Başımıza gelenler nasıl
birileri aracılığı ile oluyorsa, aynı zamanda bizim aracılığımızla da
oluyordur. Biz işimizi doğru düzgün yapmaz isek, illa ki işin doğru yapılmadığı
yerde açıklar meydana gelecek ve bizim başımıza iş açacak olanlar oradan
sızıntı yapacaklardır. Toplumu yönlendirme, aydınlatma konumunda olanlar, eğer
dava bilincinden, ideallerden, değerlerden, kimlikten, karakterden ve
kişilikten ari olurlarsa, orada mesele masaya, kasaya, nisaya egemen olma ve
insanları sürüleştirme psikolojisi tezahür eder ve asli işler geri kalır. Bu
şekilde de harici müdahalelere açık kapı bırakılmış olur. Paraya ve erke tapınç
içinde olanlar itibar görürler, mürai tipler baş tacı edilirler. Haysiyet,
hassasiyet ve hissiyat sahibi insanlar ise itibarsızlaştırılmaya çalışılırlar.
Nihayet itibarsızlaştırılan insanların yerini, hakikatte itibarsız olanlar
alırlar ve toplumun hücrelerine sızarak, toplumu çürütmeye çalışırlar. Değerler
tefessüh eder, nesil kendisine yabancılaşır, insanlık mevta olur, peki kimin
umurunda olur o zaman bu kötülükler? Makam, erk, para, şöhret esir aldığı zaman
bir toplumu, o toplum indinde artık değerlerin hiçbir kıymet-i harbiyesi
kalmaz. Orada başıbozuklar, mürai tipler, dalkavuklar, düzenbazlar gemisini
yürüten kaptan olurlar. Nihayet yanlışların egemen olduğu yerde, doğru olduğun
zaman bitersin, sakıncalı hale gelirsin ve hiçbir yerde hiçbir yerin olmaz.
Buradan şöyle bir şeye ulaşırsın; bir yer mi kapmak istiyorsun, bir şey mi elde
etmek istiyorsun, gözlerini kapayacaksın, kulaklarını tıkayacaksın, vicdanını
bastıracaksın, kafanı kuma gömeceksin, ağzını bantlayacaksın ve ne denirse
harfiyen tatbik edeceksin derler. Ülkene
güzel hizmetler yapacakmışsın, işini sağlam yapıyormuşsun, ömrünü devletine, milletine,
vatanına, soydaş ve dindaşlarına adamışsın hepsi angaryadır. İşte o an insanlık
namına senin yanında duran kimse olmuyor. Ve yaşamak çok ağır geliyor. Oysa
şiir gibi yaşamak istiyor insan, sonsuzluğa uçup gitmek, hayallere dalmak
umarsızca, büyük ülkülerin peşinden akıp gitmek sessizce ve sessizce çalışmak,
işini yapmak, beyninin ve ruhunun tüm ağırlıklardan, yüklerden boşaldığını
hissetmek istiyor. Allah, Önder, Kur’an şahit olsun ki, Allah ahlakı ile
ahlaklanmış bir millet ve ümmet olaydık, şerefi ve izzetli yaşar, güzel bir
hayatı hak ederdik. İstemekle, dilemekle olmuyor, yapmakla ve yaşamakla olacak
şeyler!
İnsanoğlu hep temenni
ediyor, diliyor, istiyor ama kendisine ancak çalışıp, kazandığının olduğu
söyleniyor. Kendisinden laf değil eylem bekleniyor. Fakat bunu bir türlü idrak
edemiyor insan. Yapmak, yaşamak, çalışmak, hareket etmek gerektiğini
algılayamıyor, anlayamıyor. Ya da rahata, tembelliğe alışmış. Veyahut kör kütük
cahil, ne biliyor, ne bilmediğini biliyor, ne de bilmek istiyor. İnsanoğlu, nefsinin çok istediği şeyler için
nefsinin hiçte istemediği şeyleri yapmak zorundadır, yani bedel ödemek
zorundadır. Zira bedelsiz, ıstırapsız, sancısız, acısız bir hayat yoktur,
badema da olmayacaktır. Misal; imtihanı kazanmak, güzel bir okula yerleşmek,
hayallerini gerçek kılmak istiyorsun. Yatarak bunu gerçekleştirebilir misin?
Nefsine çalışmak, saatlerce kitap okumak, problem çözmekte zor geliyor.
Napacaksın? İstesen de istemesen de problem çözmek, kitap okumak zorundasın
bebeğim. İnsana niçin; iman ettik deyince kurtulacağını mı sanıyorsun
denilmektedir? Zira deneneceksin, sabırla katlanacaksın başına gelenlere,
tahammül edeceksin, feragat edeceksin, fedakârlık yapacaksın, adil ve ahlaklı
yaşayacaksın, iyiliği çoğaltıp kötülüğü azaltmak için kavga vereceksin, ki
kurtulasın. Dilinle iman ettim de, sonra kır nefsinin zincirlerini köpek gibi
yaşa, ondan sonra da kurtuluş bekle! Eylemdir, insanı insandan ayıran, yoksa
birbirine benzer insanlar! Eylem ise, yani yaşamak, yapmak ise; vicdanı temiz
kalan, merhametten behresi olan, adalet hassasiyeti bulunan ve cesur bir yüreğe
sahip olan insanların işidir. Yazıyoruz, konuşuyoruz, söylüyoruz naçizane
kapasitemiz kifayetince. Bir nevi naçizane eylem içindeyiz. Kötülüğü yayan,
öven, yaşayan, taşıyan birisi değiliz elhamdülillahirabbülalemin. Allah, vatan,
namus aşkına, söylediklerim için suçlanabilir miyim, kötü olarak görülebilir
miyim? Oysa böyle algılanmamalıyım. Yanlış yapıyorsam düzeltilmem lazım gelir,
doğru düşünüyorsam kabul etmek insanlık icabıdır. Ama böyle olmuyor. Herkes
seni kendisine taraf olmaya zorluyor ama kimse Allah’tan taraf olmanı istemiyor
sanki. Sen Allah’tan taraf olunca da kimse sana dost olmuyor. Sonsuz ve derin
bir acı bu ama hakikat! Niye? Çünkü kimseden yana konuşmuyorum, sadece
Hakk’tan, Halktan ve hakikatten yana konuşuyorum. İşte tam da bu tehlikeli
oluyor. Bir anda lazım olmayan adam oluveriyorsun. Emirleri dinlemezsin. Kula
kulluk etmezsin. İcabında yürüyen tekere çomak sokarsın. Ancak Allah’a kulluk
edersin, ülkene ve vatanına hizmet etmeyi düşlersin. Hakikatte ise senin
yaptığın tek şey; namusluca yaşamaktır, Hakkı Hak bilip ittiba etmek, batılı
batıl bilip içtinap etmektir ve iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmaktır.
Ama Allah’tan korkanlar anlamazlar bunu. Eğer bir dava güdüyor olaydık, bir
vicdan sahibi olaydık, iyiliğe taraf ve kötülüğe karşı olaydık, insanlıktan,
İslamlıktan, hakikatten, ahlaktan, adaletten behremiz olaydı, kötü ben değil
bana karşı çıkanlar olurdu. Ama maalesef ki maalesef hayat hiç böyle değil.
Konuşmalar bana bayağı geliyor, eylemler sahte geliyor. Bilakis durum çok
farklı olurdu. Allah, bana, hakikati, güçlendiğin zaman savunacaksın demedi.
Sadece elinden geleni yapacaksın hakikat için dedi. Bu yüzden nutuk atanlara
değil icraat yapanlara bakıyorum. Eğer laf bol, eylem yoksa, neye, niçin
inanayım ki?
Kitabımızı mehcur
bırakmışız. Kitabı mehcur olanın sözü öksüz kalmaz mı? Sözü öksüz olanın
kendisi köksüz olmaz mı? Kendisi köksüz olanın varlığı olur mu? Gözümüz pasif.
Kulaklarımız pasif. Kafamız pasif. Kalbimiz pasif. Sözü olmayanın gövdesi ve
gövdesine bağlı mekanizmaları aktif olabilir mi? Ölüm mutlak, biz muvakkatiz
ama biz bizden bihaberiz. Ödül gibi cezanın da var olduğunu ve ne olduğunu
bilmiyoruz. Biteviye ödül peşinde koşuyoruz, sonra da zeki pozlar veriyoruz,
ahkâm kesiyoruz. Cahiliz ama cerbeze yaparak akıllıymışız gibi yapıyoruz.
Nesillerimizi manen ve madden çöküyor. Dünyamız mütemadiyen kirleniyor.
Kültürümüz tefessüh ediyor. Bitevi tedenni ediyoruz, terakki etmemiz iktiza
ederken. Evlatlarımızı soyarak, itlerin önüne koyarak ve onların üzerinden
doyarak yaşayanlar var bu temiz topraklarda. Henüz olgunlaşmamış, gençliğine
bile erememiş çocuklarımızı uyuşturuyorlar, dört duvar arasında tutsak edip
fuhşa zorluyorlar, kanlarını akıtıp canlarını alıyorlar. Uyuşturucu tacirlerini,
fuhuş çetelerini, insan kasaplığı yapan elleri, dilleri, ağızları kanlı
teröristleri doğdukları güne lanet ettireceksin. Bahar gelecek yeniden gönül
toprağımıza. İşte hakiki terakki budur. Doğruların önünde handikap teşkil edip,
kötülere geçit vererek, kötüler ve kötülükler yok edilemez ve terakki
kaydedilemez. Bunu idrak etmek gerekiyor. Eğer bu ince hakikati ihsas
edemiyorsan, ya cahilsin ya da hainsin. Haddizatında bendeniz kötülere de
kızmıyorum. Kötülere yol açanlara, yol verenlere, iyileri ise tecziye etmeye
pek hevesli ahlaksızlara kızıyorum. Ki, filhakika, asıl hainlerde onlardır
zaten. Hayata kalın bakmadığım için, ince baktığım ve bu sebeple de hissettiğim
için sert, keskin konuşuyorum. Zira yumuşaklıkla, gereksiz merhametle bugüne
değin bir şey hallolduğuna tanıklık etmedim, şahit olmadım. Bu meyanda
bendenizin sert ve keskin oluşuyla herhangi bir şey olur mu, değişir mi?
Elbette ki, hayır. Münhasıran bireysel bazda yüreğimizi hafifletmiş olurum. Ya
da bu şekilde algılamak rahatlatıyor diyelim. Zira naçarım, ıstıraplara
duçarım. Bu dünyanın ışığı, insanlığın umudu biziz. Eğer biz, biz olmazsak ve
kadim, tarihi ve kutsal vazifemizi ifa etmezsek tüm mevcudat tefessüh
edecektir, bunu fark ve idrak etmemiz iktiza ediyor. Eskiden bilge insanlar
vardı, sözleri dinlenirdi, onlara dokunmak yürek isterdi. Şimdi ise onlar da
adam yerine konmuyor. Ana azmış, baba azmış, oğul-kız azmış. İnsanlık adeta
kudurmuş gibi. Peki, niçin böyle olur? Herhalde durduk yere böyle oluyor
değildir. Çünkü vicdanen iflas etmişiz. Ahlak bitmiş. İyiliği emretmek,
kötülükten men etmek diye bir sorumluluğumuz olduğunu unutmuşuz. Biz, kim
olduğumuzu unutmuşuz. Hatta Allah’ı unutmuşuz. Önderi unutmuşuz. Kitabı
unutmuşuz. Biz, bizi unutmuşuz.