Ey Rabbim! Hakkı hak bilip ittiba etmeyi, batılı batıl bilip içtinap etmeyi nasip eyle. Âmin. Allah, bize, doğru olmayı emretti hem de dosdoğru olmayı. Varlığımız Allah’tandır ve Allah içindir. Gayrısı yalandır. Geçelim! Şimdi birileri vatandan mı söz ediyor ama akabinde gereğini yapmaktan imtina mı ediyor, hemen uyarmalıyız, vatana olan sevginin gereğini layığı ile yapınız lütfen demeliyiz. Bu ülkeye ihanet edenlere karşı ne yaptın, hangi hamleleri ortaya koydun diye sormalıyız. Bu ülkede terörizmin temellerini atanlara karşı hiç karşı duruş sergiledin mi diye sormalıyız. Keza, birileri adaletten söz ediyorsa ama akabinde adalete mugayir hareket ediyorsa, makul şekilde tepkimizi ortaya koymalıyız. Lütfen demeliyiz; adaletin gereğini yapınız, milletin hakkını gözetiniz. Zalimlere kaşı milletin yanında durunuz diye söylemeliyiz. Herkese soracağız! Kaynakları nasıl kullanıyorsunuz, kodamanların talanlarına karşı nasıl bir tedbir alıyorsunuz, nesillerin dinlerini, törelerini, ecdatlarını ve tarihlerini öğrenmeleri için neler yapıyorsunuz diye soracak ve sorgulayacağız. Sormak ve sorgulamak, küfretmek ve hakaret etmek değildir. Bilakis, Allah’ın da emrettiği bir şeydir. Hakeza, birisi hürriyetten mi dem vuruyor ama akabinde bu toprakların çocuklarının en doğal haklarını mı engellemeye çalışıyor, hemen haddini bil ve söylemlerinin gereğini yap diyeceğiz. Hürriyet nedir önce öğren ondan sonra hürriyet türküsü söyle diye mukabelede bulunacağız. İnsanların en tabi haklarını gasp ederek, insanların kimliklerine ve dinlerine mütenasip yaşamlarının önüne engeller çıkartarak hangi hürriyetten bahsediyorsun diye seslenmeliyiz. Çekinmemeli, ürkmemeliyiz. Sen sürüleşmeyi kabul edersen, seni gütmeyi zaten kabul edenler vardır ve güdülmekten kurtulamazsın bebeğim! Bu türlerin hepsine birden, eğer samimi iseniz ve sözlerinizin gereğini yapacak kadar dürüst iseniz; önce bu memleketin kaynaklarını yağmalayan, bu milletin terini, yaşını ve kanını emen bütün kodamanlardan hesap sormaya başlasınız iyi edersiniz diyeceksiniz. Tüsiad’dan, Koç’tan, Doğan’dan, kimlik ve din olgularının arkasına saklanıp bu milletin terini, kanını ve yaşını emen bütün ahlaksızlardan hesap sormalarını isteyeceksiniz. Çünkü bunlardan dürüstçe ve namusluca hesap sormadan bu memleket asla düzelmez diyeceksiniz. Ki, düzelmezde zaten. Ki, bu memleketin batmasının ve bu toprağın çocuklarının garip yaşamaların en temel nedeni de budur.
Misal, bir cemaat şeyhi, ahlaktan, adaletten mi söz ediyor, hemen toplumun bozulmakta olan ahlakı için ne yapıyorsun diye sormalıyız. Adaletin ikamesi adına hangi gayreti gösterdin diye sormalıyız. Kur’an’ı anlatma çabası gösteriyor mu bakmalıyız. Kur’an hakikatlerini mi anlatıyorsun yoksa kendi hakikatlerini mi diye sorgulamalıyız. Kendinden olmayanları kardeş biliyor musun yoksa tek hakikat olarak kendi cemaatini mi görüyorsun? Kendinden olmayanların haklarını arıyor musun? Politikacıları uyarma görevini hakkıyla yapıyor musun? Herkes için mi yoksa sadece kendi cemaatin için mi adalet arıyorsun diye sormalıyız. Kendi cemaatinden olmayanlara selam vermeyi müritlerine öğretiyor musun diye sormalıyız. Zalimlere karşı hak sözü haykırmayı şiar edinebiliyor musun diye sigaya çekmeliyiz. Kendi kardeşlerine müşfik, zalimlere şedit olabiliyor musun diye sorgulamalıyız. Kendi içinde ahlaksız ve adaletsiz davrananlara karşı ne yapıyorsun diye sigaya çekmeliyiz. Hakkı ve batılı birbirine karıştırmadan, hakikati eğip bükmeden anlatabiliyor musun diye hesaba çekmeliyiz. İzzeti, şerefi, gücü ve üstünlüğü kimin yanında arıyorsun diye hesap sorabilmeliyiz. Milletin yüzüne karşı ahlaktan ve adaletten dem vurup ta, arka perdeden kapitalist ve liberalist nutuklar çekiyor mu bakmalıyız. İslam’ı tahrif ve tahrip gayreti içine giriyor mu sorgulamalıyız. Söylediklerinin Kur’an’a vurulmasını istiyor mu yoksa böyle yapanları aforoz mu ediyor sormalıyız. Kendini layüsel görüyor mu sorup, anlamalıyız. Bu millete, bu milletin kimliğine ve dinine düşman olanalra teşrik-i mesai yapıyor musun, yapıyorsan yapma sebebin nedir diye sorgulayabilmeliyiz. Bu milletin dirilişi için ne yaptın, kadim medeniyetin inşası için hangi gayreti gösterdin diye sigaya çekmeliyiz. Müritlerine, sormayı, sorgulamayı öğretiyor mu sorup, öğrenmeliyiz. Bu sorulara olumsuz cevap aldığımızda ya da kıvırarak cevap verildiğini anladığımızda, hani senin ahlakın ve adaletin diye isyan etmeliyiz ve onu terk etmekte tereddüt etmemeliyiz. Nerede senin ahlaklı ve adil vicdanın demeliyiz. Bizleri aldatabileceğini mi sanıyorsun diye hesap sormalıyız. Allah’tan mı yoksa kulundan mı korkuyorsun diye yüzene haykırmalıyız. Bunları demediğin zaman, zulümler altında inim inim inleyeceksin, durmadan masal dinleyeceksin. Sürüleşecek ve güdüleceksin.
Şüphenin imana götürdüğünü söylüyordu yanılmıyorsam Gazali. Şüphe iyidir. Şüphe tutsaklığın zincirlerini çözer. Sürüler şüphe etmez ancak. Şüphe, sormanın ve sorgulamanın da kıvılcımı mahiyetindedir. Bizim, birilerini layüsel gördüğümüz an, zihnimizi dondurduğumuz andır. İşte orada şüphe biter, soru yasak, sorgulamak haddi aşmak olur. Ama İslam asla böyle demez. Şüphe, bizim, hakikate ulaşmamıza yardımcı olur. Beşere dair her şeyden şüphe etmek iyidir. Şüphe eden sorar, soran sorgular, sorgulayan da doğruya ulaşır. Çünkü sorgulamak, aynı zamanda elemek demektir. Yanlışları eleyerek, elde kalır doğrular. Zira saydığımız bazı organizmalar vardı toplum hayatına etki eden ve bireyleri kuşatan, politika, sivil örgütler, cemaatler, ideolojiler, şeyhler vs. gibi. Bunların hiçbirisi iman meselesi değildir. Binaenaleyh, her birini acımasızca sigaya çekebiliriz. Misal; şeyhiniz yanlışsa ve siz onu terk ederseniz, imansız kalacaksınız diye bir durum yoktur, bilakis özgürleşeceksinizdir belki de. Çünkü şeyhiniz, Allah değildir, Önder değildir, Kur’an değildir. Geçelim! Söylediğimiz gibi, mahut organizmaları muhakkak sigaya çekmeliyiz. Biz hakikatten taraf olmak zorundayız. Rabbimiz, bize, doğru olmamızı ve doğruyu söylememizi emretti. Perde önünde böyle yapıp, perde ardında şöyle olanlara hayır diyebilmeliyiz. Onlar zaten Allah’a iman etmişlerse, bize hayır diyemeyeceklerdir. Soracağız; nasıl bir mücadele vermektesiniz, laf mı üretmektesiniz yoksa eylem yapıyor musunuz, hangi kutsal eylemlere imza attınız, verilen emeğin karşılığını almak için ne yaptınız, yaptığınız mücadele neticesinde aldıklarınız nelerdir diye sormalıyız, sorgulamalıyız, ahlakın şekillendirdiği isyan bayrağını açabilmeliyiz. Biz susarsak, onlar konuşacaktır ama bizleri uyutmak için konuşacaklardır. Bizler uyuyanlardan ve sürüleşenlerden olmamalıyız. Kendi işlerini perde ardında kotarıp, kitlelerin işlerini ertelerler ama perde önünde sanki mücadele veriyorlarmış gibi yaparlar, işte buna aldanmayacağız. İnadına soru, inadına sorgu. Hakikatin peşini bırakmak yok. Yalanları ortaya çıkarmak var. Bizim yolumuz, Allah’ın gösterdiği, Kur’an’ın yol işaretlerini anlattığı, Önder’imizin gittiği, Dört Halifenin ve arkalarından gelenlerin takip ettikleri yoldur. Bizim yolumuz Hz. Hüseyin’in yoludur. Zulme boyun eğmemenin müşahhaslaşmış adıdır, Hz. Hüseyin. Mücadele için samimiyet gerek. Sabır gerek. Cesaret gerek. Yürek gerek. Mücadele, ben için değil biz için olur. Bir kişi değil, her kişi kazanır. Ah zihnimizi bir formatlayabilsek. Ah Kur’an’ı bir anlayabilsek. Ah kavramlarımızı bir fark ve idrak edebilsek. Biz okuyup, yazanı bildi atık, cahilliği yendi diye düşünüyoruz. Oysa böyle bir şey yoktur. Okuma yazmayı bilmek ayrıdır, anlamak ve kavramak sonucunda bilmek ayrıdır. Birincisi, basit cehaleti yok eder; ikincisi derin cehaleti yok eder. Birincisini çözmek, haddizatında cehaletinde yok olması anlamına gelmez. Cehalet ancak ikincisini hallettiğimiz zaman kökten yok olur. Zira hep söylenegelmiştir; bilmekle anlamanın arasında dağlar kadar fark vardır. İşte olay budur. Cehaleti kökten yok etmenin yolu; ANLAMAK’tır.