Ülkenin dört bir yanında patlayan bombalar, silahlar, yanan, yakılan,
yıkılan evler, işyerleri, fabrika ve tesisler… Aşırı yağışlardan sonra ortaya
çıkan ve önüne ne gelirse alıp götüren sel baskınları, geçtiği yerleri kırıp
döken dolu, kar fırtınaları, çığ düşmeleri, toprak kaymaları… Düzensiz kullanım
sonrası, çölleşen, çoraklaşan dağlar, ovalar ve vadilerde kopan fırtınalar, aşırı
soğuklardan dolayı meydana gelen don felaketleri…
Uçup giden canlar, yıkılan hayaller, sönen umutlar, acı, gözyaşı, açlık, susuzluk, yokluk,
yoksulluk… Evet, karanlık, çok karanlık bir tablo değil mi?
Ülkemiz gündemine bomba gibi düşen bazı gelişmeleri hatırlayalım:
İstanbul-Beşiktaş’ta meydana gelen, kırk beş yiğit polisin şehit, birçoğunun
da yaralanmasına neden olan patlamalar arkasında acı ve gözyaşı bıraktı.
Kayseri Komando Tugayı personelini taşıyan hal otobüse kurulan hain
tuzakta ondört askerimiz şahadet mertebesine ulaşırken çok sayıda askerimiz de
yaralandı.
Ankara’da bir resim sergisi
açılışı sırasında Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi Andrey Karlov, Mevlut Mert
Altıntaş isimli bir polis tarafından silahla vurularak öldürüldü.
Adana-Aladağ’da bir öğrenci yurdunda meydana gelen yangın felaketinde hayatının
baharında onbir kız çocuğu ve bir görevli hayatını kaybetti, birçok öğrenci de yaralandı.
Doğu’da, Güneydoğu’da bölücü ve yıkıcı terör örgütü PKK yandaşları ile
Suriye ve Irak topraklarında İŞID, PYD, PKK görünümü altında çok sayıda dost
bildiğimiz ülkelere mensup terörist gruplarla yoğun bir mücadele, (belki de
savaş demek daha doğru olacak) yaşanıyor.
İşsizlik ülkemizin, gençlerimizin en önemli sorunu.
Geçen yaz yapılan ve Yüksek okul düzeyinde bir eğitim alarak memurluk
için KPSS sınavlarına katılanların sayısı iki milyon dört yüz bin, ilk, orta,
lise ve önlisans mezunlarının katıldığı sınava ise üçbuçuk milyon gencimiz
başvurmuş ve sınavlara girmiş bulunuyor.
Resmi makamlar ülkemizdeki işsizliğin %11 seviyelerinde olduğunu
açıklıyor. Herhangi bir kuruma alınacak az sayıda personel için yüzlerce,
binlerce başvuru yapılıyor. Bir iş, ekmek kapısı için İşkur önlerinde, iktidar
partisi bürolarında uzun kuyruklar oluşuyor.
Anamur, Bozyazı, Aydıncık, Gülnar, Silifke bölgesinde geçen hafta,
saatteki hızı 90 km. bulan fırtına, önüne ne gelirse yıkıp geçti. Muz seraları,
çilek eğmeleri, narenciye bahçeleri, zeytin ve meyve ağaçları sert esen rüzgâra
dayanamayıp yerle bir oldu. Sadece Anamur’daki maddi hasarın 700 milyon lira olduğu
ifade ediliyor.
Siyasetçiler felaket bölgesini gezip dolaşıp “geçmiş olsun”, “üzüldük”
“yaralar sarılacak” gibi beylik cümlelerle görevlerini yapmış oluyorlar. Hâlbuki
meydana gelen bu felaketlerden zarar gören vatandaşların bankalara olan kredi
borçları var. Çoğunun serasının sigortası yok. Bankalara borcu olmasa da
serasını, çilek eğmelerini, narenciye bahçelerini tekrar eski haline getirecek
bir gücü yok. Perişan vaziyetteler.
Ülkemizin muz üretiminin çok önemli bir bölümünü üreten Anamur ve
Bozyazı’da elektrik kesintileri, özellikle soğuk kış aylarında tam bir çileye
dönmüş buluyor.
Başa dönelim. Bombalar patlıyor, silahlar çekiliyor, insanlar ölüyor,
binalar yanıyor, işyerleri, atölyeler tahrip oluyor ortada bir sorumlu yok. Yağmur
yağıyor, dereler sele dönüşüyor, önüne ne gelirse alıp götürüyor, tedbir alması
gerekenler, sorumlu olması gerekenler yine yok. Toprak kayması, heyelan,
deprem, fırtına, dolu, soğuk vurgunu, don gibi afetler yaşanıyor kimse üstüne
almıyor.
Uçup giden canlar, yıkılan
hayaller, sönen umutlar, acı, gözyaşı,
açlık, susuzluk, yokluk, yoksulluk almış başını giderken sorumlu olması
gereken, cezalandırılması gerekenler için hiçbir şeyin yapılmaması insanı
bitiriyor.