İnsanoğlu genelde nasihata muhtaçken,
öğreneceği çok şey varken, kendi kendine asla yetmezken, çocukken muhtaç, gençken muhtaç, yaşlıyken zaten muhtaç. Yani
zayıf yaratılmış bir yapıya sahip olmasına rağmen tenkit, yol gösterilmesi,
tavsiye, ikaz ve karşı çıkmaktan( muhalefet) hiç hoşlanmaz. Kısaca elinin
üstünde el, sözünün üstünde söz istememenin yanında, nankörlük , yılmayan hırs ve doymayan
azgınlıklar sahibidir.
İlahi Yolun öğreticileri olan
Peygamberler insanlara sahip olmaları gereken ahlakı gösterdiler. Firavun da
kendi ahlakını ortaya koydu. Seçme hakkı insana aittir.
İlahi Ahlaktan nasibi olan
siyasilerin halkına “ İlahi adalet, bana benim hesabıma ilaveten sizin hesabınızı
da mutlaka soracak, yani üzerimde sizlerin hakkı var. Benim tenkit edilmem,
ikaz edilmem, bana yol gösterilmesi, hatamın düzeltilmesi, benim sizin
üzerinizdeki hakkımdır.” diyebilmek
İşte herkesin yükünü bilmesi,
yükümlülüğünü bilmesi yani İlahi Ahlakı bilmesi ve tanıması budur. Bu da
Rabbini bilmesidir. İlahi yolda edebiyat geçersizdir.
Eğer senin halkında, insana has
olan bilginin yerini cehalet almışsa, etrafına duyarsız, güç ve menfaate tapar
hale gelmişse ne olacak?
Eğer senin halkın; Yaradılış
amacına uyan, yaşamdaki düşünce, inanç ve davranışın nasıl olması gerektiği
ilmini (Kuran İlmi) öğreten, aklın kullanılması, (ilme eriştirici olan )
araştırmanın emrini içeren ve de onsuz her şeyin hiç ve anlamsız olacağı (ahlakı)
emreden Yüce Kitabı, yalnız göze hitap eder şekilde, beyinle ilişkisi kesilmiş,
duvara çivilemiş ise, konuşulacak ve yazılacak şeyler bitti gibi gelir.
Ama öyle gelmemelidir. Çünkü Allah tan
ümit kesilmez. (O) dilerse, dilediği için yalnızca “ol” der. Ayrıca doğru bildiğiniz
şeyleri yazmak, yapmak ve söylemek bizim kul olarak önemli görevimizdir.
Yapılanın karşılığı Allah’ın dilediğini yapmasıdır. Biz ona karışamayız. O bizi
aşar.
Ancak unutulmamalıdır ki
siyasetçiler, halkının cehaletinden de, ahlak seviyesinden de (İlahi mahkemede
) birinci derecede sorumludurlar.
Mevla görelim neyler?
Neylerse güzel eyler!