DEVRİMİ, ÖNCE KAFANDA YAP BEBEĞİM!...8...

Özgür DENİZ - 11.02.2016

Sultan Abdülhamit Han’a, Gladstone gâvuru Rajon Sultan yani Kızıl Sultan der, biz de onu dilimize pelesenk eder ve aynı şeyi bitevi terennüm ederiz alıkça. Bunu niçin, neden, kimin için dediğimizi asla bilmeyiz. Niye? Çünkü zihnimiz meflûç edilmiş. Sevgili ülkemizi Batı şeytanına şikâyet etmeyi marifet sanırız. En ufak bir şeyde Şeytanın mahkemelerine gitmeyi adamlık telakki ederiz. Niye? Çünkü zihnimiz meflûç edilmiş. İstenmeyen bir durum sadır olduğunda, ülkemizi karalamakla, ülkemizi dışarıya kötü göstermekle iyi bir şey yaptık sanırız. Ama Batı da aynı minvalde bir durum sadır olduğunda tezat bir tavır sergileriz. Niye? Çünkü zihnimiz meflûç edilmiş. Dinimiz dururken, gideriz dinler üretiriz, dinimize tabi olmaktan kaçarken, ürettiğimiz dinlerde huzur bulduğumuzu sanırız. Niye? Çünkü zihnimiz meflûç edilmiş. Önderimize tabi olmaktan imtina ederiz ama gideriz sahte şeyhlerin ve önderlerin huzurunda adeta secdeye kapanırız, onları layüsel ittihaz ederiz, onları tazim ve tebcil ederiz, tazim ve tebcil münhasıran Allah’a mahsus iken ve bu durum, Kur’an’da olabildiğince sarih ve beliğ şekilde emrediliyorken. Niye? Çünkü zihnimiz meflûç edilmiş. Ceddimize, tarihte kalmış devletlerimize küfretmeyi çağdaşlık telakki ederiz, ne kadar küfredersek, o kadar ilerici olduğumuzu sanırız. Niye? Çünkü zihnimiz meflûç edilmiş. Kimliğimizden ve dinimizden adeta utanırız. Mütemadiyen aşağılamaya yelteniriz. Niye? Çünkü zihnimiz meflûç edilmiş? Polisimize, askerimize küfrederiz ama teröriste sitayiş düzeriz hatta elimizden gelse teröristin saflarında güvenlik güçlerimize kurşun sıkarız. Niye? Çünkü zihnimiz meflûç edilmiş. Bunlar yalan mı? Bunları yaptığımızda elimize ne geçiyor ve bugüne kadar ne geçmiştir? Bunları niçin yaparız, kim için yaparız? Hayır, önyargılı olalım demiyorum, ne olumlu ne olumsuz anlamda. Diyorum ki, bir şeyi tetkik, tahlil etmeden ve derinlemesine çözümleme yapmadan kabulde, redde etmeyelim. Ki, kabul için sebebimiz vardır ama red için asla sebep varit değildir. Misal; babanızı reddetmek için hangi sebebi bulabilirsiniz? Belki tenkit edersiniz, belki şeytanın tuzağına düşer döversiniz de ama yine de o sizin babanızdır ve hayatınızdan çıkarıp atamazsınız, onunla merbutiyetinizi asla koparamazsınız. İşte tıpkı bunun gibi ceddinizde, sizin babanızdır. İster kabul edin, isterseniz reddedin. Kabul etmek için binlerce sebebiniz olabilir ama reddiniz için tek bir sebep bulmanız kabil-i mümkün değildir. Tabi kafanız basıyorsa idrak edersiniz bu hakikati, kafanız basmıyorsa neyi fark ve idrak edebilirsiniz ki? Öyleyse bizim isticalen bir KAFA DEVRİMİNE ihtiyacımız vardır!

 

Kalbimiz ve zihnimiz önemlidir. Hayatımızın en gizli mahremlerinin saklandığı yerlerdir ve ayı zamanda hayatımızın hürriyetinin garantisidirler. Bu yüzden hassasiyetle korumalıyız kalbimizi ve zihnimizi. Koruyabiliyor muyuz? Ne mümkün! Kalbimizin ve zihnimizin işlevsel hale geçip, dışarıya açılıp, her türlü veriyi toplayıp, doğallığını kaybedip kirlenmeye başlamasıyla birlikte her şey şirazesinden çıkmaya başladı. Çok kirlettik kalbimizi ve zihnimizi maalesef. Her şeyi doldurduk, yükledik buralara. İsabetli tercihler, seçimler yapmayı başaramadık. Her türlü düşünsel ve duygusal verilerle adeta boğduk zihnimizi ve kalbimizi. Yapıcı ve yaratıcı düşünceleri ve duyguları katlettik bu şekilde. Nihayet, kalbimiz ve zihnimiz, asli fonksiyonlarını yerine getiremez, bizi doğru yönlendiremez oldular. Çünkü doldular, yoruldular, boğuldular, kirlendiler, körleştiler ve düştüler. İnsan duygu ve düşünce demekti. Yani kalp ve zihindi insan. Varlık âleminin öznesi insansa şayet, insanın öznesi de zihniydi. Zihniyet kirli olursa, insanın kirlenmesi kaçınılmazdı; insanın kirlenmesi de, tabiatın kirlenmesini intaç edecekti doğal olarak. Ve aynıyla oldu bu! İnsandı bu; algılayandı, anlayandı, kavrayandı, fark edendi, düşünendi, bilendi, sebep ve sonuç analizi yapabilendi, tetkik ve tahkik edip çözümleyendi, merak edendi, soran ve sorgulayandı, bir yargıya ulaşıp karar verendi ama tüm bunlar zihinde gerçekleşen şeylerdi.  Hülasa; insan eşittir zihindi. Zihni neyse, insan oydu. İnsan tertemizken niye kirlendi, sağlamken niye bozuldu, safken niye keşmekeşliğin kurbanı oldu? Çünkü zihni kirlendi. Zihnine gereken değeri vermedi. Zihni değersizleşince, insanda değerden düştü. Bu mekanizmayı çalıştıran ya da besleyen, hariçten alınan verilerdi, dışarıdan yüklenen ve bize ait olmayan olgular, kavramlardı. Ve bizler, sağlıklı olmak ve güzel yaşamak adına, nasıl, yediğimize ve içtiğimize dikkat ediyorsak; sağlıklı işlemesi ve bizleri doğru yönlendirmesi için zihnimizi de çok iyi beslemeliydik. Ama yapamadık, beceremedik. Yapabilir miydik? Hiç kuşkusuz yapabilirdik. Seçme ve ayıklama yapmadan her türlü veriyle doldurduk zihnimizi. Böylece zihnimiz bulanıklaştı, boğuldu, körleşti ve iğdiş oldu. Oysa yaşamak için çok fazla veriye ihtiyaç yoktu. Her türlü bilgiyi, zihnimize yüklemeye lüzum yoktu. Ki, nerede kullanacaktık yüklediklerimizi? Hayatımız belliydi, ömrümüz sonsuz değildi. Ne kullanacağımız bir alan vardı, ne de kullanacak kadar çok zamanımız. Her yönden sel gibi akan ve içinde pislikleri de bulunduran verilere zihnimizi açık hale getirdik. Nihayet zihnimiz meflûç oldu ve felaketler bizi buldu. İşte tam da bu sebeple, KAFAMIZDA DEVRİM yapmamız iktiza ediyor isticalen, hiç vakit kaybetmeden.

 

Ömür kısadır. Azdır zaman. İnsana bilgi de lazımdır az biraz, bu zaman içinde. Fakat değerli bir ömre değerli bilgiler lazımdır. Değerli bilgi ilaç gibidir, tıpkı değerli dost gibi. Misal; değerli bilgi için, binlerce kitap okumaya hiç lüzum yoktur. Ama biz kolay kolay değerli olana yanaşmıyoruz. Çünkü değersiz olan cezbediyor bizi. Değerli olansa sıkıcı geliyor. Bizler zihnimizi hep değersiz bilgilerle doldurduk, tıpkı kalbimizi değersiz duygularla yorduğumuz gibi. Kısacık ve basit ömrü zor kıldık, girdaplara mahkûm ettik, nihayet kederlere duçar kaldık. Fani ve malayani işler peşinde koşmaktan yorulduk, elzem işleri geri bıraktık. Yalanlarla, yanlışlarla savulduk oradan oraya. Herkesin sözünü dinledikte, Allah’ın sözüne kulaklarımız sağır oldu. Dini öğrenmek için kılımız kıpırdamadı ama ideolojileri handiyse hatmettik. Oysa ideolojileri hatmetmeye hiç lüzum yoktu, kısacık ömürde. Bize hiçbir şey vermediler ama bizi, bizden aldılar, güzelliklerimizi, değerlerimizi çaldılar. Ki, yaptığımız şey faraza olumsuzdu, bunu bile bilinçli yapmadık. Zihnimizin saflığını, duruluğunu, doğallığını ve masumiyetini bozmamalı, kirletmemeliydik. Ama bunu başaramadık. Çünkü temellerimiz muhkem değildi, çok zayıftık ve zayıf olan en küçük rüzgâra dayanamaz çabuk düşerdi ve düştük! Ve ilk evvelde de, bize ait olanları çok iyi bilmeli ve idrak etmeliydik. Her alınanı; seçmeden, ayıklamadan yutmamalıydık. İyilik yapmak, haram yememek, mazlumu korumak, tebessüm etmek, adil olmak, ahlaklı olmak ve sevmek için, binlerce kitap okumaya ve ideolojileri yutmaya lüzum yoktu asla. Sadece insan olmak kifayet ederdi. Çünkü bunları yapmak, insan olmaklığımızın birinci ve temel koşuluydu. Şucu, bucu, ocu olmanıza kesinlikle gerek yoktu. Kur’an, sünnet ve kadim töreniz kâfi idi böyle yaşamaya. Bizler, daha kendi kavramlarımızı ve kendi medeniyet dinamiklerimizi bilmeden, anlamadan, gittik bize zerre faydası olmayacak şeyleri bilmeye ve anlamaya çalıştık ve böyle yaptıkça da bizimle ilgisi olmayan kavramlara çabucak alıştık ve zihinlerimizi harap ettik. Nihayet, birbirimizi düşman olarak algılamaya, görmeye başladık. Açığımızı gören düşmanda, aramıza girdi ve daha da açtı aramızı. Bizi kendimize düşman kıldı, kendisine de dost etti. Böylece hayatımızın hatasını yapmış olduk ve daha iflah olmadık.

 

KÜÇÜK ŞEYLER ÖNEMSİZ DEĞİLDİR

 

RED

 

Kendi ceddini güya sorgulayarak kendi ceddinden nefret edip, hiçbir sorgulama yapmadan başkalarının cedlerine aşık olmak; kendi dinini güya sorgulayıp ve akılcı bulmayarak dininden nefret edip, başka düşüncelere sorgusuz sualsiz intisap etmek; kendi Önder'ini haddini aşıp itham ederek takip etmeyi bırakıp, düşman önderciklerin ise önkabulle peşine düşmek; kendi kitabını küçük beyniyle çağdışı ve bilime aykırı bularak terkedip, başkalarının laflarından müteşekkil ve yalan yüklü kalıp kağıtlarla yatıp kalkmak; eğer insan olmak, aydın olmak buysa, böyle insanlığı ve aydınlığı reddediyorum.

 

ÖNCÜ

 

Ben, zulme başkaldırmazsam, Ben'den sonra zulme başkaldıracak kimse çıkmaz yeryüzünde diyen Hz. Hüseyin kadar merhametli; kırk çerisiyle, kızıl Çin'in sarayını basan Kürşad kadar deli olmalıyız. İnsanlık, biz Oğuz Ata'nın nesli olan Osmanlı'nın ve Selçuklu'nun torunlarından merhametli deliler olmamızı bekliyor. Biz umuduz ve umut bizde! Vazifemizi bihakkın ifa etmedikçe, şerefimizle yaşayıp, şereflimizle can veremeyiz. Büyük mikyasta insanlığa, küçük mikyasta ümmete kan kusturan şeytanın çocuklarına kan kusturmadıkça bize durmak yaraşmaz biline! Hissederseniz, ses vereceksiniz ve küffar, ensesinde hissedecek kutsal nefesinizi.

 

DAVA

 

"Biz, dünyaya hakim olmak için yola koyulmadık. Biz, yola, Allah'ın adıyla ve Allah'ın davası için çıktık. Maksadımız; din-i mübin İslam'ı, ruy-i zeminin, güneşin tulu ettiği tüm topraklarına götürmektir. Kuru bir kavga peşinde değiliz, davamız cihangirlik davası değildir." Osman Gazi

 

SÖZ

 

“Bilmez ki sora,

Sormaz ki bile;

Bilse sorardı,

Sorsa bilirdi.” Mevlana

 

KÜÇÜK ŞEYLER

 

Sosyolojik bir analiz:

 

1 kişi sorulduğu zaman,

 

1000 kişiden,

 

999 kişinin,

 

O 999 kişi, eğer imanın egemen olduğu bir vicdana sahipseler ve vicdanlarının seslerini dinlerlerse,

 

Sorulan o 1 kişi için yüzde yüz iyi diyecekleri bir yerde,

 

Sorulan o 1 kişiyi, kalan 1 kişiye sormak ve sorulan o 1 kişiyi, kalan 1 kişiyle tanımak ne kadar ahlaklı bir iştir?

 

O 1 kişiyi sorduğunuz kalan 1 kişiyi tanımıyorsunuz, zevahire göre hareket ediyorsunuz, tanıdığınızı sanıyorsunuz, kendinizden biliyorsunuz ve bu yüzden itimat ediyorsunuz ama ya yanılıyorsanız!

 

Ve kalan o 1 kişiye, sorduğunuz o 1 kişi için, kendisine ne kötülük yaptığını sorsanız, yemin ediyorum size cevapta veremez,

 

Hayatta insanın yüreğini en acıtan şey; insanların, bir insanı, şerefsizler aracılığı ile tanımalarıdır. Ucuz hesaplar peşinde koşan, dünya leşine tapınç içinde olan, varlığı entrika kokan, zihni kör, kalbi boş, katıksız cahil, riyakâr, sahtekâr, dalkavuk, adi, karaktersiz insanlarca tanıtılmak ve insanlarında böyle bir şeye prim vermesi kadar yüz kızartıcı ne vardır hayatta?

 

Böyle yapan insanlarla konuştuğunuz zaman, büyük erdemlerden bahsetmeleri ne kadar tiksindiricidir,

 

Hayatın çok küçük bir detayıdır bu,

 

Ama sonsuz önemli bir detaydır,

 

İmanı bile etkileyecek çapta bir detay,

 

Allah ahlakı ile ahlaklanan insanların yapacağı bir şey değildir bu,

 

Elinizi vicdanınıza koyup tefekkür ederek sorgulayınız lütfen,

 

Hakikat size mutlaka kendini açacaktır,

 

Bu dünyada, şerefiyle yaşamayı ilke edinmiş ve ömrünü yüce bir davaya adamış bir insanı,

 

Hayatında dava nedir bilmeyen, kafası hakiki anlamda basmayan, haysiyetin ve şerefin zerresini barındırmayan, her anı kumpas ve entrika ile geçen bir kişiyle tanımak kadar insan ruhunu acıtan bir şey daha var mıdır Allah, Önder, Kur’an aşkına?

 

Hayatta ki küçük şeyleri yazıyorum mütemadiyen, çünkü büyük şeylerin sebebi hep küçük şeyler oluyor. Böyle şeyleri gündem yapmak pek görülen bir şey olmadığı için garibimize gidiyor olabilir ama küçük şeyler sonsuz önemli şeylerdir.

 

Yanılıyor muyum?

 

Şerefim ve namusum üzerine yemin ediyorum hayatta bunlar oluyor.

 

Tarih: 11.02.2016 Okunma: 787

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?