Elmalılı Hamdi Yazır: ‘’Sana güzellikten her ne ererse bil ki Allah’tandır, kötülükten de başına her ne gelirse anla ki sendendir, biz seni insanlara bir Resul olarak gönderdik, şahid ise Allah yeter.’’ NİSA-79
Mezkûr ayet elbette ilk evvelde direkt muhatap olan Önderimize gelmiştir ama Önderimizin manevi şahsında tüm ümmetine gelmiştir. Allah biz kullarını, biz kullarına gönderdiği Kutlu Elçi ile uyarmıştır, yönlendirmiştir. Binaenaleyh, ayetleri münhasıran Önderimize gelmiş gibi anlayamayız, kavrayamayız. Mezkûr ayetler Önderimiz tavassutu ile bizatihi bizlere gelmiştir aynı zamanda. Ayetleri direkt olarak bize gelmiş gibi okumalı, üzerinde tefekkür etmeli ve anlamalıyız, nihayet eyleme dökmeliyiz. Yani siz bir iyilikle karşılaştığınız zaman bunu Allah’tan bilmek icap eder. Çünkü Allah, iyi olandır ve iyiliği ister. Mutlak yasalarını iyiliğe vesile olacak şekilde inzal etmiştir. Ama sana da nefis vermiştir. Sen nefsini mutlak yasalara göre murakabe ve muhasebe edeceksin. Fakat nefsinin gemini çözüverdiğin zaman kötülükler yağmur gibi yağmaya başlar. Ve sen kötülüğü Allah’tan bilemezsin. Allah sana kötü ol demedi ki. Doğruyu da, eğriyi de, yalanı da, hakikati de göstermedi mi? Evet Allah sana muhtelif duygular vermiştir ama akıl, irade, sabır ve seçme hürriyeti de vermiştir. İyiliği emretmeni, kötülükten sakındırmanı da söylemiştir. Çünkü sen bir imtihandasın. Ve bu imtihanda kullanacağın yetilerle mücehhezsin. Allah sana helali haramı bildirmedi mi? Allah sana sarhoş ol mu diyor? Allah sana faiz ye mi diyor? Allah sana adaletsiz ol mu diyor? Allah sana ahlaksız ol ve ahlaksızlığı yay mı diyor? Allah sana suçsuz yere cana kıy mı diyor? Allah sana kötülere karşı etkisiz kal mı diyor? Allah sana, sana gelen sen de ölsün mü diyor yoksa dirilsin mi diyor? Allah sana iyiliği emretmekten kork mu diyor? Allah sana menfaatine göre hareket et mi diyor? Allah sana emaneti ehline verme mi diyor? Hayır hiçte öyle demiyor. Öyle dediğine hiç şahit olmadım. Allah din adamlarınızı Rabler edinmeyin diyor. Allah meşru dairede yaşayın diyor. Haksızlığa boyun eğmeyin diyor. Zalim karşısında hak söz söyleyin ve zalimlere karşı Allah yolunda cihat edin diyor. Bu cihadı sen sözle de, kalemle de, örnek olarakta, icap ediyorsa silahla da yapabilirsin. Her an ve her yerde nasıl emrolunduysan o hal üzere ol diyor. Bugün sen, hem namuslu yaşamayı hem de namussuz yaşamayı seçebilirsin. Allah buna müdahale etmez ki. Çünkü sana akıl vermiş ve doğruyu, yanlışı göstermiş. Ama sen de seçtiğin hayatın ya bedelini ödersin ya da ödülünü alırsın. Seçimlerin sonucunda başına iyilik gelirse Allah’ın emirlerine ram olduğun içindir, başına kötülük gelirse kendi seçtiğin yolun sonucudur. Şimdi Allah bu kadar nimeti vermişken ve akılda bahşetmişken, sen giderde eğri ve yalan yolu intihap edersen ve başına da bir kötülük gelirse bunu Allah’tan bilebilir misin? Bilemezsin. Bilirsen namussuzluk etmiş olursun apaçık şekilde. Çünkü Allah’ın sana söylediği bellidir, senin yaptığın bellidir. Zil zurna sarhoş olur yola çıkarsan bir süre sonra geberirsin. Peki, geberdiği zaman seni Allah mı gebertmiş olacaktır? Tabi elbette Allah’ın mutlak yasaları çerçevesinde geberiyorsun ama kendin seçtin gebermeyi bir anlamda. Çünkü Allah sana yasalarını bildirdi. Sen yanlış yolu seçtin ve sonunda bedelini ödedin ama başına gelen kötülük kendi ellerine geldi. Yani Allah seni gebertmedi. Allah senin iyiliğini istedi ama sen kötülüğü tercih ettin. Allah mutlak yasaları koymuş mu? Evet. Doğruyu ve eğriyi göstermiş mi? Evet. Akıl, irade, sabır, seçme hürriyeti bahşetmiş mi? Evet. Peki, daha istiyorsun? Ya cehennemine odun taşıyıcı olacaksın ya da cennetine güller yetiştirici olacaksın! Karar senin, tercih senin, kader senin!
Elmalılı Hamdi Yazır: ‘’Bir de sizlerden, iyiliğe çağıran, doğruyu emreden, kötülükten alıkoyan önde gider bir topluluk bulunsun! İşte arzularına erecek olanlar ve kurtuluşa erenler, onlardır.’’ ÂLİ İMRÂN-104
Ey Müslüman kardeşim! İstersen beni kötü bil ve bana kötülük yap. Bu senin tercihindir. Ben gönül diliyle hasbihal edeceğim bugün seninle. Hayır ne yapabilirim ki başka? Sana kötü demiyorum, seni kötülüğe teşvik etmiyorum. Sana Kur’an’ı mehcur bırakma diyeceğim. Kur’an oku kendine gel, haddini ve hududunu bil. Hayır, bunu yanlış anlamayın, o kadar doğal, o kadar masum ve samimi söylüyorum. Nefsi konuşmuyorum. Çünkü bu dünyadan elde edeceğim bir menfaat yok ve menfaat için ezeceğim, aldatacağım ve kendisinden hakikati gizleyeceğim bir kardeşim olamaz. Ya da menfaat için eğilip, bükülemem. Yahut bendeniz leşten fakı olmayan bir dünya için leşleşemem. Ben bu âleme iyilik yapmaya geldim, kötülük tohumları ekmeye değil. Kalp yapmaya geldim, kalp kırmaya değil. Kötülük kusmaya gelmedim, güzel dille gönül inşa etmeye geldim. Zulmetmeye gelmedim, mazlumu sevindirmeye geldim. Sevmeye geldim bu âleme, nefret etmeye gelmedim. Hayata bakıyorum, insanlara bakıyorum, tefekkür ediyorum, içim acıyor ve bu sebeple düşüncelerimi izhar ediyorum. Çünkü bir kötülük geldiği zaman başa, bu tüm herkese sirayet ediyor, tek bir kişiyi bulmuyor. Yani bir insan ve Müslüman olarak hayatın içindeyim, olaylarla karşılaşıyoruz, doğal gözlem yapıyoruz, iletişim ve ilişki içindeyiz benzerlerimizle. Kur’an’ı gerçekten okumuyorsun. Okusaydın murakabeyi ve muhasebeyi doğru düzgün yapardın. Bir şey söylendi mi hemen yanlış anlıyoruz. Niye yanlış anlıyoruz ki? Oysa kötü bir şey söylemiyoruz. Müslüman, Müslüman kardeşini uyarmasın mı? Müslüman, Müslüman kardeşinin kötülüğünü ister mi? Gerçekten Müslümansa tabi. Müslüman, Müslüman kardeşinin aynası değil mi? Hakikati söyleyince kızıyoruz. Çünkü keyfimizi bozuyor. Niye kızıyoruz ki? Kızacağımıza hakikate layık olalım. İşimizi doğru yapalım. Kardeşlik hukuku çerçevesinde hareket edelim, yaşayalım. En ufak bir menfaatte kardeşlik falan dinlemiyor kardeşimizi çiğniyoruz. Dürüst insanları, dürüst olmayanların diliyle tanıyoruz ve harcamakta beis görmüyoruz. Yüzümüze gülenleri dost sanıyoruz, acı söyleyenleri ise elimizde ki gücü kullanarak tecziye etmeye yelteniyoruz, hiç hakkımız olmadığı halde. Hakikati söyleyeceğimiz yerde susuyoruz. Menfaatimiz zedelenmesin diye hakikati izhar etmekten imtina diyoruz. Menfaatimiz için kardeşimize kötülük yapıyoruz. Kardeşimizi kıskanıyoruz ve ona dönecek iyiliklere handikap teşkil ediyoruz bile bile. Konuşurken öyle kallavi konuşuyoruz ki sanki âlemin âlimi biziz ama iş eyleme geldiğinde ve söylediklerimizi aynıyla yapan birini gördüğümüz de, sanki o eyleme sebep olan sözü söylen biz değilmişiz gibi, eylemi yapanı düşman belliyoruz. Peki, bu Müslümanlık mıdır? Kalkıyorsun, insanlar nezdinde hiç itibarı olmayan birini yükseltiyorsun ama bunu yaparken büyük bütüne zarar verdiğinin farkına bile varmıyorsun, varıyorsan da menfaat namına eyvallah ediyorsun, doğacak zararı umursamıyorsun. Oysa davaya göre hareket etmek iktiza etmiyor mu? En küçük birimde yetkili birine gidiyorsun, diyorsun ki, olaylar şöyle şöyle gelişiyor. Ama sana inanmıyor, gidiyor karakteri şaibeli olana inanıyor. Ya da senin bir beklenti içinde olduğunu sanıyor ve sen gerçeği söylediğin için harcanan sen oluyorsun. Bu seferde hepten susuyorsun. Gel zaman git zaman sen haklı çıkıyorsun ama iş işten geçmiş oluyor. Aynı zamanda kayıp bir insan oluyorsun. Peki, Müslüman, Müslüman kardeşini kaybettiği için üzülmeli değil mi? Bu her kim olursa olsun fark etmez. Çünkü Müslüman’ın kaybedeceği tek bir kardeşi olamaz. Fakat kötülük gecikmiyor ki. Kötülük çabuk gelir ama iyilik biraz zorlar. Birisi çıkıyor, makamına dayanarak ya da arkasında ki güce dayanarak senin üzerine nefsi duygularını tatmin etmek istiyor ama sen direniyorsun ve sorun çıkıyor. Sen tamamen hakikate göre hareket diyorsun, karşıda ki ise menfaatine göre hareket ediyor. Fakat sonunda harcanan sen oluyorsun. Bir Müslüman bunu kabul edebilir mi? Bir Müslüman nerede durmalıdır? Bir Müslüman Allah’ın emrettiği şekilde hareket ettiği, konuştuğu, yaşadığı için tecziye edilebilir mi? Bir Müslüman menfaati uğruna hakikati öldürüp, yalanı diriltebilir mi? Bu durum, toplumumuzda büyük bir yanlıştır, adaletsizliktir, ahlaksızlıktır ve bunu Müslümanlar olarak biz yapıyoruz maalesef. Yapmayalım kardeşlerim, etmeyelim kardeşlerim. Fani bi dünya için değmez. Buna benzer küçük nüanslar da var ama buradan yola çıkarak diğerlerini tahmin edebiliriz. BİZ BİZE ETMESEK, DÜŞMAN BİZE NE EDEBİLİR Kİ? Ah be kardeşim! Ne zaman düşman olduk böyle, kalubeladan beri kardeş olanlar? Sahi, dünyaya niçin küfür egemen?
ANLAMADAN YARGILAMAK
Bir yazıyla, o yazıyı yazan hakkında bir yargıda bulunmayacaksanız ya da böyle bir derdiniz yoksa şayet, o yazıyı okuyup okumamanız, okusanız da, bir cümlesini, bir paragrafını ya da tümünü okumanız hiç fark etmez. Fakat o yazıyla, yazan hakkında bir yargıda bulunmak istiyorsanız, yargı hakkınızın olması için namuslu davranıp, o yazıyı harf harf, kelime kelime, cümle cümle, paragraf paragraf okumalı, tetkik ve tahlil etmeli, üzerinde derince ve teferruatlıca düşünmeli, o yazıyı anlamalı, kavramalısınız. Bilakis yanlış bir algıyla ya da önyargılı tavırla, yazıyı yazanın hakkına girmiş, ona zulmetmiş olursunuz. Bu da haysiyetsizliktir, namussuzluktur. Hissiyatlı, hassasiyetli, haysiyetli bir insan bunu asla yapmaz. Anlamadan yargılamak, insani bir haslet değildir.
KUT'ÜL AMARE
Sefilin biri KUT'ÜL AMARE zaferini merak etmemişte, etmiyormuşta, etmeyecekmişte, bilmem neymişte. Kimsin sen? Kim dedi ki; nolur merak et? Merak etsen kaç yazar, etmesen kaç yazar? Kaç kuruşluk beyinle merak edeceksin? Kaç okka yürekle hissedeceksin? Ki, böyle bir mesajı da, zımnen babalarına gönderiyorsun haddizatında, iş versinler diye. Müptezel bir maşa olmasan kim takar seni, kim adam yerine koyar? Ki, bu topraklarla hangi bağın var ki merak edesin zaten. Hadi uzanda boyunun ölçüsünü alalım pespaye mikrop. Hayatın kustuğu pislik.