‘’Zekâ öğrenmek, ahlak
yapmak içindir’’ derler Üstat Nurettin Topçu. Yani kafa öğrenmeye, kalp yapmaya
tavassut eder. Kafa öğrendiklerini kalbe sunar ve kalp onay verdikten sonra
gövde eyleme sevk olunur tüm mekanizmasıyla. Denge! Evreni sarsan, oynatan, altüst
eden, kaosu kozmosa tedvir eden iki olgu vardır; kalp ve kafa. Kafa, beyin,
zekâ; bitevi düşünen olgudur, organdır. Beyin, kâinatta ki, canlı, cansız tüm
varlıklardan doneler elde etmemize ve o donelere göre yön bulmamıza vesile olan
bir organımızdır. Tüm bilgilerin merkez üssüdür, temerküz noktasıdır. Hayatın
kaotik yapısı dâhilinde gözlerimize ilişen tüm olgulardan elde ettiğimiz
doneler üzerinde mütemadiyen tefekkür ederiz. İşimizi, eşimizi, aşımızı,
çocuklarımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı, vatanımızı, milletimizi,
devletimizi, ümmetimizi vb. en ufak bir olguyu, olayı, sorunu ve durumu bitevi
düşünürüz, bunlar üzerinde çıkarımlar yaparız. Olguları ve olayları tahattur
eylemek, tetkik etmek, tahlil etmek ve müşahede etmek demek; zekânın vehleten
duruma müdahil olması demektir. Zira tabiatta ki tüm olguların ve olayların
müşahede edilmesi demek direkt olarak beyinde makes bulması demektir. Bu
anlarda tamamen olmasa da kalp, yürek geri plandadır. Amma ve lakin buralardan
elde ettiğimiz donelerle ilgili bir eylem tezahür edecekse ve tezahür edecek
olan eylem bir neticeyi intaç edecekse kalp orada anında devreye girecektir.
Hissin membaı olan bir organdır, olgudur; yürek, kalp. Çünkü insanı amele,
eyleme kanalize eden şey yürektir. İnsan yüreği hissettiği dem, insanlığın
devasa yüreği sarsılır, sendeler. Ayrı ayrıymış gibi yansısa da bize, filhakika
yürek bir bütündür. Ve büyük yürekten kopmuş küçük yürek hissettiği zaman,
büyük yürekte sendeleme sadır olur. Yürek dediğimiz şey, ortaya çıkan eylemlerin
neticesinde, derunumuzda oluşan ve hareket yönümüzü tayin eden, tavrımızı
belirleyen bir organdır, olgudur. Küçük bir misal; herhangi bir işiniz olmadığı
zaman, aklınıza anında aileniz gelir değil mi ve ailenizle ilgili düşünceler
beyninizin göklerinde gezinmeye başlarlar. Aklınıza gelenleri eyleme
dönüştürememe hissi yüreğinizi burkar ve üzülürsünüz. Veya herhangi bir işiniz
varsa, böyle bir şey de güzel neticeleri intaç etmektedir ve sizi içsel bir
huzura gark eder. Yani kafa ve kalp mütenasip işlemektedir. İkisi arasında
muazzam bir denge vardır. Birbirlerini tamamlayıcı unsurlardır. Böyle
durumlarda ilk evvelde beyin devreye girmektedir, önce sebepler ve genel durum
algılanmaktadır ve sonra sonuç tezahür etmektedir. Bazı durumlarda ise, kalp
daha önce tepki göstermektedir. Açlıktan kanı çekilen ya da zalimler elinde
zulme maruz kalan bir çocuğu gördüğünüz zaman ilk önce yüreğiniz burkulur,
isyan edersiniz, sonra durum beyne yönelir ve beyin sorgulama yapar, çare arar
ve isyanla dolar. Zira burada da önce sonuç görülmektedir ve sebepler daha
sonra algılanmaktadır. Aynı şekilde bir askerimizin ya da polisimizin
şahadetini haber alınca hemen yüreğiniz cız eder, acı duyarsınız,
kahrolursunuz, lanet okursunuz, işte burada bir sonuç vardır ve ilk önce yürek
devreye girmektedir. Veriler direkt beyin tarafından, eylemlerin sonuçları da
direkt yürek tarafından algılanır. Ya da şöyle diyebiliriz; sebepler beyinde,
sonuçlar yürekte etki yapar ilk önce. Yüreği ve beyni aktive olmamış bir
insanın, insanlığı şaibelidir.
Kafasız ve kalpsiz yaşamak
kabil değildir. Haddizatında böyle bir şeyi ifade etmekte absürttür. Kalpsiz
insan bir canavardır, kafasız insan ottur. İkisi de insan olmanın önkoşuludur.
İnsicam içerisinde hareket etmek zorundadırlar, yaşamın insicam içerisinde
ilerlemesi için. İki hayati mekanizmayı yerli yerinde istimal eden ve ikisini
yaşama karşı mezcettiren gerçek insandır. Varlığı, varlık âlemi için artı değer
olan ve insanlığa faydalı olan insanlarda bunlardır. Düşünen ve düşündüklerini
kalbinin otokontrolünde işlevsel kılan insan mutlu sonuçlara ulaşır. İki
mekanizması da aktive olmuş insan ve iki mekanizması da muhkem temellerde
insicam içerisinde bulunan insan üst insandır. Küçük bir misal verelim; kafası
ile dostluğun değerini idrak edebilmek ve kalbi sayesinde de dostça davranmayı
becerebilmek, insanı yüceltir. İnsan dostluğun ne olduğunu bilmeyi ve dostluğun
önemini idrak etmeyi kafası sayesinde başarır. Dostça davranabilmeye insanı
iten ise kalbinde ki ulvi duygulardır. Dostluğun kıymetini ve değerini bilen
ama dostunu satan biri ancak kuru üşünceye sahip biridir ve adidir,
yüreksizdir. Dostunu kalbinde nükseden ulvi duygulardan dolayı seven ama
dostluğun değerini bilmeyen biri ise kafasızdır, ottur ve zaman içinde dostuna
gösterdiği dostluktan vazgeçer. Hülasa; kafa ve kalp, muhakkak konsensüsü
sağlamalı ve ortak hareket etmelidir, insicam içerisinde olmalıdır. Bilakis
kaos tezahür eder. Keza, milletin, kendisine oy verdiğini bilen, verilen oyun
değerinin ve anlamının farkında olan ama o oyun icaplarını ifa etmekten geri
durarak aldığı oya ihanet eden biri yüreksizdir, adidir. Batı münhasıran
düşündüğü ve aklına tapınç içinde olduğu için vahşi bir hayvan gibidir ama bu
durum ona kuru bir terakkiyat temin etmiştir. Doğu aklını geri planda bırakıp münhasıran
hissettiği ve hislerinin kurbanı olduğu için ezilmiş ve tedenniyata mahkûm
olmuştur. Tabi burada ki tedenniyat maddi anlamdadır ama ne hazindir ki maddi
alanda ki tedenniyat manevi alanda da tedenniyatı intaç etmiştir. Böyle olunca
da Batı’ya nazaran manevi alanda takaddüm etmiş olması bir anlam arz
etmemektedir. Batı sırf akılcıdır, Doğu ise, aklı işler halde olsa bile, kesif
olarak duygusaldır. Batı’ya baktığınız zaman realitenin ve rasyonalitenin
tutsağı olanları görürsünüz. Orada hakiki ve asli manada yürek titremesi diye
bir şeye şahitlik edemezsiniz. Çünkü yürekler öldürülmüştür, setredilmiştir.
Batı, bu yüzden imansızdır, vicdansızdır, kansızdır, soysuzdur ve aşağılık bir
domuzdur. Doğu imanlı olduğu için, Doğu’da; duygu dominant unsurdur. Çünkü iman
sahibi olan insan, gerçekten imanının farkında ise ve imanın manasından
haberdar ise yürek sahibi biridir, insaflıdır, merhametlidir. Osmanlı sadece
düşüncenin esiri olsa idi, onca insan topluluğunu bağrına basar mıydı? Ya da
bugün Osmanlı’nın torunlarına kan kusturan siyonist pisliğine merhamet eder
miydi? Onu en üst mevkilere getirir miydi? Münhasıran düşünen insan, küçük ve
ucuz çıkarlarının kurbanı olur, kendinden başka kimseyi düşünmeyen egoist biri
haline gelir, bitevi kendisi için mal terakümüne yönelir, dostunu en küçük
zorda satmaktan imtina etmez, güzellikleri katletmekte sakınca görmez ve safi
rasyonalist, realist ve materyalist düşünür. Zamane insanları, yüreklerini
setretmişler, münhasıran beyinlerini ön plana geçirmişlerdir. Binaenaleyh,
değerler tefessüh etmeye, çürümeye yüz tutmuş, tabiat bu yüzden bozulmuş,
denizler bu yüzden kirlenmiş, insanlık bu yüzden ölmüş, insanlık coğrafyaları
bu yüzden kan gölüne dönmüştür. Zira
mutlak olarak kafaya odaklanıp, kalbi ihmal etmek, insanlığın felaketini tevlit
edecektir. Tersi içinde aynı şey geçerlidir. Fakat beyin ve yürek ortaklığını
sağlamış olsaydık ve beynimizi, yüreğimizin-vicdanımızın emrine verseydik ya da
kalbimizde galeyana gelen ulvi duyguları aklımızın kontrolünde işleyeydik bu
halde gelmezdik. Daha güzel bir dünyada yaşıyor olurduk. Şerefimizi asla
yerlerde süründürmezdik. Münhasıran duygularıyla yön bulan insanda aldanır ve
kullanılmaya meyyal olur. Zira duygusal insan daha kolay kandırılır, kullanılır
ve sömürülür. Ülkemizin yüz yıllık siyasi serüvenine bir göz atınız, durumu
sarih olarak müşahede edeceksiniz. Çünkü bizim siyasetimiz kahir ekseriyetle
duygu eksenlidir. Beyin ise çok geri plandadır. Oysa bu sonsuz yanlıştır. Bu
yüzden bütün sömürücüler, ideoloji simsarları direkt yüreklere hitap ederler.
Çünkü daha kolay tesir edeceklerini bilirler. Beyin ve yürek ortaklığının
gerçekleştirilmesi şarttır. Gelecekte ki dünya, bu iki ulvi organın
ortaklığıyla kurulmazsa şayet, insanlığın bitişi ve yekpare esaretin tahakkuku
mukadderatımız olacaktır. İşte tam da bu sebeple, kafa ve kalp mutabık
olmalıdırlar ve insicam içerisinde hareket etmelidirler. Bilakis, insanlığın
istikbali tehdit ve tehlike altındadır. Bu mutabakatı, konsensüsü sağlayacak
yegâne olgu ise; İslam’dır. Gerisi angaryadır.
Son tahlilde; insanlığın, en
dipte ki en hakiki sorunu budur. Mutlak kafacıların, mutlak kalpçileri ezdiği,
sömürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Elan kafa ve kalp mutabakatını tahakkuk
ettirebilmiş değiliz. Güya beyinler işlemektedir ama kalpler ıskat edilmiştir,
susturulmuştur, setredilmiştir. Bizim ülkemizin, politikacılarının da,
aydınlarının da, âlimlerinin de, bilim adamlarının da, sanatçılarının da vb.
tümünün de en gerçek sorunları budur. Kafanın ve kalbin birbirilerine mugayir
olmaları ve ters işlemeleri, kadim insicamlarını kaybetmeleridir. Yürek sonsuz
önemli bir mekanizmadır. O durduğu ya da küflendiği vakit, bu durum tüm
mekanizmaya sirayet eder ve tüm mekanizmanın işleyişini etkiler. Duyguların
temerküz noktasıdır kalp. İnsanlığın, coştuğu ve taşıp fışkırdığı kutsal
kaynaktır yürek, kalp. Yüreği ölmüş olanın, vahşi bir hayvandan farkı yoktur. O
her şeyi basit bir madde olarak telakki eder ve talan etmekten geri durmaz,
imtina etmez. Bu ülkede ki, politik ortamı,
medyayı ve iş âlemini gözünüzün önüne getiriniz, ne demek istediğimi bizatihi
müşahede edeceksiniz. Bu ülkenin de niye bu hale geldiğini idrak edeceksiniz.
Hatta ve hatta ümmetin evlatlarının niye perişan halde olduklarını idrak
edeceksiniz. Bu ülkede yıllardan beridir duygu katledilmiştir. Beyin ise hep
yanlış işlemiştir. Çünkü bu ülkede, kafa ve kalbi buluşturacak olan yegâne
kaynak mehcur bırakılmıştır; KUR’AN! Âlimlerimiz hisseden yürek, aydınlarımız
düşünen beyin, siyasetçilerimiz her ikisinin bileşeni olabilseydi ve üç taraf
ortak akıl ve vicdanla hareket edebilseydi bu ülke asla bu hallere düşmezdi. Bu
millet daha yükseklerde olurdu, bu devlet daha güçlü olurdu, bu topraklarda
hayat daha başka olurdu, mevsimlerimiz daha güzel yaşanılırdı. İnsanlarımız
kışlarda bile baharı yaşardı. Sevgimiz topraklarımızdan taşar, sınırları
aşardı. Soydaş ve dindaşlarımız yüksünmeden bize koşardı. Amma olmadı ve
oldurulmadı maalesef. Bunları bırakınız, köy öğretmeninin ve köy imamının
birlikteliğinden bile rahatsız olundu. İhanet geçit vermedi güzelliklere,
sevgilere, hizmetlere, yükselmeye ve yücelmeye. Ve olan bize oldu. Ülkemize,
milletimize, devletimize oldu. Yazık oldu!
En son tahlilde; artık güzel
ülkemiz Türkiye’miz de beyin-aydın ve yürek-âlim ortaklığını sağlamalıyız ve bu
ortaklığı siyasi platformda müşahhaslaştırmalıyız. Ve ülkemizi geleceğe bu
şekilde taşımalıyız. İlmin-beyin ve imanın-yürek ışığına yüzümüzü dönmedikçe
karanlığın mahkûmları olarak yaşamaya devam edeceğiz. Hep şeytanilerin
tasallutuna mahkûm olacağız. Yazık, günah ve ayıp değil mi sizce? Yüreğimiz
yoldaş olsun beynimize dostlarım!
SÖZLER:
Ne zaman Kur’an sizin
vicdanınız oldu ve siz vicdanınızla söz söylediniz, hareket ettiniz, yaşadınız
yani insanlığın vicdanı oldunuz, işte o zaman tüm vicdanların bir olmasıyla
adalet güneşi doğacak ve tüm üşüyenleri ısıtacak. Yoksa dünya hep soğuk kalacak
ve biz hep üşüyeceğiz!
ÖZGÜR DENİZ
Düşününüz Düşününüz
Düşününüz Düşününüz Düşününüz Düşününüz Düşününüz Düşününüz Düşününüz Düşününüz
Düşününüz Düşününüz Düşününüz Düşününüz Düşününüz diyor ALLAH.
Amma velakin, Allah, Önder,
Kur'an şahit olsun Kİ;
Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz
Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz
Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz Düşünmüyoruz
Düşünmüyoruz
Bu yüzden de, bilmeden,
anlamdan, kavramadan, hesapsız, kitapsız iş yapıyoruz ve hep kaybediyoruz ve
hep böyle kaybettik, böyle gidersek hep kaybederiz.
ÖZGÜR DENİZ
Biz millet olarak DÜŞÜNENİ
sevmiyoruz. DÜŞÜNEN eğer düşünecekse bile ancak bizim DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ gibi
düşünmelidir diye düşünüyoruz. Ki, bizde DÜŞÜNMÜYORUZ ancak nasıl DÜŞÜNMEMİZ
isteniyorsa öyle düşünüyoruz. Burada ince bir nüans var; ya insanlar bizim
istediğimiz gibi düşünürlerse ama düşündükleri şey düşündükleri gibi değilse ve
KUL HAKKINA girerlerse ne olacak? Kim çekecek vebalini? Bu yüzden KENDİ
KAFAMIZLA, KALBİMİZLE DÜŞÜNMELİYİZ. Bırakalım üzerimize oklar fırlatsınlar,
bırakalım bizi kalplerinden ve kafalarından silsinler, bırakalım bizi
darağacına göndersinler, bırakalım bizi tarihe gömsünler. Yeter ki; ALLAH'ın
huzuruna KUL HAKKI ile varmayalım.
ÖZGÜR DENİZ
Allah'ım! Senin izninle
bilerek yapmam ama Sen, beni, bilmeden bir kuluna haksızlık yapmaktan, bir
kulunun günahına girmekten koru lütfen. Eğer bilmeden, düşünmeden böyle bir
günah işlemişsem affet ve kendisine karşı bu suçu işlediğim kulunla beni bu dünyada
karşılaştır ve hakkını helal etmesini istememi kolay kıl. Senin yüce huzuruna
bir kulunun hakkıyla getirme beni. Allah'ım ne olur affet. Amin.
ÖZGÜR DENİZ
""Kimseyle alay
etme, asla kimseyi küçük düşürme, kalbinin en ücra köşesinde bile yapma bunu.
İnsan yaşamı alaya alınmayacak kadar hüzünlü ve ciddidir.""
Fernando Pessoa
NOT: ancak haysiyetli,
hassasiyetli, hissiyatlı, şerefli, namuslu, insan gibi insan olanların
gösterebileceği erdemli bir davranış değil mi? Ne diyorsunuz? Şerefsiz ve
namussuz olanlar gösterebilirler mi böyle erdemli bir davranışı? (özgür deniz)
""Yalnızca
düşüncenin silahlarıyla yürütülmeyen bir kavga beni tiksindirir. Ölü düşman,
yalnızca kendi ölümünün kanıtıdır.""
İnsanın Taşrası, Elias Canetti
""İç
çekişlerimizle kurarız en uzun cümlelerimizi.""
Ali Şeriati-Kevir
""Bizim
tanıdığımız insan; düşünebilen, seçebilen, oluşturabilen, kendisi hakkında
karar alabilen, kendisini değiştirebilen, kendisinde inkılab yapabilen,
kendisine güveni olan, isyan edebilen, kuşkulanıp, şüphe duyan bir
varlıktır..!""
Ali Şeriati-İnsan
""Asırlardır
halklarımız eğitimli insanlara sahip değildir. Onların yerine, aynı derecede
istenmeyen iki ayrı sınıf insana sahiptir: Eğitimsiz ve yanlış
eğitimli.""
Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu
""Bahtiyarlık, onu
sonsuzluğun yolunda yaşamaktır. Lâkin mekân, ülke, vatan ve insanlık derdiyle
kıvranırken, acıyı acı olarak duymaktan kendimizi alamıyoruz. Vatanın bugünkü
derdi her zamankinden derindir. İnsanın şimdiki hali mahşerdekinden çirkin olsa
gerek. Zavallı insanlık ve bedbaht milletim.""
Nurettin Topçu / Kültür ve Medeniyet
""Para ile
şöhreti, devletle serveti seven, bunların getirdiklerinden başka hiçbir şeyi
sevmez. Onun Allah sevgisi de yalandır. Cihad yolunda yürüyen, ne yakınlarını,
ne zümresini, ne de kendi istikbâlini düşünür. Hakk'a doğru yürüyüşte, Hak'tan
başkasına bakılmaz. Aşkın şânı, kendisinden başka herşeyi
unutturmaktır.""
Nurettin Topçu / Kültür ve Medeniyet
"""Eleştiriden
yararlanmak yetenek ister.""
Dücane Cündioğlu