ANLAT DEDİ KENDİNİ, RUHUMUN GİZLİ AJANLARI...2...

Özgür DENİZ - 16.05.2016

Devletimin, devasa atılımlar ve hamleler yaparak terakkiyatımıza vesile olmasına, milletimin tedenniyattan kurtulup yükselmesi ve yücelmesine, ümmetimin göklerini saran zulüm perdesinin paramparça edilip güzel günlere kavuşmasına zere miktarda olsa katkıda bulunabilmek arzusuyla, uzun soluklu planlar yapabilmek, projelere üretebilmek aşk ve şevkiyle, say ve cidale sarıldım. Hiçbir dem yeise duçar olmadım. Politik zevatlar şahsi menfaatlerini düşünür ve nasıl daha iyi yaşayabileceklerini tasavvur ve tahayyül ederlermiş; devlet adamları ise amme menfaatini ve nesl-i atiyi düşünür, birlikte yaşanacak güzel yarınları tasavvur ve tahayyül ederlermiş. Mütemadiyen bir devlet adamı ciddiyeti, samimiyeti, dürüstlüğü, fedakârlığı, feragati, diğerkâmlığı ruh hali içinde oldum. Biteviye, milletimin, ümmetimin, insanlığın saadetini, meserretini, umudunu, aydınlığını, birliğini, hasretini, hürriyetini, bağımsızlığını ve terakkisini ideal bildim, dava edindim. Mavi şarkılar besteledim ve terennüm ettim her daim, esrik bahar nesiminin, tefessüh etmemiş ruhlara inşirah, kararmış gönüllere serinlik ve huzur bahşeden hoşluğunda. Zincirlenmiş hürlere ve bahtiyar tutsaklara inat, bin bir türlü fikirle boğuştum durdum mütemadiyen, milletimin ve ülkemin aydınlık, güzel, huzurlu, umut dolu yarınları adına.

 

Çektiği çileler muvacehesinde bile, çilelerini bir şeref sayan ve belli etmekten hayâ eden masum, onurlu, asil ve soylu Anadolu çocuklarının yağız çehrelerinde ki yılların acısının sinmişliğini gösteren çizgilerde ki yüceliği ve büyüklüğü ihsas ettim. Bendenize, fikirlerimden, hayatımdan, ülkülerimde, rüyalarımdan ve büyük sevdalarımdan dolayı bilinçsizce gülenlerin çehrelerinde ki boşluğu, derin ıstırabı, acıtan ve kahreden yalnızlığı gördüm ve ağladım, derunuma aktı acı gözyaşlarım ve hayatım adeta bir acılar deryasına dönüştü. Mukadder bir akıbet oldu bana acılar denizinde ve sürgünler ülkesinde yaşamak. Sanki acı, bir maden olmuştu ve ban acı olmuştum, acının madeni ben olmuştum. Hiçbir şartta ve koşulda, hiçbir zamanda ve mekânda, bencilliğin buzlu sularında kulaç atmadım, ucuz, basit, küçük hesaplar peşinde koşmadım,  sığ ve sıradan bir telakkiye, mülahazaya sahip olmadım. Biz anlayışına uygun olarak, kolektif bir paradigmayı eksen alarak, ama hep özgür bir birey olarak yaşadım. Hani Doğu’nun mavi ufuklarında makes bulan ve adeta bir kuş misali pervaz eyleyen anlam yüklü, güneş misali aydınlatıcı sesin sahibi Muhammed İkbal üstadın söylediği gibi; ‘’kervandan ayrılma, kopma ama kervan içinde yalnız yürümeyi tercih et.’’ Kendimdim ama milletim, ümmetim ve insanlık içindim. Masum ve temiz yürekli milletimin ve ümmetimin nesilleri, istikbali, istiklali adına, ay yutmuş gecelerde ne karabasanlar yaşadım. Kahreden adaletsizliğe; çürüten ahlaksızlığa; paramparça edici tefrikaya; kardeşliği kalleşlikle bitiren sınıfçılığa; vahşi ve adi sömürüye; kula kul olmaya; mutlak mülkiyetçiliğe; mutlak egemenliğe; din adamlarını ruhbanlaştırmaya; Peygamberi misyonun varisleri olan devrimci beyinleri katleden ve devrim çiçeklerini solduran, direniş ocaklarının aydınlık meşalesini söndürerek dirilişi geciktiren, müritlerini karanlık odalarda istihmar eden, Allah tefrikayı yasakladığı, bu yüce buyruğunu Kur’an’da mutlak netlikte bildirdiği ve bu emrini yüce Önderimize buyurduğu halde, güya ümmetin ihtilafında hayır vardır mülahazasını, duyguda ve düşüncede yarattıkları tefrikaya payanda kılıp ve bunda hikmet aramaya koyulan, Siyonizm’in müzaheretine mazhar olmuş İslam maskeli cemaat düzenine ve bilumum ihanetlere karşı damarlarımda hep isyan ateşi dolaştı durdu. Karanlığın bekçilerine inat aydınlığın, öfke ve kinin bayraktarlığını yapanlara inat sevgi ve muhabbetin, vefasızlığa, mürailiğe inat doğruluğun ve dürüstlüğün, sınıfçılığa ve ayrılıkçılığa inat kardeşliğin, zulme ve zalime inat adaletin ve hakikatin mümessili, taşıyıcısı, yaşayıcısı ve kavgacısı oldum.

 

Kopkoyu karanlıkların ardından tulu edecek fecrin ve sökün edecek şafağın derin hasretiyle ne katran karası gecelerim geçti şu ömrümde. Hep okumakla, düşünmekle geçti ömrüm. Maddeye hiç tamahım olmadı. Hiçbir zaman madde peşinde koşmadım. Çünkü dünya hep basit geldi. Ona ulaşmaya çalışmak için hırs beslemeyi küçülmek ve düşmek telakki ettim. Devletimin bekasını, milletimin var oluşunu, ümmetimin var kalışını ideal bildim ve dava edindim. İnsanlığın yegâne çıkar yolu olan dinim İslam’ı, şehit kanlarıyla sulanmış kutsal topraklarımı, bağımsızlığımızın sembolü olan marşımı, ruhlarımızı ferahlatan ve topraklarıma can katan ezanlarımı ve bilumum maddi-manevi değerlerimi hesapsız, pazarlıksız, çıkarsız, umarsız sevdim ve yaşatmak uğruna kavga verdim. Kimliğimi, kişiliğimi, karakterimi, dinimi, özgüvenimi ve öz benliğimi kaybetmemek adına direndim, tereddiye, transformasyona, alinasyona, asimilasyona, kimliksiz ve dinsiz bırakılmaya ve nihayet eliminasyona karşı. Hiçbir zamanda ve koşulda, milletimin acıları, gözyaşları, alın terleri, kutsal emekleri ve tertemiz umutları üzerinden güç devşirme, servete ve erke ulaşma gibi, ahlaksız, şerefsiz, adi ve haysiyetsiz mülahazalar beslemedim. Kalbimde ve kafamda bu tür ucuzluklara, süfliliklere, pespayeliklere, müptezelliklere kesinlikle tarafgirlik etmedim. Hak bellediğim yolda yalnızda kalsam yürümeye inat ettim.

 

Üstadım, ağabeyim, fikir önderlerimden olan Nurettin Topçu’nun hafızama kazıdığım, şu derin, anlam ve hikmet yüklü sözünü hayatıma umde kıldım ve mütemadiyen tahattur eyledim; ‘’din dediğimiz şey, bir anlamda mecburi inançların yekûnudur. Burada ki mecburiyet dediğimiz şey, vicdana sirayet eder, ilişir ve bu şekilde ferdi mesuliyet altına sokar, sorumlu kılar. İşte bu mesuliyet hissi, insanoğlunu sonsuzluğa ulaştıran kuvvetli iradenin membaıdır. Bu yüksek ve derin mesuliyet hissi, Allah Korkusu dediğimiz şeyin tezahürüdür. O histir ki, her tezahür edişinde, vicdan dediğimiz şeyi sonsuzluğun huzuruna çıkaran kuvvettir. Ondan haşyet duyan hiçbir şeyden haşyet duymaz ve hiçbir faniliğin huzurunda baş eğmez. O histir ki, irademize, kalbimize, aklımıza hayat bahşeden kuvvettir.’’ Evet, ne muhteşem bir tefsir değil mi sevgili gönüldaşlarım, canım kardeşlerim, canım abilerim, canım ablalarım ve bacılarım? Kalbinde, beyninde ve tüm hücrelerinde derin bir samimiyetle Allah Korkusu’nu duyumsayan, hisseden bir insan, menhus bir zihniyetin ve rezil bir ahlâkın taşıyıcısı, savunucusu, yaşayıcısı ve kavgacısı olabilir mi? O ulvi korkuyu yüreğinin ve beyninin derinliklerinde taşıyan insan, Kâinatın şerefli ve izzetli efendisinin ulvi ifadesinde de belirttiği gibi ‘’Emin’’ insandır. Herkesçe kendisinden emin olunan. 

Tarih: 16.05.2016 Okunma: 772

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Özgür Deniz

10.09.2015 - 16:29

başlık şöyle olacaktı: KARDEŞ BELLİ, KALLEŞ BELLİ...

Özgür Deniz

10.09.2015 - 16:29

başlık şöyle olacaktı: KARDEŞ BELLİ, KALLEŞ BELLİ...