Bizim yenilgimizin yegâne sebebi, zihnen yenilmiş olmamızdır. Çünkü zihinlerimizde kendimizi bir hiç olarak görüyoruz. Kavramları yanlış algılıyor, anlıyor ve yorumluyoruz. Geçelim! Zevahire bakınca Müslümanız eyvallah, peki hayatımızın dip derinliklerine bakınca kâfirden ne farkımız var diyoruz çoğu kez. Müslümansın ama Müslümanca yaşamıyorsun, sormazlar mı adama, hangi Müslümanlık seninkisi diye? Bu paradoksun yegâne sebebi, zihni bulanıklıktır, keşmekeştir, kirlenmedir, körleşmedir ve zihnin yanlış yüklenmesidir. Müslümanız diyoruz, burası İslam yurdu diyoruz ama öylece kalıyoruz. Yani her şey lafta kalıyor ama lafla da hareket olmuyor. Müslümanlığı yaşamıyoruz ama kendimizi Müslüman zannediyoruz, diyarlarımız İslam diyarıdır demekle gizli bir gurura kapılıyoruz. Bu sonsuz tehlikelidir biliyor musunuz? Çünkü şeytan, sizi, buradan çok feci şekilde vurabilir. Haddizatında bu şekilde psikolojinizi ve sosyolojinizi de açık etmiş oluyorsunuz. Düşmana koz veriyorsunuz. Bu durum aldanmamızı intaç ediyor ve hakikati öğrenmemizi engelliyor. Kendimizle muvacehe edebilmeliyiz, yüzleşmekten asla imtina etmemeliyiz. Çünkü ancak bu şekilde acı hakikatlerle göz göze gelebilir ve kendimizi sigaya çekebiliriz. Bizler yanlışlar içinde bocalıyoruz ama bizlere; siz İslam’sınız dediler mi kafamız dönüveriyor ve gerçeğe karşı gözlerimize perde çekiliveriyor. Olayı, daha iyi anlaşılması adına, biraz daha müşahhas hale getirelim; dilimize pelesenk olmuş ve bitevi tekrar edilen bir laf vardır; bu ülkenin yüzde doksan dokuzu Müslüman’dır. Ne de aldatıcı, edilgenleştirici, uyutucu ve uyuşturucu bir ifadedir bu. Oysa yalandır. Kesinlikle yalandır. Ya da Müslümanlığımız laftadır, sahtedir. İmanımız tahkiki değildir. Bu derin ve netameli bir tezgâhtır. Bizlerin öylece beklememizi, bunu gerçek sanıp avunmamızı ve yurdumuzun gerçekten İslam yurdu olması için kavga vermemizi engelleyen bir yemdir bu. Madem İslam yurdu, niçin kışlalarında Türk-İslam Medeniyetinin dirilişi yönünde hizmet edilmez? Mekteplerin de, niçin bu yönde yetiştirilmez çocukların? Niçin camilerinde tevhid anlatılmaz, cihat ayetleri okunmaz? Hani biz Müslüman’dık, burası İslam yurdu idi. İşte bizlerin bilinçleri uyanmasın ve hep kör kalsın diye bu sözler söylenmektedir. Zihinlerimizi işgalden kurtarmadan, gerçekleri berrak şekilde göremeyiz ve neyin kavgasını vereceğimizi asla bilemeyiz, hep yanlış yolda yürürüz ama fark edemeyiz. Nihayetinde de dirilip, direnemeyiz.
İnsan niye okur ki? Kitap insana ne verir? İnsan kitap aldıktan sonra, insana; şimdi bu kitapları niye aldım ki dedirten nedir? Ya da okuduğu için pişman olur mu insan? Müslümanlık nedir? Müslüman nasıl olur? İnsan namuslu olduğuna pişman olur mu? Keşke mal gibi yaşasaydım ve namussuzun, pisliğin, adinin teki olsaydım der mi insan? İnsan niçin acı çeker? Erdemli olmanın bedeli acı çekmek midir? Müslüman dirilten midir, öldüren midir? Güya Müslümanlıktan dem vuran birini görünce kusasın mı gelir yoksa mutlu olman mı icap eder? Nasıl cevaplar vereceğimi bilemez durumdayım bu sorulara. Neyse geçelim! Biz, en büyük hatayı, adeta birer yol işareti mahiyetinde ve mesabesinde olan mevhumlarda ve şeyleri tanımlamalarda yapıyoruz. Bizim hayatımızı şekillendiren ve hayatımızın gidişatını tayin edende mevhumlar olması hasebiyle, mütemadiyen yanlış yolda ve yanlış vasıtalarla yol alıyoruz. Mevhumlar yanlış olunca, tanımlamalarımızda hatalı oluyor. Kendimize ait mevhumları sahiplenmekten imtina diyoruz. Başkalarının mevhumları ile yatıyor, kalkıyor, düşünüyor, konuşuyor, yaşıyoruz. Adeta varlık evimizi kirletiyoruz, varlık evimizin kirlenmesi insanlık evinin kirlenmesine sebep oluyor. Hayatımız da öyle mevhumlar var ki; sanki biz onlarla doğmuş, yaşamış ve öleceğiz. Hatta onlarla sigaya çekileceğiz. Nasıl bir zihin, kalp ve hayat kirlenmesidir bu? Sanki etimiz, kemiğimiz olmuş bazı mevhumlar ve onlardan arınınca yok olacağız. Misal, şimdi o mevhumlardan bazılarını ele alıp üzerinde konuşsak hemen hafakanlar basar bazılarını. Ki, bassa da elbette ele alacağız ve konuşacağız. Hafakanlar basmayacak, kafamız basacak ki, yanlışsa yanlış diyeceğiz, doğruysa eyvallah çekeceğiz ve zihnimiz temizlenecek.
Hep bilimsellik deriz değil mi? Merakı, sormayı, sorgulamayı yüceltiriz. Ama iş ciddiye bindi ve bizim kalıplarımız sorgulanmaya başladı mı hemen yan çizeriz. Birazcık erdemli olmak iktiza ediyor değil mi? Kalıpların doğruysa niye korkuyorsun, yanlışsa bırak parçalansın niye gocunuyorsun? Bir şeyi dip derinliklerine kadar tetkik ve tahlil edecek, çözümleyeceksin bebeğim! Bilim ne demek? Görünmeyenlerin ortaya çıkarılması değil midir? Nesnelerin görünmeyen yüzleri olmasa bilim olur muydu? İşte kavramlar da biraz böyledirler. Geçelim! Misal, Laiklik mevhumunu ele alalım ve tetkik, tahlil edip çözümleme yapalım. İlk evvelde bu mevhum bize ait midir, değil midir? El cevap; değildir. Yani bizim töremizden ve dinimizden tevlit olmuş bir mevhum değildir. Bir defa dışarıdan enjekte edilmiştir yani deruni âlemimizle merbutiyeti yoktur. Bizden bir parça değildir, ki koparmaya çalıştığımız zaman ruhumuz acısın. Hani mağazadan bir elbise alır giyersin ya, o misal. Giydiğin elbisedir, bedenin değildir yani, bu yüzden elbiseyi çıkardığın zaman teninde, tininde acımaz. Binaenaleyh, tetkik edilirken canın acımamalı, acıması içinde hiçbir sebep varit değildir. Şimdi, sana ait olmayan ama sonradan zihnine yüklenmiş olan ve zaman içinde kendininmiş gibi algılamaya başlayıp sahiplendiğin hatta handiyse tapınç içinde olduğun bir şeyi, tenkit ettikleri zaman, sanki sen onunla doğmuş ve var olmuşsun gibi ve onsuz bir hiçmişsin gibi, niçin gocunuyorsun ya da o doğruysa, sanki yanlışmışta, sen doğru biliyormuşsun ama dip derinliklerine kadar çözümleyince yanlışlığı ortaya çıkacakmış gibi niçin gocunuyorsun? Ve tutuyorsun bir de bilimden, bilimsellikten, aydınlıktan dem vuruyorsun.
ÖLÇÜ VE DENGE...
İnsan, ölçü ve denge üzerinde varolmuştur.
Hayat, ölçü ve denge üzerinde varolmuştur.
Evren, denge ve ölçü üzerinde varolmuştur.
Tüm varlık alemi, denge ve ölçü üzerinde varolmuştur.
Ölçü ve dengenin adı ise; İSLAM'dır.
İnsanoğlu, İslam'dan saptığı zaman yani ölçüyü ve dengeyi bozuduğu ve kaçırdığı zaman, bozuluyor, her şeyi bozuyor, bozdukça yeniden bozuluyor ve böylece tüm hayat şirazesinden çıkıyor.
Nihayet, felaket!
Hakikat bu!