KENDİ AKLINI KULLANMA CESARETİ GÖSTER!...25...

Özgür DENİZ - 18.03.2017

İnsanlar, akıllarını kullanıp birazcık zahmet edip düşünürlerse gerçekleri fark ederler ve yalanı sezerler, yalancıyı deşifre ederler. Düşünmezlerse bir şeyi fark edemezler ve mütemadiyen yalan rüzgârlarında savrulurlar hazan yaprağı gibi. Bu meyanda küçük bir nüans vereyim; onurlu yaşayan ve şereflerini taşıyan insanlarda düşünen insanlardır. Olguları hakiki mahiyetlerine mütenasip olaylaştıranlarda düşünenlerdir. Geçelim! Düşünen insanın zihni her an açıktır ve aktiftir ve her an sorularla sorgulama pratiği yaparlar. Böylece düşünen bir zihni hiçbir kimse aldatamaz, yönlendiremez ve sürü gibi güdemez. Düşünen zihin duygusal davranıp, kimlik ve din gibi yüksek ve yüce olgularla istendik biçime sokulmaz ve yalanlarla yönünü tayin etmez, kimseyi layüsel görmez. Çünkü düşünen zihin arayan zihindir ve arayan zihin hareket halindedir. Binaenaleyh bitevi spontane doneler toplar, olguları algılar, olayları anlar. Bu durum açık ve aktif zihinde seri şekilde tahakkuk eder. Düşünen bir zihinde hayat bir film şeridi gibi olabildiğince seri olarak akıverir vehleten. Olgular önceden olaylaşırlar, olaylar kendine uygun olguları çabuk bulurlar. Düşünen zihin bir yerdeyken ve bir andayken, milyonlarca yerde ve anda olur. Düşünmeyen zihin boşlukta kalır, donuk kalır, düşünmeyen insan alık gibidir, bön gibidir. Mesela, yoksulluk olgusuna dokunuşlarda bulunalım. Yoksulluk, yoksunluktur. Yani yokluktur. Yoktur işte! Münhasıran isteklerden değil, ihtiyaçlardan da yoksunluktur. İnsan, istekleri telafi edilmeyince yaşamını idame ettirebilir ama ihtiyaçları temin edilmediği zaman yaşam cehenneme döner. Yoksul insan için hayat bazen çekilmezdir. Çünkü varoluş gereksinimlerini karşılayamayan insan için hayat ıstıraptır, kederdir mütemadiyen. Yoksulluk yönetilmeyi intaç eder. Bu bildiğimiz yönetilmek değildir. Yoksul, her boyuttan yönetilmeye yani istese de istemese de emredilmeye açıktır. Yoksul için hür irade, intihap etmek, bilinç anlamsızdır. Çünkü yoksulun derdi başkadır. O muhtaçtır ve ihtiyaçlarını gidermeye takılıdır aklı. Elbette her insan muhtaçlıkla maluldür ama yoksulun muhtaçlığı farklıdır. Yoksul gariptir. Haddizatında o gizli bir tutsaktır. Yoksulların hayatı acı doludur. Yoksulluğu yok etmenin tek çaresi; çalışmaktır, üretmektir ama aynı anda adalet için kavga vermektir. Aslında yoksullukta bir üretimdir. Efendilerin üretimidir; insanları kendilerine bağımlı kılabilmek için özel olarak üretilmiş bir konumdur. Yoksullaşan insan, paraya daha çok ihtiyaç hisseder. Ev kirası ödemek, elektrik, su ve yakıt faturaları ödemek vb. hayati gereksinimler hep parayla olan işlerdir, para için de çalışmak şarttır, çalışmak ise bir işin olmasını koşul kılar. İş ise, efendilerin tekelindedir. İş isteyen insan, şartların kölesi olmak zorundadır. Böylece efendilerin kulu olacaktır. Yoksullar için ayrıca özel üretimler yapılır. Muhtelif eğlenceler, zevk araçları vs. gibi şeyler yoksulları düşünmekten uzak tutar. Efendiler için yoksulların düşünmesi tehlikelidir. Çünkü düşünen bir yoksul, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için imkânlar keşfedecektir. Bu durum yoksulun özgürleşmesi, efendinin de bir köleden mahrum kalması demektir. En büyük bedeli yoksullar öder. Sanatçı denilen şarlatanlar; efendiler için, yoksulları eğlendirirler. Demagog denilen şarlatanlar; efendiler için, yoksulların sınırı aşmamaları adına umdeler tanzim ederler. Yoksulların tek kurtuluş yolu; yoksulluklarının farkına varmaları, yoksulluklarının nedenlerini fark edebilmeleridir. Nihayet, hakikatte vahdeti, vahdette tevhidi tahakkuk ettirebilmeleridir. Özel bir durum aktarmak istiyorum; bugün sabahın karanlığında rızk aramak için hayatın içine atıldığımda, okula giden liseli gençleri gördüm, gerçi her gün görüyorum ama bugün dikkatimi celbetti ve aklıma garip düşünceler düştü, kalbimde garip duygulanımlar tezahür etti. Hava malum, buz kesiyor. O gençlerin üzerinde montları yoktu. Pantolonları belli, ipinceydi. Belli ki yoksul çocuklardı. Keşke içmeseler, içmek zorunda da değiller ama bir sigarayı dört kişi içiyorlardı. Henüz hayatlarının ilk çağlarında olan çocuklar bunlar. Bunları görürken, aklım ve kalbim çok farklı hayatlardaydı. İki dünyayı bir an da bir arada görüyordum. Milyonlarca düşünceler beyin göklerimde, çok derin acılar ve duygulanımlar gönül toprağımda. Ruhum derin ıstıraplara gark oldu. Ama naçarım napayım. Şöyle düşündüm; bugün lisedeler ve yoksullar, yoksunlar. Aynı standartla büyüyecekler ve kol gücüyle hayat mücadelesi verecek olan birer emekçi olurlarsa yine yoksullar, yoksunlar. Askere gidecekler ve şehit olacaklar yine bunlar. Yaşarlarsa yine yoksul bir yaşlılık. Garip, çok garip. Ruh sızlar. Hem de öyle sızlar ki, dil kifayetsiz kalır izahta. Allah diyen yürekler anlar beni!

 

Ne garip bir dünya, ne acayip bir insan. Sonlu bir cansız dünya içinde sonsuzluk duygusuna sahip bir canlı insan. Bir yerde bulunuyorsun, bulduğun yerden bir an, bir gün, bir zaman sonra ayrılacağını biliyorsun, ama aklın, ruhun, gözlerin uzaklara takılıp kaldığında sanki bitmeyen, sürekli türeyen bir sonsuzluk duygulanımları yaşıyorsun, bittikçe ardı geliyor duygulanımların yani hiç bitmiyor. Sen bitiyorsun ama o bitmiyor, kalıyor, uygun zamanda yine devam ediyor. İçin hüzünle dopdolu oluyor, burkuluyor, garipsiyorsun her şeyi. Bir an bitiveriyor tahayyülünde her şey, aklın çıkıveriyor, ruhun boğulur gibi oluyor. Çok ince, naif duygulanımlar yaşıyorsun. Günahların geliveriyor aklına. Sanki bir anda arınıveriyorsun. Bir bakmışsın nefsin yine galip. Bir yandan iyileşiyorsun aslında. Çünkü hakikatin farkına varıyorsun. Ya da çok farklı âleme ait bir şeyler seziyorsun. Kötülük yapmanın kötülüğü aklına geliveriyor. Tüm gövdenle, bilincinle iyiliğe yöneliyorsun. Kötülerden tiksiniyorsun. Niye kötülük yaptıklarına, nasıl kötü olabildiklerine şaşıyorsun. Onlar bilmiyorlar diyorsun. Garipsiyorsun. Garipsin. İnsanın, kendi varlığını hissetmesi, varlığının bilincine varması devasa bir adımdır insan için. Çünkü varoluş uğruna atılan en büyük adımdır kendisinin varolduğunu hissetmesi, fark etmesi. Kendisinin farkına varmayanın varoluş kavgası vermesinin imkânı yoktur. Hissetmeyeninde böyle bir şeyi başarabilmesi muhaldir. Niçin kavga vereceğini hissetmeyenin, bilmeyenin varoluş adına bir adım atabilmesi olabilecek şey değildir. Kendinin farkına varan, neye ihtiyacının olduğunun farkına da varacaktır. Böylece ne yapması gerektiğini düşünmeye başlayacak ve içinde bulunduğu durumdan çıkmanın imkânlarını keşfedecektir. Kendi varlığının farkında olmayan insan, ne yapacağını da bilemez. İnsanın, kendini aşarak dışa yönelmesi, hareket edebilmesi, düşünmesi ve bir iş yapması, kendinin farkına varmasından sonra olabilecek şeylerdir. En görkemli eylemler, en soylu varoluş kavgaları; kendinin farkında olan insanlarca ortaya konulmuş eylemler ve varoluş kavgalarıdır. Kendi olma savaşını, ancak kendinin farkında olan insanlar verebilirler. ‘’Hayatta en büyük facia, insanın, kendisinin farkına varamamasıdır’’ diyor Tagore, sonsuz haklı olarak. Hissetmeyi bir başar, başaramayacağın hiçbir şey olmadığını fark edeceksin ey insan. İnsanlık hissetmeyle başlar! Yaratıcı, sen hissettiğin zaman seni hisseder ve Yaratan seni hissettiği zaman başardığın andır!

 

Hissetmeyen insan, modern insandır. Modern çağın oyuncaklarının, his duygusunu iptal ettiği insan tipidir. Duygusuz ve acımasızdır. Bu da hissiz olmasından dolayıdır. Modern insan (her kesimden bir kısımın dâhil olduğu tanımlamadır, bir kesime münhasır bir vasıf değildir) hastalıklı insandır. Kendini bulamamıştır. Aramaz ki bulsun, kendini aramayandır modern insan. Bedenci, hazcı insandır. Karakteri oturmamıştır, çok karakterlidir. Hercaidir. İstekleri, arzuları an be an değişir. Hazza ulaşmaktır tek derdidir. Değerleri yoktur. Çıkar odaklı yaşar. Bu yüzden de derin düşünmeyle ilgisi yoktur. Tüketmek, varoluşunun biricik olgusudur. Paraya tapar. Ki taptığı daha çok putları vardır. Tüketmek için yaşar. Tükettiği kadar, var olduğunu düşünür. Saygınlığını maddi gücünden alır, makamından, şöhretinden, servetinden vs. Kendini ispat edebildiği tek alan, tüketim alanıdır. Güven, sadakat, paylaşım, adalet, ahlak,  gibi olgulara yer yoktur hayatında. Aynı zamanda cahildir modern insan. Bildiğini sanır ama bilmez, bilmediğinin de farkında değildir. Bildiğini sanır sadece. Modern insan, tükenmiş ve her şeyi tüketmiş insandır. Kirlenmiş ve kirletmiş insandır. Değeri, insanlığı, doğayı ve her şeyi tüketmiş ve kirletmiştir. Modern insandan, insanlığın umabileceği hiçbir iyilik ve güzellik yoktur. Çünkü o, kötüdür ve çirkindir. Modern insan, hayvanlaşmayı insanlaşmak olarak telakki eder. Yükseldiğini sanır, alçaldıkça. Alçaktadır, alçaktır ama yüksekte olduğu varsayımıyla yaşar. Çünkü bilemez nerede olduğunu, nasıl olduğunu, kim olduğunu. Düşünmez de bilmek için. Varolması kazanmasına bağlıdır, daha çok kazanmasına, hiçbir sınır, kural tanımadan kazanmasına. Çünkü kazanamadığı zaman kaybettiği zamandır, kaybedişi ise yok oluşu demektir.  İnsanlığın geldiği evre, modern insanın tükendiğinin, tükendikçe tükettiğinin, tükettikçe tükendiğinin hüccetidir.

 

SÖZLER:

 

‘’’’Betonlaşan bir dünya, betonlaşan insanlar, betonlaşan duygular ve ağır ağır solan güzellikler. Berrak bir pınar akardı oysa derunumda, ne sular aktı şimdi bilinmedik çürümüş topraklardan o pınara ve kirlere bulandı pınar. Ağır geliyor taşımak. Çekip gidesi geliyor bazen insanın ama nereye? Yeni bir dünya, yeni bir hayat mümkün mü? Gittiğin yerde farklı olan ne olacak? Niçin böyle olduk, nasıl geldik buraya? Bilmiyorum, sadece üzülüyorum. Şu yufka yüreklilikten de bıktım, öldürecek beni. Bazen hissetmek istemiyorum. Hissetmek çok yoruyor çünkü. Tıpkı anlamak gibi. Tıpkı merhamet etmek gibi. Eziliyorsun, eziliyorsun, eziliyorsun. Ne garip, Niçe merhamete düşmandı, ölümü merhametten oldu. Merhamet dedik, merhametsizlikten ölecez bizde sanki. Kader garip, meçhul, kaotik bir şey. Meçhul olmuş metruk mazi. Karanlık, kabus, heyula. Acı dolu hatıralar. Onca yol kat etmişken, geri dönmek nasıl mümkün? Nerden geldik, nasıl geldik, neler yaşadık? Nasıl bu kadar kirlendik, çürüdük, koktuk? En iyisini yiyoruz ya da yemek için kavga veriyoruz. En iyisini içiyoruz ya da içmek için kavga veriyoruz. En iyisini giyiyoruz ya da giymek için kavga veriyoruz. En iyisine biniyoruz ya da binmek için kavga veriyoruz. En iyisini kullanıyoruz ya da kullanmak için kavga veriyoruz. En iyisine oturuyoruz ya da oturmak için kavga veriyoruz. En iyisini seviyoruz ya da sevmek için kavga veriyoruz. En iyisini geziyoruz ya da gezmek için kavga veriyoruz. Cebimiz dolu olsun istiyoruz ve daha daha daha çok dolsun diye kavga veriyoruz. Peki, bunları gerçekten biz mi yapıyoruz? Tüm bunların öznesi kendimiz miyiz? Evet, her şeyin en iyisini buluyoruz bir şekilde ama kendimiz kayıbız. Kazandıkça kaybediyoruz aslında!’’’’

 

Bendeniz

 

""Dil her şeydir. Sözü, insanlığa duyurmanın vasıtasıdır. Söz; esaretin de, hürriyetinde anasıdır. Dilden düştüğü an artık sözün sahibi sen değilsindir. Bu yüzden diline dikkat edeceksin. Gerçi ruhun çürükse, dilinden lağım akar. Tutarsın üç kuruşluk dünya için, ulvi olana karşı ruhunda ki pisliği sıçratmaya çalışırsın. Ama boğulursun, sonra da içine battığın pislikten çıkmaya çalışırsın, böyle yaptıkça daha da batarsın. Önce kendini bi tartacaksın, çapın ne, kaliten ne, kaç okkasın, etkin ne, kapsadığın alan ne? Ondan sonra konuşacaksın. Bir hiçsen, sözün bile yoksa, haddini bileceksin. Nereye, kime, nasıl ve niçin konuştuğuna dikkat edeceksin. Eğer içinde ki pisliği attığın yer tutmayacaksa, o pislik suratına yapışır, ki yapıştı.""

 

Bendeniz

 

""Haritalar çiziyor ruhum. Acının, utancın, hıncın ve hüznün haritalarını…""

 

Sezai Karakoç

 

POLİTİKA

 

Politik olmak, insana özgüdür. Politik olmaktan maksat; bireyi, içerisinde yaşadığı toplumun yazgısına bağlayan görüş, eğilim ve ilgidir. Tabii bu bağlılık, insanın irade, bilgi, bilinç ve seçiminin göstergesi sayılıyor. Hem sosyal, hem de doğal konumunu hisseden ve bunun farkında olan sadece insandır. Toplumuna veya doğaya müdahalede bulunabilen sadece insandır. Bu müdahale, itiraz veya destek şeklinde olabilir. Sonuçta insan, doğanın ve toplumun yapısının değişmesine karışmış oluyor ve müdahalede bulunuyor. Dolayısıyla siyasi olmayan bir insan, kendine özgü en yüce yetenek tecellisini boşa çıkaran insandır. Ne yazık ki, toplumların yazgısına musallat olan güçler, sürekli, halkların siyasi olmasından ürkmüşlerdir. Halkın depolitize edilmesi; sömürgecilerin, baskı güçlerinin, halk karşıtı ve insanlık dışı güçlerin, siyasi otoriteyi kendi inhisarlarına almak için bugün keşfettikleri bir yol değildir. Politikadan uzaklaşan halk, sömürgeci güçlerin tezgahlarıyla ilgilenmeyecek, kendi yazgısından uzaklaşacak ve sömürgeci güçlerin egemenliğini kabul etmiş olacaktır. Çarpık sanatları yaygınlaştırma, sporun bir çok çeşidinde ifrata varma, cinsel özgürlükleri alabildiğine artırma, ekonomik ve ailevi yaşamda süfli eğilimler oluşturma, sapık sorunları yayma, tüketimperestlik, dini-felsefi-edebi ve sanatsal yollarla kitleleri narkozlamayı hedefleyerek, düşünceleri, kendisinin ve kendi toplumunun yazgısından uzaklaştırma olayı bugün ortaya çıkmış yeni bir durum değildir.

 

Kapitalizim ve emperyalizm de, bugün aynı şekilde hareket ederek rengarenk ideolojiler oluşturmuş, grup, kabile, mezhebi ve ırki düşmanlıkları birleştirerek fesadı yaymış; aile yaşamında ve bireysel ekonomide binbir çeşit tutkular oluşturarak tüketimperestliği doğurmuş; sportif ahmaklıkları arttırmış; hastalıklı ve süfli sanatlar icat etmiş; boş ve anlamsız felsefe, sinema, tiyatro, radyo, müzik, televizyon gibi etkinlikleri sağlamış; meyhane, moda ve cinsel özgürlük ile göz bağlama yoluna gitmiş; her türlü hokkabazlığı ve hatta danışıklı dövüşü bile gerçekleştirmiştir. İşte bütün bu yollarla kapitalizim ve emperyalizm, arzuladığı hedefe ulaşmıştır.

 

Politik savaş, en yüce sosyal yeteneğin tecelli etmesinin yanında, aydın için, yapıcı ve kendini yetiştirici bir iştir. Sosyal mücadele bir aydının bilinçlenmesinde en büyük faktör olarak kabul edilir. Masa başı değerlendirmelerinde bulunan, etrafı bir çok kitapla çevrilmiş, sınıfdaşları ile düşünce mübadelesi yapan, kendisini halkın yanında bir devrimci sanan, çözüm yollarını kelimeler, teoriler ve ideolojik metinler arasından bulmaya çalışan bir aydın; sadece "siyasi pratik" sayesinde hem düşüncelerini düzeltebilir, hem lafazanlık hastalığından kurtulabilir, hem de kendini deneyerek tecrübe sahibi olabilir. Siyasi mücadele, aydının, genellikle yazınsal ve lafzi olarak öğrendiği ya da öğrenmekte olduğu kavramların gerçek, pratik ve deneyimsel alanıdır. Siyasi mücadele vasıtasıyla aydın, halkın istek, ihtiyaç, ideal, güç ve zaaflarına aşina olur. Sosyal mücadele, iş imkânlarını, aydının karşısına apaçık bir şekilde ortaya çıkarır; aydını, halktan uzak ve geri kalmaktan koruduğu gibi, genellikle aydınların yakalandığı halktan ileri gitme hastalığından da kurtarır. Siyasi mücadelenin temel fonksiyonu, bir toplum yaratmak, bir toplum yetiştirmektir.

 

Ali Şeriati

Tarih: 18.03.2017 Okunma: 729

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?