Kafa değişmeden, hiçbir şey değişmez bebeğim! Kafa, gerçekten garip bir şey. Düşünüyorsun, çıldırırcasına düşünüyorsun ve sırrına vakıf olamıyorsun. Gövde üzerinde ki baş dediğimiz şey, kafa denen şey. Ama hayati öneme haiz. Akıl dediğimiz şey onda, göz onda, kulak onda, dil onda, ağız onda, burun onda. Düşünmeye başladığın an direkt olarak onda bir titreşim oluyor, bunu hissediyorsun. Onun içinde kesif bir tını oluyor. Sanki kafan duvara çarpıyor gibi ilginç bir şey oluyor, tam oraya kilitlenince küt diye duruyorsun ve düşünme süreci başlıyor. Diğer bölgelerde böyle bir şey hissetmiyorsun, ki zaten bu his tebeyyün ettiği vakit, diğer bölgeler devre dışı kalıyor anında. Sanki gövdeye anlam katan şey o. O baş, bu gövdeden ayrıldığı zaman işimiz bitiyor. Bitmiyor ya da bitmez diyebilmek kabil mi? Demek ki çıkarımımız doğru. Çok önemli organların temerküz yeri. Beyin dediğimiz şeyde, kafa dediğimiz şeyin içinde. Beyin normal da baktığınız zaman garip bir et yığınıdır ama öyle değil işte. Yaratan Allah, o et yığının özüne öyle bir şey koymuş ki, onu değerli kılmış ve o koyduğu şey senin tüm hayatının anlamı olmuş ama aynı zamanda onu tahdit etmiş. Akıl dediğimizde de, zihin dediğimiz de kafaya temasta bulunmuş oluruz. Kafa değiştiğinde, değişmeyen tek şey değişimdir! Kafa, düşünce üretim merkezidir. Öyle değil mi? Gerçi kafayla düşünürken, haddizatında varlığımızın en küçük zerresine kadar tüm mevcudiyetimizle düşünüyormuşuz gibi geliyor ama yine de düşünen kafamız oluyor. Çünkü münhasıran kafamızda tınıların olduğunu, diğer alanların hiçbir tepki vermediğini duyumsuyoruz. Bu yüzden kafada bir devrim yapıldığında, tüm beden coğrafyasında her şey alt üst oluyor. Kalıplar, klişeler, itiyatlar onda yok oluyorlar ya da onda varlık kazanıyorlar. Hani zihin ve buradan çıkarak zihniyet diyoruz ya, tamamen kafayla ilgili şeyler. Saçmaladım mı bilmiyorum ama geçelim!
Zihin demiştik ya, işte o zihin, insanoğlunu diğer canlılardan tefrik edici en önemli unsurdur, insanın en mümeyyiz vasfıdır. Zihin nedir, nasıl bir şeydir, müşahhas olarak tanımlamak kabil değildir. Şöyle diyebiliriz belki; insan insansa, zihin denilen şeyin onda ki mevcudiyetindendir. Misal; şu an şu yazıyı yazarken bile, belki de zihnimiz faal durumdadır ve onun sayesinde işimizi yapabiliyoruzdur. Kim bilir bilinç dediğimiz şeyi de kastediyor olabiliriz. Zihniyeti bozuk gibisinden şeyler söyleriz ya, belki de düşüncenin olgu boyutunu ifade ediyor olabilir. Düşünce ise, olgunun olaylaşmasıdır. Hatta işleyiş yönüyle, insanları bile birbirlerinden ayıran şeydir diyebiliriz. Çünkü zihnin işleyişi, birazda bellek dediğimiz şeyle ilintilidir. Haddizatında bir veri deposu olabilir zihin. Plan mı yapıyoruz, strateji mi belirliyoruz, hedef mi tayine diyoruz, proje mi üretiyoruz, tümünde zihin devreye giriyor kuvvetle muhtemel. Maziyi tahattur eylersin, atiyi tasavvur edersin, meselelere dair çözümleme yaparsın, tedbir alır adım atarsın, sebep ve sonuçları tetkik edersin, peki nasıl? Hepsi de zihin dediğimiz şey sayesinde gerçekleşir. Dost kim, düşman kim tanırsın, hamleleri algılarsın, düşünür kurgulama yaparsın. Varoluşunu gerçekleştirirsin. İnsana dair tüm süreçleri kapsar, kuşatır ve taşır zihin dediğimiz şey. Maziyi atiye taşır. Maziye dair tüm anılar, hatıralar, kederler, mutluluklar, istikbale matuf tahayyüller, tereddütler, hülasa; insani olan her şey zihnin besidir, veri kaynağıdır adeta.
Zihin dedik ya, belki de bir etkisiz elemandır ama etkisini, etkilerken kullanıyordur. Sanki dış dünyadan veriler toplanırken hiçbir etkiye sahip değilmiş gibi ama o verileri işlerken ve aktarımını yaparken en etkili elaman gibi. Binaenaleyh, zihin çok önemli bir şey. Ona karşı çok hassas olmalısınız ya da o size karşı çok dikkatli olmalı. Ağzımızdan çıkan her sözde bile, kafamızın görünmeyen göklerinde duyumsadığımız bir şey gibi. Kafamızın ya da beynimizin mi demeliyiz bilemiyorum, dip derinliklerinde saklı bir doneler hazinesi var ve oradan süratle dış âleme yayılıyor tüm düşünceler. Gözlerimiz, doneleri topluyor ve beyne iletiyor, orada şekillenen doneler temerküzleşiyor ve anlam kesbediyor. Doneler toplanırken zihin etkisizmiş gibi geliyor ama o doneler işlenirken zihin vehleten tebeyyün ediveriyor. Evren, olgularla lebalep. Zihnin besin kaynağı mevcut olgular. Zihnin algıladığı, dış dünyadan yansıyan olgular, şekilleniyor ve kullanılmaya hazır hale geliyor. Zihin, olguları ve doneleri işleyen, öğüten bir çark gibi. Olgulara dair doneler toplanıyor, depolanıyor ve ihtiyaç hâsıl oldukça muayyen süzgeçlerden geçiriliyor, tetkiki ve tahlili yapılıyor ve kullanıma sunuluyor. Son derece hassas bir yapı. Bizim de ona karşı son derece hassas olmamız iktiza ediyor. Malayanilikler, absürtlükler, artıklar, fazlalıklar zihni yoruyor, bulanıklaştırıyor ve meflûç ediyor. Her şeyi nasıl yiyemiyorsak, zihne de her şeyi yüklemememiz icap ediyor. Bunu yaptığımız takdirde, zihnin asli fonksiyonlarını icra etmesine handikap teşkil etmiş oluyoruz. Daha ötesi ve netamelisi, zihnin, isabetli ve tutarlı tetkik, tahlil ve çözümleme yapmasına mani olmuş oluyoruz. Zihin dediğimiz şey, çöp tenekesi değildir. Binaenaleyh, oraya her şeyi atamayız, yükleyemeyiz ve onu kirletemeyiz. Böyle yaparsak, hayatımızda ki insicamı nakzetmiş oluruz. Zira zihnimizin bizi doğru yönlendirmesini kesintiye uğratırız. Oraya, şeyleri, rastgele ve hoyratça doldurup, yükleyemeyiz. Zihinde biraz boşluk ister. Çünkü o da gövdemiz gibi yorulabilir ve dinlemeyi hak eder. Çünkü fazlalıklarla dolmuş ve olabildiğince yorulmuş bir zihin hiçbir işlevini tam anlamıyla ifa edemez.
Zihin olarak tavsif etiğimiz şeyi şöyle duyumsamaya çalışıyoruz da, sanki ona dış dünyadan yüklenen donelerden başka, spontane yüklenmiş donelerde varlığında gizliymiş gibi. Yani sonsal doneler gibi önsel donelerde münderiç dip derinliklerinde. Hani onunla var oluyor yani. Tıpkı insan gibi, insan nasıl tüm organlarıyla birlikte doğuyor yani sonradan bir organ gelipte eklemlenmiyor kendisine, aynen öyle. Yani zihin boş gelmiyor, muayyen donelerle yüklenmiş halde var oluyor. Bu da demek oluyor ki, insan temiz bir gövdeyle ve zihinle var oluyor ama sonradan yüklenen donelerle varlığı tagayyürata uğruyor, çünkü zihni sonsal donelerle tahrifata ve tahribata uğruyor, saflığını kaybediyor. İşte biz hayata önceden yüklenmiş donelerle başlıyoruz, sonradan doneler edindikçe ikisini meczediyoruz. Bir çocuğu düşünün, çok garip hareketler gösteriyor. Kimse çocuğun sonradan öğrendikleriyle o hareketleri sergilediğini iddia edemez. Zira henüz algısı, bilinci oluşmamış, nesneleri tanımayan bir çocuğun öyle üst düzey hareketler yapmasını kimse bekleyemez ama yapıyor. Demek ki burada bir gariplik var, önsel bir done yüklenmişlik hali olduğu açıkça belli oluyor. Bizim bunu algılayamamamız hakikati değiştirmez. Ha, dış dünyadan elde edilen doneler insanın zihin dünyasında titreşimler yapıp, orada değişikliğe neden oluyor mu? Elbette oluyor. Bizim dış dünyadan zihnimize yüklediğimiz donelerin hiçbirisi mutlak gerçekliğe tekabül etmezler. Bilakis, bozucu etkiye maliktirler. Çocuğun, hareket süreçlerinde ve bu süreçlerin ince nüanslarında fark ederiz bunu. Çocuk normal şartlarda doğada ki olguların farkında ve bilincinde değildir. Direkt olarak algılayamaz, görür ama idrak edemez. Fakat sanki tecrübe sahibiymiş, olguların fehmindeymiş gibi tavırlar sergiler, konuşur. İşte bu görünen gerçeklik bize zihnin donlerle yüklenmiş halde var olduğunu gösterir. Geliştikçe, büyüdükçe, algısı ve bilinci tekâmül kaydettikçe, olguların farkına varmaya ve ne olduklarını çözümlemeye başladıkça zihnine yeni doneler yükler. Tabi zihin karışır, kirlenir belki ama aynı zamanda gelişir de ve daha bir işlevsellik kesbeder. Ama ne gariptir ki, biz sonradan yüklediğimiz doneleri hem hakikat zannederiz ve yaşamımızın altyapısını edindiğimiz donelere göre kurgularız. Oysa bu sonsuz yanlıştır. Ki, hayatımızın hep yanlış istikamette ilerlemesinin de muhakkak sebebi budur. İşte bir kafa devrimi yani zihin-zihniyet devrimi bunun için mutlak koşuldur, hayatlarımızın yenilenmesi, değişmesi ve hayatlarımızda da devrimsel bir sürecin başlaması için.
Zihnimizde ki önsel ve sonsal donelerden bahsetmiştik. Dış dünyadan akan doneler, zihnimize yüklenmeye başladığı an itibariyle zihnimiz yorulmakla birlikte doğallığını da kaybetmeye başlar. Ama şurası da bir gerçektir ki, dış dünyamızda ki olgular, nosyonlar olmasaydı zihnimizin de bir anlamı kalmazdı. Nasıl, olguları, nosyonları anlamlandıran, şekillendiren, tanımlandıran zihin ise, zihne anlam katan ve onu faal duruma sokan da olgular ve nosyonlardır. Zihin, kendi halinde bir şey ifade eder mi? Yani durduğu yerde hükmü var mıdır? Kuvvetle muhtemel bu kabil olmazdı, bilakis durur, öylece kalırdı. Ama faaliyete geçtiği an zihin diye bir şeyin mevcudiyetinden haberdar oluruz. Ya da şöyle mi desek, zaten bakmaya, konuşmaya, duymaya başladığımız an zihin devreye mi giriyor? Ya da biz insançocukları başlı başına bir zihin miyiz? Öyle oluyor gibi. Öyle olmasa, şu an şu sözcük dizimini yapmak kabil olmazdı herhalde. Olgulardan beslenen ve esinlenen zihin, nosyonlar tavassutu ile görevini görür. Nosyonlar, zihnin üretiminde hammadde konumundadırlar. İnsanoğluna kelimeler öğretilmiştir ve hayatı, adeta kelimeler üzerine müessestir. İnsançocuklarının, zihinlerine, sonsuz dikkat etmeleri, özen göstermeleri iktiza eder. Çünkü zihinleri tavassutu ile yönetilirler. Zihin kontrolü diye şeyler vardır malumumuz. Çünkü zihin kontrol altına alındı mı, tüm hayat kontrol altına alınmış demektir. Kontrol ve manipüle edilmenin nirengi noktasıdır zihin. İnsanı tagayyürata uğratan asıl şey, zihne yüklenen donelerdir. Bu doneler, zihni tahrifata ve tahribata uğratarak, insanoğlunun istikametinde kaymaya, sapmaya neden olur. Zihne, dış dünyadan yüklenen her veri, dip derinliklerine kadar çok iyi tahlil ve tetkik edilmelidir ya da verilerin niçin ve nasıl yüklenilmesi gerektiği bilinmelidir. Zira zihinlerin kontrolü de, istendik biçimde ve yönde yönlendirilmesi de yüklenilen verilerle olur. Zihni kontrol altına alınmış bir insanın, hayatı da kontrol altındadır. İşte bizim en büyük ve en birincil sorunumuz budur. İnsançocukları her yüklenen veriyi mutlak doğru ittihaz ederek, sormadan, sorgulamadan sindirmeye çalışmaktadır. İnsanın bozulmasının en dip derinliklerinde bu etken gizlidir.
Maalesef, zihnen muhasara altındayız ve iğdiş edilmişiz. Zihinlerimiz, saflığını, doğallığını ve masumiyetini kaybetmiş ve kirlenmiş, kirletilmiştir. Darlaştırılmış ve yorgun bırakılmıştır. Bu yüzden de algılarımız, anlamalarımız, kavramalarımız zorlaşmıştır. Bakışımız bulanıklaşmış, görüş açımız daralmış, kavrayışımız sığlaşmış, nihayet zihnimiz körelmiş, körleşmiştir. Zihnimizin ilk evvelde dinlenmeye, sonrada ayıklanmaya ihtiyacı vardır, ki tazelenebilsin ve kapalı hücreleri açılabilsin. Maateessüf, bugüne kadar, zihnimizi adeta bir çöp tenekesi misali kullandık, kirlettik, tefessüh etmesine neden olduk. Evet, zihinde çürür, tıpkı beden gibi. Binaenaleyh, dolmuş, doluluktan dolayı yorulmuş zihnimizi boşaltmalı, temizlemeli ve yeniden yepyeni bir şekilde, daha disiplinli, özenli ve sağlıklı olarak yüklemeliyiz. Yani, zihinlerimizde bir devrim yapabilmeliyiz. Bilakis, zihinlerimiz meflûç olmaktan kurtaramayız. Bu da gövde olarakta yıkılışımızın, devrilişimizin, yok oluşumuzun habercisi olur. Zihinlerimizin hürriyetine kavuşması iktiza ediyor. Zihinlerimiz üzerinde ki, şeytani tasallutu ve tarassuttu kırmalıyız. Zihinlerimizi muhasara altına alan barikatların yarılması, zihinlerimizin sağlıklı şekilde işlevini görmesi için önkoşuldur. Zihinlerimiz, fark ettirmeden otokontrol altına alınmıştır ve sinsice manipüle edilmektedir. Evet, zihinlerimiz tazeydi, temizdi, saftı, masumdu, doğaldı ve çok sağlıklı şekilde işliyordu ama sonradan formatlandı ve yeniden yükleme yapıldı ve bu yüklemeyi, bizim irademiz yapmadı, bizim dışımızda ki iradeler yaptılar. İşte tam da bu sebeple, kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, neyi niçin yaptığımızı, nasıl ve kim için yaptığımızı, yapacağımızı asla bilmiyoruz. Zihnimizin, kendileri tavassutu ile kontrol edildiği nosyonların özünden bihaberiz. Zihnimizi esir alan kavramların ne olduğunu fehmedemiyoruz. Zihnimizi esir alan kavramlar üzerinde fikir yürütüldüğü zaman sarsılıyoruz, kızıyoruz ve olumsuz tepkiler veriyoruz. Tam aksine mutlu olacağımıza, uyarıldığımız, uyandırıldığımız ve aydınlatıldığımız için sevineceğimize küfrediyoruz. Zihnimiz, dip derinliklerine kadar tagayyürata uğratılmış, ifsat edilmiş durumdadır ne yazık ki.
Zihnimiz köreltilmiş, karıştırılmış ve kalıplaştırılmıştır. Esnekliğini, açıklığını kaybetmiştir. Tabir caizse iğrençleşmiştir. Zihin iğrençleşince elbette kalp ve kafa da bozulmuş, iğrençleşmiştir. Kendisine ulaşan verileri algılayamayacak, anlayamayacak ve anlamlandıramayacak kadar aciz duruma düşmüştür. Dışarıdan yüklenen veriler zihnimizde adeta kalıplaşmış, donmuş, dogmalaşmıştır. Yani kavramları bile bozmuşuz. Bozduğumuz kavramlarla biz de bozulmuşuz. Bozulmuşuz, bozuldukça bozmuşuz, bozdukça bozulmuşuz, böyle bir fasit daireye mahkûm olmuşuz. Zihnimiz esneyince, açılınca dogmalaşan ve kalıplaşan veriler, kavramlar sarsılıyor, buz gibi çözülüyor ve bu sarsılma bizi de sarsıyor. Bozduğumuz ya da bozuk olduğu halde yüklediğimiz verilerin, kavramların aslını öğrenince çıkmaza düşmüşüz. Çünkü o veriler bizim hayatımızı da tahrif ve tahrip etmiştir. Bizde olumsuz alışkanlıklara sebep olmuştur. Sarsılmamız bu yüzdendir. Çünkü zihnen sarsılınca, hayat olarak sarsılıyoruz. Zira zihnimize egemen olmuş veriler tavassutu ile yeni bir hayatın sahibi oluyoruz, böylece o hayatın içinde eriyoruz, o hayata iyice alışıyoruz çünkü. Biz, zihnimizi, kendi irademiz dışında yükledik hatta yükledik değil, veriler biz farkında olmadan yüklendiler zihnimize ya da verileri tahrip ve tahrif ederek yükledik. Veyahut zihinleri, kendi iradeleri dışında yüklenilenler tarafından yükleme yapıldı zihnimize. Zihnimizi temizlememiz yani yeniden formatlamamız iktiza ediyor, isticalen. Yüklenmiş tüm verilerin silinmesi ya da yanlış yüklediğimiz veyahut yükledikten sonra tagayyürata uğrattığımız tüm verilerin öz anlamalarına tedvir eylenmesi ve zihnimizin yeniden biçimlendirilmesi icap ediyor. Bugün hayatı algılayışımızda sorun varsa, yanlış yaşıyorsak, zihnimizde sorun var demektir, ki vardır da zaten.
Zihnimizi temizlememiz, hayatı yeniden okumamız ve verileri daha sağlıklı ve kontrol ederek yüklememiz şarttır. Yani sahici bir zihniyet devrimi mutlak ve muhakkak olarak yapılmalıdır. Yeni bir yol bulmamız, yeni bir düşünce tarzı oluşturmamız ve yeni bir hayat kurmamız iktiza ediyor. Yaşadığımız alt üst oluşların yegâne sebebi, zihinlerin kirlenmesidir. Zihinlerin kirlenmesi hayatımızın kirlenmesini intaç etmiştir, hayatların kirli olması insanlığa sirayet etmiş ve insanlığın, dünyanın kirlenmesini tevlit etmiştir. Tarihimizi ve tarihi ödevimizi doğru algılayamamamızın, anlayamamamızın sebebi da budur. Hatta kimlik ve din sorunlarımızın altında yatan en önemli sebepte budur. Derin korkularımız ve bu yüzden ayağa kalkmakta zorlanışımızda, zihnimizin muhasarasıyla ilintilidir. Zihinlerimizde ki tahrifatlar ve tahribatlar, tarih, din ve kimlik meselelerinde de tahrifatlara, tahribatlara, tagayyüratlara sebep olmuştur. Zihinlerimizi temizleyip, eski saf haline tedvir eylemedikçe, kim olduğumuzu ve nasıl olmaklığımızı asla idrak edemeyiz. Etsek bile ittihaz etmekte zorlanırız. Kavramlarımızı tanıyamayız, tanımlayamayız ve öz halleriyle hayata aktarmakta sıkıntı yaşarız. İsticalen, zihnimizi formatlayıp yeniden yüklememiz, bu minvalde yeni bir bakış açısı ve düşünce tarzı oluşturmamız, yeni bir hayatın başlangıcı için olmazsa olmazdır. Kavramların suiistimal edilmesi, kirletilmesi ve ucuz çıkar hesaplarına kurban edilmesi de zihniyet kirliliğinin eseridir. Bugün kavramlarımız yerle yeksan olmuş haldedir, özlerini, mahiyetlerini yitirmişlerdir. Sadece basit birer maske derekesine düşürülmüşlerdir.
Bizler bugüne kadar hiçbir zaman kendi düşüncemizi sahiplenmedik, kendi düşüncemizin savunusunu yapmadık. Hatta bizim bir düşüncemiz var mı diye düşünmedik, sormadık, sorgulamadık. Düşüncemizi bilmeden, düşüncemizden yana utandırıldık ki, sonradan bilsek bile sahiplenmeye yanaşmayalım. Çünkü kendi düşüncemiz usulca zihnimizden çekilip, yerine başkalarının düşünceleri montelendi ve biz, mütemadiyen başkalarının düşünceleri uğruna kavga verdik, birbirimizi yedik. Bizim kavramlarımız zihin toprağımızdan sökülüp, yerine farklı kavramlar yerleştirildi ve nesillerimiz, o kavramlarla yetiştirildi. Binaenaleyh, mütemadiyen özümüze, köklerimize düşman olanları yücelttik, onlara itibar bahşettik ve onları başımıza taç ettik. Kendimize ise hep düşman olduk. Çünkü zihinlerimiz bu şekilde yüklendi ve biz, zihinlerimiz yüklenirken hep edilgen konumdaydık. Evet, kendimize karşı sorgulayıcı olabilirdik ama yaralayıcı olmak zorunda değildik, çünkü karşımızda ki yine bizdik. Ama biz, bizi tümden reddetme yolunu seçtik. Kendimizi hep aşağı gördük. Hayır, bir insan babasını inkâr edebilir miydi? İstese bile bunu yapabilir miydi? Bir millet tarihini reddedebilir miydi? Ecdadını inkâr edebilir miydi? İstese bile bunu yapabilir miydi? Hayır, ancak kendimizi kandırırdık ve kandırdık. İçimizden inanmadık buna ama dışımızdan inanır gibi yaptık, böyle yaptıkça, ne öyle olabildik ne böyle kalabildik, ara yerde heder olduk gittik. Yani ne ettiysek kendimize ettik! Bize dikte edilen kavramları, zihnimize yüklenen verileri tabulaştırdık, dogma haline getirdik. Sonrada bir türlü reddetmeye yanaşmadık. Çünkü hakikat belledik kavramları ve verileri. Yoksa biz, boşuna, yalana aldanıp, hakikate düşman olmadık. Kendi tarihimizi reddedip, Batı tarihini tarihimizmiş gibi bellemedik. Küfrün önünde diz çöküpte, ecdadımıza isyan etmedik. Bunlar rastgele olan şeyler değildir. Her şey zihinlerimizde olup bitmişti ama biz, fark etmemiştik. Fark etmememiz için her şey yapılmıştı. Yani kitabına uydurulmuştu. Şimdi, yazılan kitabı yırtıp atmak ve kitabımızı yeniden yazmak için zihinlerimizde bir devrim yapmak iktiza ediyor hem de isticalen.
Biz, ilk evvelinde kim olduğumuzu bilmeliyiz. Buna doğru düzgün bir karar vermeliyiz. Çünkü bilmiyoruz, kafamız çok karışık. Olgularımızı, kavramlarımızı, temel dinamiklerimizi net şekilde tespit etmeliyiz. Daha sonra da zihnimize, öncelikle doğru veriler yüklemeliyiz ve asli kavramlarımızı öğrenmeli, bilmeli, anlamalı ve hayatımıza yansıtmalıyız. Hayatlarımızı, bu kavramlar üzerinde yeniden şekillendirmeliyiz. Fakat ne yapıyoruz? Yanlış veriler yüklüyoruz zihnimize ve zihnimizi allak bullak ediyoruz. Dışarıdan yüklenen veriler, zihnimizin saflığını, doğallığını, masumiyetini kirletiyor. Kadim medeniyetimizin kavramlarını hayatlaştıracağımız yerde, gidiyoruz barbar Batı uygarlığının kavramları üzerinde bir hayat inşa ediyoruz. Zihinlerimize barbar Batı uygarlığı üstündür diye yükleme yapıyoruz. Verileri alırken bu şekilde alıyoruz ve kavramları bu şekilde öğreniyoruz. Böylece de peyderpey kendimize yabancılaşıyoruz. Kimliğimizi, dinimizi, tarihimizi reddeder hale geliyoruz. Nihayetinde de Batı uygarlığının kavgasını veriyoruz farkında olmadan. Hayatlarımızı bu kavramlar üzerine inşa etmeye başlıyoruz. Yani zihinlerimizde Batı üstündür diye kabulleniyoruz. Burada Batı’yı reddedelim, yok sayalım demiyorum. Elbette farklı dünyadan olanlarda bulunan iyi yönler varsa onu almakla görevliyiz, alacağız, almalıyız ama bu durum bizim o dünyalara benzememize yol açmamalıdır, kendimizi kaybetmemize sebep olmamalıdır. İşte sıkıntı buradadır. Batı dünyası ne üretmişse zihnimize boca etmişiz. Almamız gerekenleri değil, uzak kalmamız gerekenleri almışız. Bir Batı’nın bizden aldıklarına bakalım, bir de bizim Batı’dan aldıklarımıza bakalım Allah aşkına? İşte fark burada tezahür edecektir. Batı bizden ilim almış, biz Batı’dan filim almışız. Böylece de Batı oyun kuran olmuş, biz zavallı bir oyuncu konumuna düşmüşüz. Süreç bu şekilde işlemiş, bugünlere gelmişiz.