ANLAT DEDİ KENDİNİ, RUHUMUN GİZLİ AJANLARI...1...

Özgür DENİZ - 14.05.2016

Sorduğum, sorguladığım ya da böyle sanmalarım neticesinde farkına vardığımı düşündüğümü sandığım kadarıyla, bulunduğum anda yalnız olduğum ve yabancısı bulunduğum, karanlık ve zulüm dolu dünyaya bir başkaldırıdır, diriliş ve direniş manifestosudur manzumlarım ve mensurlarım.

 

Var olmaya çabalamam ve var olma çabalarım istikametinde tahakkuk eden varoluş ve varkalış serüvenim; derin, büyük, muamma yüklü, benzerlerimce bitevi meçhul kalmış ve anlaşılmamış bir sancı, acı, ıstıraptır. Bulunduğum, bana yabancı olan ve yabancısı olduğum dünyada ki vazifem; bilinç denilen o muallakta ki muammanın varlığıyla farkına vardığım ve idrak ettiğim kadarıyla, yazınsal ve düşünsel arenada arz-ı endam yapmak, edebi bir kariyer ve karizma elde edip ün sahibi olmak, toplum düzeyinde şöhretin kapısını aralamaya zorlamak, devasa bir kapital terakümü temin ederek küçük dünyamda sahip olduğum çevre üzerinde egemenlik tesis etmek isteyen bir yazar olmak değildir. Mutlak, muhakkak ve yegâne ereğim; kendimi aramak, bulmak ve aradığım, bulduğum kendimin kendim olup olmadığını sorgulamak, aradığım, bulduğum kendimin kendim olduğundan emin olduğumda, kendi öz benliğimden ve uzamsal alanımdan başlayarak dünyanın değişmesine, dönüşmesine ve yaşanılabilecek bir yer olmasına katkıda bulunmaktır. Elbette ki, ömür denilen bu muvakkat armağan kifayet ederse ve muvaffak olabilirsem.

 

Güzel ülkemin temiz yüzlü ve yürekli insanları, saygıdeğer gönüldaşlarım, dostlarım, arkadaşlarım! Her birinizi derin bir coşku ve heyecan, engin bir selam ve muhabbet, bitmeyen bir sevgi, kuvvetli bir dostluk ve arkadaşlık, sonsuz umut, sınırsız dua ve içten, samimi bir kardeşlikle selamlıyorum. Her birinize canı gönülden merhabalar. Bidayette namütenahi teşekkürlerimi arz ediyorum anlayış göstereceğinize tüm kalbimle ve aklımla inandığım için. Sizlere bu yazımda naçizane kendimden bahsedeceğim ki, iletişimdeki güçlükler izale edilsin ve muhkem bir güven tesis olunsun. Lütfen bağışlayın. Engin anlayışınıza, sonsuz dostluğunuza, sınırsız muhabbetinize iltica ediyorum. Biliyorum ki belki garip bir şey olacak ama hayatımda karşılaştığım bazı benzerlerim ve muhatap olduğum özel sorular neticesinde böyle bir karar vermiş bulunuyorum naçizane. Dünyalarında farklı şekilde makes bulacak ve farklı telakki edinecek benzerlerimden kalbi ve akli özür dilerim.

 

Gören, duyan, konuşan, düşünen, acı çeken, sevinç duyan, hisseden, bilen biriyim. Dünya denilen bir yerdeyim. Üstümde mavi bir gök, altımda kara toprak var. İkisinin ortasında bir ben. Yapayalnız ve yabancı. Belki beden olarak benzerlerimle temas halindeyim ama ruh dediğimiz o çok özel, hassas ve garip şey bağlamında yapayalnızım ve yabancıyım. Temaşa ettiklerim bunlar. Kendimi arıyorum. Söylediklerimi yaşamaya çalışıyorum. Kendimim ama herkes içinim. Belki de kendini kurmaya çalışan biriyim. Kendimi bulmakla ve bilmekle, bulduğum ve bildiğim kendim miyim sormakla, bulduğum cevaplar neticesinde kendimi kurmakla sorumluyum. Namütenahiyle mukayyet, muvakkatle muhakkak, hürriyetle esaret arasında bir yerdeyim. Varoluşun derin sancısını çekiyorum. Biteviye soruyorum, sorguluyorum, sorarken ve sorgularken arıyorum.

 

Bendeniz garip bir okuyucu ve anlatıcıyım. Garip bir dünyadayım. Garibime giden insanlık ailesinin müntesibiyim. Garipsediğim bir doğanın kucağındayım. Şaşkın, yalnız, yabancı. Doğmuş ve bu acayip dünyada bulmuşum kendimi. Alışmaya çalıştımsa da olmadı, alışkın olduğum dünyaya. Farkına varmışım insan olduğumun ve kullanmaya başlamışım farkına vardığım yetilerimi. Aklımın olduğunu, bir kalbim bulunduğunu ihsas etmişim. Düşünüyormuşum farkında olmadan, duygulanmışım farkında olarak. Duygulanmak etkiye tepki olarak doğmuş yani bir karşıt gerektirmiş. Düşünmekse kendinceymiş, ne etki gerektirmiş ne de tepki vermek ihtiyacı duyulmuş. Her şey içeride olmuş bitmiş. Okumam gerektiğini hissetmişim zaman içinde ve okuyan anlatırmış, anlatmışım kendimce, kendimce bildiklerimi. Filhakika yaratılışın dip derinliklerinde bir emirmiş bu, Bir’den birlere. Bunun idrakine varmışım kendime geldikçe, kendimi buldukça ve kendimi bildikçe. Ve bendeniz birlerden biri olarak bu emri işitmiş ve itaat etmişim. Şeyh değilim. Önder değilim. Lider değilim. Anlatırım, dinlemek isterseniz dinlersiniz. Düşünürsünüz, anlarsınız, kıyaslarsınız, bildiklerinizi ve duyduklarınızı hayata vurursunuz ve sınarsınız. O zaman anlarsınız ve ayırırsınız doğruyla yanlışı. Doğruysa alırsınız. Yanlışsa doğrusunu aramaya devam edersiniz. Zorba değilim. Dikte etmem. Herkes hürdür. Tahkik eder, tetkik eder, analiz eder, senkronize yapar, tenkit eder. Nihayet bir karara varır, yargıya ulaşır. Son tahlilde: Ya ret ya kabul!

 

Biz Oğuz Ata’nın nesli, Osmanlı’nın ve Selçuklu’nun torunları, İslam’ın sarsılmaz kılıcı ve kalesi olan Türk Milleti olarak vicdanımızı yitirmişiz maalesef. Hakikat bu. Küfrün en büyük işi, bir zamanlar yedi kıtaya hükmeden, her kavgada yedi düvele baş eğdiren, nihayet bu topraklarda kaderiyle baş başa kalan bizlerden vicdanımızı çalmak olmuş. Kitabımızla bağımızı koparıp, kitabımızdan uzaklaştırmışlar bizi, kitabımızdan uzaklaşınca benliğimize yabancılaşmışız, benliğimize yabancılaşınca kim olduğumuzu unutmuşuz. Kim olduğumuzu unutunca vicdanımız tedricen ölmüş. Binaenaleyh, birbirimizi dinleyemez, anlayamaz ve birbirimize her türlü kötülüğü yapar olmuşuz. Düşmanları bırakıp, dostlarımızla savaşta bulmuşuz kendimizi. İşte bendeniz kendimi bildim bileli, yitirdiğimiz vicdanı bulmak çabasındayım. Bugüne kadar tüm kavgam bunun için olmuştur. Her yerde o vicdanı aradım durdum mütemadiyen. Geçelim!

 

Bu topraklarda, bağrında yaşadığım milletin kucağında, toprak damlı bir köy evinde doğdum hayata. Ezilmiş, sömürülmüş, istikbali ve istiklali gasp edilmiş bir milletin ferdiyim. Bir bireysel tarihe, bir de millet tarihine sahibim. Geldiğimde ağlamışım, giderken gülmek isterim. Ebediyete de geldiğim gibi irtihal edebilmeyi arzuluyorum. Şerefli, doğal, masum ve tertemiz bir insan olarak geldiğim ve bir zaman için bulunduğum yerden ayrılmak istiyorum. Ve bu bilinçle yaşamaya gayret ederim. Fasılasız, kitaplarla birlikte oldum, dostluk kurdum onlarla, iletişim dilimizi kimse anlamaz. Merak ettim, düşündüm, sordum, sorguladım, mütemadiyen say ve cidal içinde oldum. Yazdım, kutsal kavgalarım oldu. Bazen sevinç duydum, ağladım bazen. Derin acılar çektiğim oldu. Milletimin ve ümmetimin bitmeyen umudu, sonsuz saadeti, huzuru, istiklali ve istikbali adına kadim düşmanlarla kavga ederek geçti ömrüm.

 

Yorgun bir vapurdan farksızım şimdi. Ama derin tecrübelerle, engin hamulelerle yüklü bir vapur. Yekpare insanlığın müreffeh ve gönenç içinde yaşaması, hürriyete kavuşması, bağımsızca varolması uğrunda yollar yürüdüm, meydanlarda bulundum. Buz gibi soğuk ve fırtınalı kış gecelerinde, ciğerlerime kadar adeta donduran betonarme duvarların kıskacında, milletimin, ümmetimin ve insanlığın aydınlık yarınlarına dair planlar yapmaya, projeler üretmeye ikdam ettim. Milletimi, ümmetimi, insanlığı ve ülkemi sevdim çünkü. Hiçbir zaman bireysel düşünmedim. Bireysel düşünme içinde bile kollektif düşündüm. Milletimin ve ülkemin üzerinden küçük ve ucuz hesaplar yapmadım. Nasıl menfaat temin ederim diye düşünmedim. Ülkemden ve milletimden yana beklenti içinde olmadım. Bana ne verebilirler diye hesap yapmadım. Bu minvalde ki pespaye ve süfli mülahazalara, telakkilere tevessül etmedim. Hiçbir zaman günübirlik yaşama sevdasında olup, halkımın ve ülkemin sorunlarına nemelazımcı bir telakki ile lakayt kalmadım.

 

Tüm zorlu, çetin, ağır, acı dolu düşün serüvenlerim neticesinde, insanlık ailesinin yegâne ve mutlak Önderi olduğuna iman ettiğim Allah’ın resulü, elçisi, peygamberi Hz. Muhammed’in şu anlam yüklü derin sözlerini, kalbimin ve kafamın en mutena yerinde taşıdım ve mütemadiyen bu soylu ve asil bilinç minvalinde yaşadım. Ne diyorlardı Kendileri; ‘’kim ki, kardeşlerinin dertleriyle dertlenmezler, kardeşlerinin dertlerine yabancı kalırlar ve kardeşlerinin dertlerine bir çare bulma çabasına girmeden deliksiz uykuya dalarlar, işte onların bizim mescidimizde işleri yoktur.’’ Keza, güzel ülkemin, milletimin, ümmetimin ve insanlığın karşı karşıya kaldığı olumsuz şartlar ve koşullar muvacehesinde, bir yürek sızlamıyorsa, bir gövde harekete atılmıyorsa, bir beden çalışmıyorsa ve bir beyin düşünmüyorsa, her şeyin bir laftan ibaret olduğunu ve hiçbir anlam ifade etmeyeceğini mülahaza ettim ruhumun ve beynimin dip derinliklerinde.

 

Fikir kavgamda ve yaşamım da, mutlak ve yegâne Önder’imin yanlarına hiçbir kimseyi koymadım, çünkü mutlak ve yegâne pusulam Kendileriydi ama yine de necip ceddim Ertuğrul Gazi oğlu Osman Gazi’nin, şu hikmet, anlam ve derinlik yüklü sözü pusulam oldu her daim; ’’biz cihangirlik davası gütmüyoruz, kuru kavgalar peşinde değiliz, biz Allah’ın davası için varız, baharsız diyarlara baharın gelmesi için kavga veriyoruz.’’ Keza, üstat Ali Şeriati’nin şu sözleri de bir yol işareti olmuştur bendenize; ‘’aydın diye kime diyoruz? Herkese bu vasfı bahşederken bu vasfın kıymetini yerlere düşürüyoruz. Peygamberi misyonun zamanımızda ki mümessilleridirler aydınlar. O, kutsal davaların, emanetlerin varisidir. Aydın, laf ebesi değildir. Dava ve eylem adamı olamayan aydın da olamaz. Aydın insanın vazifesi; içinde yaşadığı millete bilinç ve şuur zerk etmek, yol ve yön göstermek, milleti için bir öncü olabilmektir. Milletiyle birlikte yürümelidir ama milletinden biraz önde olmalıdır.’’ Bu sözleri işiten ve idrak melekelerini çalıştırarak içselleştiren, hissiyatlı, hassasiyetli ve haysiyetli bir dava adamına da elbette gerekeni icra etmek düşerdi. Ve bizde behremize düşün bir şey varsa aldık, muktezası neyse yapmaya çalıştık ve dahi çalışıyoruz. Rabbim muvaffak eylesin. Âmin. Hakeza, yine ülkemizin ve milletimin mümtaz bir fikir adamı olan Remzi Oğuz Arık ağabeyin sözleri bitevi makes bulmuştur beynimin göklerinde, kalbimin derinliklerinde ve her zaman umdem olmuştur dava yolumda; ‘’örnek olabilme mevkiinde bulunan bir şahsiyetin, aynı zamanda bir davaya kendisini adaması da şarttır. Zira dava adamları örnek insanlardır. Bir davaya adanan insan derken, hariçten hiçbir etkiye maruz kalmadan, kendi yalnız dünyasında, müntesibi bulunduğu milletinin mukadderatı üzerine sorular sorup, sorgulamalar yapan ve bir sonuca ulaşmaya çabalayan, ulaştığı sonuçları milletine duyurarak milletini uyandırma vazifesi gören insanı kastediyorum.’’ Allah, fikir sahibi olmayı ve bir davaya adanmayı nasip etsin bizlere. Âmin.

Tarih: 14.05.2016 Okunma: 783

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?