Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
“Allah her
şeyin hayırlısını versin!” diye çok
isabetli, güzel bir duamız var.
Her dem tekrar etsek yeridir.
“Allah uzun
ömrün de hayırlısını versin!”
* * *
Hüseyin Üzmez’in uzun siyasî mücadelesine
baktığınız zaman, böyle bir dua çok daha önemli hale geliyor.
Üzmez olayına çok ihtiyatlı yaklaşıyorum.
Bununla beraber, kendi söyledikleri tamamen
doğru olsa, başına gelenler tamamen iftira ve komplo olsa bile, içinde
bulunduğu durum mazisine ve mücadele ettiği davasında birlikte anıldığı efsane
isimlerle yakınlığına hiç yakışmıyor!
Muhtemelen, kendisi de o isimler aklına
geldiği zaman, daha kısa ömürlü olmadığına yanıyordur. Tabii ruh ve akıl
sağlığı yerindeyse!
* * *
Henüz bir lise öğrencisi olan Hüseyin Üzmez, 1952 yılında, Malatya'yı ziyaret etmekte olan Ahmet Emin Yalman'ı ateş ederek ağır yaraladı. Üzmez suikasttan sonra teslim oldu ve 20 yıl hapse mahkûm edildi. Ölümden dönen A.E.Yalman, Hüseyin Üzmez'i cezaevinde ziyaret etti.
İşte bu olay sebebiyle Necip Fazıl ve Osman Yüksel Serdengeçti de, yazılarıyla suikastçıyı bu işe teşvik etmekten tutuklanıyor ve yargılanıyorlar.
Cezaevinde tanışıyorlar, birlikte 14 ay kalıyorlar. Burada başlayan dostluk ve dava arkadaşlığı, adı geçenler ölünceye kadar devam ediyor.
Yargılama
sonunda, Hüseyin Üzmez 20 yıl hapse mahkûm oluyor ve 10,5 yıl cezaevinde
yatıyor. Osman Yüksel ve Necip Fazıl ise
14 ay tutukluluğun sonunda berat ediyorlar.
* * *
Necip Fazıl’ı tanımayanımız yoktur. Fakat Osman Yüksel Serdengeçti pek fazla tanınmayan bir mücadele, dava ve fikir insanıdır.
Bu vesileyle, bugün biraz Osman Yüksel’den
bahsedeceğim.
Antalya’nın Akseki ilçesinde 1917’de doğan düşünürün Asıl adı Osman Zeki Yüksel’dir. Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soy adla tanındı.
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 2. Sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944′te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş’le birlikte tutuklandı.
Tutuklanmasının sebebi, Komünizme karşı yapılan bir gösteriye katılmasıydı. Devrin bir kısım yöneticileri bu hareketi “Bir hükümet darbesi hazırlığı” gibi göstermişlerdi.
“Masum
insanların kanları pahasına göze girme, yaranma,
makam kapma ihtirası bir canavar
olmuş, tertemiz memleket çocukları ‘Tabutluklar’a
doldurulmuştu. Bir geniş tabut hacmindeki pis, karanlık ve kaynar hücrelerde,
O’na ve arkadaşlarına uygulanan rezil işkenceler, en ruhsuz insanları bile
utandıracak, ağlatacak dehşettedir. Aylarca
süren yargılamadan sonra Divan-ı Harp O’nu ve arkadaşlarını suçlu
bulmadı. Tabutluklardan beratla
çıktı. Tabutlukların çilesini, ruhunda yıllarca yaşadı.”*
Serbest
bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine
izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben “Yüksek
makamın alçak vekiline” sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçe’yi
bakana verme cesaretini kimse bulamadı.
* * *
“1950’li yıllarda, Yunan basını, AYASOFYA’nın tekrar kilise haline getirilmesi
için bir kampanya başlatmıştı. Serdengeçti
dergisinde, çok duygulu, çok coşkun, çok sanatkârane bir yazısı çıktı: AYASOFYA!
Savcılar müthiş bir ihtirasla yakasına sarıldılar. Hazırlanan iddianame, O’nu kırk defa darağacına çekmiş gibiydi. Osman Yüksel’in, AYASOFYA yazısıyla millî menfaatlere zarar verdiği öne sürülüyordu. Ankara ağır ceza mahkemesine tutuklu olarak getirildi. İfadesindeki şu öfkeye ve pervasızlığa bakınız:
‘Müddei umumî, müddei hususî haline
gelerek, tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Milli menfaatlere ben mi
zarar veriyorum? Ayasofya’nın tekrar cami haline getirilmesinde, benim ne gibi
hususi maksadım, menfaatim olabilir? Ayasofya’yı ben kiraya mı vereceğim? Beni
bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. O zaman
bütün neticelere katlanmayı bir şeref bilirim. Böyle bir yazıyı yazmaktan
dolayı, müdafaadan utanıyorum.’
Ayasofya
davasından Türk hâkimleri onu berat
ettirdiler. Ama Ayasofya Davası onun ruhunda tam bir Yunan mezalimi meydana
getirdi.”*
* * *
Bir ara politikaya atıldı, Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçilerek, 1965–1969 döneminde, parlamentoda görev yaptı.
Son dönemlerinde Parkinson hastalığına yakalandı. 1983 senesinde de Hakkın rahmetine kavuştu.
İşte, Hüseyin Üzmez’in çok gençken tanıştığı dava arkadaşlarından biri olan Osman Yüksel’in kısa hayat hikâyesi.
Serdengeçti; Mehmet Akif hayranı, O’nun
gibi inanmış bir dava ve kaya gibi sağlam karakter adamı idi.
* * *
Mazide, adı
böyle dev şahsiyetlerle anılmış olan Hüseyin Üzmez’den de insan; Mehmet Akif meşrebinin bir devamı olmasını,
üstün bir karakter adamı, bir bilge, bir zirve İNSAN olmasını bekliyor.
Üstelik pusulaların doğru istikamete dönmesini sağlayabilecek böyle bilgelere, böyle zirvelere son derece susamışken!
------------------------------------------
(*) : Yavuz Bülen Bakiler, Türk
Edebiyatı, Kasım/1984
* *
Osman
Yüksel’in Şiirlerinden
Ağıt
Turan ellerinden haber gelmiyor!
Ya Rabbi derdimi kimse bilmiyor!
Dört asırdır Türk'ün yüzü gülmüyor!. .
Akşam olur, sabah olur ağlarım.
Nerde benim, Oral-Altay dağlarım?
Kimlere söylesem bilmem derdimi?
Acep dünya böyle zulüm gördü mü?
Bozkurt gitmiş, Ayı basmış yurdumu.
Bozkurdum der, öz yurdum der ağlarım,
Nerde benim, yaslı Tanrı dağlarım?
Vatanlar, vatanlar esir vatanlar
Ey yüreği vatan için atanlar!
Toplanın elleri silah tutanlar!
Kıyam etsin ölülerim, sağlarım!
Nerde benim, yaslı Tanrı dağlarım?
Artık Dede Korkut öğüt vermiyor,
Gültekin'in bildirgeleri gelmiyor!
Ne söylesem olmuyor, ah olmuyor!. .
Nerde benim, Oral-Altay dağlarım?
Akşam olur, sabah olur ağlarım.
Kınaman dostlarım gözümde yaş var!
Şu kara bağrımda bir kara taş var!
Tam elli iki milyon esir kardaş var!
Nerde benim, yaslı Tanrı dağlarım?
Akşam olur, sabah olur ağlarım!..
Önceki Yazılar