KENDİNİ YENİDEN YAPMAK- YENİ BİR HAYAT KURMAK...

Özgür DENİZ - 26.06.2017

Farzet ki, her şeyi silip atmışım ve yeni doğmuş bir insançocuğuyum. Evet böyleyim! Yeni başlangıçlar için böylesi gerekiyor. Yeni bir bakış açısı, yeni bir hayat, yeni bir dünya. Sadece insan odaklı bir dünya. Çocuk işte, aklına ve kalbine henüz sahip olamamış, aciz, muhtaç, güçsüz, yetisiz, bir kimliğe sahip olmayan, her şeye yabancı olan, hiçbir şeyle tanışıklığı olmayan ve her şeyi ama her şeyi, her zerreyi, her olguyu yeni tanıyacak olan bir çocuk ve tanımaları, anlamaları, bilmeleri sonucunda kendi hayatını yeniden kuracak olan bir çocuk. Kalbim ve beynim, sonradan ulaşacağım müşahhas verilere altyapı teşkil edecek olan ve yüklenmiş bulunan mücerret temel veriler dışında boş. Gerçekten boş, bomboş. Sadece bir insançocuğuyum ama sadece, başka hiç ama hiçbir şey değil. Hiçbir şeye sahip değilim, sahiplenenler ise sadece burada bulunmama vesile olanlar. Yaşam deneyimim olmayan, algılayamadığım, dokunamadığım, göremediğim, tanıyıp bilemediğim bir alemden; tanıyıp bileceğim, görüp dokunabileceğim ve yaşam deneyimi edineceğim bir dünyaya gelmişim. Mücerret ve müşahhas olguların ve o olgulardan tevlit eden olayların içine doğmuşum. Bir yabancıyım, nereden, nasıl ve niçin geldiğini bilmeyen ama farkında olmasamda bilmek arzusuyla yanan bir çocuğum. Yeniden algılıyorum, yeniden tanıyorum, yeniden anlıyorum, yeniden kavrıyorum, yeniden yorumluyorum ve öğreniyorum her şeyi ama her şeyi, her zerreyi, her olguyu. Teori ve pratik denklemine dikkat edeceğim. Artık asla ve kata kimliklere bakmayacağım. Bakacağım ilk şey eylem olacak. Eylemiyle, insan mı, hayvan mı karar vereceğim. Kimlik bugüne kadar hep yanılttı. Artık insan mı, değil mi? Olay bu. Bundan böyle böyleyim. Emekleye emekleye büyüyorum. Duya duya, göre göre, düşüne düşüne, bile bile, hissede hissede oluyorum. Ama bu alemde mevcut olan her şeyi, her zerreyi, her olguyu, her varlığı baştan sona en dip derinliklerine değin yeniden tanıyarak ama kendisini tanıttığı haliyle tanıyarak varoluyorum. Yeniden yapıyorum kendimi!

 

Araf’ta bıraktın beni ey hayat! Niye böyle oldu? Nasıl yaptın bunu? Çok düş kırıklıkları yaşattın bana. Sadakatime hep ihanetle mukabelede bulundun. Yordun, yıprattın, perişan ettin. Paradoks cehenneminin dibine gömdün beni. Olduğum gibi soru yaptın beni. Ne kadar iyilik ekme gayretinde olduysam o kadar kötülük biçtirme gayretinde oldun. Umutlarım işkence, hayallerim kâbus oldu sanki. Gündüzlerimde gecelerim oldu. Tutulmayan ne sözler duydum sende yaşarken, seni yaşarken. Ne oldukları gibi gördüm içindekileri, ne de gördüğüm gibi oldular içindekiler. Belki de sana boşuna kızıyorum? Asıl kızmam gereken kendimimdir kim bilir. Kızmam gerekenler varsa kime kızmalıyım onu da bilmiyorum. Niçin böyle olur ki? Bundan sonra kim bana kızabilir ki? Kim yargılayabilir ki beni? İlk taşı atabilecek kadar kim samimi ve dürüst olabilir ki? Kaybedenlere bir şansın daha var mıdır? Biliyorum yoktur ama bir umut sordum işte, umut ne kadar da işkence olsa da. Artık seni yeniden tanımaya başlayacağımı söyledim ve yeniden öğreniyorum sana dair her şeyi. Sıfırdan başlıyorum her şeye. Ne kadar ömür biçtin bana, bilmeden. İçinde ki insan denilen canlıyı da yeniden tanıyorum. Tüm kitapları yeniden okumaya başlayacağım. Dini ve dinleri, tüm düşün teorilerini, milliyetleri, devletleri ve de tabi ki insanları, hepsini yeniden tanıyacağım, öğreneceğim. Teori ile pratiği meczederek öğreneceğim, bileceğim, tanıyacağım her şeyi, herkesi. Aslında okumayı bırakacaktım. Gerçekten bırakacaktım. Bırakamadım. Kötü alışmışım. Ve alışkanlığım olmuşum. Olduğum gibi yaşamışım. İşte burası önemli, kim bilir belki de kitaplara inanmışım, inanmadığım insanlardan kaçarak. İnsanlardan kaçmalıydım evet ama kitaplara sığınmalı mıydım bilmiyorum. Bu taraftan kaybım mı oldu, kazancım mı hiç bilmiyorum, bir şey söyleyemem. Görünürde bir kazancım olduğunu da açıkça ifade edemem. Kayıplarım varmış gibi hissediyorum. Gerçekten böyle hissediyorum. Kitaplar beni insanlığa yaklaştırdı ama insanlık ne yaptı? İnsan hep kaybetti! Nice şeyler uğruna, nice şeyleri feda ettikten sonra ve o şeylerin artık bir daha geri dönmeyeceğini bildikten ama feda edişlerin de heba edişler olduğunu anladıktan sonra hangi kazançtan bahsedebilirim ki? Gerçekten fedalarımdan yana derin iç çekişleri yaşıyorum. Değmemiş diye düşünüyorum. Derin bir acı var bağrımda ve acılarım ağrılarım oluyor ara sıra. Bu derdi sonsuza dek taşıyacağım gibi. Sonsuzluğa alıp götürsen beni, o sonsuzluk hiç bitmese ama ifade edemediğim şekliyle duyumsasam o sonsuzluğu ey hayat!

 

Düşüncelerini ve duygularını insani bir hal içinde olduğu gibi ifade eden mi tehlikelidir yoksa duygularını ve düşüncelerini gizleyip, olduğundan başka şekilde kendini sunanlar mı tehlikelidir? Elbette ikincisi tehlikelidir dersiniz değil mi? Ki öyledir de zira. Çünkü bu türler hep sinsi olurlar ve en büyük darbeyi vururlar. Ve parsayı toplayanlar da, pastayı yiyenlerde hep bu türlerdir. Velakin hiç öyle görmedim, bilmedim ömrüm boyunca, her zaman birincisinin yani açık oynayanların tehlikeli görüldüğüne şahit oldum. Kendilerini gizlemeyenler hep tehlikeli addedildi ve uygulamalar da bu şekilde oldu. Açık oynayanlar hep dobra olurlardı, söyleyeceklerini pat diye söylerlerdi. Bu ise oyun bozardı. Oyunun bozulması işe sıkıntı idi. Fakat birde işin şu boyutu vardı; insanları, olduklarından başka görünmeye zorluyorduk zımnen ve bunun çok normal bir şey olduğuna da kendimizi inandırmıştık. Hem bunu yapıyor, hem doğru olduğunu düşünüyor ama bir de insan niye böyle diye şikayet ediyorduk ve insanlara da her zaman neysen o ol diyorduk. Baştanbaşa paradokstu bu ama riyakarlık hayatımız olmuştu bir kere. Her zaman neysen o ol dedik ama neyse o olanlara asla adil davranmadık. Çünkü neysen o ol derken samimiyetsizdik. Bu da insanların oldukları gibi görünmelerine büyük darbe vuruyordu. Biz gerçekten çok sahtekârdık! Asla insanlara, neyse o olmaları için müsaade etmiyorduk. Birde şurası vardı olayın; aslında kendini gizleyen düşünmüyordu, çünkü düşünen kendini asla gizleyemezdi ve düşünenden de asla zarar gelmezdi, ta ki düşünen ne düşünürse düşünsün, nasıl düşünürse düşünsün. Bunu ise idrak edecek zekadan, bilinçten yoksunduk. Zira gerçek bir düşünmek eylemi, asla zarar vermek adına yapılamazdı. Böyle bir dünya boğardı ve boğuyordu ama boğulmayanlarda vardı ve hiçbir şey onların umurlarında değildi. Burada ki durum; tıpkı devlete kayıtsız şartsız, sadakatle, meccani hizmetin hep cezaya uğradığı durum gibidir. Maalesef, maalesef, maalesef...

 

SÖZLER:

 

‘’’’Kafese dönmüş garip bir dünya. Adına globalizm denmiş. Binlerce kapısı, her kapısında gardiyanlar var. Hürriyet var sanılıyor. Evet, hürriyet var, kafesin metrekaresi kadar. İçerisine zincirlenmiş insan suretli canlılar bir arenada gibiler. Birbirini yemeye hazır. Yani küçültülmüş bir dünya. Farklılığın yerini aynılık almış. Sadece suretler birbirine benzemiyor. Herkes birbirinin fotokopisi gibi, sıret olarak. Dehşetli bir kültür emperyalizmi. Belki de emperyalizmin uyurgezerleri olan mahlûklar var. Çünkü emperyalizm bile farklılığı gerektirir. Reklam hayat olmuş, hayatlar reklam malzemesi. Reklam yediriyor, reklam içiriyor, reklam giydiriyor, reklam birleştiriyor, reklam diriltiyor, reklam öldürüyor. Dolaşan reklamlar olmuş insanlar. İnsanlar mı? Reklam pazarlarının maymunu olmuş çıkmış herkes. Para için renkten renge girilen adeta dansözleşilen bir dünya. Moda putu önünde secdeye kapanan insanlık. İnsanlık mı? Artık tek bir ülke, tek bir insan var. İnsan mı? Dinsizleşen, vatansızlaşan, milliyetsizleşen, ailesizleşen, çırılçıplaklaşan ve kafese tıkılan insanlıkla karşı karşıyayız. Kimse rahatsız değil. Rahatsız olmak için insan olmak gerek. İnsanın kalmadığı yerde, insansızlaşan dünyadan, hangi insan rahatsız olsun ki? Bir de canlı olmak gerek. Çünkü canına dokunması lazım bir şeylerin, seni rahatsız etmesi için. Ölülerin kol gezdiği bir dünyada, kim niçin ve neyden rahatsız olabilir ki? Ölürler sessizdirler. Canları acımaz, duygulanmazlar, düşünmezler, bilmezler, anlamazlar, inanmazlar. Sen, hala yaşadığını sanıyorsun değil mi? Sanıyorsan iyi, çünkü bu bile bir mucize, bir ışık!’’’’

 

Bendeniz

 

""-Hayat kitaplardaki gibi değil.- Evet kitaplarda ne kadar güzel bir dünya varsa kitaplardakine nazaran pislik bir hayat var ama bu demek değildir ki -hayat kitaplardaki gibi değil- sözü doğrudur asla böyle bir şey yok ve olamaz ve biz, kendimizi, bu sözü gerekçe göstererek haklı sayamayız, haklı çıkaramayız, böyle bir şey şahsiyetsizlik haysiyetsizlik karaktersizlik ve riyakarlıktır. Çok ideal bir şey söyleyince ya da olması gereken ve elimizden de gelecek olan bir şey söyleyince, bırak bunları diyemeyiz ve hemen -hayat kitaplardaki gibi değil- sözüne sığınamayız ama böyle yapıyoruz. İftira at, adaletsizlik yap, rezil bir dil kullan, iyiyi kötü göster, her türlü pisliği yap, sonrada sana; niye böyle pislik yapıyorsun biraz insan olamaz mısın? Denildiğinde; sen kitaplarda ki hayatla gerçekte ki hayatı karıştırıyorsun arkadaş, hayat kitapta yazdığı gibi mi de ve kaç, yalanlarla kendini avut, hayvan gibi yaşamaya devam et. Sen insan değilsin ve olamazsın ve asla da olamayacaksın!""

 

Bendeniz

 

‘’’’Bir saatlik adalet, yetmiş yıllık nafile ibadetten hayırlıdır.’’’’

 

Hz. Muhammed (sav)

 

‘’’’Toprağa gömülebilirsin. Tohumsan korkma! Hep tohum kalmayı bil. Çünkü şartlar ve koşullar seni etkilemez o zaman, elbet biteceksin, yine yüzeye çıkacaksın, yine umut vereceksin, cesaretin ve direncin kaynağı olacaksın. Tohum değilsen kork! Çünkü gömüldüğün yerde çürüyeceksin.’’’’

 

Bendeniz

 

""Allah'a, kendi koyduğun, yani kendi yonttuğun kurallarla ibadet edersen, onu kendi putun yaparsın." Demek ki Allah bizim için put olabilir. Allah'a nasıl ibadet edileceğinin kurallarını sen kendin koyduğun zaman, Allah adında bir puta tapmış oluyorsun. O, Kur'an'da ki Allah olmuyor. Çünkü Allah ile diyaloğa girmiyorsun, kuralları tek yanlı olarak sen koyuyorsun. Allah'ı susan tanrı yapıyorsun. İşte bu da bir putlaştırmadır.""

 

Ali Şeriati-Dine Karşı Din

 

NOT: İşte bu sözü algılayıp, anlayıp, kavrayacak bir bilince sahip isek eğer sorunun çok çok çok büyük bir kısmını halletmiş hatta altyapıyı çok sağlam atmış oluruz. Ama çok samimi, ciddi ve dürüst olmamız gerekir. Tabi bu sözü algılayıp anlamadan yargılayacak kadar cahil değilsek. Çünkü zor ve derin bir söz. Çok kişinin ilk bakışta algılamada ve anlamada sıkıntı çekmesi kuvvetle muhtemeldir zira. Çünkü bu durumlardaki bakış açımızı ve tavrımızı çok iyi biliyorum. Hem hissedip, hem de düşünürek analiz edersek o çok ince nüansı farkedebiliriz ancak. Yanlış bakıp, yanlış anlamaya meyyal, bilinçten yoksun bir zihin yapımız var kahir ekseriyetle maatteessüf. Şöyle söyleyeyim: "Bir kişi size derse ki; -şöyle yap. Siz derseniz ki; -bu Allah'ın adaletine aykırı ve o kişi size derse ki; -şimdi işi dolandırma. Vs vs vs." Şimdi bu nedir? Tam da mezkur sözün mahiyetine göre bir davranıştır, bakıştır. Yani senin söylediğine öyle söylenebilir mi? Kabil-i mümkün değildir ama mümkün oluyor. Olay budur. Çünkü biz, bize Peygamber ve Peygamberle Kur'an'ı gönderen Allah'a değil, putlaştırdığımız ve susan tanrı yaptığımız Allah'a göre yaşıyoruz. Onun yasalarını görmezlikten geliyor, kendi kurguladığımız yasaları O'nun yasaları ile karıştırıyor ve böylece kendimize güya haklı olduğumuzu varsayacağımız bir yol açıyoruz. Yani Allah'ın bize Peygamberle gönderdiği Kur'an'da bildirilen Allah'a değil; kafamızda kurguladığımız, yasalarını istediğimiz gibi yorumlayıp uygulayabileceğimiz ama Allah diye bildiğimiz bir puta iman ediyoruz, tapıyoruz ve bozuk bir hayat sürüyoruz.

 

Bendeniz

 

""Ülkeme ve insanlarına kızmağa başladım: Kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu. Doğru dürüst hissetmesini bile beceremiyorlardı.""

 

Oğuz Atay-Korkuyu Beklerken

 

""Nasıl olmuşsa bilmiyorum,

Vurmuşlar bize, biz vurmamışız.

Kaçabilir miydik bilmiyorum, kaçmamışız...""

 

Cahit Zarifoğlu-Yaşamak

 

""Dedi ki, sen şairsin, elindeki bu taş ne?

Dedim ki, şair aşka boyun eğer, zulme değil.""

 

Cahit Zarifoğlu-Yaşamak

 

""Hayat;

hem yürünülen yoldur,

hem taşınan dağ.""

 

Nuri Pakdil-Batı Notları

 

‘’’’En şaşalı otellerde kalarak, en pahalı turlarla yolculuk yaparak ve bir milyon Müslüman arasında hepsinden daha seçkin ve daha ayrıcalıklı olarak mutlu bir hac ibadeti ifa eden kişi, inançta İbrahim, davranışta Nemrut gibidir.’’’’

 

Ali Şeriati

 

‘’’’Eğer bir din, yetimi korumuyor, kimsesize sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi ve soluğu olmuyorsa yalandır ve afyondur. Bunlar olmadan kılınan namaz, tutulan oruç, gidilen hac, kesilen kurban, ihya edilen kandil geceleri, ziyaret edilen türbeler vesaire… Ebu Cehil’in hacılara su verip de, yetimi ve yoksulu görmemesi gibi yalandır, afyondur…’’’’

 

Ali Şeriati

 

‘’’’Hak kuvvette, haysiyet alış-verişte, din ekseri hocaların dini satan ellerinde esirdir.’’’’

 

Nurettin Topçu

 

"Ben suçlu değilim. Bir hata yapıyorlar. Tek suçum insan olmak."

 

Franz Kafka

 

‘’’’Ve dünya, el ele tutuşup hep birlikte şarkılar söyleyeceğimiz bir cennet olmaktan çok uzak. Silahların konuştuğu yerde şarkı söylenmez.’’’’

 

Cemil Meriç

 

""Ben birşeyi, hiç mi hiç, az sevmedim. Hele ‘orta’ hiç sevmedim. Hep çok sevdim. Arkadaşlarımı da çok severim. Yeryüzüne biterim. Bu yüzden ihanetler, her zaman, ruhumda derin acılar bırakmıştır bayım..""

 

Nuri Pakdil

 

"İnanan kişi, üstün bir aldanıcıdır."

 

Hz. Ali (ranh)

 

‘’’’Ezilenlerin ve sömürülenlerin bayram günü devrim olacaktır.’’’’

 

Vladimir Lenin

 

İNCİTME GÖNÜL

 

Çiçeklerle hoş geçin, BALI İNCİTME GÖNÜL,

Bir küçük meyve için, DALI İNCİTME GÖNÜL.

Başın olsa da yüksek, gözün enginde gerek,

Kibirle yürüyerek YOLU İNCİTME GÖNÜL!

 

Mevlâ verince azma, geri alınca kızma,

TÜTEN OCAĞI BOZMA, KÜLÜ İNCİTME GÖNÜL.

Dokunur gayretine, karışma hikmetine

SAHİBİ HÜRMETİNE, KULU İNCİTME GÖNÜL.

 

Sevmekten geri kalma, yapan ol, yıkan olma

Sevene diken olma, GÜLÜ İNCİTME GÖNÜL.

Konuşmak bize mahsus, olsa da bir güzel süs,

Ya hayır de, ya da sus, DİLİ İNCİTME GÖNÜL.

 

Bestami Yazgan

 

BAYRAM

 

Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır...

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır...

Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır...

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır...

"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır...

Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son

Taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır...

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi,

nice adağın ardından çınlayan f sesi bayramdır...

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...

Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur...

Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.

Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır...

 

Can Yücel

Tarih: 26.06.2017 Okunma: 919

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?