Bazen öyle olur ki, yangınlar içinde kalırsın, hayatın
girdaplara mahkûm olur, çıkmaza düşersin, ne yapacağını bilemezsin ve varoluşun
bile tiksinti uyandırır derununda. İnancının ışığı söner, umutların uçup gider
karanlıklarda. Hiçbir şeyin tadı, tuzu kalmaz. İnsanlığın bile ağır gelir,
hatta utanırsın insan olmaklığından. Hakikaten yana açlık hissettiğinde,
sunulan her yalanı yutmaya tevessül edersin. Toprağa basarsın, çamura
bulanırsın, kendini ararsın hiç durmaksızın, toprağın kokusu memleket kokusunu
tattırır. Bu memleket bilinen memleket değildir zaten. Toprak bile kokmaz olur
bazen. Meçhul diyarlarda dolaştığını duyumsarsın, nerede, niçin gezindiğini
bilemez olursun. Evreni sorgularsın, durmaksızın sorarsın. Bitemeyen sorular
olursun! Bittiğini düşündüğümüz hesaplar çıkar karşımıza. Hiçbir olgunun
anlamını bilemeyiz, bildiklerimiz az gelir. Nerede olduğumuzu, olduğumuz yerde
nasıl bulunduğumuzu, ne zamandan beri ve niçin bulunduğumuzu anlamaya çalışırız
umutsuzca. Niye çekip gidemediğimizi, oysa ne de çok çekip gitmek istediğimizi
düşünür dururuz durmadan. Yorgun düşeriz! Usanırız yaşamaktan, utanırız
yaşadıklarımızdan. Çıkamayız hiçbir işin içinden. Nasıl burada olduğumuzu,
niçin burada bulunduğumuzu, burada bulunmayı isteyip istemediğimizi, istemeden
önce bilip bilmediğimizi öğrenme çabasıyla ve bu çabanın acısıyla kıvranırız.
Nasıl bir dengesi olduğunu çözemeyiz bu evrenin. Bu evrenin kanunlarını
bilmeden, insan denilen varlığı tanımadan geliriz ve yalnız başımıza kalırız. Hatta
insan diye bir şeyin varolup olmadığını anlayamayız. Ya da bildiğimizi
sandıklarımızın, aslında bilmediklerimizi örten bir fanus olduğunu anlarız. Ve
gerçekliğin dışında kalırız. Çünkü geç kalırız gerçekliğe. Ne garip ki, hepte
gerçeklikle yaşarız, istesekte bırakamayız. Gerçeklikler için kaybettiğimizi ve
kendimizi yitirdiğimizi bildiğimiz halde. Bunun sebebini de bilemeyiz,
istesekte bulamayız. İçimizde ilgiyle var olduğumuzu düşünürüz, bu yüzden
ilgilendiğimizi tasavvur eyleriz. Belki zoraki ilgileniyoruzdur ama bunu asla
anlayamayız. İlgisizsek ve ilgilenmek zorundaysak, ilgilendirmek zorunda olan
kimdir diye düşünürüz. Hep bir yerlere müracaat etmek isteriz ama gerçekliğin
mahkûmu olduğumuz için ve gerçeklikle yaşadığımız için nereye müracaat edeceğimizi,
müracaat etsek bile ettiğimiz yerle gerçeklik dışında bağ kurmak zorunda
olduğumuzu ama bunun başarılması imkânsız bir şey olduğunu anlarız ve bu bizi
delirtir. Gerçekliğin ortasında varoluşumuzu hissederiz. Ürpeririz, titreriz!
Hep bir şeyler söylemek isteriz, söyleyeceklerimizi iletecek mercii şaşırırız.
Şikâyetlerimiz, hesaplara toslar. Hesaplarla yaşanılan hayatın, hesapsız
çocukları olarak kalırız ve hep kaybederiz. Sessiz şikâyetlerin çaresiz
kurbanları oluruz. Her hâlükârda gerçeklik dediğimiz şeyin tam orta
yerindeyizdir. Bilemeyiz bir türlü, varoluşumuz müzakere midir, müdahale midir?
Müdahilsiz müdahale varsayarız. Müzakere olsaydı taraf olurduk ve tarafların
söz hakkı olurdu diye düşünürüz ama korkarız düşünmekten! Sözle var olduk,
gerçeklik içinde kaybolduk der dururuz. Varlığımız, varlığımızdan doğan sözle
olmadığı için müzakereyi unuturuz ve müdahaleye katlanırız. Gerçekliği kabul
edip etmemek tercihimizin olup olmadığını, buna katlanmak zorunda olup
olmadığımızı anlayamayız. Belki öğrenmenin varoluşumuz için iyi olmayacağını
hissettiğimiz için susarız. Hep kendimizi sorarız, kendimizi ararız durmadan.
Bu dünyanın nasıl böyle olduğunu, ne olmuş olabilirde bu hale gelebilir
olduğunu, nasıl olupta sahtekârlarla kuşatıldığını, kendimizin nasıl olupta
yalnız kaldığımızı sorgularız. İnsanın nasıl ve niçin suçlu olduğunu, ne
şekilde suçlu hale geldiğini, neyle suçlandığını çözemeyiz. Biz kurtulamayız,
birileri hep kurtulur gerçeklikler evreninde. Bunun niye böyle olduğunu, böyle
olmasının temel bir yasa olup olmadığını düşünürüz ama boğuluruz. Oysa suç bilinir ve suçlu malumdur.
Gerçekliklere yenilmiştir sadece, suçsuz olan. Gerçeklikler acımasızdırlar
çünkü. Ve bu gerçeklikler içinde, gerçek suçlular hep suçsuz, gerçek suçsuzlar
ise hep suçlu olmaya devam edeceklerdir, bunu biliriz. Ne kadar dayanabiliriz,
dayanabilme gücümüz var mıdır, nasıl bitirebiliriz bu acıyı bilemeyiz. Fakat
bir şey var ki, varoluşun bir azap olduğu gerçeği! Çok yorgunum. İnancım,
umudum, direncim ve ben yorgunuz! Bu yorgunluk nasıl gidecek, bu azap nasıl
bitecek hiç bilinmez. Ama ruhumun ve aklımın sonsuz ve derin acılarla
kıvrandığını duyumsuyorum.
VAROLUŞ SEVİNCİ
Sabahı beklemek güzeldir yavrum
Güneş doğar
İçimde bir kıpırtı var
Denizle gök
Gökle mavi
Maviyle toprak buluşur
Acılardan isyan
İsyanlardan devrim doğar
Yaşamak bağışlanır
Umut filizlenir yeniden
Karanlık dağılır
Yarasalar kaybolur
Karabasanlar terk eder
Varoluş sevinci boğar insanı
Sevincin ağırı olur mu?
Varolmak ağırdır yavrum
SÖZLER:
‘’’’Devlet
malından bir hırka bile aşıran, savaşta ölse bile Şehit olmaz.’’’’
Hz. Muhammed
‘’’’Örnek ve Yol
Gösterici: Hz. Muhammed (sav)
İlim ve sadakat:
Hz. Ali (ranh)
Paylaşmak: Hz.
Ebubekir (ranh) ve Ebuzer
Adalet: Hz. Ömer
(ranh)
Hayâ ve edeb: Hz.
Osman (ranh)
Kavga: Hz.
Hüseyin (ra)
Hepsini tanırız. Hepsi dillerimizde pelesenktir. Hepsini
konuşuruz. Hepsini överiz. Her birini biriyle bilsekte, aslında her birini
hepsiyle de biliriz. Hangisine uyarız? Ama biz İslam’ız, Müslümanız, İnsanız
değil mi? İddialar ispat istemez mi yoksa? Olgular, olaysız hangi anlama
sahiptir? Nutuk mu? Eylem mi? Hangisi önemlidir, anlamlıdır, sonuç vericidir?
Onlar anlayandı, biz okuyoruz! Onlar yaşayandı, biz nutkunu çeken olduk! Onlar
inanandı, biz bileniz! Onlar samimiydi, biz riyakâr olduk! Onlar hakikattiler,
biz yalan olduk! İslam’la, Müslümanlıkla, İnsanlıkla alakamız nedir, var mıdır,
İslam mıyız, Müslüman mıyız, İnsan mıyız? Sanıyorum ve hatta inanıyorum ki; bir
HİÇİZ! Peki, niye, niye, niye?’’’’
Bendeniz
""Benim yönetimimde, hiçbir kimse, karıncanın
ağzından, bir arpa kabuğunu dahi alamaz. Benim yönetimimde herkes eşittir. Ey
mal, mülk ve makam sahibi! Şunu iyi bil ki; her insan ya dinden kardeşin ya
insanlıktan eşindir.""
Kaynak:
NEHC'ÜL-BELÂGA-Hz. Ali (internetten okuyabilirsiniz bu kitabı)
İktibas: Dine Karşı
Din-Ali Şeriati
‘’’’Ey gönül vardığın dergâhta post ol, büyürsün
Gördüğün garibe dost ol, büyürsün.’’’’
Abdurrahim Karakoç
‘’’’Kendi menfaatleri söz konusu olduğu zaman, hiçbir ölçü
tanımayan insanların arasında yaşıyoruz...’’’’
İbrahim Tenekeci
‘’’’Sağlığım
nasıl olabilir... duygusal olarak bu kadar acı çekerken? Bu devirde duyguları
olan birinin iyi olabilmesi mümkün mü?’’’’
Tolstoy
‘’’’Üzüntüsü sahte olanın, ağlaması gösterişli olur.’’’’
Tolstoy
‘’’’Başkalarının aklıyla düşünmek, başkalarının aklıyla
yetinmek, ne büyük acizlik!’’’’
Dostoyevski
‘’’’Namerdin
mertten daha çok faydalandığı dünyayı alt üst et.’’’’
Muhammed İkbal
‘’’’Şerefini ve kavganı; şana, şöhrete, nimete, ganimete,
makama, mülke değişir kirletirsen boynun bükülür, dizin çöker, elin boş kalır.
Hem şerefini kaybedersin hem de hezimete duçar olursun. Bir kalpte iki sevgi
taşınamaz. Bir kavga; adaletten, merhametten, ahlaktan yana uzaksa, o kavgada
muvaffak olmak muhaldir.’’’’
Bendeniz
‘’’’Merhametin
ve adaletin olmadığı yerde, İslam bir olgu olarak vardır ama olay olarak asla
yoktur. Ve bu topraklarda İSLAM yoktur, İslam’ın sadece adı vardır.’’’’
Bendeniz
‘’’’Hepimizin
evi yandığı halde senin evin yanmadığı için sevinirsen yalnız kendin kötü
olmakla kalmaz hepimizi kötüleştirirsin.’’’’
İsmet ÖZEL