İyi insanları, tertemiz kalpleri “altın” gibi, çirkefe bulaşmış madenlere benzetmeyelim!
Altın, havayı kirletiyor, ağaçları katlettiriyor, ormanları yok ediyor, toprağı, suyu zehirliyor. Artık, altını görmek, duymak, ona dokunmak bile istemiyoruz.
Haddizatında, eskiden de “masum” bir nesne değildi. Onu elde etmek için kim bilir ne hayatlar, ne ocaklar söndü? Ona kavuşmak için kim bilir ne masumlar öldürüldü?
O “madde” kim bilir ne kalpler kırdı? Ne kadar genç kızı, kadını baştan çıkardı?
Kim bilir kaç “adam”ı adamlıktan çıkardı, bozdu, “satın aldı”, yozlaştırdı?
Hayır, hayır, altın hiçbir zaman temiz, “kıymetli”, “elzem” bir “materyal” değildi.
Bugün, artık altın işletmenin, altın madeninin büyük bir “tahrip” kalıbı olduğu bilgisine ve bilincine eriştik. Memleket çapında, memleketi tahrip edecek güçte bir “tahrip kalıbı”…
x x x
Altın neden kıymetli?
Yenmez, içilmez ama kıymetli…
O bizi yediği halde, ömürlerimizi kısalttığı, tükettiği halde kıymetli!
Neden?
Çünkü ona biz “kıymet” veriyoruz.
Biz kıymet vermezsek tenekeden farkı kalmayacak!
O vakit, vermeyelim!
Yatırım aracı gözüyle bakmayalım.
Varsa, elimizden çıkaralım.
Artık düğünlerde, sünnetlerde, hele yeni doğmuş masum bebelere “hediye” olarak takmayalım.
Ödül olarak ortaya altın koymayalım.
“Altın madalya”, “altın kupa”, “altın portakal”, “altın ayı”, “altın ayakkabı”, “altın lale” gibi ödülleri boykot edelim.
En iyisi, en güzeli, altını toptan boykot edelim.
Biz altına kıymet vermezsek, altının değeri düşer, böylece, altın madenleri de “kârlı” olmaktan çıkar. Cazibesini kaybeder. Bugünden yarına değeri sıfırlanmaz elbette ama Cerattepe’yi boykot ediyorsak, altını da boykot etmeli, hayatımızdan çıkarmalıyız. Önemli olan, kendi hayatımızdan altını çıkarmaktır. Altın madenine karşı çıkanın borcudur bu. O madene karşı olmanın gereğidir.
Çanakkale’deki, Bergama’daki, Kaz Dağları’ndaki, İzmir Efemçukuru’ndaki altın madenciliğine karşıysak, doğrudan doğruya altına da karşı olmamız lâzım.
Altını her şeyiyle boykot edelim…
Hatta deyimlerdeki, atasözlerindeki “altın”ı bile!
x x x
Cerattepe: Direniş değil uyanış!
Cerattepe nire, İzmir, İstanbul, Anamur, Sinop, Sandıklı nire?
Bizi ne ilgilendirir?
İlgilendiriyor!
Dünyanın herhangi bir yerindeki doğa tahribatı, ağaç katliamı, dünyadaki her insanı ilgilendiriyor. Çünkü “yeni bir durum var”: Yerküre bitiyor!
Toprağıyla,
Suyuyla,
Havasıyla bitiyor!
Tabiat hızla tüketiliyor, tahrip ediliyor…
Ormanlarıyla,
Dağları, bayırlarıyla,
Meraları, çayırlarıyla,
Kurduyla, kuşuyla, börtü-böceğiyle,
Akarsuları, gölleriyle,
Denizleri, okyanuslarıyla…
Bunu durdurmanın, en iyi ihtimalle bugünkü seviyesinin korunmasının tek yolu var: Tahrip eden insanı durdurmak.
Yarını, çocuklarını, torunlarını hiç düşünmeyen, cebini doldurmaktan başka bir kaygısı olmayan “hırs”ı durdurmak.
Diyorlar ki, “madencilik, gelişme, sanayi vs.”!
Bunlara karşı olan yok!
Hatta destekliyoruz… Ama doğayı tahrip etmeden maden ve fabrika işletin.
Cerattepe olayını bir “direniş” olarak görmüyorum. Bir “uyanış” olarak görüyorum. Halkın, çocuklarının geleceğine, oksijenine, toprağına sahip çıkması olarak görüyorum.
Elbette madencilik faaliyetinin, “şimdilik” durdurulması da Artvin’in “kurtulduğu” anlamına gelmiyor. Durdurulduğu haberiyle birlikte, on binlerce metrekare alanın, maden şirketine “tahsis” edildiği haberi de geldi.
Uyanık kalmalı!
x x x
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
Ormanlar yazın ısıyı 5-8 derece düşürür, kışın 1-3 derece yükseltir. Nemi sabit tutar.
Bir hektar kayın ormanı 68 ton, bir hektar çam ormanı 40 ton toz emer.
Yapraklı ağaçlardan oluşan bir bölgede 50 kuş türü yaşar.
25 metre boyundaki bir ağaç saatte 1,5 kilogram oksijen üretir.
Yetişkin bir ağaç saatte, 100 kişinin çıkardığı karbondioksiti yok eder.
Ağaçlar suyu ve toprağı tutar, erozyonu önler.
Sevgi Önder