Efendim,
sizin ve sevdiklerinizin, içimizde güzel duygular uyandıran,
aramızda binbir güzelliğe vesile olan ramazan bayramınızı tebrik ediyor,
tekrar beraber kavuşmayı Cenab-ı Mevla'dan niyaz ediyoruz. Engin gönlünüze
sığınarak günümüz şartlarının gereği ve imkanıyla hazırladığımız geleneksel
bayram hediyemizin kabulünü talep ediyor, hürmet ve muhabbetlerimizi
sunuyoruz.
GÜVEN NİMETİ
Artık güvenmek istiyorum. Güvensizliğe değil, güvene katkı yapmak istiyorum.
Güvenilir toplumda, güveneceğim dostlarla, güven içinde yaşamak istiyorum.
Sadece insanlara mı? Devletime, hükümetime, okullara, diplomalara, meslek
sahiplerine, polise, sertifikasyon kuruluşuna, oturduğum binaya güvenmek,
yarınımdan, duygularımdan, inancımdan ve kendimden emin olmak istiyorum.
Acayip birşey mi istiyorum sizce? Yeminle söylüyorum ki bu istek sadece ve
sadece içimden geldi. Sanki tabi birşey gibi geliyor bana. Zaman zaman
sorunlar olduğunu hissediyorum. İnşallah bu güvensizliğe katkı yapanlardan
biri ben değilimdir.
Arkadaşımla Boğaziçi Üniversitesi'nin bahçesinde oturmak için boş sandalye
ve masa bakıyorduk. Kolay olmasa da hemen bir yer bulduk. Gelin görün ki iki
kişiyiz ve "her ikimiz de yiyecek içecek almak üzere içeri girince ya
birileri gelir oturursa!" diye alışılmış bir kaygı doğdu içimizde. Ben
dedim
ki, "dizüstü bilgisayarımı masaya koyayım, buranın birine ait olduğu belli
olur ve böylelikle oturmazlar." Arkadaşım bilgisayarın başına birşey
gelebileceği konusunda uyardı. Bir an hak verdim ve bilgisayarı masadan
almak istedim. Sonra kendimi çok tuhaf hissettim. Niye mi? Ya burası benim
okulum. Oradaki kişiler ya benim hocalarım ya da öğrenci arkadaşlarım. Ben
onlara güvenmeyeceğim de kime güveneceğim? İşin doğrusu biraz utandım ve
hemen bilgisayrı koydum. Arkadaşım da demesin mi "Ben de montumu koyuyorum
o
zaman." Sizi fazla merakta bırakmayayım: Yiyeceklerin hazırlanması epey
sürdü ve biz geldiğimizde eşyalarımıza hiç birşey olmamıştı. Boğaziçi
Ailesine, ortamına güvendim ve yanılmadım. Mutluluğumu anlatamam. Kendimce
ortamın güvenilir olduğunu ıspatladım ve güvene katkı yaptım. Sadece ben mi?
Arkadaşım da güvendi. Belki risk aldık ama karşılığında güvenilir büyük bir
aile ve ortam kazandık. Eğer biz o gün eşyalarımızı bırakmamış olsaydık
güvensizliği sürdürmüş olacaktık.
Zaman zaman kendi kendime tartışırım: "Acaba güvenin mi yoksa
güvensizliğin
mi maliyeti yüksektir?" Kendi hayatım itibarıyla söyleyebilirim ki,
güvensizliğin maliyeti bana çok yüksek olmuştur. Malumunuz ben kör biriyim.
Bu vazfım itibarıyla kandırılmaya çok müsait olduğumu düşünebilirsiniz. Çok
alış veriş yaptım. İşportacılık yaptım. Çok para aldım verdim. Yöneticilik
ve milletvekilliği yaptım. Şu ana kadar kandırıldığıma dair bir tek vaka
hatırlıyorum. Onu da doğrudan suçlayamam, zira emin değilim.
Kuruluşlarla yaşadığım olaylar daha güvensiz olmuştur. Filanca görevini
yapar diye güvendiğiniz kuruluşun görevini yapmadığına çok şahit oldum. O
kuruluşun verdiği belgenin gerçeği yansıtmadığını da çok yaşadım. Yazılı
kurallarla uygulanan kuralların çok çok farklı olduğunu bilmeyen varmıdır
bilmiyorum. Günlük hayatta insanların randevularına uyarak zamanında
gelememe, verdikleri sözleri unutma, ihmal etme, yokmuş gibi davranmaları
neredeyse adetten oldu. Ama o bildiğimiz kıymetli davranışları yapabilenler
hala çok çok az değil. İlginçtir eğitim seviyesi düştükçe o kıymetli
davranışları yapanların sayısı daha da artıyor. Burada maksadım
"eğitimli/eğitimsiz" meselesi suçlu aramak için değil, sadece bir
gözlem
paylaşımı.
Güvenebileceğiniz insan... Hayatta iniş çıkışlarımız çok oldu. Bin bir
emekle, tırnaklarımızla tepelere çıktık ama bir anda kendimizi diplerde
bulduğumuz çok oldu. Bu dönemlerde bir takım insanlar yanınızdan
kayboluverirler. Bu durumu anlayabiliyorum. Kendince geçmişten bir soğukluğu
vardır ve ilk fırsatta "Olacağı buydu" deyiverirler. Yahut geçim
kaygısıyla
sizinle aynı ortamda görünmek istemezler. Adamın çoluğu çocuğu vardır.
Diplere inen kişinin çoluğu, çocuğu, geçim derdi yokmuşçasına davranılır.
Tekrar tepelere çıktığınızda da çevrenizde aynı kişiler yine olurlar. Hak
vermesem de bunları anlayabilirim. O tür "dostları kaybettim" diye
üzülmeyin
duyacağınız özlem, sizin tepelere çıkmanızla emin olun bitecektir. Bu
bahiste bir gözlemimi daha paylaşmak istiyorum: Sebebini bilmiyorum ve
bilmek için de hiç uğraşmadım: Tepeden diplere yuvarlandığımda da
tepedeymişim gibi arkadaşlığını ve dostluğunu esirgemeyip sürdüren
erkeklerden ziyade her nedense hanımlar olmuştur. Dim dik, kararlı ve
gerçekten çok büyük bir cesaretle durmuşlardır. Öyle ki bu tutum ve
davranışların farklı cinsiyetlerdeki kişilerin arasında olması pek çok menfi
anlama çekilebilecek olmasına rağmen. Benim öyle çok dostum, arkadaşım
vardır. O duruşun ne anlama geldiğini ancak yaşayan bilir. O duruşun yanında
makamın, paranın, itibarın, zevklerin, hobilerin hiç birinin hiç bir değeri
yoktur.
"Güven nimeti" bahsini deşeledikçe anlıyorum ki benim tek başıma
altından
kalkabileceğim bir mevzu değil. Bir kaç damla göz yaşı dökmeden
anlatamadığım şu Çanakkale hatırasını inşallah sakin bir şekilde yazmayı
başarırım: Savaş esnası. Düşman maddi, manevi varlığını sömürme, yok etmek
için, iki yüzlülüğünde, ahlaksızlığında doruklara ulaşma emelini
gerçekleştirmek maksadıyla bizim yüreği mangal, temiz, pak, içi dışı bir,
iyiliksever Anadolu gençlerinin üstüne Her türlü silah ölüm kusmaktadır. Er,
komutanının yanına gelir ve arkadaşının yaralandığını, yanına gitmek
istediğini söyler. Şahadetin en yüksek, gaziliğin de en düşük ihtimal olduğu
o anda komutan, "Evladım, görmüyor musun? Bu kurşunların arasından gitmek
neredeyse imkansız. Gitsen de arkadaşın sen varana kadar şahadet şerbetini
içmiş olur çoktan." Der ve izin vermez. Ama er, o kadar ısrar eder ki
Komutan dayanamaz ve izin verir. Çok uzun süre geçmeden er, sırtında
arkadaşıyla geri döner. Komutan haklı çıkmıştır: Arkadaşı şahadet şerbetini
içmiştir. Komutan bakar, "Ben sana demiştim" der. Er, gözü yaşlı,
"Vardığımda yaşıyordu" der. "Konuşabiliyor muydu=" diye
üzgün devam eder,
komutan. "Ben duyacağımı duydum" der hıçkırıklar içinde, er. Komutan,
"Ne
dedi" diye sorunca: Er işte, herkesin duyabilmek ve söyleyebilmek
isteyeceği
arkadaşının o sözünü aktarır: ""Geleceğini biliyordum"
dedi"
Daha fazla devam edemeyeceğim. Allah hepimize güvenle beklendiğimizde
gidebildiğimiz ve yine güvenle beklediğimizde gelebilen dostlarla bayram
yapmayı nasip etsin.