Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Şu, hemen apartmanın yanındaki çocuk parkında küfür-kıyamet bir topun peşinde koşan çocukları seviyorum.
Onları çevreleyen çimlerde köpeğini gezdiren kadını ve adamı seviyorum.
Sabah, akşam mahallenin kedilerini besleyen hayvan sever kadını seviyorum.
Apartmandaki çocukların cıvıltılarını, balkonlardaki çay kaşığı şakırtılarını seviyorum.
Aşık Veysel Parkı’nda sabah, akşam yürüyüş yapan, her kültürden, her inançtan insanları seviyorum.
Denize girmek için belediye otobüsüyle Özdere’ye gitmeyi, yoldaki manzarayı seviyorum. Manzara beni duygulandırıyor ve coşturuyor. İçimden böyle güzel bir memlekete kim kıymaya kalkarsa “Allah fırsat vermesin” diye dua ediyorum.
x x x
Kıbrıs ve Batum’u saymazsak hiç yurtdışına çıkmadım. İnsan, yurtdışına çıkmamakla övünür mü?
Evet!
Ben övünüyorum.
Önce, yurdum!
Üç ay kadar oluyor, 40 yıl evvelki İngilizce Hocamı ziyaret ettim. 40 yıl sonra ilk defa görüşüyorduk, son 30 yılında turizm sektöründeymiş. İşi yurtdışına turist götürmek ve hatta onlara rehberlik etmek… Halen o işe devam ediyor.
“Hocam” dedim, “ben hiç yurtdışına çıkmadım”!
“Ne yapacaksın yurtdışını” dedi, “mis gibi memleketimiz var”.
x x x
İzmir’le irtibatım tam 40 yıl önce başladı. Bunun 23 yılında burada ikamet ettim ve halen devam ediyorum. İzmir’i, seçim çalışmaları, TEMA-çevre gönüllülüğü dolayısıyla şehir, dağ-bayır, kasaba-köy gezdik. Bu kadar sürede ayak basmadığımız yer kalmamış olmalı, değil mi?
Geçen hafta ziyaret ettiğim bir esnaf, “Karagöl’ü gördün mü?” diye sordu. Karadeniz’dekini zannettim, geçen sene gördüğümü söyledim. “Hayır, o değil, İzmir’deki” dedi. Şaşırdım. Yamanlar Dağı’nda, merkeze 23 Km. mesafede bir mesirelikmiş.
Ödemiş tarafında bir yer daha sordu. Onu da görmemiştim. Kim bilir daha nereler? Düşünün, 40 yıllık İzmirli olarak görülmesi gereken bu yerleri görmemişim.
İzmir, “mis gibi memleketimiz”in 81’de biri… Daha nereler var, nereler?
İklim bakımından, doğal güzellikler, tarihî özellikler ve antik kalıntılar bakımından o kadar zengin topraklar üzerinde oturuyoruz ki…
Tarihin akışı içinde, ayrıca her bölgede, her il ve ilçede müthiş çeşitlilikte ve müthiş zenginlikte bir kültüre sahibiz.
Aşık Veysel’den, misal, “Dostlar beni hatırlasın”ı,
Zeki Müren’den, misal, “Fakir bir şairim ama”yı,
Melihat Gülses’ten, misal, “Bir demet gül vereyim mi?”yi,
Abdullah Yüce’den, misal, “Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap?”ı,
Ersen ve Dadaşlar’dan, misal, “Aman tertip can tertip”i,
Barış Manço’dan, misal, “Cacık, sözüm meclisten dışarı”yı,
Orhan Hakalmaz!dan, misal, “Tanrı’dan diledim bu kadar dilek”i,
Mükerrem Kemertaş’tan, misal, “Huma kuşu”’nu,
Cem Karaca’dan, misal, “Yorgunum kaptan”ı,
Kazancı Bedir veya Mahzun Kırmızıgül’den, misal, “Nemrudun kızı”nı,
Müzeyyen Senar’dan, misal, “Feraye”yi,
Neşet Ertaş’tan, misal, “Yalan dünya”yı,
Özay Gönlüm’den, “Ninenin mektupları”nı, “Zobalarında guru meşe yanıyor”u dinlemeyi seviyorum ki bu liste uzar gider.
Bu türkü ve şarkılardaki, tınılar ayrı bir güzellik, sözler ayrı bir güzellik. Meselâ, “Bir demet gül vereyim mi?” güftesindeki, “Almamış gibi yazımı/Güldürmesen de yüzümü, DİLE GETİRP SAZIMI/Bir selâm göndereyim mi?” mısralarında eşsiz, harikulade bir lezzet buluyorum. Bu kadar özgün ve yaratıcı bir duygulanmanın başka bir kültürde olabileceğini düşünemiyorum.
x x x
Siyah-beyaz, duygusal yerli filmleri,
Kemal Sunal’ın, Şener Şen’in, Münir Özkul’un, Zeki-Metin’in filmlerini, oyunlarını seyretmeyi seviyorum ki bu da uzar gider. Bizi bize bu kadar güzel anlatabilen, yüzlerce defa seyrettiğimiz halde tekrar seyretmekten yine zevk alacağımız sanatçı ve filmler başka kültürlerde zannetmem ki olsun.
x x x
Yesevi’yi, Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Fuzuli’yi, Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı, Namık Kemal’i, Mehmet Akif’i, Neyzen tevfik’i, Yahya Kemal’i, Tevfik Fikret’i, Atsız’ı, Necip Fazıl’ı, Cemil Meriç’i, Ahmet Muhip Dranas’ı, Arif Nihat Asya’yı, Cahit Sıtkı Tarancı’yı, Aziz Nesin’i, Kemal Tahir’i, Orhan Pamuk’u ve daha pek çoğunu okumayı seviyorum. Her birinde memleketimizin kültüründen ayrı bir parça buluyorum. Hepsinden ayrı ayrı çarpıcı örnekler vermek lâzım ancak bir köşe yazısı hacminde bunu yapmak imkânsız. Hepsini temsilen Fuzuli’den iki beyitle yetinelim.
Su Kasidesi’nden:
Saçma ey göz gönlümdeki ateşlere su,
Ki böyle tutuşan korlara kılmaz çare su.
El öpme (Peygambere) arzusuyla eğer ölürsem dostlar,
Toprağımdan testi yapın, sunun onunla yare su.
Bu kadar geniş bir hayal gücü ve bu kadar zengin bir ifadenin başka bir lisanda ve başka bir “âşık” tarafından kolay kolay dile getirilebileceğini sanmıyorum.
Abartıyor muyum?
Olabilir!
Ruhumla, etimle-kemiğimle, iliklerime kadar bu kültürün, bu milletin ve bu memleketin ta kendisiyim.
Bu memleket benim, ben bu memleketim!
Seviyorum bu memleketi, arkadaş… Seviyorum bu milleti, seviyorum bu memlekette yaşamayı!
Dileğim Akif'in dileği:
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda!
x x x
Günün çizgisi, Twitter’dan…
(Saatte 2,3 Kg. karbondioksidi yok ederim. Tek istediğim yaşamama izin vermeniz.)