Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Ulusal Kanal haber portalı, bugü 06 ağustos 2016 Cumartesi günü, devre arkadaşım Korgeneral Salih Ulusoy’un ifadelerini yayımladı.
Ulusoy, darbeden haberi olmadığını söylüyor. Ben de ona ve suçsuz olduğuna bütün kalbimle inanmak istiyorum. Devamla, “Genelkurmay Plan Prensipler başkanı olarak darbeyi daha önceden fark etmem gerekirdi” diyor.
Bu cümle, en kritik görevlerdekilerin “gaflet” içinde bulunduklarının ispatı ve itirafı!
Bu çok önemli… Bunun üzerinde çok çok çok durulmalı..
Fakat ben ondan çok daha önemli bulduğum bir hususu dile getirmek istiyorum:
Korg. Ulusoy, ifadesinin bir yerinde diyor ki; “Bu askeri darbe girişiminin altında yatan sebep; TSK içerisindeki Tuğgeneral düzeyinde askeri personelin duyduğu endişedir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı ikisi amiral, toplam 6 denizci subayı hakkında bir soruşturma başlattı. Bu soruşturma ordu içinde ikinci bir ‘Balyoz’ olduğu şeklinde söylentilere yol açtı. Bu tutuklamalar infial oluşturdu. O gün planlanmış bir olay değildir. Askeri darbe belki önceden planlanmıştır. Ancak bu olay TSK içinde ben de dahil herkes(te) travma meydana getirdi. FETÖ'cü ve FETÖ'ye yakın Tuğgeneraller sıranın kendilerine geleceği endişesiyle askeri darbeyi erkene almış olabilirler.”
Çok ince dikkat gerek!
“Endişe”!
Endişe darbe girişimine götürüyor!
Endişe ne?
Amirallere açılan soruşturma!
Veeee, sıranın kendilerine gelebileceği endişesi!
Sıra kendilerine gelse ne olacak?
En fazla “emekli”ye sevk edilecekler!
Emekli edilmeyelim diye darbe yapalım, öyle mi?
Yahu, siz, generallik olmadan yaşayamaz mısınız?
Bu nasıl bir anlayıştır, nasıl bir hırstır?
Generallik demek, zaten, başlı başına bir “ayrıcalık” demektir. Emekli olsanız bile bu ayrıcalık, büyük ölçüde devam edecek demektir. İlla üst rütbelere çıkmak diye bir mecburiyet mi vardır? İlla muvazzaf general olarak kalmak diye bir mecburiyet mi vardır? General olmadan, general kalmadan yaşanamaz mı?
Milyonlarca, milyarlarca insan general olmadığı halde, hatta bir general yakını olmadığı halde yaşıyor, işte! Bırakın generalliği, milyarlarca insan fakr-u zaruret içinde yaşıyor.
x x x
En büyük rütbe “Allah’ın rızası”dır
Biz, Yunus Emre kültürünün evlatlarıyız… O bilgeye azıcık kulak versek, dünyamız cennete döner… Ne güzel söylüyor; “Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşkle birkaç huri/İsteyene ver onları/ Bana seni gerek seni!” “Bana seni gerek” dediği, senin rızan! Allah’ın rızası… Allah bizden razı mı, değil mi? Bunu, yaşarken, hiçbir lekenin, kirin bulaşamadığı berrak vicdanımıza sorarak anlayabiliriz. Ama yine de emin olamayız… Kaygımız, bütün meselemiz; son nefesimizi verdiğimiz an, Allah, “Senden razıyım, ey kulum” diyecek mi, demeyecek mi?
Bunun yanında, dünyada kalan rütbelerin ne ehemmiyeti olabilir ki?
x x x
Günün çizgisi, Twitter’dan…