnsanı, insanın kendisinden başka hiçbir kuvvet değiştiremez. Zorlamayla asla değişime olmaz. Zorlama, hareketleri değiştirir, düşünceleri ve duyguları değil! Çok konuşanlar değil, çok düşünenler, öz konuşanlar ve hakikati haykıranlar, hakikatli değişime öncülük edebilirler ancak. Sen değişme, seni değiştirecek karakterler bekle, bu alıklıktır bebeğim! Seni ne şeyhin değiştirebilir, ne liderin değiştirebilir, ne dostun ne de eşin değiştirebilir; seni ancak sen değiştirebilirsin. Bu da, ancak ve ancak, Allah’ı işitmen ve itaat etmenle olabilecek bir şeydir! Gerisi angaryadır.

 

Bizler hep hariçten bir etki bekleriz, kendimiz daima edilgen durumdayızdır. Biri gelsin bizi değiştirsin, dünyamızı cennete tedvir eylesin isteriz. Üstelikte, Allah’ın, biz kendimizi değiştirmedikçe, bizi asla değiştirmeyeceğini buyurduğunu bile bile. Çünkü imtihanın anlamı da, kaderin önemi de, kişinin iradesindedir. İraden ve aklın olmasaydı, değişmez, değiştirilmeyi beklerdin ve haklı da olurdun ama durum öyle değil bebeğim! Ahlaksız yaşarız, vicdanın adaletine ittiba etmeyiz, sevgisizliğin mahkûmu oluruz, kardeşliği, barışı ve hürriyeti önemsemeyiz yani derunumuzda bir devrim yapıp, dünyamızı dönüştürmeyiz, hülasa; adam gibi, Allah’a perestiş etmeyiz ama gideriz bir dini simadan ya da politik simadan bizi değiştirmesini bekleriz ya da onların değişmesiyle kendimizin de değişeceğimizi sanırız. Yani alıkça işlerle iştigal ederiz. Oysa biz değiştiğimiz takdirde o dini simalarda, politik simalarda değişecek, düzelecek ve işlerini daha yüksek düzeyde yapacaklardır. Çünkü sen Kuran’ın nuruyla nurlandıkça, aydınlandıkça, onlar seni bilecekler ve tanıyacaklar ve sana karşı daima dürüst olmak zorunda kalacaklardır. Senin bilinçsizliğindir, seni yıkan bebeğim! Çünkü onlar bizim aramızdan çıkıp gitmektedirler. Onlar seni nasıl biliyorlarsa, sana öyle yaklaşırlar. Evet, onların değişmesi kesinlikle önemlidir ve onların değişmesi milletin de değişmesini olumlu yönde etkileyecektir ama önce sen değişeceksin bebeğim! İnsanlar politikaya göre yön bulmazlar, politika insanlara göre yön bulur. Biz önce güzel bir Müslüman olacağız. Yüce değerleri sahipleneceğiz ve daima yüceliklerde kalmasını sağlayacağız. Kardeş olduğumuzu asla unutmayacağız. Hataları ayrılık vesilesi saymayacağız. Dar ve sığ kalıplardan kurtulacağız. Yargılamayacağız, anlayacağız. Yargılamak, hakikatin ölümüdür ama anlamak, hakikatin dirilişidir. Evet, hepimiz insanız ve insanın yapısı da bellidir ama insanız diye de gayr-i insaniliğe temayül etmek makul karşılanamaz. Değişmek ve özgürleşmek için, ilk evvelde, kıskançlık ve kompleks illetinden muhakkak azade olmamız şarttır. Çünkü bu illetler ki; dostluğun da, kardeşliğin de, iyiliğin de, güzelliğin de, sevginin de, saygının da, barışın da, başarının da en büyük düşmanlarıdırlar. Karaktersiz, alelade, sığ, kifayetsiz, aşağılık, yalaka, sünepe, şerefsiz tiplerin kahir ekseriyetine bakınız, kıskanç ve kompleksli tipler olduklarını göreceksiniz. İşte bu milletin ve devletin en büyük düşmanları da bunlardır. İşte İslam’ın önünde ki en büyük barikatlar bunlardır. Ruhlarımızı ve kafalarımızı, bu olumsuz ve yok edici duyguların tasallutundan mutlaka kurtarmalıyız. Müslüman, kendi kaderinin efendisidir, kardeşinin de kardeşidir. Ne kardeş ne de kader feda edilemez bebeğim! Feda edenlerden feragat etmek iktiza eder.

 

Bizler daima yanlışa kaydık ama kaymalardan da daima şikâyet ettik. Hem her şey güzel olsun istedik hem de güzel şeyler yapanları köstekledik. Kıskançlıklarımız, komplekslerimiz bizi mahvetti. Bir davaya gönül vermiş insanları, insanlığa umut olmaya çalışanları, varlıklarını hakikate adamışları kısırlıklarla, sığlıklarla boğmaya tevessül ettik. ‘’İnsanların en hayırlılarının, insanlara en faydalı olanlar’’ olduğunu söyleyen bir Önderin (sav) ümmetiyiz deriz ama faydalı işler yapanları da kendi kifayetsizliklerimize kurban ederiz. Sonra da bitevi yanlışlıklardan şikâyet ederiz. Genel yanlışsa, asıl yanlış biziz. Genel istikametini kaybetmişse, asıl istikametsiz biziz. Zira geneli var eden özeldir. Bir millet, fertlerden teşekkül eder. Fert bitikse, millette bitiktir. Şu kadim bir yasadır; özel genele ne kadar etki ederse, genel de özele o kadar etki eder. Şair şiir yazar, okur ve toplumu coşkuya, heyecana sevk eder, toplumun coşkusu ve heyecanı şaire yeni bir ruh katar ve daha yüksek düzeye çıkarır. Yani ne toplum ferdî doğurur ne de fert toplumu doğurur; ikisi birbirini doğurur. Bu yüzden bir taraf bozuk olmaz, bozukluk varsa bu iki taraf içinde geçerlidir. Bugün bir politik figür, eğer yanlışsa, bu yanlışın asıl kaynağı fertlerdir; fertler yanlışsa bu yanlışın asıl kaynağı yanlış politikadır. Aynı şekilde, bugün dini bir figür yanlışsa, batıla kaymışsa, onun kaymasında ki asıl unsur bizleriz. Fertler ne kadar bilinçli olurlarsa, yanlışlıklar o düzeyde azalır, yanlışlıklar ne kadar azalırsa toplumda doğru o kadar egemen olur. Kur’an’ı idrak eden bir toplumu dini bir figür ne kadar yanlış şekilde yönlendirebilir ki? Ama fertler bilinçsiz oldukları zaman, o dini figür fertleri kendi kafasına göre yönlendirebilir. İşte böyledir; fertler bilinçli olacak ki, karşısındakiler işlerini doğru yapacaklar, onlar işlerini doğru yapacaklar ki doğruluk genelleşecek ve tüm toplumda genel geçer bir olgu olacak. Binaenaleyh, hiçbir kimseden bizleri değiştirmesini bekleyemeyiz, biz değişecez öndekiler de değişecek, öndekiler değişecek ki, biz de değişeceğiz. Eğri ise, eğrilikten şikâyete hakkın olmaz. Doğru isen, doğrudan eğri çıkmaz. Ömer Bin Abdülaziz değil miydi, sürekli Hz. Ömer’i örnek gösteren topluma şu sözü söyleyen? ‘’Eğer Hz. Ömer’in zamanında ki insanlar gibi olsaydınız, Ben de Hz. Ömer gibi olurdum.’’ Allah adildir! Kafan ve ruhun sağlam olacak ve sağlam bilgilerle dolacak ki, eylemlerin ve yaşamın da sağlam olsun. Biz değişmedikçe, giderler, gelirler ama yanlışlık baki kalır. Biz değişirsek, herkes tavrını bize göre belirlemek zorunda kalır. Böylece yanlışlıklar yerini doğruluklara bırakırlar. Bu dünya da insanların kanunları değil, Allah’ın kanunları meriyettedir. İster kabul edin, isterseniz kabul etmeyin. Mutlak ve muhakkak hakikat budur ve bu hakikat ezelden ebede böyle olacaktır. Ya hakikati kabul edecek, hakikate göre yön bulacak ve şerefli, izzetli olarak yaşayacaksınız. Ya da hakikati reddedecek, batıla boğulacak, batıla göre yön bulacak ve şerefsizce, izzetsizce yaşayıp gideceksiniz. Ama Rabbimiz diyor ki; ‘’şerefte, izzette, güçte, üstünlükte Allah’ın, insanlık Önderlerinin ve müminlerin yanındadır.’’ Öyleyse bebeğim, bize adam olmak, adamca yaşamak, adamca söz söylemek, adam gibi eylemde bulunmak düşüyor! Lüzumsuz şikâyet, alıklığın neticesidir. Sen aynı kal, toplum değişsin de. Oysa insanlığın son ve kadim Önderi (sav) ne diyor; ‘’ikiyüzlülük, kâfirlik durumundan yetmiş kat daha fenadır.’’

 

İnsan, bir yanlışa, her zamanda ve zeminde hayır diyebilmelidir. Çünkü insanları ancak ve ancak hakikat temelinde, yalana, yanlışa karşı ortak tavır alabilmeleri bir kılar. Yanlış olan bir şey her zamanda yanlıştır, doğru olan bir şey de her zaman da doğrudur. Öyleyse tavrımızı buna göre belirlemeliyiz. Tavrımızı zamana ve zemine göre tayin edemeyiz. O zaman Hakka, Hukuka, Halka ve Hakikate ihanet etmiş oluruz. Allah, Önder ve Kitap varsa, haksızlığın zamanı ve zemini olmaz, haksızlık her zamanda ve zeminde haksızlıktır ve hayır demeyi iktiza eder. İnsanı ve değerleri yıkanın kim olduğu ne farkeder ki? Varolşu zorlaştıran, köklere balta indiren mihvalin kalıbı mühim değildir. Görüntü sensin ya da sen değilsin ne anlam ifade eder ki? Değişmesi iktiza eden şeyler değişmelidir, görüntüler değil. Olgu değişmedikten sonra olayın değişmesi hiçbir şey ifade etmez. Ruh değişecek ki, bedenin değişmesi bir şey ifade etsin. Ruh değişmedikten sonra beden değişse ne olur, değişmese ne olur? Bu yüzden değişen pek bir şey olmuyor ya. Çünkü bedenler değişiyor ama ruhlar değişmiyor. Olaylar değişkenlik gösteriyor ama olgular hep aynı konumda kalıyor. Fakat bizler detayı fark edemiyor, göremiyoruz. Bizler bir ön yüzle, bir arka yüzle iştigal ediyoruz. Ama şeyin kendisiyle ilgilenmiyoruz. Değişmesi gerekenin şeyin kendisi olması icap ettiğini bir türlü idrak edemiyoruz. Kalıp görüngülerin farklılaşmasıyla da, özsel dönüşümler kabil olmuyor, insan kurtuluş bulmuyor. İnsan hiçbir zaman kendi varoluşu için kavga vermemiştir, vermemektedir. Olayın bam teli burasıdır. İnsan bitevi düşüyor ama yükselttikleridir insanı düşüren ve insandır kendini düşürenler için dövüşen. İnsan bir ayettir ama ayetlerden uzaktır. İnsan özüne dönmelidir. İçinde direnecek bilince erişmelidir. Kendisi için dövüşüp, kendisi için yaşama bilincine erdiği zaman, insan gerçek insan olacaktır ancak. İnsanı yükseklere doğru çıkaran şeyler ayaklarının altından çekildiği zaman dibe doğru çöküş zuhur eder. Sağlam basarsanız ve bastığınız şeyi sahiplenecek ruhu kuşanırsanız ve bastığınız şeylere gelen tehditler ve tehlikeler hangi yönden olursa olsun, rengine, biçimine, kokusuna, tadına, görüntüsüne bakmadan direnirseniz işte o zaman hakikatli yükselişe geçersiniz ve tüm devirleri insanın kontrolüne vermiş olursunuz, insan olarak yücelir ve yükselirsiniz. İnsan yaşasın!

 

Maalesef dünya insanlarının mantalitesi birbirine benzer. Güce meyyaldirler, hükmetmeyi arzularlar, paraya taparlar. Ah diyorum, başka bir şey olsaydı da yanılmış olsaydık yargımızda. Herkes, her şey bende olsun ve ben olayım pay eden der. Görünen budur, görünmeyeni de anlatsınlar dinleyelim cancağızım! Ve insan, istemez, insanlarından başkasına gitmesini, şeylerin. Gücün yoksa düşersin ve yemsin düşürenlere. Olmamalı olmayacaklar ama olur hep olmayacaklar! Oysa bulunmalı adaleti arzulayan vicdanlar, ahlak için direniş içinde olmalı iradeler. Adalet ve ahlaktan yoksunsa bir mücadele, değildir o mücadele, payandalıktır zulmete. Sendeyse güç, sendense güçlü ve sen değilsen düşen ve susuyorsan böyle bir durumda, dışarıda kalanları düşürmeye odaklıysa düşünmek, nerede duruş, nerede ilke, nerede ahlak ve adalet? Kimler geldi, kimler geçti dünya denilen handan ve kimlerin yolu geçmedi dünya denilen zindandan? Olan nedir peki olmaması gerekenlerin dünyasında? Hani vicdanların uğruna isyan edip başkaldırdığı erdemler? Maatteessüf derinlikten yoksunuz ve yoksunuz derinlikten yoksun olduğumuz için, anlamaktan. Rab var tapan yok. Vatan var, satan çok. Önder var, önderciklerin peşinden koşan koşana. Erdemlerin paraya, güce, hâkimiyete tahvil edildiği bir dünyada, insanlık çizgisinde yürüyeni aramak beyhudedir cancağızım. Dünya varsa, nimette vardır ve nimet dardır, darlıktan korkanlara azdır. Öyleyse erdemler sürünüyor yerlerde, sömürenler el üstünde. Erdemler özgürleşmek içinde, niçin korku için oluyor her yerde? Kaderimiz çiz diyorum, sanıyorlar ki ez diyorum. Eziliyorsam, eziyorsalar, vicdan yaşa ne olur, yaşamasa ne olur, yaşamasa insan duman olur. Beden düşse ne olur, düşmese ne olur, düşerse çiğnenen ben olur. Öndercikler gömülseler ne olur, gömülmeseler ne olur, gömülseler insan hür olur. Ki ahlak ve adalet ölmüşse, ölmeyen ne kalmıştır cancağızım? Din, ahlak ve adalete bağlıdır. Vatan, ahlaksız ve adaletsiz haraptır. Öndercikler, ahlak ve adalet yoksa, yaşasalar kaç yazar? Düşen insansa, düşenleri umursar mı insan, insanın düştüğü yerde düşenler nasıl yaşar? Özde düşen bir şey yok ama düşürerek düştü deyip üşüşmeler ve üleşmeler var. İşte olan şey, üleşmenin örtülmesi ve daha rahat götürülmesidir. Ahlakın ve adaletin öldüğü yerde erdemlerin yaşaması, olguların varlığını muhafaza etmesi trajikomik bir mevzudur. İnsan aldanır cancağızım! Çünkü aldatan insanın, aldanması kaderdir. Dürüst ve namuslu ol ey insan!

 

Bu toprakların, bu milletin, bu ümmetin, bu devletin asil, mümtaz ve yiğit insanları! Mukadderatımızı yine bizim isabetli kararlarımız, çelikten irademiz, bilinçli ve şuurlu hareketlerimiz tayin edecektir. Biz, biz olmazsak şayet, bizi onlar yapacaklar, onlar olursak eğer, biz, biz olmaktan çıkmış olacağız. Bizim, biz olmamız için de özümüze ve sözümüze sadık kalmamız iktiza ediyor. Güzel yürekli insanlar, hürriyete ve türkü tadında yaşamaya sevdalı insanlar! Hayatta mutlak iki olgu vardır; ahlak ve adalet. Bizlerin, tahakkuku için tüm varlığımızı ortaya koymamız icap eden yegâne olgulardır bunlar. Bilakis, daima kaybetmeye, ezilmeye, acı çekmeye mahkûmuz. Ahlakın ve adaletin ikamesi için hiçbir zamanda ve zeminde duruşumuzu bozmamız iktiza eder. Ahlakın çekildiği ve adaletin çöktüğü bir toplumda ayakta kalan hiçbir şey olmaz. Ahlakın ve adaletin mutlak ve muhakkak teminatı ise; İslam’dır. Bir milleti, insan odaklı yapılar kurtaramaz. Bir milleti, onun ahlak ve adalet konusunda ki direnci, inancı kurtarabilir. Mutlak ve muhakkak olan olgulara sadakati kurtarabilir. İnsan odaklı hiçbir yapı baki değildir ama devlet bakidir, vatan bakidir, millet bakidir, din bakidir. Baki olanlar ise, ahlak ve adalet temelinde var oldukları müddetçe bakidirler. İnsan odaklı fani yapılarla var olduğumuzu düşünürsek yanılırız, yangınlarda kalırız. İnsan odaklı yapıların tahrif ve tahrip edici yönleri vardır. Yozlaştırır ve bozarlar. İnsan kendini korumalıdır. Bu da ancak, ahlaka ve adalete olan bağlılığı, inancı, sadakati ile kabildir. Bizler, insan odaklı yapılara göre yolumuzu ve yönümüzü bulamayız. Bizler ancak İslam’a göre yolumuzu ve yönümüzü bulabiliriz, bilakis bataklığa saplanır kalırız. Tuzaklarla baş edemeyiz. Hainleri tanıyamayız. Kendi taktiklerimizi ve stratejilerimizi belirleyemeyiz. Kendi aklımızı kullanamayız. İnsan odaklı yapılar, kompleks yapılardır, o yapılarda hainlerde, sadıklarda bulunurlar, bu yüzden hem umut verirlerken hem de tehlike arz edebilirler. İşte tam da bu yüzden, insan odaklı yapılara mutlak güven duymak kabil değildir. Her zaman teennili olmak icap eder. İnsan odaklı yapılarda yanlış insanlar egemen iseler, o yapılara güven duyup yol verdiğiniz zaman, yolun sonunu görmek kabil olmayabilir. Siz insan odaklı yapıları ve o yapılara egemen olanları, daima mutlak hakikatlere vuracaksınız, eğer tenakuz varsa o yapılara karşı teyakkuzda olacaksınız. Zira egemen olanlar, mukadderat üzerinde söz sahibidirler. Çünkü kaderimiz, birazda, insan odaklı yapıların aldıkları kararlarla şekillenmektedir. Her an müteyakkız olmamız esastır, çünkü Müslüman daima uyanık olandır, uykusunda bile uyumaz ve uyumamalıdır Müslüman. Zaten kritik bir coğrafyada yaşadığı için Müslüman Türk Milletinin uyuması kadar alıkça bir şey olamaz. Zira dört tarafımız her an saldırıya hazır düşmanlarla lebaleptir. Evet, düşmanımız olmasa keşke, keşke insanlık barış içinde yaşasa ama hayal de bir yere kadar ve katı gerçekler var. Bu topraklarda, insan odaklı ne kadar yapı varsa, hepsinin bünyesinde bu toprakların çocuklarının mutlak egemenliği olmalıdır, yoksa bile muhakkak olarak o yapılarda egemenlik behemehâl ele geçirilmelidir. Şayet kendimizden gördüklerimiz kaderimiz üzerinde söz sahibi olsalar bile rehavete kapılmamalıyız. Çünkü söylediğimiz gibi insan odaklı yapılar komplekstirler.  Doğruları tasvip, yanlışları ret edebilecek cesarete sahip olmalıyız. Filhakika, insan odaklı yapıların tasallutundan kurtulabilirsek kurtulmayı bile düşünmeliyiz. Zira bizim kök, kadim, mutlak ve muhakkak yapılarımız bellidir. Onlarda; yurdumuz, milletimiz, devletimiz, dinimizdir. İnsanları birleştiren, bir araya getirip aynı ideal ufkunda buluşturan, aynı duyguya ve düşünceye sevk eden yapılardır bu kadim yapılar. Ama insan odaklı yapılar ise buna mukabil, özlerinde ayrıştırıcıdırlar. İnsan odaklı yapılar bedeni-maddeyi baz alırlarken, kadim ve doğal yapılar ise ruhu-manayı baz alırlar. Güzel yürekli yiğit insanlar! Bizim vazifemiz, şahısları ve olguları istimal etmek değildir. Kalıp hiçbir derde şifa olmaz. Bitevi kalıplarda boğulduk ama hiçbir derdimize deva olmadı. Mühim olan özdür. Özdür, gözümüz açan, gönlümüzü şenlendiren, bizi hakikate yönlendiren. Kalıp, sömürüyü tevlit eder ama öz, dirilişi ve direnişi tevlit eder. Eğer öze odaklanırsanız, kalıplarla parsayı toplamak ve sizleri aldatmak peşinde olanların gerçek yüzlerini deşifre etmiş olursunuz ve yanlış yollara sapmaktan kurtulursunuz. İnsan odaklı yapılar kahir ekseriyetle kalıpçıdırlar, şahıslarla ve kadim olgularla insanları yönlendirmek, kullanmak ve sömürmek peşindedirler. İnsanın hakiki görevi ise; insanı, ahlakı ve adaleti savunmak, ayakta tutmak ve ikame etmektir. Hülasa, tevhidin ve vahdetin apolojisini yapmaktır. İnsan yaşamadan, ahlak ruhlaşıp, adalet bedenleşmeden hiçbir mutlak ve kadim olgu ayakta kalamaz.

 

Son tahlilde; eğer insan değişmezse, insanı değiştirecek hiçbir şey yoktur ve değişecek bir şey de yoktur. Bu olmadığı takdirde de, insan, ezilmeye, sömürülmeye, tahkir ve tezyif edilmeye mahkûmdur. Var olma mücadelesi akamete uğramaya mahkûmdur. Kadim ve kök değerlerin tahrif ve tahrip edilmesi kaçınılmazdır. Ve an gelip, ansızsın, asırlık çınarın devrilmesi, türap olması kaderdir. Bizler insan odaklı yapıların tayin ettiği yolda değil, Allah’ın, Önderin, Kitabın tayin ettiği ve ceddimizin takip ettiği yolda yürümeliyiz. Bilakis, bu millet bitecek, bu vatan batacak, bu din bizi terk edecektir ve dünyaya tağutlar hükmedecek, karanlık her yeri kaplayacaktır.

Tarih: 16.06.2015 Okunma: 810

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?