DEVRİMİ, ÖNCE KAFANDA YAP BEBEĞİM!...10...

Özgür DENİZ - 15.02.2016

Düşünelim kardeşlerim. Düşünmek zorundayız. Konuşalım kardeşlerim. Konuşmak zorundayız. Bizim en büyük, en önemli, en ciddi meselelerimizden biridir bu; düşünmemek ve konuşmamak ve bir de birbirimizi ötelemek. İslam penceresinden değilde farklı pencerelerden bakınca birbirimize, farklı görüyoruz, kendi dışımızda görüyoruz ve öteliyoruz birbirimizi. Böyle olunca da konuşamıyoruz hatta selamlaşamıyoruz bile. Bu ise vicdanı, aklı, kalbi çalışan insanı sonsuz yaralayıcı bir şey oluyor. Hatta mezellet ve meskenet içinde yaşayışımızın bile en dip derinliklerinde bile bu sebep vardır inanın. Geçelim! Biz, bizi derinden derine yok eden kavramlarla mı kavgamızı sürdürmeliydik yoksa kendi kavramlarımızla kadim medeniyetimizin dirilişi için mi kavga vermeliydik? Karar vermeliydik ve bir an önce kendi kavramlarımıza dönmeli, kavramlarımızı öğrenmeliydik ama her şeyden önemlisi anlamalıydık. Çünkü anlaşılmayan şeyi harekete dönüştürebilmek muhaldir. Kavramlarımıza o kadar yabancılaşmışız ki, kavramlarımızı gündem yaptığımız zaman basit, sığ ve kör zihinlerce reddedilmekte, yaftalanmaktasınız. Bizimkiler başkası olmuş, başkası bizimki olmuş, böyle bir algı bozukluğu oluşmuş maalesef. Kavram karışıklığı olunca silsile halinde her şey karışıyor. Ümmet, Müslümanın itibarını sarsan ve İslam’ı kötü gösteren kanlı, kirli ve karanlık örgütlerin mengenesinde kalmış. Kendi dünyamıza yabancı kalınca da, bu örgütlerin kim olduklarını, amaçlarının ne olduğunu ve kimlere hizmet ettiklerini idrak edemiyoruz. Bu örgütler dış güçlerin müzaheretine mazhar olmuş. Çünkü dış güçlerin de büyük hedefi, İslam ve Ümmet. Özelde ki hedefleri ise, Türk Milleti ve Türkiye. Çünkü başı kopardıkları zaman gövde çok kolay yutulan lokma haline gelecek. Ama düşünen bir baş, her zaman gövdeyi muhafaza edecek ve bir araya toplayacak. Keza dünyada ki servetin ciddi bir bölümü de bu işlere hasrolunmuş durumdadır maalesef, biz fark etmesekte. Servet özellikle birkaç tane kompradorun maiyetine devredilmektedir. Çünkü fazla ele dağıldığı zaman kontrol de, yönetmekte zorlaşacaktır ve kirli, kanlı, karanlık hedeflerde aksama olacaktır. Ciddi bir aydın eksikliğimiz var. Kimse vazifesini bihakkın ifa etmiyor sanki. Vazifesini bihakkın ifa edenlerde ya yalnız kalıyorlar ya da bir şekilde içeride ki mutemet elemanlarca ekarte ediliyorlar. Dehşetli şekilde dünyevileşmişiz. Mütemadiyen, İslam dışı meseleleri tartışıyoruz. İslam’ı konuşmaktan, konuşsak bile samimiyetle ve ciddiyetle konuşmaktan uzağız. Konuştuklarımızı da eyleme dönüştürmede ciddi kusurlarımız var. Mezhepçilikle, cemaatçilikle oturup kalkıyoruz. Cemaatlerimiz maalesef din mesabesinde kabul görüyor. İnsanlarımız, bağlı oldukları gurupları sorgulamaktan çok uzaklar. Bu da netameli bir durum teşkil ediyor. İsticalen Kur’an’a dönmek mecburiyetindeyiz. Kur’an’ı yeniden anlama çabasına yönelmek mecburiyetindeyiz. Kur’an temelinde kardeşliğimizi, birliğimizi, kuvvetimizi yeniden perçinlemek mecburiyetindeyiz.

 

Ahlaklı olmanın, düzeyli ve seviyeli yaşamanın, adaleti gözeterek hareket etmenin, iletişimde kaliteyi gözetmenin zor olduğuna asla inanmıyorum ama zorlaştırıyoruz ya da zormuş ve bu yüzden beceremiyormuşuz gibi bahaneler üretiyoruz. Burada da iman zafiyetimizin olduğu aşikâr oluyor ya da insanlığımızda kusurlar olduğunun emaresidir bunlar. Yani yine amel mevzuu. Amel ya da diğer tabirle tabir caizse eylem konusunda dipteyiz gibi bir hal içindeyiz. Bugün söylediğimizi yarın unutuyoruz. Dil konusunda berbat durumdayız. Saygı, sevgi, muhabbet konusunda resmen paçavrayız. Laubalilik, sefilane davranışlar zirvede. Tabi burada herkesi kastetmiyoruz. Zihnimiz bitmiş çünkü. Zihnimizde düzey ve seviye olmayınca, bu durum dilimize ve hayatımıza sirayet ediyor. Koca koca adamlar olmuşuz. Onca okullar okumuşuz ama seviye ve düzey olarak handiyse sıfır noktasının bile altında olanlarımız var. Kompleksliyiz. Hasidiz. Birbirimizin varlığına tahammül edemiyoruz. Oysa insan olmak, insanca yaşamak, insan kalmak, adam gibi iletişim kurmak asla zor değildir. Allah’ın verdiği en yüce nimetlerden bir nimet olan dilimizi doğru düzgün kullanmak çok kolay ama beceriksizlik bizde. Geçelim! Alt düzeyde farklılıklarımız olsa da, üst düzeyde bir olduğumuz büyük değerlerimiz vardır. İlk evvelde Rabbimiz birdir. Önderimiz birdir. Kur’an’ımız birdir. Dinimiz birdir. Ama bir türlü birbirimizle bir araya gelemiyoruz ve bir birimizi sürekli öteliyoruz. Peki, nerde kaldı Müslümanlığımız? Nerede kaldı şikâyet ettiğimiz durumlar? Yoksa sahtekâr mıyız? Öyle ya ümmetin halinden şikâyetçiyiz, içeride ki sıkıntılarımızdan şikâyetçiyiz ama iletişim kuramıyoruz, bir araya gelip konuşamıyoruz. Hepimiz ayrı fırkalara ayrılmışız. İşte benim, cemaatimiz dinimiz olmuş dediğim durum budur, işte benim mezhepçilik taassubu dediğim şey budur. Benim şikâyetim bu durumlaradır. Tefrika bataklığına saplanıp kalmışız. Sorunlarımızı konuşamıyor ve birlikte çözüm üretemiyoruz. Herkes ayrı telden çalıyor. Birlikte varolmak değilde, ayrı ayrı varolmak peşine düşmüşüz. Ama bu kabil değildi ve ayrı ayrı olunca varolmak yerine yok olmak kaderimiz olmuş. Çıkarlarımızın kurbanı olmuşuz. Dünya nimetlerinin kölesi, meftunu olmuşuz. Zihnimizi dünya esir almış ve tüm hedeflerimiz, ideallerimiz, rüyalarımız, hayallerimiz, davalarımız seraba dönüşmüş. Bu gidişle çok yaşayamayacağımız bellidir. Bir an önce bu yanlış yoldan dönülmelidir. Bunu da becerebilmek için önce zihnimizi yeniden yapılandırmak muhakkak şarttır.

 

 

ALİ ŞERİATİ VE BİR TÜRK'ÜN HASBİHALİ

 

‘’Bir gün uçaktaydım, yanıma biri geldi oturdu. Biraz hasbihâlden sonra Türk olduğunu öğrendiğim genç Ziraat Mühendisiydi. Nereye gidiyorsun dedim: ülkeme gidiyorum diye cevap verdi. Hayırdır niçin diye sorunca: devletimizin kuruluşunun kırkıncı yılını kutlamaya gidiyorum dedi. Hayret ettim önce ve bir daha sordum: Nereye gidiyorsunuz? Yine aynı cevapla karşılaşınca şaşırdım doğrusu. Zira bir Türk genci ve devletinin kırkıncı kuruluş yıldönümü için ülkesine gidiyordu. Oysa bin yıllık bir devletin nesliydi o. Ama devletinden bihaberdi. Mankurtlaştırılmış bir prototipti. Senin devletin nasıl olurda kırk yıl önce kurulmuş olur dedim. Yoksa sen de mi bihabersin dedi. Bizim devletimiz tam kırk yıl önce kuruldu dedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu gencin haline çok üzüldüm. Henüz tarihinden bile haberi yoktu.’’

 

Konuşma bu minvalde devam ediyor ama fazla sürmüyor. Üstadın bir kitabında rast gelmiştim bu anekdota. Maalesef çok acı ama bizi, biz bu hale getirdik. Neslimize her şeyi unutturduk hatta kendini bile. Sırf yeniyi kabul ettirmek uğruna eski ne varsa sildik. Yani hafızamızı yok ettik. Şimdi ağlıyoruz! Sahi, ağlamalarımız ne kadar sahici?

 

DUA

 

Eyyy el-Adl, el-Kahhar, el-Müntakim olan Allah’ım! Beni, sahip olduğum hiçbir dünya nimeti sebebiyle dostlarıma karşı şımarıklığa, yüzsüzlüğe ve adaletsizliğe sevk etme ki, bir gün onların da ellerine ola ki bir fırsat geçtiğinde, yüzüme tükürmesinler, beni terk etmesinler ve bana aynıyla muamele de bulunmasınlar ve ayrıca bu tekrarlarla, yeryüzünde adaletsizlik sürüp gitmesin, kardeşlikler düşmanlığa dönüşmesin. Âmin.

 

GÖR BAK NELER OLUYOR

 

BU TOPRAKLARDAN DOĞ. Bu toprakların güneşiyle ısın. Bu toprakların suyuyla beslen. Bu toprakların havasını solu. Bu toprakların çiçeklerini kokla. Bu toprakların meyvesini ye. Bu toprakların insanlarıyla buluş. Bu toprakların ruhuyla konuş. Bu toprakların bedeniyle bütünleş. GÖR BAK NELER OLUYOR! Bilakis, ne gör ne de bak, zira hiçbir halt olamazsın, hiçbir halt yapamazsın.

Tarih: 15.02.2016 Okunma: 743

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?