Bir girizgâh yaparak meselenin özüne doğru ilerleyelim inşaAllah. Şu cümleyi kurmak bile bir aklın, o aklın vesile olduğu bir düşüncenin işaretidir. İnsan, aklı olan bir varlıktır. Burası kesin. Adına akıl dersiniz, başka bir şey dersiniz ama insanı, insan kılan, var olduğuna kanaat getirten ve harekete sevk eden bir şeyin var olduğu kesin. Aklı olduğu için düşünen bir varlık. Düşündüğü için aklı olan bir varlık desek, mantık ya da düşüncenin bizatihi kendisi bunu kusar herhalde. Zira düşünce, aklı takip eden bir olgudur. En azından düşüncemiz öyle söylüyor. Düşündüğü içinse, bilen bir varlık. Çünkü düşünmek, spontane olarak bilmeyi intaç eden bir şeydir. Bildiği için de, spontane olarak, üzerine sorumluluk düşen bir varlık. Akıl ne kadar sabit bir olguysa, akıldan sadır olan düşünce o kadar kaygan bir olgudur. Yani düşünce sabit değil dalgalıdır. Binaenaleyh, insan makine değildir. Yani sabit ve kurulduğu gibi işleyen bir varlık değildir. Zira insan, kurulmaz. Eşgüdümlü işler ama yeknesak işlemez, insana ait organlar. Makine ise kurulur ve tüm organları yeknesak işler. Şimdi burada devreye ayrıca duygu dediğimiz şeyde giriyor. Yani insan düşündüğü gibi, duygulanan bir varlıktır da. İnsan, düşünür yani fikirler üretir ama aynı anda duygulanır yani ağlar, neşelenir, acı çeker, sevinir, pişmanlık duyar. Bunlar mücerret durumlar olsa da, insana has şeylerdir. İnsanın tabiatında vardırlar. Bu tür durumlardan dolayı, insan, özünde çelişik bir varlıktır ve kendi kendini üreten bir varlıktır. İnsan, makine gibi kurulan ve istediğimiz gibi çalıştırıp, istediğimiz şeyi elde ettiğimiz bir varlık değildir. Düşünce ve duygunun yanında hatta belki de bunlardan sonra gelen ama bunlardan daha öncelikli bir konuma haiz olan vicdan diye bir şeyde vardır. Bunu nasıl tarif edebiliriz bilemiyorum ama bize, var olduğumuzu, canlı olduğumuzu, insan olduğumuzu hissettiren, düşündürten bir şey gibi geliyor vicdan. Hatta hissin kendisi gibi bir şey. Ve bu şey, münhasıran insana ait bir şey, yani insanda bulunan bir şey. Evet, biz insan çocukları, bir şeye karar verirken, aklımızı, kalbimizi kullanıyoruz ama sanırım en etkin olarak devreye vicdan giriyor burada. Çünkü, iyi ile kötü olanı, en keskin, en net, en ikna ve tatmin edici şekilde vicdan ayırıyor. Zira akıl duygusuz, duygu akılsız olduğu için böyle bir şeyi başaramıyor gibi. Velakin vicdan dediğimiz şey, kuvvetle muhtemel, akıl ile kalbin imtizacının son noktası olduğu için böyle bir şey zuhur ediyor. Hülasa, vicdan biraz daha öne çıkıyor, akla ve kalbe nazaran. Şöyle bir şey; hani insan, bazı hallerde, varlığının dip derinliklerinde bir sevinç, huzur hisseder ya, ya da bir utanç, pişmanlık duyumsar ya, işte biz bunun adına vicdan diyoruz sanki. Bu tür duygulanımlar vicdanın sessiz ama yaratıcı eylemleridirler. Şöyle ki, utanç ve utançtan kaynaklanan içsel azap, bizde bu duyguları intaç eden, düşünce neticesinde ortaya konan eylemlerin kötü olduğu düşüncesinin sonucudur. Ama bu edilgendir fakat aynı zamanda gizli bir etkinlik vardır, çünkü tekrarını yapmamızı engeller. Pişmanlık ve pişmanlıktan kaynaklanan içsel hüzün ve huzursuzluk ise etkin bir duruma haizdir. Çünkü pişman olunan şeyin, yenilenmesi durumu vardır. Garip şeyler bunlar! Geçelim!
İşte komünizm tüm bunları iptal ediyor. İnsanı basit bir madde derekesine düşürüyor ve kurgulanan, kurulan bir makine gibi telakki ediyor. Çünkü komünizmin, insan üzerinden gerçekleştirmek istediği hedeflere handikap teşkil ediyor insana has olan bu yetiler ya da şeyler. Komünizm garip bir ideolojidir. İnsanlık nezdinde dikkat çekmesinin yegâne sebebi, kendisini, insanlığın en hassas olduğu olguya dayandırarak, insanlığın önüne çıkarmasıdır. Yani adalet olgusunu. Oysa komünizm de adalet diye bir şey kesinlikle yoktur, böyle bir şeyi gerçekleştirmesi de muhal ender muhaldir. En dibinde despotizmdir, tiranlıktır. Bireyin mutlak ölümüdür. Çünkü bireyi sonsuzlaştıran duyguların katilidir komünizm. Bireyin ruhundan, vicdanından fışkıran duyguları bireyden çekip aldığınız zaman birey zamanda donar kalır yani ölür. Çünkü bireyi sonsuzlaştıran aklı yani düşünceleri değil, kalbi ve kalbinden fışkıran duygularıdır. Çünkü düşünceler bir yerde sınırlıdır ve insan o sınırı aşmak için direnmez ama duygular sınırsızdır ve insanın duygularını sınırladığınız zaman insanı boğarsınız, mahvedersiniz. İnsanlığını yok edersiniz. Şöyle ki, insanın bedeni evet madde ama o bedene anlam yükleyen ve mana katan bir şey var o maddenin özünde, yani ruh ve işte insanı sonsuz kılan da o ruhtur ve o ruhu, bu bedenden çekip aldığınız zaman ne olduğunu biliyorsunuz. Ruy-i zeminde tahakkuk etmiş gerçek bir komünist düzen oldu mu da konuşuyorsun diyenler olabilir ama bu feci bir yanıltma taktiğidir. İslam’a karşı tertip edilmiş sinsi bir tezgâhtır. Komünist düzenin hâkim olmasına gerek yok, dünya da ki şöhretli komünistleri, onların zihin örgülerini ve icraatlarını gayet iyi biliyoruz. Komünizm de öz olmadığı için, kalıbına bakmanız kifayet edecektir komünizmi anlamaya.
Şimdi bazı düşünceleri müntesipleri yaşamazlar ya da yanlış yaşarlar ve o yaşam haddizatında yaşanıldığı sanılan düşünce değildir; bazı düşünceler de vardır ki zaten müntesiplerinin yaşadığı şey, o düşüncenin muktezasıdır. Şöyle söylenir; işte siz, şunları bunları Müslüman sayıyor musunuz ki de, biz şunları bunları Komünist sayalım? Burada bir detay gizlidir. Müşahhas örnekleme yapalım; faraza bir Müslüman var ve İslam’a mugayir bir yaşamı var, hadi bu kişi gebermiş bulunan Mısır Firavunu Mübarek olsun, şimdi burada o yaşamı telkin eden İslam değildir ve yaşayan da İslam’ı yaşıyor değildir ve o şahsın bozuk yaşamına bakarak, işte İslam budur denilemez. Çünkü İslam’ı biliyoruzdur ve o olmadığına mutlak şekilde inanıyoruzdur. Bir de Stalin’i örnek verelim, nasıl biri olduğu, neler yaptıkları bellidir. Stalin, komünizmi yaşamaktadır. İşte Stalin’e matuf reaksiyonlara bakarak, hayır komünizm bu değildir diyemezsiniz, bilakis tersi bir yaşamı yaşasaydı, o komünizm olmazdı. Çünkü İslam’ın da, Komünizm’in de ne olduklarını biliyoruz. Misal; İslam haksız yere cana kıymayı yasaklar ve büyük günah olarak görür ama Müslüman olduğunu iddia eden biri ortaya çıkar ve haksız yere adam öldürürse, bunu İslam emretmiş olamaz. Kendisini Müslüman olarak gören, malum kanlı, kirli terörist bir örgüt var, hepimizin malumudur. Biz bunlara bakarak İslam budur diyebilir miyiz? Asla, böyle yaparsak düşüncenin namusuna ihanet etmiş oluruz. Ama Komünizm, öldürmeyi kendi hedefleri için meşru görür hatta emreder. Yani komünist birinin öldürmesi, kendi öldürmesi değildir, bizatihi inandığı düşüncenin emridir. Yani bazı olaylar olguları yansıtmazken, bazı olaylar olguların iktiza ettiği sonuçlardır. Eylemleri, teorileri sarf-ı nazar ederek değerlendiremeyiz. Tafsilatlı tefekkür, hakikatin izharını ve müşahhas durumun izahını kolaylaştırır.
Olaylar üzerinden olguları tafsilatlı bir şekilde tefekkür ediniz, her şey, spontane faş oluverecektir inanın. Teoriyi biliyoruz. Kimsenin mugalata yapmasına lüzum yok. Eğer bir düşünceyi kabullenmişsek, onu tüm detaylarıyla bilerek kabullenmektir dürüstlük. Diyelim ki, düşüncemiz öldürmeyi tensip ediyor, biz bu detayı bilerek o düşünceyi kabullenmeliyiz ya da bu detayı bilerek o düşünceyi reddetmeliyiz. O düşünceyi kabullendik ve savunuyoruz diye, o düşüncenin o gerçekliğini inkâr edemeyiz, edersek kendi kendimizi kandırmış oluruz. Aldatma bir gün mutlaka geri teper. Ama bizler, hem kendimizi hem de düşüncelerimizi maskeleyerek arz-ı endam ediyoruz insanlığın huzurunda. Korkuyoruz gerçekliğimiz ortaya çıkarda insanlar bizden kaçarsa diye ve yine korkuyoruz düşüncemizin ne olduğu bilinir de insanlar başka yola kayar diye. Ama biz, insanların fikirsizliğini fırsat biliyoruz ve nasıl olsa tahkik etmezler diye, düşüncemizi maskeleyerek sunuyoruz insanlara ve ne gariptir ki, insanlarda kendilerine sunulduğu gibi inanıyorlar, alıyorlar ve kabulleniyorlar. İnsanlığın aydınlanma ve bilinçli yaşama yolunda ki temel handikaplarından ve paradokslarından biri budur. Komünizm, dine muhalif bir düşünce midir ve dine mugayir bir hayatı önermekte midir? Kesinlikle evet. Bu soruya verilecek hayır cevabını düşüncenin bizatihi kendisi kusar. İdeologlarını, teorisyenlerini ve muhteviyatını hemen hemen tüm detaylarıyla biliyoruz. Yani biraz ciddiyet, biraz dürüstlük iktiza ediyor. İnsanlara yalan söylemeye ve onları kandırıp, aldatmaya hiç lüzum yok. Bu bilakis, bizim kendi inandığımız, savunduğumuz düşüncemize güven duymadığımızın işareti olur. Bu da utançtır! İnancın, fikriyatın ne ise ortaya çıkıp kıvırmadan, çevirmeden, dümdüz izhar ve izah edeceksin. Kabul eden eder, etmeyen etmez. Hiç yoktan, kabul eden, hakikaten benimseyerek, ne olduğunu bilip kabullenerek eder, etmeyen de çeker gider. Olay budur! Eğer düşüncene güvenemez ve gizleyerek izhar ve izah etmeye tevessül edersen, yazık derler, inandığı düşünceye güveni bile yok derler. Ki, zaten, bugün, gizli kalsın diyeceğimiz hiçbir şey yoktur malum.
Bir fikirle, yeni bir düşünceyle ya da oluşumla, insanlığın huzuruna çıkarken, kabul ederler mi, etmezler mi tereddütleriyle çıkamazsınız. Zira bu, baştan sıfırlanmak demektir. Çünkü bugün insanoğluna genel bir bakış fırlatırsak, münhasıran sanal âlemde dolaşan birinin, çok okuyan birinden daha iyi bilgiye sahip olduğuna tanıklık edebiliyoruz. Binaenaleyh, insançocuklarından gizleyebileceğimiz fazlada bir şey olmasa gerek. Zira gizlemek anlamsız ve yanlıştır. Ne insanoğluna ne doğaya ne de hayata yabancı değiliz. Az çok siyasi düşünce tarihini ve bu tarihe etki etmiş düşünceleri okuduk, biliyoruz ve anlamaya çalışıyoruz. Bu yüzden teoriler, teorisyenler, düşüncelerin muhtevaları hakkında iyi kötü bilgi sahibiyiz. Nice insanlarında aynı olduğu kanaatindeyiz. Hülasa; insanlara yalan söylemeye ve onları aldatmaya çalışmaya hiç gerek yok, zira geri teper. Komünizmde, mülkün mutlak sahibi devlettir. İnsanlar, tabir caizse ebedi köledirler. Bu ise özünde bir devlet kapitalizmden başka bir şey değildir. Ki, Lenin, bizatihi savunmuş ve gerekli bile görmüştür bunu. Ha bunu politik bir taktik olarak benimsemiştir ya da gerçekten istediği budur, orasını net olarak bilemeyiz. Ama benim bildiğim bir şey var ki; hedeflerini izah ederken söylediği şey; bu hedefin bir devlet kapitalizmi olduğu yönündedir. Bu konularda, yani komünizmin ekonomik yönüne dair konularda, daha detaylı ve net düşüncelere Nikitin’in ‘’Ekonomi Politik’’ isimli kitabında rastlayabilirsiniz. Hatta orada Sosyalizme nasıl gidileceği, oradan Komünizme nasıl ulaşılacağı gibi konularda da ciddi detaylar yakalanabilir. Orada ki detaylarda, komünizmin nasıl bir esaret zinciri olduğunu sarahaten fark edeceksiniz. Lenin yoldaş, şu an komünistlerin kahir ekseriyetinin, tek önder ittihaz ettikleri kişidir. Çünkü Marks bir anlamda teorisyendir ve Marks’ın teorilerini praksise tedvir eden ve en ideal düzeyde icra eden tek kişi Lenin’dir. Stalin’in adının anılmasından ise korkarlar, çünkü bahusus Türk dünyası nezdinde Stalin lanetliktir. Ki sair dünyada da pek muteber sayılmaz, saygıyla anılmaz Stalin. Onun adının ortaya çıktığı ve belirgin olduğu durumda Komünizmden kopuşun başlayacağı varsayımı etkilidir. Yani Stalin unutturulmaya çalışılmaktadır, zira Komünist düşüncenin yayılımına darbe vurmaktadır. Ama insanlık hafızasına kazıdığı bir şeyi asla unutmaz, ne kadar da nisyan ile malul olsa da.
Hakikatin tevile ihtiyacı yoktur. Zira hakikati tevile tevessül etmek, trajikomik bir durum olur. Misal; Komünizm, özünde, şiddeti tasvip eden hatta teşvik eden bir düşünce sistemidir. Bu hakikattir ve tevil götürmez. Şükürler olsun ki kafamız çalışıyor ve canlı, etkin örneklerine tanıklık ediyoruz. Keza Komünizm, burjuvaziye savaş açan bir düşünce olmakla birlikte, iki şöhretli teorisyeninin de yani Marks ve Engels’in burjuvaziden olduğu bir gerçektir. Bunu, yoldaş ve önder Lenin, ‘’Ne Yapmalı’’ kitabında da ifade eder. Yanılmadığımı düşünüyorum. Hatta kitabın detaylarında Lenin, proletaryayı zımnen küçümser, bu zümreyi kafası çalışmayanlar ve aydınlanması gerekenler olarak görür, hem de burjuvazi tarafından aydınlatılmaları iktiza ettiğini ifade eder. Fakat ne gariptir ki, kafası çalışmayanlardan bir diktatörlük bekler! Proletarya tavassutu ile devlete el koymuş olan namlı diktatörlerin, devlet olunduğu zamanlarda proletaryayı geri planda tuttuğu da tarihi bir gerçekliktir. Ki hafızamda kaldığı kadarıyla Troçki, buna itiraz ettiği ve proletaryanın da, kendi kurduğu diktatörlükte yaşama hakkı olduğunu ama bu hakkının elinden alındığını söylediği için yönetimlerle ters düştüğü ve nihayet katledildiği söylenir. Evet, olay bu kadar basit değildir ama bu önemli bir detaydır, sebeptir. Tiranlaşmış olanlar, yerler, içerler, sevişirler, hayatın tadını çıkarırlar, buna mukabil çalışan sınıflar ise bitevi üretme derdindedirler, üretirken yorgun düşerler ve zayıfladıklarında ise ölüme terkedilirler. George Orwel’in meşhur iki kitabı vardır, naçizane okumanızı salık veririm. Tamam, bu kitap mütekâmilen düşünüldüğü zaman mübalağa yapılmış olabilir ama Komünizm düşünce sistemine dair az çok bilgiye sahipseniz, haddizatında hiçte mübalağa yapılmamış dersiniz.
Her şeyin devlet tarafından tayin edildiği bir sistemde insan diye bir şey yoktur. Hele bu devlet üstelik bir de ruhsuz bir devletse, insanlar bir düğmeyle kontrol edilen, yönlendirilen nesneden başka bir şey değildirler. Kafa, kalp, vicdan işlevsizdir. İnsanlar üretmek için bitevi çalışırlar. Çalıştıklarının karşılığını da alamazlar. İktidar devletinse, mülk devletinse, din devletinse ve insan mutlak edilgense, orada terakki de muhaldir ve mütemadiyen tedenni vardır. İslam haricinde tüm düşüncelerin sisteme dönüşmüş durumlarında, o sistemin erklerince çerçevesi çizilmiş umdeleri din gibi kabul görür. Bildiğimiz türden bir ahlak olgusu, adalet olgusu hayaldir böyle bir dünyada. Fikirler diye bir şey yoktur, tek fikir vardır. Kalbi hislerin tezahürü olan sevgi ilişkisi de bildiğimiz ve yaşanılan türden bir ilişki değildir. Bu tür bir ilişkinin, burjuvaziye ait bir ilişki olduğudur geçerli olan düşünce. Oysa filhakika, burjuvazide de böyle bir ilişki kesinlikle yoktur. Çünkü bu tür ilişkiler bir mana altyapısını iktiza eder ama ne kapitalizm de ne de Komünizm de böyle bir altyapı ise yoktur. Hem de bireysel ilişkilerde değil hiçbir ilişkide böyle bir altyapı yoktur. Zira ikisi de mutlak maddeci bir altyapıya haizdirler. Birinde toplumculuğa, diğerinde ise ferdi çıkarlara kurban edilmiştir bu tür ulvi duygulanımlar. Barış ve kardeşlik muhaldir. Bunların tahakkuk edebilmesi, tüm toplumun teklenmesine, tektipleşmesine merbuttur. Koşulsuz, hesapsız, sorgusuz sadakat esastır. Sorgulamak ölümdür. Merak, deruni âlemde boğulmuştur ve an be an insanı boğmaktadır. Sormak yasaktır, icra esastır. Parti teşkilatı tanrıdır. Lider tabir caizse peygamberdir. Umdeler kutsal pusuladır. Hürriyet muhal, adalet hayal, din mahreçli ahlak sanaldır. Komünizm, haddizatında bir ricattir yani geri dönüştür. Ki, müntesipleri de mütemadiyen insanoğlunun ilk zamanlarından bahsedip durmazlar mı? İlkel zamanlardan! Her şeyden soyunmaktır. Nefsin mutlak ve muhakkak imparatorluğunun hâkim olduğu demleridir.
Son tahlilde; haddizatında komünizmle kapitalizm aynı memeden süt emmiş kardeş gibidirler. Hakikaten garip bir ilişki vardır aralarında. Proletaryanın burjuvazi tarafından eğitilmesi gerektiği söylenir. Komünizme kapitalist aşamadan sonra geçileceği söylenir, sanki kapitalizm bir ön aşama olarak geçerliymiş ve olması gerekiyormuş gibi. Komünist teşkilatlar, örgütler garip bir şekilde ülkelerin önde gelen kompradorlarınca müzaherete mazhar olurlar. Üstelik aynı altyapı üzerinde yani maddi temelde hareket ederler ve ne gariptir ki, ikisi de maddeye egemen olmayı hedeflerler. İkisinin de manevi yönün tekâmülü ile ilgileri yoktur, bilakis böyle bir şeyi gerilikle itham ederler. İkisi de milliliğe muhaliftir. İkisinde de tek vatan yoktur. İkisinde de yerlilik yoktur. Çünkü küresel bir merkeze bağlılık esastır. İkisinde de din yoktur. Mugalataya gerek yoktur. Özlerinde şiddet gizlidir. Şiddet adeta ruhlarıdır. Muhalif diye bir şey kabil değildir. Anında yok edilir. Kapitalizm de olduğu gibi komünizm de kudretlilerin hegemonyasına tekabül eder. Kati surette müşriktir. Güçlü olan haklıdır ve hak gücün emrindedir, monopolündedir. Varolmak, yaşamak, tüm nimetlerden istifade etmek kuvvetliye mahsustur. Zaten güçsüz için hayat lükstür. Hayatın kanunu tabi seleksiyondur. Darvin’in tüm kuramları, haklarında malumata sahip olduğumuz tüm Marksist teorilerin ve o teoriyi temel ittihaz eden versiyonlarının fikri ve teorik altyapılarını teşkil eder. Bunu ünlü teorisyenler bizatihi ifade etmişlerdir. Hatta faşizmin bile temelini teşkil eden fikriyat Darvinizmin ta kendisidir. Silahsız, şiddetsiz, terörizmsiz devrim ve iktidar muhaldir. Şiddete açıkça davet eder. Bunu ne teoriler, ne teorisyenler ve ne de hayatın bizatihi kendisi asla yalanlamaz. Ne hayat farklı bir vadide akmaktadır ne de biz farklı bir vadide yaşamaktayızdır. Biz hayatız, hayat bizdir. Stalin malumumuzdur. Mao malumumuzdur. Lenin malumumuzdur.
En son tahlilde; hadi İslam ile Komünizmi imtizaç ettirin bakalım. Bu kabil-i mümkün değildir. Muhaldir. Bunu becermeye, kotarmaya çalışan aldanmıştır, aldatmaktadır. Fikrin namusuna sadık olandan böyle bir hareket beklenmez. İstediğiniz kadar şirinlik yapın, sevilmek için gayret edin bu hayaldir. Tasavvuru bile muhaldir. Bilmeden, anlamadan, farkında olmadan yapanlar affa mazhar olabilirler belki ama bilinçli, şuurlu, farkında olarak buna tevessül edenler yanlış yoldadırlar ve İslam’a ihanet içerisindedirler. Marksistleri uyutacağınızı mı düşünüyorsunuz yoksa açık gözlere perde çekmeye mi çalışıyorsunuz ey akl-ı evveller? İslam nasıl bir dinse, Komünizm de bir dindir. Gayrısı laf-ı güzaftır, angaryadır, hikâyedir.