24 Kasım öğretmenler gününde özel bir mektup

Hüseyin ŞİNASİ - 25.11.2016

              

 

         24 Kasım öğretmenler günü nedeniyle yine kutlamalar, mesajlaşmalar, hediyeleşmeler, törenler ve toplantılar yapılıyor. Yıllarını eğitim ve öğretime vermiş bir kişi olarak ifade etmem gerekirse, eğitimcilerin içinde bulunduğu şartlar nedeniyle yazmak, konuşmak gelmiyor.  Ama mail adresime yıllar önce gelen bir yazı ve ekindeki mektubu sizlere aktarmadan yapamadım.

İşte emekli bir öğretmenimizin mektubu ve düşünceleri:

 

 “Sayın ………..Bey,


        29 Ekim 2009 günü akşam fener alayından döndüm. Facebook'tan birisi kızıma ulaşıp beni bulmak isteyip yalvarıyormuş. Kızım bana yönlendirdi. Arayan benim öğrencim olduğunu söylüyordu. 28 yıl önce Şırnak-Silopi'den bir öğrencimdi. Anlattıklarından öğrencim olduğuna emin oldum. Yaşadığımız şeyleri hiç unutmadan anlatıyordu. Beni bulunca ölmüş annesine kavuşmuş gibi sevindiğini söylüyordu. O gece anlattıkları beni çok ağlattı. Hem öğrencilerimle hem de kendimle gurur duydum.
         Sınıfım 79 kişiydi. Sıralara sığmıyorlardı. Türkçe bilmiyorlar, İstiklal marşı,Türk bayrağı, okul andı, Atatürk onlar için çok yabancı terimlerdi. Okuldan korkuyor, bina arkasına, duvar diplerine saklanıyor, ağlıyor, kaçıyorlardı. Dil bilmediklerinden, kendilerinin dışlanıp, azarlanıp, hırpalanacaklarını sanıp korkuyorlardı.

Bunları dışarıda bulup, sevip okşayıp, ellerine şeker, çikolata, gofret verip sınıfa topluyordum. Kucağıma aldığımda korkup üzerime çiş yapanlar olurdu. Onları soyup masa örtüsüne sarıp oturtup, giysilerini yıkayıp, kurutup giydirirdim. Bazen bu durumda kucağımda uyuyup kalanlar olurdu. Sevildiklerine inanıp güven duyduklarında o kadar fedakar oluyorlardı ki.

Öğrencilerim Kasım sonunda Türkçeyi öğreniyorlar, Aralık’ta okumaya, yazmaya başlıyorlardı. Okula gelen müfettişler toplantı yapar, kullandığım tekniği anlatmamı isterlerdi. Ben de; hep müfredatı anlatıyorum diyordum. Diğer öğretmenler bizde uyguluyoruz, ama dil sorunu çok büyük, olmuyor diyorlardı. Daha ileri gidip hasetlik yapanlar  da oluyordu.

Ben kullandığım tekniğin sevgi ve güven kazanmak olduğunu 28 yıl sonra daha iyi anladım. Hani sevgi, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır dedikleri çok doğru. Sevgi ve güvenin her insanı etkilediği kesin, hele bunlar birer yoğrulmaya hazır hamurlardı. Bir kez daha anladım ki öğretmenlik ruhu aşılamadan, insan sevgisi taşımayanın öğretmenlik yapmaması lazım. Öğretmenlik mesleği ise; işe gireyim, para kazanmaya başlayalım düşüncesiyle yapılacak meslek değil. Sevgi ve fedakarlık duyguları yoğun olması gerekiyor öğretmenlerin.

Öğrencim bana -öğretmenim yüzünü unuttum, hatırlamıyorum ama adını, ellerini, öğrettiklerini ve gönlümüze işlediğin sevgi hiç unutulmadı. Evlendim çocuklarım oldu. Sizin adınızı verdim. Siz evde hep bizimleydiniz. Bana öğrettiğiniz şarkılarla çocuklarımı büyüttüm, sizden öğrendiklerimi çocuklarıma öğrettim. Onlar sizi çok iyi tanıyorlar. Bir şey yapmamalarını istemediğimde; Mahinur öğretmen yapmamızı istemez miydi diyorlar. İstemezdi diyorum yapmıyorlar.

Bu öğrencilere İstiklal Marşı öğretmek çok zordu. İlgilenmek istemiyorlar sıkılıyorlardı. Biraz Türkçe bilene sordum, fingirdek değilmiş, oynayamıyorlarmış onun için ilgilenmiyorlarmış. O zaman ben de bir müzik dersini marş dersi, ilgilenirlerse başarırlarsa ikinci müzik dersi fingirdek dersi olurdu. Çok sevdiler, çünkü 2. ders bir ödüldü. Teybi koyup, oyun havasını açıp oynatıyor, bir avuç bozuk para elimde oynayana yapıştırıyordum. Oynamak, para kazanmak için marş dersine katlanıp ilgilenmeye başladılar. Yıl sonunda hepsi İstiklal Marşı’nı mükemmel okuyor, anlamını çok güzel anlatıyorlardı. Bunun yanında her biri oryantal oluyordu. Öğrencim o gece bana öğretmenim o kelimeleri nasıl bulup ta yan yana getirip içimize öyle işledin ki gönüllerimize yerleştirdin. Burada kimi şu terör örgütüne, kimisi de; silahı eline alıp başka bir bölücü örgüte katıldı. Ama sizin öğrencileriniz çizdiğiniz çizgiden ayrılamadık. Ayrılacak olursak size ihanet edecekmişiz gibi geliyordu. Bizleri de kendi tarafına çekmek isteyenler oldu ama her seferinde elleriniz aklıma geldi. Sanki ellerinizle beni yakalayıp senin çizgin bu, bu yoldan ayrılma dediniz gibi geliyordu. Kendimizi topluyorduk.

Hocam İstiklal Marşı’na vatana laf söylenmesine tahammül edemiyorum. Sınıfımızdan okuyan arkadaşlarımız çok oldu Sizin sayenizde. Siz okulu sevdirmeseydiniz okuyamazdık. Diğerleri gibi bizim de hayatımız kayacaktı. Bugünkü hayatımızı size borçluyuz. Sizin zamanınıza yetişip öğrenciniz olmak bizler için şereftir… diyor. Böyle öğrencilerim olduğundan bende şeref duyuyorum, gururlanıyorum.

Bir öğretmenin hayatta duyacağı en güzel sözlerdi benim için duyduklarım. Demek ki ellerim bile bu vatana hizmet verebilmiş, kendi çapında bir şeyler yapabilmişti. Ellerimle gurur duydum. Bu eller nelere kadirmiş meğer.
           Türkçe öğrenmeye gelince onu da anlatıyor. Bir Türkçe kelime öğrenene 1 fındık, cümle düzgün kurabilene 5 fındık veriyormuşum. Derste fındık kazanmak teneffüste onların havasını atmak başka oluyordu. Hele fazla kazananın havasından yanına varılmazdı diye anlatıyor. Hayatında hiç öyle lezzetle fındık yemediğini söylüyor.
           Okuma-yazmaya gelince; okuma-yazmada da derecelendirme yapmışım. Doğru okuyan ve yazana, yanaklarına araba geldi durakta durdu deyip, burun ucuna ‘bip, bip’ yapıp burundan öpüyormuşum. Hızlı okuyanın otobüs geldi durakta durdu, diye söyleyip öpmem onlar için arabadan otobüse terfi sayılıyormuş. Araba bip bipinden otobüs bip bipine geçebilmek için ne mücadele verirdik hocam diyor. Burnumuz öpülünce dünyalar bizim olurdu. Kızdığınızda olurdu, ama alınmazdık. Bizi sevdiğiniz için kızdığınızı çocuk aklımızla anlıyorduk, hissediyorduk. Sizi üzüntülü görmemek için bütün gücümüzle çalışırdık, diye anlatıyor.

Hocam en çok ağrıma giden ''nerelisin'' diye sorulduğunda,''Silopiliyim'' deyince insanların yüzünde buz gibi bir esinti oluyor ya bu benim çok zoruma gidiyor.
İnsanların ön yargılı olması, bizleri bölücü terör örgütü ile aynı kefeye koymaları beni kahrediyor… demesine üzüldüm, hak verdim. Vatanını sevenle vatan haini aynı kefede tabii ki olmamalı.

Öğrencim daha çok şeyler anlattı, ağlattı, güldürdü. Benim için 28 yıl sonra güzel bir 29 Ekim anısı oldu. Günlerce etkisinde kaldım. El simit satarken meğer ben açılımı yıllar önce sevgiyle, güvenle yapmışım, çokta başarılı olmuşum.
           Şimdi düşünüyorum, vatan bölünürse benim bu öğrencilerim başka devletin çocukları olursa, üstelik Türkiye karşıtı bir devlete verilirlerse benim yüreğim bunu nasıl kaldırır? Onlar Atatürk'ün askerleri, Türkiye’nin çocukları, benim çocuklarım.
           Bu anımı sizlerle paylaşmak istedim. teşekkür ediyorum.

                                                                                      Mahinur YENER

                                                                                    (Emekli Öğretmen)”

 

         Evet, emekli öğretmenimizin çok içten ve samimi mektubunu okuduk. Herşey açık seçik ortada. Buna ekleme yapacak ve yorum ekleyecek değiliz. Ama asıl beklenen ve özlenen bu.

Tarih: 25.11.2016 Okunma: 897

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?