SORU-CEVAP
Bu dünyada gerçekten
okuyandan hazzeden var mı? Yoksa okumuyoruz ama okumalıyız diye riyakârlık mı
yapıyoruz? Şekva ederken namuslu muyuz yoksa samimiyetsizlik içinde miyiz? Ya
da sadece bizim istediklerimiz mi okunsun istiyoruz hatta böylesini de
isteyebilecek cesaretimiz bile var mı? Yoksa gerçekten okumaya düşman mıyız?
Kesin ve net: EVET OKUMAYA DÜŞMANIZ!
Bu dünyada gerçekten
düşünenden hazzeden var mı? Yoksa düşünülmemesinden gizli bir zevk mi alıyoruz
ve niye düşünmüyoruz diye riyakârlık mı yapıyoruz? Düşünmekten korkuyor muyuz?
Düşünenin dostu görünürken aslında düşmanı mıyız? Yoksa herkes bizim gibi
düşünsün mü istiyoruz yani düşünmesin istiyoruz. Kesin ve net: EVET DÜŞÜNMEYE
DÜŞMANIZ!
Bu dünyada gerçekten aklını
kullanandan hazzeden var mı? Yoksa aklımızı kullanalım derken aslında aklın
kullanılmasından korkuyor muyuz ve niye akletmiyoruz derken riyakârlık mı
yapıyoruz? Akıl kullanılıyormuş gibi yapılsın ama kullanılmasın mı istiyoruz?
Ya da herkes aklını cebine koysun ve bizim aklımıza mı uysun istiyoruz? Aklını
kullanmıyorsun derken aklını kullanana düşmanlık mı ediyoruz yoksa? Kesin ve
net: EVET AKLI KULLANMAYA DÜŞMANIZ!
Bu dünyada gerçekten saf,
doğal, mutlak, muhakkak, kök hakikatlerin ortaya çıkmasından hazzeden var mı? Gerçekten
hakikati arıyor muyuz? Hakikatin tebeyyün etmesini istiyor muyuz? Yoksa böyle
mutluyuz da, nasıl olsa çıkmayacağını biliyoruz da, çıkmasını istiyormuş gibi
görünüp durumu kurtaralım mı diyoruz yani riyakârlık mı yapıyoruz? Hakikati
haykırana saygı duyabiliyor muyuz yoksa başka işin yok mu diye kızıyor muyuz?
Hakikati arayana, bulana, haykırana, duyurana gerçekten dost muyuz, düşman mı?
Kesin ve net: EVET HAKİKATİN ORTAYA ÇIKMASINA DÜŞMANIZ!
TEŞKİLAT VE İNSAN
Bir teşkilat; sağlam
karakterli, çelik iradeli, kesin kararlı, gerçek kahraman,
bilim-ilim-irfan-felsefe sahibi ve cesur insanlarla varlık sahnesinde yerini
alır ve kendini gösterir. Etkinliğini ve egemenliğini bu meziyetlere malik
insanlar oranında perçinler. Zira kalifiye elemanların varlığı, kalitenin
garantisidir. Paradigması, mezkûr mümeyyiz vasıflarla teçhiz olmuş şahsiyetler
sayesinde taraftar bulacaktır çünkü, bir teşkilatın. Binaenaleyh, bir teşkilat,
bünyesinde ki çapsız ve asalak, düzeysiz ve seviyesiz, mürai ve sahtekâr,
korkak ve kaçak, dalkavuk ve yalaka tipleri çok iyi teşhis ve tespit etmelidir,
ekarte etmekte de gecikmemeli ve imtina etmemelidir. Bu özelliklerin toplamını
ifade eden karaktere sahip dördüncü tür yaratıkların kumpaslarına, tezgâhlarına
ve tezviratlarına karşı müteyakkız ve teennili olmalıdır teşkilatın asıl
mutemet elemanları. Çünkü bu tipler toplama değil, dağıtma peşindedirler. Ya
kasıtlı dağıtma peşindedirler ya da cehaletlerinden ne yapacaklarını bilmezler,
nerden buldum, ne oldum delisi oldukları için ahmakça hareketleriyle her şeyi
mahvederler. Biteviye kumpas kurmakla iştigal ederler. Ya da kendilerini bir
şey sanma eylemleriyle iştigaldedirler. Veyahut bitevi kendilerine güç
vehmedip, güç sarhoşu olduklarından bönce hareket ederler, konuşlar, işler
yaparlar. Kötüleri iyi, iyileri kötü olarak tanıtmaya mesailerini hasrederler.
Tüm bozgunları iyi insanlara, tüm galibiyetleri kötü insanlara hamlederler.
Çünkü istedikleri tasfiye ancak bu şekilde tahakkuk edecektir. Ki, varlıklarını
garanti altına alabilsinler. Zira iyiler varlık kazandıkça, dördüncü tür
yaratıklar varlıklarını kaybedeceklerdir. Bu tiplerin derdi hiçbir zaman
teşkilatın varolması, mücadelenin zaferle neticelenmesi değildir, bireysel
çıkarlarıdır. Bu tipler kendilerinde çap olmadığı için, çaplı ve iş üreten,
samimi ve dürüst insanların varlıklarından rahatsız olurlar. Çalışan insanların
ışıkları bu türleri korkutur. Çalışan insanların varlığı, bu türlerin
varlıklarını görünmez kılar. Çünkü bu türler biteviye bedenler ilgilenirler.
Ruhları olmadığı için, ruhla ilgilenebilecek kapasiteden mahrumdurlar. Bu
tipler bir devrin değil her devrin adamıdırlar ve kendilerini bu minvalde
konumlandırırlar. Karakterli, omurgalı duruşları olmaz, olamaz bu yüzden.
Kaypaktırlar, mütemadiyen kaygan zemin üzerindedirler, ki zorlanmadan yer
değiştirebilsinler. Oturmuş kişilikleri, sağlam karakterleri, muayyen bir
düzeyleri, mücadele adına ortaya koydukları bir savunuları yoktur. Bilakis,
korkaklıkları kaderleri ve karakterleri olmuştur. Ama iş bir nimette öne
atılmaya geldi mi, bir bakmışsınız en önde onlar vardırlar. Bunlar hakikatte
hep kaybettirirler, asla kazandırmazlar. Teşkilat adına savunu yapmaktan,
konuşmaktan imtina ederler, zira gelecek kaygılarıyla yaşarlar, zira
kendilerini belli etmemeleri iktiza ettiğini düşünürler. Fakat bir teşkilat;
kişilikli, sağlam, aklı ve kalbi işlevsel olan, karakterli ve savaşçı
insanlarla varolur ve neşv-ü nema bulur. Sahtekârların yol bulupta,
namusluların yollarının kapanması çok derin acıları tevlit eder. Böyle bir
icraat iyilere kaybettirmez ama kötülerin işgaline uğrayan teşkilatları zaafa
uğratır, zayıflatır ve nihayet yerle yeksan eder. Bu yüzden kötülerin iyileri
tasfiyesine imkân verilmemelidir. Kötü tipler, bitevi riyakâr tebessümler
dağıtırlar, korkaktırlar, ince hesap peşindedirler, münhasıran laf ebeliği ve
cerbeze ile iş kotarma derdindedirler. İyi tipler ise, kendi işleri ile
ilgilenirler, acı gerçeği söylerler, sağlam sahiplenirler ve güçlü savunu
yaparlar, namuslu ve samimidirler. Filhakika, teşkilatı güçlendiren bu tür iyi
insanlardır ama onların kuyularını kazanlar ise, teşkilatta ki sağlam olmayan
tiplerdir. Burada iş, teşkilatı sevk ve idare eden lider konumunda ve karar
verici mevkide bulunan şahsiyetlere düşmektedir. Çapsız insanları, bu mevkide
ve konumda bulunanlar tanıyamayabilir ama tanıyanlardan sorarak öğrenebilirler.
Tanıyanlar ise, onlarla aynı dünyada, mekânda, zamanda yaşayanlardır. Hak,
hukuk, hakkaniyet ve adalet için, derin düşünüş, ince kavrayış, teferruatlı
tetkik ve tahlil, iyi tanıma iktiza eder. Samimi bir gönüle haksızlık yapmak,
büyük zulümdür.
RUH SIZLAR, İNLER, ACI ÇEKER
Çok kolaycıyız. Gerçekten
kolaycıyız. Aşırı hazırcıyız. Beleş mezar bulsak kendimizi içine atacak kadar.
Kolay sahip olmak istiyoruz. Erdemli olmaya gerek duymadan dalkavukluk yaparak
bir şeylere sahip olmak istiyoruz. Çok harcamaya bayılıyoruz. Çünkü ancak bu
şekilde adamdan sayılacağımızı sanıyoruz. Çok kazanmaya meftunuz. Kazandıkça
güçleneceğimizi, güçlendikçe hükmedeceğimizi düşünüyoruz. Anlayalım lütfen, biz
böyleyiz işte. Ama iş acı çekmeye geldi mi kaçıyoruz. Bu durum da, bizi
yozlaştırıyor, körleştiriyor, hissizleştiriyor, acımasız yapıyor. Oysa insan
acı çekmiyorsa, zorluklarla baş etmeye çalışmıyorsa, emek ve efor sarf
etmiyorsa, ter dökmüyorsa, kan ve yaş akıtmıyorsa, erdemli yaşamaya
yanaşmıyorsa, bir kavgası yoksa, ne öğrenebilir, ne anlayabilir, ne
yaşayabilir? Maalesef böyleyiz, hiç istemesekte. İnsanlık için mücadele eden,
acı çeken, bir yola çıkmış, düşünen, araştıran insanlara duymadığımız saygıyı,
vermediğimiz değeri, hayatında acı nedir hiç bilmemiş, toplum ve insan adına
hiçbir şey yapmamış, yapmak gibi düşüncesi olmamış, nesle dair hiçbir dert
taşımamış olanlardan esirgemiyoruz. Değer üretmiyoruz, bitevi değerleri
harcıyoruz, insanlığı tüketiyoruz hayasızca. Topluma ve insanlığa faydası
olmayanlardan, olmayacaklardan ne beklenir? Neslin dirilişi için hiçbir vizyonu
ve misyonu olmayanlardan ne medet umulabilir? Neyin davasını güdüyoruz? Neyin
kavgasını veriyoruz? Makamlarla mı, servetle mi, güçle mi, şöhretle mi,
mütemadiyen tüketerek mi yücelip, yükseleceğiz? Bir insanın değerini ortaya
çıkaran nedir? Bir insana niye ve niçin değer veririz? Bu durum insan ruhunu
çok acıtıyor. Öyle acıtıyor ki, ruh, beden kafesinde boğuluyor, kahroluyor,
ölüyor. İnsaf, merhamet, vicdan, ahlak, adalet!