Ah be insan! Seni tüketen yine sensin. Seni çoğaltabilecek ancak sen iken. Dünya karanlık. Karanlıkta yürüyen bir yolcusun. Ruhun sana ışık. Ama ne gariptir ki, gönlüne çöken bir karanlık var ve sen o karanlığınla senin üzerine çöküyorsun. Mütemadiyen çamura baktın ve battın. Hiç göklere çevirdin mi yüzünü? O, küfre haşyet, imanlıya umut olan göklere. Nice zamanlar geldi geçti bu dünya hanında. Niceleri gelirken, niceleri terk etti. Yaşayanlar yaşadı gitti. Bize yaşamak mı kaldı sanki? Anlam tükendi evrende, anlamsızlık bizi buldu. İçimiz hep konuşuyor, ne kadarda suskun olsakta. İnsan bazen kendinde yaşarmış. Bunu beceremeyen zaten yaşayamazmış hiçbir yerde. Kuru kalabalıkların gürültüsünde kaybolup gidermiş. Susmakta bir raddeye kadar oluyor. Sonsuzcasına susmak zaten ne mümkün. Derin acılar, kahreden iç çekişler, tinsel kopuşlar kaplıyor, zaten yorgun olan gövdeni, suskunluk demlerinde. İnsan, konuşması için gönderildi dünyaya. O konuşacak ki, yaşamında, imtihanında bir tutar yanı olacak. Konuşmayacaksaydı, niye vardı? Konuşacak ki var olacak, var oldu ki konuşacak! Konuşmak hürriyet olduğu kadar, insanlığın da belirtisidir. Konuşmanın asıl sırrı kendi içinde gizli. Herkes kendi konuşur, kendini konuşur. Kendi gibi konuşmayan, kendini konuşmayan yoktur, var olması da kabil değildir. Kendi gibi konuşmayan, kendini yaşıyor değildir. Yaşamakta, hürriyette budur haddizatında. Konuşmak en büyük nimet olduğu gibi, en yüce hürriyettir de. İnsan işte ve yürek insanda işte! Dertler başıboş bırakmıyor ki garip yüreği. Nice yaralar açıyor o yürekte, bitmeyen sancılar, acılar doğuran yaralar. Ve o yaraların, daha derin yaralamalarından ancak konuşarak kurtulabiliyor insan. Dökülünce hafifliyor. Acılar, sancılar, ıstıraplar elbette bitmiyor ama hafifliyorlar. Düşünmek acı veriyor, konuşmak ise acıyı azaltıyor. İnsançocukları tefekkür ederler. Hiçbir olgunun ve olayın özünde dışarıdan müşahede edildiği gibi olmadığını ihsas ederler. Tefekkür zihni açıyor. Dar kalıplardan kurtarıyor, boğulmaktan koruyor, görülmeyeni gösteriyor, sezilmeyeni sezmeyi sağlıyor, farkına varmadığımız ince noktaları fark ettiriyor. Eski bir alışkanlıktı o. Şimdi çağ değişti, hayat değişti, insan değişti! Değişmek, dönüşmek filhakika acıtmadan öldürdü insanı. İnsan yaşadığını sanıyor!
Yaşamak ağrı gibi gelir mi? Geliyor işte. İnsan bazen bıkıyor yaşamaktan ve yeter diyor. Çünkü benzerlerinden o kadar yoruluyor ki, illallah ediyor. Ama tam da burada paradoks yaşıyor. Yaşamak ağır gelince yaşamayı istemiyor ama yaşamamakta kolay değil. Nasıl yaşamayacak? Ne yapacak? Yapmak kolay değil, yaşamak zor. Ne yapacak? Arada kalıyor. Bunalıyor. Birbirimizin cennetimiz olacağımız yerde cehennemimiz oluyoruz. Hayatı dar ediyoruz. Leş peşinde koşarken birer leşe dönüşüyoruz. Gazali’nin dediği gibi; mezardakilerin bin pişman oldukları şeyi elde etmek için birbirimizi kırmaktan, paramparça etmekten, düşürmekten hayâ etmiyoruz. Tefekkür etmek eskidi ne hazin! Artık, eski bir alışkanlıktı o diyoruz. Oysa tefekkür etmeyenin insan olduğu şüphelidir. Bağırıyoruz, böğürüyoruz, gürültü yapıyoruz gel gelelim tefekküre vakit bulamıyoruz. Tefekkür edenlere de ters bakıyoruz, hayatı ona nasıl zindan etsem diye planlar yapıyoruz. Herkes bizim gibi olsun, bize benzesin, düşünse de bizim gibi düşünsün, yaşasa da bizim gibi yaşasın istiyoruz. Böyle bir şeyin kabil olmadığını bile bile. Söz söylemek erdemdir, sözü erkek gibi söylemek mertliktir. Fakat söylenilen sözü dinlememek ve insanca karşılamamak namertliktir. Bilir miyiz bunu? Kafamızın basması iktiza eder. Toplum olarak maalesef namertliğe daha yakınız. Bizim gibi düşünmeyen, yaşamayan insanlara zerre tahammülümüz yok. Üstelik o insanları jurnallemekte cabası. Sorsanız yapana, marifet der. İlletten marifet peyda olur mu? İnsanı diye geziniriz yer üzerinde ama bilmeyiz ki, insan dediğin beyniyle, ruhuyla insandır. Yoksa her iki ayaklıyı insan saymak, insana zulümdür. Değil mi ki bizim gibi değil karşımızda ki, ağzıyla kuş tutsa bitmiştir. Her kötülüğe layıktır o. Ondan ne dost olur ne de insandır o. Belki duyumsamayız amma, işte o an insanlık çizgisinden düştüğümüz andır. Ve inanın ki, neyi yitiriyorsanız, yitirdiğiniz anda yitirdiğiniz şeyin ne olduğunu bilmek muhaldir. Ancak yitirildiği ve lazım olduğun gün aklınıza gelir. Bilmeyiz ki, bizim gibi düşünmese de, insanlar düşünmelidir ve namuslu muameleyi hak ederler. Hayır, sen dürüstsen karşında ki de dürüsttür elbette. Ne vatanı sadece sen seviyorsundur, ne dindar olan sadece sensindir, ne de sosyal adalet sadece senin özlemindir. Hiçbir insanoğlu, hemcinsi gibi düşünmüyor diye, tehlike ve tehdit kapsamına alınamaz. Tabi ihanetler başkadır. Bir yerde hakikaten kadim ve kök değerlere ihanet varsa orada anlayış diye bir şeyde olamaz. Mevzuumuzda bu değil zaten. Düşünülmeyen yerde, ne hakikat ortaya çıkar, ne hürriyet olur, ne terakki görülür, ne de saadet ve huzur hayat bulur. Orada dehşetli bir zulüm, ağır bir esaret, haysiyetsiz ve mürai bir yaşam vardır.