DEVRİMİ, ÖNCE KAFANDA YAP BEBEĞİM!...14...

Özgür DENİZ - 24.02.2016

Tüm bağımlılıklarımızdan, alışkanlıklarımızdan kurtulacağız. Çünkü bunlar bizim zincirlerimiz olmuş. Bizi esir almışlar. Tüm hayatımızı gizlice dizayn eden, bağımlılıklarımız ve alışkanlıklarımızdır. Sanki bağımlılıklarımız ve alışkanlıklarımızca yeniden yaratılmışız gibi. Bağımlılıklarımız, alışkanlıklarımız sürse de kurtulacağız, kurtulmak zorundayız. Tensel bir şey olacak alışkanlıkların ve bağımlılıkların sürmesi, tinsel değil. Ama bizler tinsel olarak bağlanıyoruz yani tapınç içindeyiz gibi bir halimiz var. Bizler maalesef şirkin karanlık kuyusundayız. Allah’tan başka her şeye tapıyoruz. Hangi bağlamda bakarsak bakalım böyle; politika, medya, spor, tarikat, cemaat, mezhep, sivil toplum örgütü, ideoloji vs. her birine mutlak bir bağımlılık içindeyiz. Şöyle bir bakınız, aklınızla, vicdanınızla, kalbinizle ve hayatımızın istikametini ne tayin ediyor söyleyiniz lütfen kendi kendinize. Bu saydıklarımız mı yoksa din mi? Maalesef bu saydıklarımız tayin ediyor, biçimlendiriyor, şekillendiriyor, renklendiriyor hayatımızı. Din, handiyse hayatımızda hiç yok, varsa da en son sırada. Şimdi sorsak kimsiniz diye; elhamdülillah Müslümanız deriz değil mi? Tabi yersek! Bu zincirlerden kurtulmadıkça Müslümanlığımızda samimi olamayız, imanımız da tahkiki iman olamaz. Geçelim! Bağımlısı olduğumuz hiçbir şeyi sorgulayamıyoruz. Sadece ona intisap ediyoruz, ittiba ediyoruz. Oysa sormamız, sorgulamamız lazım. Çünkü bağımlılıkların ve alışkanlıkların panzehri, sormak ve sorgulamaktır. Gerek bizden olanı, gerek bizden olmayanı sorgulayabilmeliyiz. İsyan gerekiyorsa tereddüt etmemeliyiz. İmanımızı korumak zorundayız. Hakkımızı aramakta kararlı ve cesur olmalıyız. Hakikat karşısında eğilmeliyiz, yukarıda saydıklarımız karşısında değil. Dost kim, kim düşman fark etmeliyiz. Politikaya, spora, cemaate, mezhebe, tarikata, ideolojiye, sivil toplum örgütlerine vs. mutlak bir sekterlikle bağlanıyoruz. Resmen yobazlaştırıyor bunlar bizi. Böylece hakikati ıskalıyoruz. Zaman içinde adeta kulları oluyoruz bunların. Ve dinleştiriyoruz bunları. Böylece şirkin karanlığına düşüyoruz. Hiçbir şeyin gerisinin farkına varamıyoruz. Zevahire aldanıyoruz.

 

Misal; futbolun mafyalaştığını, resmen bir uyuşturucu olduğunu ve kitleleri afyonlayarak sömürdüğünü bilmiyoruz, bilsekte bağımlısı olduğumuz için körü körüne peşinden sürüklenip gidiyoruz. Adeta tapınç içindeyiz futbola karşı. Fakat ne gariptir ki, kendilerine adeta taptıklarımız, bizler için tek bir adım bile atmıyorlar. Bilakis, sömürülmemizde ki, ezilmemizde ki, tutsaklığımızın sürmesinde ki en büyük ve belki de birincil müsebbiplerinden biri bunlardır. Yaşadıkları hayat bellidir. Yaptıkları bellidir. Aldıkları bellidir. Ama zihnimiz iyice körleştiği, kapandığı ve sığlaştığı için, bunları çok normal görüyoruz ve normalmiş gibi algılamak için birçok sebep üretiyoruz. Bir futbol camiasından bahsedelim. Bir yöneticinin aldığı maaş bellidir. Futbolcular zaten öyle. Kulüpler derseniz sanki birer devlettirler. Ama körüz, görmüyoruz, ya da kafamız basmıyor ve algılayamıyoruz. Veyahut iyice alıklaşmışız, umursamıyoruz. Zihnimiz meflûç olmuş bebeğim! Bataklığın içinde debelendikçe dibe doğru batıyoruz. Şirkin karanlığında yolumuzu, yönümüzü, hakikatimizi kaybetmişiz. Diğerlerine de futbol bağlamında bakabilirsiniz. Çünkü futbol haricinde bahsettiklerimizin de futboldakinden zerre farkı yoktur. Alttakiler ezilmekte, sömürülmekte ama hala da aynı yolda gidebilmektedirler. Çünkü uyumaktadırlar. Çünkü kör ve sağırdırlar. Çünkü hissetmekten mahrumdurlar. Çünkü algılama, anlama, kavrama kabiliyetinden yoksundurlar. Basın olayında da aynı. Gidiyoruz, kimliğimizin ve dinimizin düşmanlarını takdis ediyoruz. Onları yüceltircesine sözlerine kıymet veriyoruz. Paçavralarına alın terlerimizi akıtıyoruz. Bir yazı yazsak, onlardan iktibas yapmayı marifet sanıyoruz. Üstelik bir de onları övüyoruz. TÜSİAD denilen meşum, kirli ve netameli organizasyonun söylediklerinin ardına düşüyoruz. Onları adam yerine koyuyoruz. Eğer düşman bellediklerimize düşmanlarsa, hemen onları dost hanesine yazıveriyoruz. Oysa onlar bu milletin kimliğine de, dinine de mutlak düşmandırlar. Türk Milletini asla sevmediler, İslam Dinine hep öcü gibi baktılar. Basınıyla, iş dünyasıyla bunlar hep böyledirler. Hiçbir Müslüman Türk evladı, bunlara sempatiyle bakamaz ve bakmamalıdır oysa. Ama ne hazin ki, zihinlerimiz körleşmiş, bulanıklaşmış ve iğdiş edilmiştir. Gerçekleri göremeyecek hale gelmişiz. Dostu, düşmanı bilemeyecek hale düşmüşüz.

 

Bir; hakikatten korkuyoruz. İki; hakikati bilsekte, hayata aktarmıyoruz. Bu ikisini yapalım, önümüzde kimse duramaz. Yani hakikatten korkmayalım ve bildiğimiz hakikatleri hayatlaştıralım. Garip bir şey insan ve hayat çok garip ve garip şeyler oluyor hayatta. Bazen boğucu ve sıkıcı, bazen coşkun akan nehir gibi hayat. Bir yerde takılıp kalıyorsun öylece. Olmaz diyorsun, olmaz gözüm, bir şey olmaz. Çünkü olduracak yok. Yoruluyorsun, bıkıyor ve usanıyorsun. Susuyorsun öylece. Taşıyorsun ama çarpıyorsun. Çekip gitmek istiyorsun. Kızıyorsun herkese, her şeye. Laf bol, görüntü o biçim, ama adam yok. Söyleyince de kızıyorlar. Kızmayacaksın bebeğim! Kendine kızacaksın. Müslüman var, Müslüman var. Selamı yayınız diyor Önder. Müslüman’ım diye geziniyor. Selam veremeyecek kadar mal. Selam alamayacak kadar angut. Kafa yok. Dalkavuk. Ama payesi yüksek. Yazık. Suçlu kim? Kimi gösterir gerçekte bu kişi? Kişi odur ki, ele verir onu, onun işi. İşin neyse, osun. Davası olan, o davayı kafasızlara, selamsızlara, dalkavuklara emanet etmez. Emanet adam olana bırakılır. Tersini yapıyorsan ya davana sadakatin yoktur ya da sen de bir sakatlık vardır. Böyledir yasa. Böyle bildik! Dedik ya, lafımız boldur. Atarız, tutarız, yorulunca gider yatarız. Kahrolsun, sadece konuşuruz. Konuştuğumuzu görenler bildiğimizi sanırlar. Adam bilirler. Bilmezler ki, adam gibi görünme bir perdedir. Perdeyi çekiniz mahir ellerinizle, göreceksiniz. Gözümüz var ama görmeyiz. Kulağımız var ama işitmeyiz. Kalbimiz var ama hissetmeyiz. Beynimiz var ama düşünmeyiz. Neyiz biz? Niçiniz? Kim içiniz? Camekânda olmak kifayet ediyor bize. Kim görüyor ki, canlımızı? Bildin mi, yaşa! Bilmedin mi? iş düşer başa. Bilmek ve yapmamak; müptezel, pespaye kimdir? Düşmanı suçlama! Aynaya bak, mutlaka göreceksin! Düşman içinde bebeğim! Çıkar ve at onu. Sür topraklarından. Sürgün iyileştirmiyorsa, iflah olmayanın hakkı itlaftır. Namussuzuz ve hainiz! Söz bitmiştir.

 

Cahilliğimiz, zalimlerin sermayeleridir demiştim. Çünkü tağutlar karanlıkta yaşarlar, bu yüzden de tuttuklarını karanlığa atarlar. Niye? Çünkü onlar hakikati tahrif ve tahrip ederler ama ne yaptıklarını, bizim bilmediğimizi bilirler. Bu yüzden de öylece yaşar giderler. Biz bağırdığımızla kalırız. Çok basit bir misal vereceğim; bir köşe yazarını düşününüz. Malum medyadan olsun. Siz bunu genişletebilirsiniz, hem genel bazda hem de genellik içinde özel bazda. Köşeci, yalan yazar, laflar, boş konuşur. Ama biz gideriz ona inanırız. Çünkü gerçeği bilmeyiz, bilmememiz onun sevincidir. Bilmemizi de istemez. Çünkü bilirsek, yaşayamaz. Köşe kapamaz, yallanamaz ve aldatamaz. O köşeyi dönenle oturun, konuşun, beş dakika dayanamaz ve kaçar. Çünkü o baştan sona yalandır ve yalan, hakikatin yanında tutunamaz, duramaz. Sizinle gerçek bir düello yapamaz. Sığıdırlar, sekterdirler, kalın kafalıdırlar, dar ve sıradandırlar. Hiçbir olguyu, olayı dip derinliklerine kadar tahkik, tetkik ve tahlil etme kabiliyetleri yoktur. İşte işin püf noktası da burasıdır. Çünkü böyle bir durumda çakılıp kalırlar. Ama çakılıp kalmadan kaçarlar. Ekranlara bakınız. Berisi de ötesi de sadece laflar, boş konuşur. Çünkü onlar birbirleriyle vardırlar, birbirleri sayesinde yaşarlar. Bu yüzdende birbirlerini kolay kolay madara etmezler. Yani toparlanarak gelmişlerdir, gitmemek için sizi kovarlar. Siz, sizden sanırsınız. İşin raconudur bu; kendilerini, kendinizden sandırmak. Çünkü bu şekilde tatmin olacaksınız ve onları gerçek sanacaksınız. Gerçek sandıklarınızla mutlu mesut yaşayacaksınız. Zihin bebeğim zihnin, tek çare zihin! Zihnin düzelmeden, hiçbir şey düzelmez. Zihninde devrim yapmak zorundasın. Köhnemiş, çürümüş, kokmuş, körleşmiş, sekterleşmiş zihnini değiştirmelisin, zihniyetini çöpe atmalısın. Bilakis, seni çöpten toplarlar!

 

Biz, bizi bilmeyiz, bizi bilenlere hizmet ederiz. Bizi bilenleri dost belleriz. Dost bildiklerimiz bizi beller! Beşer âleminin kanunudur; Siyonist üstündür. Nasraniyet’e ve Museviliğe hizmet eden kim varsa yüceltilmesi ve yükseltilmesi iktiza eder. Mama kimde? Yaptın ve kaptın. Ama bir de İlahi kanun vardır. Bilir miyiz? Kendini bilmeyen, İlah’ını ne bilsin, İlah’ını bilmeyen ne bilsin İlah’ının kanununu? İlah’ının kanunundan bihaber, nasıl haberdar olsun kimin üstün olduğundan? Düşmanları takdis etmek, kendi kendini lanetlemek, tarihle bağımızın koptuğu andan beridir marifettir. Düşmana çalıştığımız kadar kendimize çalışsaydık bugün bulunduğumuz yerde değildik. Ama cerbeze başladı mı, biz geri bıraktık oluruz bizi. Çünkü kafa basmaz ki, bastığı şeyin üzerinden çeksin basılı duran ayaklarını. Cahiliz. Fakat cahilsiniz deriz. Çünkü ne kendimizi biliriz ne de cehaletin ne olduğunu. Yattık mı şeytanın önüne, en ilerici bizizdir. Şeytana direnen gericidir. Ya da şeytanla uzlaşalım mı dediniz? İyi ve muteber çocuk oldunuz, mamayı kaptınız. Bir de yediniz mi mamayı, yemeye doyamazlar sizi! Kadim medeniyetimiz varmış, tarihte iz bırakmışız. Hadi ordan sekter! İngiliz-Yahudi Medeniyeti varken, hangi medeniyetten bahsediyorsun sen? Kim dedi sana, domuzlara Kutsal Kitap’tan bahset diye? Sen, ben varım dedin mi? Sen yoksun diyenlerin nazarında, küçülür ve küçülürsün, ta ki görünmeyene dek. Sen, sen ol, o var de. Zillet, mezellet, meskenet! Onun varlığına kendi varlığını adayan kahpeler yüzünden düştük biz. Kendi varlığına, kendi varlığını adamayı çok görenler yüzünden tükendik biz. Hor baktık kendimize. Taptık kendimize kıyanlara. Üretilen hapları yuttuk, biz uyuduk, uyudu insanlarımız. Sevemedik bir türlü biz, bizi. Saygı duymadık, bizi, biz yapan şeylere. Hiç düşünmedik, düşünülesi şeyleri. Okumak mı? Biz ne anlardık okumaktan. Nasıl olsa okuyorlardı birileri ve üretiyorlardı. Mührü niye alaydık ki onlardan? Bırak dursundu, zaten hep onlarda değil miydi? Gitmiyoruz, gitmeyeceğiz ama gidecekler, gitmek zorundalar! Sürgünlerin, sürgünleri olmayacağız! Çünkü biz, Önderimize ihanet etmedik!

 

Şeytanlar, bu toplumu soymaya çalışıyorlar ulvi değerlerinden ve kutsal örtülerinden. Dur denilmeli! Geçelim! Milletimizi sevmiyoruz. Devletimize bağlılığımız zayıf. Topraklarımıza sadakatimiz yok. Ümmete karşı kardeş gibi değiliz. Din dersen zaten dinsizlikten beter haldeyiz. Töre unutulmuş. Ecdada ve tarihe saygı yok. Düşünme yok. Okuma yok. Eylem yok. Çalışma yok. Samimiyet yok. Dürüstlük yok. Kardeşlik yok. Dostluk yok. Muhabbet yok. Dava yok. İdeal yok. Medeniyet ufku yok. Gönülleri bir yapma gayreti yok. Emaneti ehline verme yok. Ütopyası olan zaten yok. Paylaşma yok. Ama bunların karşısında ne varsa hepsi var. Öyle bir bozulmuşuz ve öyle bir bozuluyoruz ki tarifi imkânsız. Televizyon denilen illet ya da o makineyi yöneten soysuz millet, toplumun damarlarına ne kadar zehir varsa enjekte ediyor. Evlilik programıyla aileyi katlediyor. Eğlence programıyla ahlakı katlediyor. Dizilerle tüm ulvi değerleri katledip süfli değerleri şırıngalıyor zihnimize, kalbimize, damarlarımıza. Yeni filmler çekiliyor, hepsi de köpek soyundan türemiş gibi, resmen ve alenen köpekleştirici filmler hiçbir değer yok, ahlak yok, insanlık yok, edep ve hayâ, şeref ve namus yok, tamamen ahlaksızlık yüklü. Bu toplumu çırılçıplak koymaya çalışıyorlar, tüm ulvi değerlerini ve koruyucu örtülerini yok ederek. Bu toplumu mankurtlaştırıyorlar, hafızasını yok ederek.  Tedbir almak lazım tedbir. Samimiyetle bir şeyler yapmak lazım. Vicdanınızın rahatsız olması lazım eyleme geçebilmek için. Oyalıyorlar bizi, inanın ki oyalıyorlar. Geciktiriyorlar kutsal eylemleri. Tüm olanları vicdanımızda, kalbimizde, zihnimizde hissedip, bir an önce harekete geçmek lazım. Nesiller bozulunca ne harekete geçebilirsiniz ne de harekete geçirebilecek nesil bulabilirsiniz ne de söylediklerinize inanacak nesiller olur. Her şey güzel sanmayın, her gülene aldanmayın. Yemin ediyorum, gülerek ihanet ediyorlar. Yemin ediyorum güzel diyerek katlediyorlar. Bizden sanabiliriz bir televizyoncuyu ve o, bundan istifade eder, gider her türlü pisliği milletin üzerine boca eder. Ki, etmektedir de. Bizden sanabiliriz bir kişiyi ve o, bundan istifade eder, gider herkese ayıp eder. Ki, edilmektedir de. Peki, bunun zararı kime olur Allah, vatan, namus aşkına? Hakikaten hiç tefekkür ediyor muyuz? Hiç vicdanımızın, kalbimizin, aklımızın sesini dinliyor muyuz? Sanmıyorum, yapmıyoruz. Çünkü boşuz, kütüğüz, menfaatimizin çarkı dönüyor mu ona bakıyoruz. Benim işim olsun da… diyoruz. Sonra da beylik laflar etmekten utanmıyoruz. Zihnen, kalben, vicdanen bitmişiz, çürümüşüz, kokuşmuşuz maalesef. Yoksa tüm olan bitenlerin hiçbir izahı yok. Allah kurtarsın diyeceğim ama kişi ya da millet, önce kurtarılma iradesi gösterebilmelidir. Yani kurtarılmayı ya da kurtulmayı hak etmelidir.

 

Bir önce ki yazımızda yoklardan bahsettik. Laf olsun diye söylemedik, bahsetmedik. Hakikaten yok oldukları için yok dedik. Ki, zaten lafla da işimiz olmaz. Hayatı, hissederek ve hayatla etkin bir iletişim kurarak hayatı ve insanlığı doğal gözleme tabi tutunuz muhakkak göreceksiniz, ihsas edeceksiniz. Sözlerim odun gibi geliyor olabilir ama ben hakikati mi söylüyorum ona bakıyorum. Öyle demiş ya büyük şair Akif; ‘’bir mesleği severim, o da söz söylerim, sözüm hakikat ise şayet, odun gibi olması beni etkilemez.’’ İğrenç bir hayat yaşıyoruz. Adeta sahtekârlık fışkırıyor her tarafımızdan. Oturuyoruz öyle kallavi cümleler kuruyoruz ki, görende, ruy-i zeminde kalmış son Müslüman der. Ama zevahir aldatmasın. Ortamda kendini tanıtıyor. Olmayan bilgisiyle bilgiçlik taslıyor. Ki, haddizatında maksadı reklam yapmak. Oysa hakikatinde katıksız bir andaval. Duygudan ari bir robot. Yüzüne tüküresiniz gelir. Konuşmasıyla yaşamı mutlak tezat. Hep dediğimiz gibi, selam vermekten ve almaktan yana aciz bir zavallı. İslam, müntesiplerinin elinden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiştir. Geçelim! Yok dediklerimiz var olmalılar. Mutlaka olmalılar. Çünkü olmazsa olmazlar. Olmadıkları zaman keşmekeş olur. Zihinlerimiz muhakkak hürriyetine kavuşmalıdır, temizlenmelidir, sağlıklı ve verimli hale gelmelidir. Maddi ve manevi zincirlerimizden, prangalarımızdan, bukağılarımızdan bir an önce kurtulmamız şarttır. Hakikati, salim bir kafayla algılamalı, anlamalı, kavramalıyız. Mış gibi yapmayacağız. Yapacağız, başka çaremiz yok. Söylemlerimizle eylemlerimiz arasında insicam olacak, tenasüp olacak. Laf olsun diye konuşmayacağız. Hakikat gövdemize ağır gelmeyecek. Yapıyormuş gibi yapmayacağız. Yapmamız gerekenleri yapmak zorundayız ve yapacağız. Miş’li, muş’lu, yaşamaktan kurtulacağız. Özümüz temiz olacak. Yüzümüz temiz olacak. Sözümüz temiz olacak. Gözümüz temiz olacak. Gövdemiz temiz olacak. Mücadelemizde samimiyet mayası bulunacak. Fasılasız bir hareket içinde olacağız. Durmak, yorulmak yok. Söylemler değil, eylemler açığa vurur kişiyi. Merak edeceğiz. Soracağız. Sorgulayacağız. Durmayacağız. Üstüne üstüne gideceğiz hayatın. Hakikatlerle yalanları savuracağız. Adamlarla, adam olmayanları ayıracağız. Emaneti emin ellere bırakacağız. Namuslu olana, çalışıp üretene, okuyana değer vereceğiz. Namussuzun, hayının, yatanın suratına tüküreceğiz. Zihinlerimiz bir açılsa, özgürleşse, temizlense her şeyi daha net algılayabileceğiz ama nafile. Geçelim!

 

Soran ve sorgulayan bir nesil yetiştirmeliyiz. Bizden olsun diye nesil yetiştirmemeliyiz. Haktan, hukuktan, hakikatten, halktan yana olduktan sonra bizden yana olmasalar da olur. Yeter ki, Allah’ı bilsinler, Allah’a ram olsunlar. Önderi ve Kur’an’ı tanısınlar, anlasınlar. Çağı kavrasınlar. Dostu düşmanı iyi bellesinler. Bizi tanıyıp, anlamasalar da olur. Zaten böyle bir gençlik ne yapacağını, nasıl yapacağını, niçin ve kim için yapacağını bilecektir. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun karşısında göğsünü siper edecek bir nesil olmalı bu. Zihni açık olmalı. Ufka bakışı farklı olmalı. Duyguları aktif olmalı. Düşünceleri derin olmalı. Laf etmemeli, söz etmeli ama sözünden hareket türetmesini bilmeli. Yürekli bir savaşım veren gençlerimiz olmalı. Konuşacaklar, soracaklar, sorgulayacaklar ve rahatsız edecekler rahata alışmış olanları. Filhakika, insanlarımız, gençliğimiz böyle olmalı. Haksızlık kimdeyse, o bendendir diye tepkisiz kalmamalı ve gereken karşılığı mutlaka vermeli. Zira yanan, sadece senden olmayanlar değil, herkes, dönüşümlü olarak kendin bile yanmaktasın ama farkına varamıyorsun, çünkü zihnin oraya kadar çalışmıyor. Ama tabi eylemleriniz de samimi olacaksınız. Önce sözünüzü söyleyeceksiniz. Şiddet hiçbir şeyin çözümü değildir. Olmadı, olmaz, badema da olmayacaktır. Şiddete yönlendirenlerden şeytandan kaçar gibi kaçınız. Çünkü siz şiddete yöneldikçe, sizi şiddete kanalize edenler kazanmaktadırlar. Ne siz kazanırsınız ne de milletiniz. Şiddet hikmeti, hikmette ki gayeyi yok edicidir. Sizi şiddete yönlendirenler, sizlerin, merak eden, soran, sorgulayan insanlar olmanızı asla istemezler. Şiddet içinde yok olup gitmenizi, yok olup giderken onlara kazandırmanızı isterler. Çünkü sizin sorgulamanız, onların yok oluşlarını intaç edecektir ve bunu onlar çok iyi bilirler. İşte bu gerçekleri ya bilmiyoruz, ya da bildiğimiz halde aynı yolda yürümeye devam ediyoruz.

 

Şöyle bakıyoruz da, tüzel ya da özel düzeyde kurumsallık vasfına sahip, devlet mekanizması dâhilinde yer bulmuş tüm organizmalar (politika-sivil toplum örgütleri-ideolojik klikler-cemaatler-tarikatlar vs.) konuşuyorlar. Mütemadiyen nutuk çekiyorlar. Tüm olgulara atıfta bulunuyorlar. Ama olguları olaylaştırma boyutunda geri kalıyorlar. Hiçbir olguyu toplumsal düzeyde faal hale getirmiyorlar. Olgular dillerde pelesenk olmaktan ve yıpranmaktan başka bir işe yaramıyor. Oysa olgular, eğer olaylaştırılırlarsa bir anlam ifade ederler, bilakis tahrif ve tahrip olurlar, bidaha da kimsenin inanmayacağı ve kullanıp atacağı birer nesne derekesine düşerler. Maalesef her şeyi yıprattık, kirlettik, çürüttük. Adaleti, ahlakı, hürriyeti, kardeşliği, barışı, vatanı, devleti vs. kapsayıcı ve kuşatıcı tüm olguları tahrif ve tahrip ettik, tagayyürata uğrattık. Adalet diyoruz ama kodamanların, kaynaklarımızı sömürmesi karşısında bir şey yapamıyoruz. Özgürlük diyoruz ama nesillerimizin temiz hayallerini kirletiyoruz. Vatan diyoruz ama hakkaniyetle sahip çıkamıyoruz. Ahlak diyoruz ama ahlak handiyse sıfırlanmak üzere ve hiçbir şey yapamıyoruz. Manen yıkılan, madden yıkılmaktan asla kurtulamaz. Maddeyi ayakta tutan, iri ve diri kılan manadır. Söylediklerimizi eylem boyutuna taşımalıyız. Bilakis, söylememeliyiz. Gerçekleri söylemekten imtina etmemeliyiz. Allah, bize bunu emrediyor. Bizi özgür kılacak olan ve kardeşliğimizi perçinleyecek olan şey, gerçeklerdir. Fikirse fikirle, kuvvetse kuvvetle mücadelemizi vermekten geri durmamalıyız. Kapalı ve kör zihinleri açmalıyız. Haysiyetli, hissiyatlı ve hassasiyetli kişilik temelinde isyan edebilmeliyiz ve isyanımızı ahlakla bütünleştirmeliyiz. Bilakis, şikâyet edebileceğimiz, etsek bile haklı olabileceğimiz hiçbir durum olamaz. Ne istediğimizi ve istediklerimize nasıl ulaşacağımızı bilmeliyiz. Elimizden geleni de en güzel şekilde yapmaya çalışacağız. Çünkü lafla teker dönmüyor bebeğim! Ve her şeyi başkalarından beklemekle de olmuyor. Devletin bile gücü bir yere kadardır. En sonunda zecri tedbirlere yönelmek zorunda kalmaktadır. Binaenaleyh, kalkmalıyız, konuşmalıyız, hakikatleri söylemeliyiz ve hakikatli hareket etmeliyiz. Söylediklerimizi eyleme geçirebilmek iradesi göstermeliyiz. Yanlış yapana yanlış yapıyorsun diyebilmeliyiz. Adaleti, ahlakı, vatanı vs. tüm kapsayıcı olguları layık oldukları yere koymalıyız.

 

KAÇMAK

 

kaçamak değil

kaçmak istiyorum

hayır dünyadan değil

insanlardan kaçmak

dünya suçlu olabilir mi

zalim olan insanlar

dünya insanı değil

insan dünyayı kirletti

kirlendi ve titredi

hayat bir keşmekeş

ve insan leşe dönüştü

zira leşin peşine düştü

ve koptu ruhundan

kokuştu teni

düştü insan

düştükçe düşürmek için didişti

kefen oldu tinine teni

bir gemiye binmek istiyorum

meçhule giden bir gemiye

elimi direksiyondan çekmek

ve akıntıya bırakmak kendimi

acıları geride bırakmak

ve unutmak amaçları

ruhum tenimde mahpus

tenim zincirlerde

ve zincirler çok ağır

kopmak istiyorum her şeyden

ve kaçmak

uzaklara

çok uzaklara

bilinmeyen uzaklara

ulaşılmayan uzaklara

kendimin kendimi yitireceği uzaklara

Tarih: 24.02.2016 Okunma: 727

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?