Tiyatroda, maçta, sinemada, konserde ,düğünde
faaliyetin bittiğini anlayamayan veya ağırdan alan bir takım insanlar vardır.
Herkes alır başını gider, o sağına soluna bakmaya devam eder. Bir bakar ki,
etrafta kimse kalmamıştır. Ondan sonra, harekete geçerler. Bu durum, yaşamın
içinde farklı mı? Emekli olmuş ve fakat, hala ayakları yere basmamış, kendini
normal vatandaş statüsüne indirgeyememiş, çevrede, çok tipik örnekleri her gün
görebilirsiniz.
Eğer, üst
düzey yönetici, bürokrat olarak görev yapanlar, o makamdan gitmiş dahi olsa, o
şaşalı hayatı özlerler, her fırsatta o ilgiyi görme arzusu, az da olsa
kaybolmaz yüreklerinde. Geçmişte çok büyük işlere imza attığını, imalı ve
vurgulu anlatarak, o günleri tekrar çevresine hatırlatmayı, görev kabul
ederler. Hâlbuki, o, köprülerin altından çok sular akmıştır. O günlerin akşamı
çoktan olmuş, güneşi batmıştır. Ama, gel anlat, anlatabilirsen! Bu
tipleri gördükçe üzülür ve acırsınız. Ne kadar anlatmaya çalışsanız da, o
günlerde kalmıştır duyguları. Sürekli hüsrana uğramaktan da bıkmazlar. Belki
de, son nefesine kadar kendini o makamın sahibi olarak görecekler ve gözlerini
kapatacaklardır.
Toplumda çok bilinen bir hikayeyi, burada
yeri gelmişken özetleyelim. Emekli bir paşanın cenaze töreninde, namaz
kıldıracak imamın namaza yüksek sesle niyet ederken, erkekler için
söylediği “ “Er kişi niyetine!” demesine cenazeye katılan yalakalardan biri,
imama seslenerek “Hocam!, hocam! o er değil, paşaydı paşa!” demesi, son
yolculukta bile, oyunun bittiğinin farkında olmayanların olabildiğinin
kanıtıdır.
Yaşam savaşında, kişiler yeteneklerine ve
çıkan fırsatları iyi değerlendirmelerine göre belirli makamlara ulaşırlar. Her
şeyin bir sonu olduğu gibi, bu makamlar da, bir müddet sonra el değiştirirler.
Emekliye sevk edilen, emekli olan bu şahıslar, eğer o makamları çok
benimsemişse, esas fırtına o zaman kopar.. Makamın gücü olduğunda, gördüğü
sevgi ve saygının sürekliliğini istemesi ve bunu görememesi onları
çıldırtır. Mutsuz, hırçın, içe kapanık, kırıcı, yaşamdan tat almayan, çevresini
huzursuz eden bir kişilik olarak ortada dolaşırlar. Çevresinde kalan 3-5 kişi
de, bu davranışlarından dolayı, onlar da uzaklaşırlar.Yalakalar, güç
kaybolunca, kaybolurlar, bir daha görülmemek üzere. Yanlarında, zorunlu olarak
eş ve çocuklarından başka kimse kalmaz. O, hala oyunun bittiğinin farkında
değildir. Kendisine verilen rolü o kadar benimsemiştir ki, gerçek sanmış, ama
bir rüya gibi sabah olmuş, rüya bitmiş yeni bir gün başlamış hala
farkında değildir. Bu kişilerin tedavisi mümkün mü? Ben bilmiyorum. Oyunun
bittiği ne kadar anlatılsa, bozuk plak gibi, onlar hala bildiğinden geri
kalmazlar.
Meslek hayatında, arkadaşlarına karşı üst
görevlerde bulunmuş, devletin imkânlarından en iyi seviyede faydalanmış ve her
girdiği ortamda, makamın ve unvanın gücü ile, hiçbir sıkıntı çekmemiş,mevcut
düzen de, buna müsaade etmişse eğer; en büyük sıkıntıyı bu tipler yaşıyor.
Meslek yaşamı, marabalıkla geçmiş birinin emekli olması ile, bu üst görevler
almış kişinin emekliliğe geçiş sürecinin aynı olması mümkün değildir. Üst
seviyeden emekli olmuş, şah olmuş, vezir olmuş ama, hiç piyonluk yapmamışsa
eğer, piyon gibi, yaşam kuyruğuna giremez, toplum içine çıkamazlar.
Çocukluk arkadaşları ile şakalaşamaz, onları çok vasat ve banal kişiler olarak
görürler. Kendilerini bir yerlere hapsederler. Pazara çıkıp alış veriş
yapamazlar, yük taşıyamazlar, belediye otobüsüne, dolmuşa binemezler. Artık
yaşam onlar için çok zordur. Özgürlük alanları, telefonu, bilgisayarı evinin
dört duvarı ve yazlığının bahçesi kadardır.
Kendinle barışık, oyunu kuralına göre
oynayanlarda, yukarıdaki sıkıntıların hiç birini göremezsiniz. Kendilerini
hazırlamışlardır. Artık, kuyruklu bir yaşam başladığının farkındadırlar. Nereye
gitseler, bir kuyrukla karşı karşıya kalacağını bilmenin mutluluğunu,
çevresiyle paylaşarak yaşamın tadına varırlar. Hatta, geçmiş durumlarla alay
etmeyi bile becerebilirler. İlk çıkış yaptığı memleketinde, sağ kalan eş-dostla
çınar altı kıraathanesinde, maziden kalan en derin sohbetleri yaparak, ikinci
baharın, direm- direm tadını çıkartırlar.
Aslında hayat, insana ekmek kavgasında bir rol
verir. Ekmeği için, insan bu rolünü uzun süre oynamak zorunda kalabilir. Kimi,
sık sık rol değiştirir, kimi ise, oynadığı rolün dışına çıkamaz. Bunu, yaşamın
acı kuralları belirler. Kiminin şansı yaver gider, oyunun as oyuncusu
olarak görevini sürdürür. Ekmek için oynanan oyunun da bir sonu vardır elbet.
Sistem, sizi sistem dışına bir gün bırakır. İşte o an, oyunun bittiği andır.
Bunun farkında olmak ve kendini alıştırmak gerekir . Artık oyun bitmiştir.
Satrançta, oyun bittiğinde, şah da vezir de piyonda aynı kutuya konulur ve
kapağı kapatılır, yeni bir oyuna kadar. İşte, bütün mesele, oyunun bittiğinin
farkına varabilmek. Hala, oyunun devam ettiğini sananları görünce, elimden
üzülmekten başka bir şey gelmiyor maalesef. Oyun bitti Beyler, perde kapandı!
Hilmi ÇAKIR
28.07.2015