Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Yazabilmek, okuyabilmekten çok öte bir yetenek ve birikim gerektiriyor.
Ülke nüfusunun okuma oranı yüzde 90’ların üzerinde olduğu halde, düzenli olarak yazanların oranı belki on binde 1, belki de daha az.
Ulusal basında yazabilenler ise, hemen
hemen nüfusun milyonda 1’i kadar.
Doğal olarak, bilgi birikimi en fazla olanlar ve aydın dediğimiz kişiler gazete köşelerini tutabiliyorlar.
Ülke hakkında, ülke yönetimi, yakın geçmiş
ve günümüzle ilgili olarak en fazla bilgisi olanlar da “yazarlar”dır.
Yazar, okunabilmek için yeni şeyler öğrenmek ve yazmak zorundadır. Bu zorunluluk onu mecburen araştırmacı yapar.
Ayrıca, kamuoyunu
oluşturduğu ve halka açık yazdığı için yazara
belge ve bilgi yağar.
Yazar, bunları değerlendirmek, kendisinde olanlarla birleştirmek, gerekli ayıklamaları yapmak, analiz etmek ve okuyucunun anlayacağı biçimde de sütununda yazmak zorundadır. Bunları yapabilmek normalin üzerinde bir “fikrî takip” ve zekâyı gerektirir. Kısacası, yazarlar çok “zekîdirler.”
* * *
Meselâ, alın Nazlı Ilıcak’ı!
Bu ülkede tam 10 yıl hükümet olmuş, Demokrat Parti ileri gelenlerinden birinin kızı... Neredeyse yarım asırlık yazar. Gazeteler kurmuş, idare etmiş, hapislerde yatmış, milletvekilliği yapmış, 40 yıldır devletin en üst düzey yöneticileriyle içli dışlı.
Memlekette işlerin nasıl yürüdüğünü,
soruşturmaların nasıl yapıldığını, sonuca nasıl gidildiğini Ilıcak’tan daha iyi
kim bilebilir?
“Derin devlet” diye bir şey varsa, bunu Nazlı Hanım ismen, dibine kadar bilmez mi?
Veya “yoksa”, olmadığını hepimizden daha iyi bilmez mi?
Tabii ki bilir!
* * *
Peki, bu kadar derin bilgisi olan, üstün zekâlı, tecrübeli bir muharrir şunları niçin yazar?
“Hrant Dink suikastı üzerine de ısrarla
düşülmeseydi, cinayet Ogün Samast ve Yasin Hayal ile sınırlı tutulacaktı.
Halbuki daha sonra, Yasin Hayal'in eniştesi Coşkun İğci'nin Trabzon Jandarma
Alay Komutanı Ali Öz'e Dink'e suikast düzenleneceğini ihbar ettiği fakat,
Jandarma'nın ihbarı değerlendirmediği ortaya çıktı.
Yıllardır karanlıkta kaldık. İlk defa
önemli ipuçlarıyla iz sürülmeye başlandı. Görüntüyle yetinmeyip, derinlere
gidiliyor.
Evet... Mahkeme salonu küçük ve yetersiz
ama Ergenekon davasının demokrasiye hizmeti büyük.”
Yukarıdaki cümlelerde, ilk bakışta hiçbir şey yok gibi… Fakat biraz dikkat ettiğinizde, “derin” bir yönlendirme olduğunu görüyorsunuz.
Kimi, nerelere yönlendiriyor, zekî ve tecrübeli
yazar?
1. Jandarmaya
yapılan ihbarın, Jandarma Alay Komutanı tarafından değerlendirilmediğini
yazıyor. Hiçbir itirazımız yok.
İyi de Nazlı Hanım, suikast ihbarı sadece jandarmaya yapılmamış ki; hatta daha yoğun olarak Trabzon polisine de yapılmış. Onu niçin dile getirmiyorsunuz?
İsmini verdiğiniz jandarma komutanı
savcılıkça sorgulandı. Polise ise hiçbir şey sorulamadı. Bunu niçin gözden
kaçırıyorsunuz? Yargı, polisi sorgulamak istediği halde, Bakanlığın engel
olduğunu, polisi koruduğunu neden yazmıyorsunuz?
2. İhbarlar, İstanbul Valiliği'ne ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne de gelmiş. Onları neden dile getirmiyorsunuz? Ortada ağır bir ihmal olduğundan niçin bahsetmiyorsunuz?
“Görüntüyle yetinilmeyip, derinlere
gidildiğini” söylüyor, Sayın Yazar! Vali ve emniyet müdürü aşılmadan hangi
derinlere, kaç kişiyle, nasıl gidiliyor acaba?
3. Cinayetle ilgili olarak her şey ortadayken; sorumlular, görevi ihmal edenler görevleri başındayken bunları görmeyip de hayali bir yerlerde sorumlu aramak “akıl” işi midir?
Yoksa “derin devlet”, “derin devlet” dedikleri, gerçek sorumluları saklamak için uydurulan, “suçlular ütopyası” mıdır?
Önceki Yazılar