Sevgili yoldaş! Şöyle bir gerçek vardır ki, sarahaten ve kesin bir şekilde beyan etmek isterim naçizane; belki fikri bağlamda çalkantılı ve dönemeçli bir hayatım vardır ve böyle bir şey, münhasıran fikri temelde bir istikamet belirlemiş karakterler için mübrem mukadderattır. Zira Allah’ın, biz kullarına bahşettiği en ulvi nimet olan akıl, donuk bir şey değildir ve Allah, biz kullarına bitevi akletmemizi buyurmuştur. Akletmek ise bir diğer tabirle fikretmek demektir. Velakin, sigaya çekilmemi iktiza eden bir hayatım yoktur. Buna mukabil sigaya çekeceğim nice hayatlar vardır. Laf olsun kabilinden bir yola girmem, giriyorsam da bir ereğim elbette vardır. Zira bir dava adamının ne yolu istikametsizdir ne de bir yolda yürümek için yürür o. Yolun sonu da ya ateş çukurudur ya da gül bahçesidir. İyi ya da kötü, pozitif ya da negatif, yaşam sürecinde bedelsiz hiçbir şey yoktur ve kabil de değildir. Yaşayacaklarınız, yaptıklarınızın sonucu olacaktır; tıpkı yaşadıklarınızın, yaptıklarınızın sonucu olduğu gibi. Bir sebep olmadan, bir sonuç tezahür etmez. Tabiatta ki her şey, her oluşum, bir sebebe mebnidir. Bilakis, varoluşun gerçekleşeceği yolunda, varoluşun öznesi konumunda olan insanında, varolma sürecinin ikmal edilmesinin de hiçbir mantığı, anlamı olamazdı ve böyle bir şey absürt kaçardı. Fikrin namusuna sadık kalmak her zaman şerefim, namusum, asaletim olmuştur. Zira kafalarında savaşında, her soylu savaşçısın istinat edeceği yegâne değerdir bu. Fikrin namusuna sadık kalmayan, ne fikir adamı olabilir ne de insan. Onun şaklabandan, soytarıdan farkı olmaz. Saklı bir büyük gerçek vardır ve zevahire göre meçhul gibi algılanmaktadır. Ve bizler mütemadiyen fikir namusu dairesinde kalarak filhakika meçhul olmayan ama meçhulmüş gibi algıladığımız o müteal varlığa, büyük resme, saklı büyük gerçeğe mülaki olmaya ikdam ederiz. Şimdi, bendeniz, şu fani ve kısacık hayat serüvenimde, gerek bireysel gerekse toplumsal düzlemde Darvinizm’i ve fikirsel tezahürlerinin her türünü yaşam sürecimde en zirvesinde ve her veçhesiyle yaşadım sayılır. Bu cihetlerdeki fikirsel ve yaşamsal mücadelem tarihin kayıt defterinde mevcuttur. Hafızamın derinliklerindedir. Şiirlerimle, nesirlerimle bu sabittir. Fakat tüm bunlar artık tarih olmuştur ve tatsız birer anı yığınından ibarettir. Zira insan tekâmül eden bir canlıdır, ki aklın da önemi burada sarahaten tezahür etmektedir. İnsan beşer aşamasından insanlık aşamasına doğru biteviye ilerleyen bir canlıdır. Nihayetinde, ya beşer aşamasında çakılıp kalmış olacaktır ya da içinde bulunduğu süreci insan olarak ikmal etmiş olacaktır.
Sevgili yoldaş! İnsançocuklarına, hiçbir canlıya bahşedilmeyen harikuladelikler, mümeyyiz vasfılar bahşedilmiştir. Ki, burada şöyle ince bir detayı izhar etmeden geçemeyeceğim müsaadenle; bizler, insan diyoruz ama insan görünümlü herkese insan derken, insana haksızlık etmiş oluyoruz. Zira maateessüf, bugün insan görünümlü nice canlı, henüz insanlık aşamasına bile gelebilmiş değildirler, hala beşer aşamasında bulunmaktadırlar. Zira insan olabilmek çok sancılı ve zorlu bir süreçtir. İnsan olabilmek için, insanın kendisine bahşedilen üstün meziyetleri, mümeyyiz vasıfları ve harikuladelikleri bihakkın istimal etmesi iktiza etmektedir. Beşer değişmeyendir, fi tarihinde nasıl idiyse bugünde aynı kalandır. İnsan ise bitevi tekâmül edendir, ta ki eşref-i mahlûkat seviyesine yükselene değin. Eğer ki insanlar, hayvanlar gibi insiyaki hareket edecekseydiler ve hep aynı kalacaksalardı niçin hayvandan farklı halk edilmişlerdir ve kendilerine akıl gibi bir nimet bahşedilmiştir? Burada ki anlamı gösterebilir misin? Hayır, burada anlam yoktur, burada abeslik ve absürtlük vardır. Yani hayvanlar derekesinde yaşayacaksak ve böyle bir dünyanın dışına çıkamayacaksak, insan olmanın mantığını kim izah edebilir? Böyle bir şey paradokstur. Ama böyle bir tenakuza mahkûm değiliz. Çünkü biz insan olmaya temayülü olan ve insanlaşabilecek canlılarız, beşerlik zindanından kurtulup insanlık seviyesine yükselebilir ve özgürleşebiliriz. Beşer aşamasından kurtulabiliriz ve insan olma yönünde tahavvülat geçirebiliriz. Zira biz şerefli kılınmış canlılarız. Ama aynı zamanda esfel-i safilin derekesine düşebilecek canlılarız da. Binaenaleyh, insançocukları, başıboş, hedefsiz, idealsiz halk edilmemişlerdir ve bilinçli bir tasarımdırlar. İnsanın, başıboş olduğunu iddia etmek, insanı inkâr etmektir. Ve zerreden zerrata canlı cansız tüm mevcudatın Maliki ve Hâkimi olan Yüce, Tek ve Mutlak Kudret olan Allah tarafından halk edilmiştir insan. Öyle ölümle yokluğa, hiçliğe mahkum olan abes, absürt ve robotik bir yaratık değildir yani. Eğer ki, böyle bir şey kabil olsaydı, bu evrende, ıstırapsız, dertsiz, tasasız, sıkıntısız, mücadelesiz, tembel bir hayat daha müreccah olurdu ve böylesi de daha güzel olurdu eminim. Ama insan için böyle bir hayat muhal ender muhaldir. Zira ahireti olmayan bir dünya da bir değer uğruna mücadele vermek ahmakça, aptalca ve mantıksızca olurdu. Bir kere gelinen ve yokluğa gidilen bir âlemde niye rahatsız olunsundu ki? Öyle olacaksaydı niye bunca sıkıntıya, zahmete, acıya, ıstıraba, zorluğa katlanıyor ki? Bu ne kadar gülünç ve acı değil mi? Ne kadar kahredici bir durum değil mi? O zaman ne ezen ezmekten vazgeçerdi ne de ezilen isyan edebilirdi? Peki, böyle bir evren nasıl olurdu hiç düşündün mü? İnsançocukları yer, içer, giyer, gezer, sevişir, gününü gün ederlerdi. Bunu yapabilecek zamana, zemine ve sermayeye az çok sahip. Öyle değil mi? Haydi, itiraftan imtina etme. Korkma gerçekten be! Gerçek seni kabuklarından çıkarıp özgür kılacak. Yoksa özgür olmak sorumluluk getirir diye mi imtina ediniyorsun?
Sevgili yoldaş! Bilmelisin ki, insan, sorumluluğuyla insandır. İnsan, sorunlu bir alemde bulunması, aklı olması ve toplu yaşaması hasebiyle spontane sorumluluk mevkiindedir. Zira sorunları çözme iradesi göstermek, topluma intibak etmek ve aklın hareketliliğine ayak uydurmak bir sorumluluk deruhte etmeyle alakalı durumdur. Sorumlu olmayan insanın kendisi sorunludur. Çünkü varoluşun önkoşullarından biridir sorumluluk almak. Aynı zamanda insanlığın hüccetidir sorumluluk. İnsan değilseniz sorun yoktur, binaenaleyh sorumluluk deruhte etmekte iktiza etmez. Hayvanlar bile mukayyet hudutlarının idrakindedir ne kadar da insiyaki hareket etseler de ve o hudutlar dâhilinde hareket ederler. Yani onlar bile başıboş değillerdir ki, insan nasıl başıboş olabilir? Ne kadar ince bir şekilde tasarlanmış ve harikulade denge üzerine müesses bir evrendeyiz değil mi? İtiraf et bu gerçeği lütfen! İnsançocukları, bunca ıstıraba, acıya, sancıya tahammül edeceklerine, hesapsız, umarsız, sınırsız yaşayıp gitsinler, hiçbir şeyi takmasınlar ve mutlu olsunlar, bu olabilir mi? Gayet tabi olabilir. Ama böyle bir varlığa insan denebilir mi? İşte burası meçhul! İnsançocukları ne yaparlarsa yapsınlar, nasıl yaşarlarsa yaşasınlar, tarihi, doğanın, toplumun ve kendi benlerinin zindanlarında mahkûmdurlar ve bu zindanlardan azade olmaları sorumluluk almalarına bağlıdır. Bu sorumluluklarını gerek bilim tavassutu ile gerek din tavassutu ile aktive edeceklerdir ve bu şekilde zincirlerini kırıp özgürleşeceklerdir. Amma velakin, sorumluluk almazlar, beşer derekesinde kalmaya razı olurlar ve zindanlar içinde bahtiyar tutsaklar olarakta yaşayabilirler. Çünkü bu bir tercih meselesidir. Olmuyor be böylede olmuyor. İnsanı rahatsız eden ıstıraplarla, tereddütlerle, acılarla lebalep evrende yaşıyoruz. İşte bu şeyler insanın tadını kaçıyoruz, zevkleri zehirliyor, tinsel huzursuzluğu tevlit ediyor, tensel konforu bozuyor ve insanı harekete sevk ediyor metazori olarak. Bir yerde, olay, tercih meselesi olmaktan da çıkıyor. Hayatta insan olmanın muktezası olarak yaptığı seçimlerin sorumluluğundan kaçamıyor insan, ki her nasıl olursa olsun seçim yapmak zorundadır insanın. Kendine, ailesine, çevresine, toplumuna, milletine, ümmetine, ülkesine ve insanlığa karşı sorumluluğu var insanın. Bilen ve inanan bir varlık olduğu ve bedeniyle değil beyniyle insan olduğu aşikâr, insanın. Filhakika, hayatta böyle olunca bir mahiyet kesbediyor ve zevk alınır hale geliyor. Çünkü uğruna gerekirse canını bedel kılabileceğin değerlere malik olduğun an her şey dümdüz oluyor ve bir mana kazanıyor. Bu ulvi muhteva, insanı bunalımdan, saçmalığın derin çukurundan çekip alıyor. Ohhh! Ne büyük saadet, sonsuz huzur, muhteşem dinginlik değil mi?
HAKİKATLER
HAKİKAT -1-
Sancağını düşürenden, Kur'an'ını mehcur bırakandan, pusatını kınından çıkarmayandan, töresine ve dinine ihanet edenden BEY olmaz oğul! Beylik yürektedir, parayla satın alınmaz oğul! Bu milletin kaderinde niye göçerlik vardır bilir misin ey oğul? Çünkü İslam tebliğ edilmek zorundadır ve tebliğ oturmakla olmaz ve bu millet, tebliği spontane deruhte etmiş bir millettir ey oğul! Bu millet ruy-i zeminde arzı endam eylemeyeydi, İslam, Güneş'in tuluu ettiği topraklarda nasıl boy verecekti? Unutma ey oğul! Âlim dediğin milletinin yanında, bey dediğin milletinin önünde olur. Âlim dediğin zalimlerin dili, bey dediğin zalimlerin eli olmaz oğul!
HAKİKAT -2-
Ermeni Soykırımı palavrasını gerçekmiş gibi insanlığa yutturmaya yeltenenlerin elbette kanı bozuktur. Onların kanının bozuk olduğunu ifşa etmek ise faşizm değildir tam tersine hakikat tam da budur. Bu kanı bozukları Türk olarak tavsif etmekte kanı bozukluktur. Yüreğiniz yetiyorsa hakikati sarih ve beliğ şekilde tüm teferruatı ile izhar edeceksiniz.
HAKİKAT -3-
İnsanlığı katledenlerden insan olmaz, insan olmayanları ziyaret ise bu milletin genleriyle uyuşmaz. Bedelini öderken de bağırılıp, çağırılmaz. Herkes haddini bilecek. Anasının karnında ki bebekle birlikte anasını katleden yaratığı hangi saikle ziyaret edebilirsiniz? Bunu izah edemezsiniz. Çünkü izahı yoktur. Böyle bir şeyi, bu milletin kutsal ve büyük ruhu kusar.
HAKİKAT -4-
Varlıklarını, küçük mikyasta Türk Milleti, büyük mikyasta Ümmet-i Muhammed ile ve dahi İslam ile mücadeleye adamış olanların ve her ne yaparlarsa yapsınlar yaptıkları her şey Siyonizm’e yarayanların, mübarek günlerde ve aylarda İslami programlar yapmaları ve filmler koymaları, bu tiplerin Müslümanlıklarına asla hüccet oluşturmaz. Artık böyle tefessüh etmiş zihniyet değişmeli ve hakikati ihsas etmeliyiz. Bu türler kâfirden de daha tehlikeli münafıklardır. Bunlara karşı yapılacak bir şey yoktur ama bunlara Müslüman nazarıyla bakmakta gafilliktir. Fakat her hâlükârda müteyakkız olmak esastır.
HAKİKAT -5-
Tam Bağımsız Türkiye’nin, mutlak, muhakkak, yegâne müşahhas delaleti; AYASOFYA’yı gurbetten, hüzünden, acıdan, kederden kurtarmak ve hürriyetine kavuşturmaktır yani CAMİ kılmaktır yani MÜSLÜMAN ile buluşturmaktır. Bu olduğu an, sevgili ülkemin, Türkiye’min Tam Bağımsız olduğu andır. Bilakis, sevgili ülkemin, Türkiye’min Tam Bağımsız olarak görülmesi muhal ender muhaldir.