Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Tam 500 yıldır, dünyadaki bütün yönetimlere “yön” veren bir “rehber” var: Makyavelizm. Bu rehberi dünyaya hediye eden Machiavelli (Makyavel, 1469-1527), kimilerince göklere çıkarılıyor, kimilerince yerin dibine batırılıyor. Yerin dibine batırılanlarca, “kötülüğün öğretmeni” olarak kabul ediliyor. Anadolu Üniversitesi’nin, “Siyasal Düşünceler Tarihi” kitabındaki bilgilere göre, Makyavel’i tanıyalım, şeytan mı “velî” mi siz karar verin.
Makyavel, “Prens” adlı eserinde, ulusal birliğin sağlanmamış olduğu o devrin İtalya’sındaki prenslere öğütlerde bulunuyor. Bu kitap yazıldığından beri de “öğütler”, hemen bütün dünya devletlerinin yöneticilerince uygulanıyor.
Makyavel, her şeyden önce, “insanın özünde kötülük vardır” diyor. “İnsanlar genellikle nankör, kaypak, ikiyüzlü, tehlikeler karşısında ürkek ve kazanç düşkünü yaratıklardır. Sürekli elde etme isteği ve sahip olma güdüsü tarafından yönlendirilirler.”
Makyavel’e göre, siyaset alanındaki “araçların” seçimi değişiklik göstermektedir. Örneğin, “verilen söze sadık kalınmalı mı, kalınmamalı mı?” sorusunun kesin bir cevabı yoktur. “Şartlar gereği kişinin sözüne sadık kalması iktidarı elde etmesine veya korumasına yararlıysa böyle davranmalı; durum bunun tam tersi olduğunda ise, sözünden caymakta bir an bile tereddüt etmemelidir.”
Savaşı “kaçınılmaz” olarak niteleyen Makyavel, “saldırmayan saldırıya uğrar” iddiasından hareketle, “savaş kimler için gerekliyse onlar için haklıdır ve silahlar tek umut olduğundan kutsaldır” der.
Makyavel’e göre, “barış aldatıcıdır”. “Barış düşüncesine kapılmak, insanların her şeyin durağan olduğu yanılgısına sürüklenip tembelleşmesine ve kurnazlıklarını yitirip, yazgılarına hazırlıksız yakalanmalarına yol açar. Bu da devletin yok olması demektir.”
Makyavel, dini de siyasetten ayırmaz, hatta dini siyasetin hizmetine sokar. Dinin teolojik (ilahî) anlamı üzerinde hiç durmayan Makyavel, dini sosyolojik bir öğe olarak değerlendirir. O bakımdan dinin önemi, toplumsal, siyasal bir araç olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple “din kesin olarak devletin denetimi altında olmalıdır.”
Papalık kurumu ile adlarını verdiği çeşitli papaları ağır bir dille eleştiren Makyavel, “Dinsizliğimizi kiliseye borçluyuz” vecizesini tarihe kazandırıyor. Bunu okuyunca, insan düşünmeden edemiyor; acaba, kilisenin hataları mı Makyavel’in düşüncelerini şeytanileştirdi?
Ona göre, “siyasette son hükmü veren daima güçtür; ahlâkilik ise her zaman acizdir. Öyleyse, yapılması gereken şey, ahlâk ile siyasetin birbirinden ayrı tutulması daha doğrusu siyasetin ahlâkî değerlerden kurtarılmasıdır.”
Kitaptaki ilgili bölümün yazarı, Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, konuyu şöyle noktalıyor: “Makyavel’in kötülüğün öğretmeni olduğu sıklıkla söylenir. Böyle bile olsa Makyavel ‘kötülüğü’ yalnızca prense öğretmez, yönetilenlere de prensin ne gibi kötülükler yapabileceğini öğretmiş olur. Kaldı ki Makyavel’in öğrettiği şey kötülük değil, iktidar için gerekli siyaset sanatının bilgisidir.”
Evet, Makyavel “kötülüğü” sadece prenslere değil bütün insanlara öğretiyor. Yukarıdaki “öğütler”e ve etrafınıza dikkatle bakarsanız; o “prensipler”in sadece “devlet idare edenler” tarafından değil, sivil kurumlar, sivil yöneticiler hatta pek çok sıradan insan tarafından da gayet iyi kabul gördüğünü, “hayatlarının rehberi” yapılmış olduğunu görürsünüz.
Şeytan, “kötülükler” ile özdeşleştirildiğine göre, “kötülüğün” kitabını yazan da şeytanın ta kendisi olsa gerek!
Siz ne dersiniz?
x x x
GÜNÜN ÇİZGİSİ, Twitter’dan…