İnsanız! Bu dünyada bir
yerimiz var. Var mı? Var yani, en büyük delili, şu yazıyı yazan benim. Şu an şu
yazıyı yazıyorum ama bir mekânda yazıyorum ve bu mekân bana ait ve ben, bu
mekânı kaplıyorum. Bu düşünceleri, duygusal boyuttan da hissediyorum. Aklımın
ifadesini kalbim teyit ediyor. Gerçekliği olan bir durum ve hayali
konuşmuyorum. Yerimden, yurdumdan metazori sürülmediğim müddetçe, insanlığıma
ve doğal haklarıma saygı duyulduğu müddetçe yahut herhangi bir zulümde,
takatimin kifayetsiz kaldığı deme kadar mekânımı kullanacağım. Çünkü bu benim
en doğal hakkım. Hakkımı korumak için kavga vermekte insanlığımın gereğidir. Ya
da çalışmam neticesinde toplumsal bünyede bir yer almaya hak kazanmışsam orada
görev yapmakta benim en doğal hakkımdır ve orası da kapladığım bir mekândır.
Demek ki varım ve yerim var. Ve böyle düşünen aklımı, teyit eden bir kalbim
var. Öyleyse bu dünyada hakkım da var. Bu dünyaya gelmişsem hakkım ayrılmıştır
ve o hakkım tükenmediği müddetçe ömrümde olacaktır. Öyleyse o hakkımı almak,
almak için kavga vermek, almışsam korumak, bu uğurda savaşmak ve onunla
maişetimi idame ettirmek insanlık vazifemdir. Yoksa nasıl yaşarız? Bir canımız
var. Aklımız ve kalbimiz var. Duygulanan, düşünen canlıyız. En ufak bir
olumsuzlukta canımız acır öyle değil mi? Şu yazıyı yazarken bile aklım ve
kalbim nasıl acıyor, çünkü garip duygulanımlar yaşıyorum. Ben, gözleri
gülümseyen ama bedeni parçalanmış, üstü başı perişan bir çocuğu gördüğümde de
çok garip duygulanımlar yaşarım ve bunu tüm gerçekliğimle yaşarım, savaşırım
ama gücüm kifayet etmez, o zaman içim acır, kahrolurum, çünkü o çocukta sonsuz
duygulanımlar, düşünler uğrar aklıma, yüreğime. Böyle halkedilmiş, varolmuşuz,
hassas bir mekanizmamız var. Mesela hakkımız varsa, o hakkımıza ulaşmak isteriz
ve hakkımızı isteriz yahut elimizde olan bir hakkımızı korumak isteriz. Çünkü
hakkımızı elde etmek için mücadele veriyor, emek sarfediyoruz, ter, yaş ve kan
akıtıyoruz. Hakkımız verilmediğinde ya da haksız şekilde metazori alındığında
aklımız acır, kalbimiz acır, canımız acır değil mi? insanız, acır! Yaşayıp
gidiyoruz. Canımız var. Kendi ellerimizle son vermediğimiz müddetçe yaşamaya
devam edeceğiz. İnsan; kendiliğinden, hiçbir sebep yokken, alıkça isyan eder mi?
Hiç sanmam. Biz, burada, öküzce isyan edenleri saymıyoruz. Biz burada safi
insandan söz ediyoruz. Ezilirsen ve bir de çaresizsen, insan olduğunu bilerek
nasıl susarsın? Bu yaşamak değildir ki! Efendi ol, köle olayım, bunda şifa
arayayım, bu olmaz. Bu insanlık yasalarına aykırıdır. İnsansam, insanlığın
kutsal yasalarına göre muamele görmek isterim. Ezilmek istemem, bir de üstüne
uyutulmaktan hazzetmem. Bu dünyada safi insanlık yasalarına tabi olma derdinde
olanlar insanlık tarihi boyunca hep ezilmişler, sömürülmüşler, sürülmüşler ve
ölmüşlerdir. Böyle bir yaşam son bulmalıdır ve ki, böyle bir şey yaşamak
değildir. Böyle yaşamaktansa toprağa karışırım daha iyidir diye düşünürüm. Belki
toprağa karışmak şifadır. Belki topraktan umut olarak doğruluruz ve belki,
toprağa ekilen umutlarızdır. Ve belki umut olmak özlemlere kavuşmak olur! Kötü
bir şey söylemiyorum ve istemiyorum. İnsanım ben, insan! Böyle diyorum ve böyle
yaşamak istiyorum. Yeryüzünde yaşamış ya da yaşıyor olan hiçbir insana acı
vermemiş, acı çektirmemiş ve insan olarak yaşayacak tek bir insana acı
bırakmamak adına kavga veren bir insan!
Yaşamak dediğin şey; hasret
ister, hasretse; hasret çektiğin şeye ulaşmak için yürek ister, cesaret ister,
direnç ister. Ama önce yaşayıp, yaşamadığını bilecek zekân olması gerek.
Yaşamak ne demektir algılayabilecek, anlayabilecek kadar kafanı çalıştırman
gerek. Yaşamak, sadece hayatta olmak demek değildir, hayvanlarda canlıdırlar,
hayattadırlar ama sadece vardırlar, yaşamamaktadırlar, serbestçe otlamalarını
yaşamak sanmaktadırlar belki insiyaki olarak. Çünkü yaşamanın muayyen
önkoşulları vardır; akıl gibi, zekâ gibi, duyumsama gibi, hasret gibi, duygu
gibi, sadece hayatta olmanın yaşamak demek olmadığını fark edecek bilinç gibi.
Bu sebeple, yaşadığını sananların çok azı gerçekten yaşar, gerisi yalandır.
Yaşamayı başkalarına bırakmayı yaşamak sanmak ahmaklıktır. Çoğu günü kurtarma
ve yarına çıkma derdindedir, ne hasretleri vardır ne de hasretlerine
ulaşabilecek cesaretleri, sadece vardırlar ve var olduğunu sandıkları küçük
varlıkları altında ezilirler, acı çekerler. Oysa yaşamayı sadece varolmak
olarak anlamayanların büyük hasretleri ve o hasretlere kavuşmak yolunda kutsal
isyanları olur. Hülasa; yaşamak hasret, hasrete kavuşmak ise yürek ister!
Son tahlilde; Allah; kalbime
ve aklıma hükmeden Allah, bildiğim ve kendimin bildiğim gibi inandığım Allah,
hiçbir kimsenin inandığı gibi inanmadığım Allah, putlar edinmeyi ve tüm putları
reddetmemi emreden Allah, Kendisinden başka hiçbir kimseden korkmamamı isteyen
Allah, ahlaklı yaşamamı ve adaleti gözetmemi buyuran Allah, ben aciz ve muhtaç
kulunu, kutsal kavgalar vermem için halketmiş. Kutsal emre ve yaratılış gayeme
aykırı davranamam, itaatsizlik edemem. Ve kimsede, benden, böyle bir talepte
bulunamaz. Bulunana da; hadi defol! çekmem, insanlık vazifemdir. Başkasını da,
başka şey de bilmem, ben buyum, böyleyim!