ÜÇ MESELE...

Özgür DENİZ - 04.07.2017

HESAP VE VİCDAN

 

Safi bir insan olarak olabildiğince doğallıkla soruyorum. Bu kavurucu sıcaklarda hiç yeri ve zamanı olmasa da. Aslında dolaylı olarak tam da zamanı belki de. Hani kavuran sıcaklar, zayıf bedenler, dayanabilmek! Doğal gözlemlemelerime dayanarak soruyorum. Artık bu çağda böylesi şeyler kimseyi ilgilendirmiyor, ırgalamıyor ve anlamsızlaşmış mevzular (!!!) olarak kalmış ama yine de soruyorum. Ölüme inanıyor muyuz? Gerçekten ve tüm kalbimle soruyorum. Dürüst olalım! Büyük hesaba inanıyor muyuz? Gerçekten ve tüm kalbimle soruyorum. Dürüst olalım! Hiçbir soru öylesine sorulmuş soru değildir. Samimiyet, ciddiyet, gerçeklik ihtiva ediyor. Derin ve anlamlı sancıların sordurduğu sorulardır tüm sorular. Eylemlerinin söylemlerini doğrulayıp doğrulamadığını düşünerek cevapla. Boş sözlere karnım öyle tok ki! Ve zaten öyle bir boşlukta ve öyle boş yaşıyoruz ki. Masallarda ruhumu teskin etmiyor artık. İnananlarla, inanmayanları ayıran şey nedir? İnanmak, inanmamak! Sadece bir kelime. Ya o bir kelimenin ötesinde ki fark nedir ya da bir fark var mıdır? Ya da nedir bu iki kelime? Gerçekten hiç düşünüyor, soruyor, sorguluyor muyuz? Niye ölüyorsun? Hesap verecek misin? Bence ölümde, hesapta umurumuzda değil ya, neyse. Bunların hayatımızdaki yeri ve hayatımıza etkisi nedir, eğer bir önemi varsa? Yoksa artık sürekli tekrar edip durduğumuz, dilimize pelesenk ettiğimiz klişeleşmiş olgular mı? Eh işte ölümlü dünya, Allah'a hesap vereceğiz gibi artık tekrar ede ede anlamsızlaşmaya mahkum ettiğimiz ve geri planda bırakıp unuttuğumuz olgular mı? Peki, bunlar seni gerçekten ilgilendiriyor mu? İlgilendiriyorsa eylemlerine etkisi ne? Mesela, seni hayvanlıktan alıkoyuyor mu? Ölüm diye bir şey var ve ne kadar yaşarsan yaşa elbette gelecektir başa. İnan ya da inanma fark etmez. Hesap diye bir şey vardır ve görülen bir şeydir. Muhakkak hesaba çekileceksin. Hesaba inanmasan da bu dünyada bırakacağın bir isim var ve bıraktığınla anılacaksın ebediyen. İnsan hem burada hem orada hesaba çekilir. Hem diriyken, hem de ölüyken. Hesap vakti, hesabını görmek, hesabımı gördüm, hesabımı ödedim gibi şeyler hep bu sebeple söylenmiştir. Hesaplar bazen ötelere havale edilir ve o hesaptan zaten hiçbir kimse kaçamaz. Yani insan hesap verir ve eninde sonunda muhakkak verecektir. Ya kendine, ya mahkemeye, ya da benzerine hesap verir. Hiçbir yere hesap vermesekte, hesap vermeden her yerden kaçmayı başarsakta, vicdanımıza hesap vermekten asla kaçamayız. Vicdan, hiçbir kimsenin kaçamadığı ve savunmasını vermek zorunda kaldığı öz mahkemesidir. Sıkıysa kurtul! Ve dışarıda kendisini suçsuz gösteren ama vicdanına karşı suçunu asla örtemeyen bir suçlu öz mahkemesinde yargılanmaktan asla kurtulamaz. Çünkü vicdan, tüm suçlarımızın şahididir. Tabi vicdanımızı öldürmemişsek! Bu yüzden daima hakikati söylemek ve insanca yaşamak zorundayız. Ki söylediğimiz yalanları hatırlamak zahmetine girmeyelim ve hesap verme zorunluluğuna muhatap olmayalım, hesap versekte göğsümüzü gere gere verelim. Ama ben nasıl hesap vereceğimizi çok merak ediyorum. Çünkü hakikate ve insanlığa o kadar uzağız ki. Kendi kendimizi sorgulamadan umarsızca yaşayıp gidiyoruz. Yapmayacağımız o kadar çok şey yapıyoruz ki, sanki bir vicdan taşımıyoruz. İş konuşmaya gelince de öyle büyük konuşuyoruz, öyle iri sözler ediyoruz ki; sanki tek hakikat konuşan ve hakikatli tek insan biziz! İnanıyor muyuz gerçekten ölüme ve hesaba ve bir vicdana sahip miyiz? Eğer bir vicdanımız varsa, ölüme ve hesaba da inanıyorsak, nasıl oluyor da her türlü kötülüğü kolayca yapabiliyoruz? Yazık!

 

BU VATAN KİMİN? BU DİN KİME GELDİ?

 

Güçlülerin ve kompradorların bir dini ve vatanı var mıdır? Kafamı sürekli meşgul eden bir mesele. Ciddi rahatsızım. Hatta bilincime kavuştuğumdan beridir yüreğimi kanatan, beynimde çivi gibi durup duran bir sorudur bu. Bu vatan kimin, bu din kime geldi diye soruyorum kendi kendime. Her an aklıma gelip duruyor ve kalbimi, kafamı yoruyor. Ya da şöyle sorsak; güçlüler ve kompradorlar dinden muaf mıdırlar ve bunların vatan için fedakarlık yapmak gibi bir sorumlulukları yok mudur? Düşünüyorum da, sadece düşünüyorum da, dine dair safiyane duygular taşıyanlar ve dini yaşamak gibi bir dert sahibi olanlar güçsüz ve mülksüz insanlar ve keza bir vatanı olduğunu hissedip, o vatan uğruna hiçbir fedakarlıktan imtina etmeyenler yine güçsüzler ve mülksüzler. Eğer bu vatan güçsüzlerin ve mülksüzlerin ise, haklarını almalılar yok güçlülerin ve mülklülerinse niçin sadece mülksüz ve güçsüz insanlar fedakarlıkta bulunsunlar? Soruyorum ve sormakta zorundayım. Hayır yani dinin kaideleri sadece güçsüzler ve mülksüzler için mi geçerlidir? Bu vatanı yaşamak ama gerçekten yaşamak gibi yaşamak sadece mülklülerin ve güçlülerin hakları mıdır? O zaman güçsüzler ve mülksüzler kimler oluyorlar ve niye varlar? Güçsüzlerin ve mülksüzlerin varlıkları, güçlülerin ve mülklülerin varlıklarına feda mı olmalıdır? Niye feda olmalıdır? Kim politikacı olur? Hangi suçlu kurtulur? Kim asker olur? Kim ölür? Dini kim yaşar, üstelikte dinin cahili olsa bile? Kim duygularına yenik düşer ve bu yüzden ezikleşir? Bu vatanın denizinin, kumunun, güneşinin tadını kim çıkarır? Kimin emeği kolayca gasp edilir? Kim askere gitmez? Kim vergisini hakkıyla ödemek zorunda kalır? Kim kolayca kaçırır vergisini? Kimler namusunu satar ya da aldatılarak dört duvar arasında satmaya zorlanır? Tiksindirici bir hayat ve pespayeleşen bir insan! Tükürüyorum bu hayatın içine ve suratı kaskatı ve kapkaranlık kesilen insan görünümlü yaratığın yüzüne.

 

FARKIN OLMALI

 

Olabildiğince nesnelim, samimiyim, ciddiyim. Burada bir ayrım yapmıyorum. Genel konuşuyorum. Kabul edene, etmeyene göre konuşmuyorum. Kur'an var mı? Allah'ın sözü mü? Peygamber getirdi mi? Kur'an'da Mü'min-Müslüman diye bir şey var mı? Kendini böyle tanımlıyor ve kabul ediyor musun? Bu kimlikte mülklü-mülksüz, güçlü-güçsüz, makamlı-makamsız diye bir ayrım yapılıyor mu? Birine müsamaha var birine yok diye bir şey var mı? Şimdi bu da ne deme, diyemezsin, dememelisin , demeyeceksin. Boş lafa karnım tok. Masala ihtiyacım yok. Amalarla işim olmaz. Ehh insanız işte kardeşim gibi saçmalıklara eyvallah edemem. Amelsiz söz boştur. Davanın tanığı yoksa utanç içinde kalırsın. Pratiksiz teori muallaktadır. Müslüman-Mü'min isen farkın ol-ma-lı, o-la-cak, ol-mak zo-run-da kardeşim. Bunun lamı cimi yok. Hele bir de Kur'an diye bir kitap varsa. Gerçekten varsa, biliyor, görüyor, okuyor, hissediyorsak. Kabul etmiyorsan bu kimlikle tanımlanmayı da kolayca kabul edemezsin. O zaman kendini bitirmezsin sadece, kimliğine de ihanet edersin. Hangi kimliğe sahip olursan ol böyledir bu. Kimliğini taşıyamıyorsan, kirletmeyeceksin de. Çünkü o kimliğin hesabı sorulur.

 

SÖZLER:

 

‘’’’İnsan, hak ettiği kadardır. Varlığını hak etmelisin dostum.’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’Bir insana zenginliğinden dolayı -hürmet-  eden ya da bir insanı fakirliğinden dolayı -hor gören- kişi Allah katından sonsuza dek lanetlenmiştir.’’’’

 

Hz. Ali

 

""Bir kişiye serveti yüzünden minnet eden, dinin yarısını kaybetmiştir.""

 

Hz. Muhammed

 

""İlmin iyisi kötüsü yoktur. İlimde hizmet ve hiyanet yoktur. İlimde temizlik ve pislik anlamsızdır. Her zaman ve her yerde ilim ilimdir. İlim, kâfir ya da Müslüman, halk veya halk düşmanı, hâin veya hizmet eden, kısaca herkes için birdir. Bu kayıt veya şartlar, "şuur”da söz konusudur. İlme, onu kullanan güç yön verir; onu kullanan, onunla günah ya da takva oluşturur, barış ya da savaş, adalet ya da zulüm... Kapitalist bir sistemde bilgi, tam karşıt bir düzendeki bilginin aynısıdır. Nazi fizikçilerin tabiat hakkında sahip oldukları bilgi, Nazi kurbanı olan fizikçilerin bilgisiyle aynıdır. Halifeye bağlı bir âlimin din hakkında sahip olduğu bilgi ile, halifenin zincire vurduğu âlimin din hakkındaki bilgisi aynıdır. Birini cellât, diğerini şehit; birini özgürlükçü, diğerini zorba; birini temiz, diğerini pis yapan, "bilgi” değil "şuur”dur. "Hangi ilim?” sorusunun bir anlamı yoktur. Zira ilim, birdir. "Nasıl bir bilgi?” sorusu yersizdir. Zira bilginin birden fazla türü yoktur. Fakat "Hangi şuur?” sorusu cevaplanması gereken bir soru. Hac gerekli cevabı vermektedir: "Haram şuuru!""

 

Ali Şeriati-Hac

 

İlim bir madendir. Onu işleyeceğin fabrika vicdanınındır. Vicdanında nasıl işlersen, topluma da o şekilde sunarsın. Aklın, iraden, ihtiyarın, kalbin bu yolda senin en büyük yardımcılarındır. Çünkü elde ettiğin ilmin işlenmesinde sahip olduğun bu kıymetlerin payı büyüktür. Bu yüzden sen bir olgu olarak ilmin saf haliyle ilgilenip ayıklama derdine düşme. Asıl elde ettiğin ilmi nasıl olaylaştırman gerektiğiyle ilgilen. Zira burada yalnız kendin olacaksın. İşte şuur ve bilinç burada kendisini gösterir.

 

Bendeniz

 

""Felsefe olmazsa Büyük Kitabı hakkıyla anlayamazsınız, sadece ezberlersiniz. Kur'an Allah’ın kitabı, felsefe ise bizim onu anlayacak olan şahsiyetimizin örgüsüdür.""

 

Nurettin Topçu-Varolmak

 

Şimdi niye böyle büyük ruhlar yok? Çünkü emek yok, gayret yok, çaba yok. Hakikate yönelik bir heves yok. Ruhlar ülküsüz, kafalar boş, çıkarlar en önde, arzular sınırsız. İstediğimiz basit bir dünyalığa eriştik mi tamam, bizden mutlusu yok. Elde ettiğimizle avunmaya, zaman tüketmeye, ömrümüzü tamamlamaya çalışıyoruz. Başkalarının elindekini almaya çalışmakla kendimize paye biçiyoruz. Alabildik mi güçlü olduğumuzu varsayıyoruz. Aslında kişiliğimizi yaptığımız iş ele veriyor birazda. Böyle şeyler dururken, büyük ve derin uğraşlarla kim ilgilenecek ki? Üç günlük dünyada böyle şeylere zaman ve ömür harcamaya değer mi!? Bilakis kazandığımız şeyleri böyle boş şeyler için feda etmeye değer mi!? Keyfimizi bozmaya, elde ettiklerimizin tadını çıkarmadan yaşamaya değer mi? Şimdi kim uğraşacak anlamayla? Anladığımız kadar yetiyor zaten. Neyi anlıyorsak! Neyi anlamışsak! Yazık. O kadar basit, boş ve ucuz yaşıyoruz ki!

 

Bendeniz

 

‘’"Neden bir partiye girmiyorsun? Girmem, çünkü benim yerim kütüphane. Ben ışık arayan, aydınlanmak ve aydınlatmak isteyen bir insanım. Hakikati arayan, bulduğu hakikati duyurma çabası içinde olan bir insanım. Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum..."’’

 

Cemil Meriç-Bu Ülke

 

Parti; özünde bölendir yani bölücüdür. Bu gerçeği Hasan el-Benna da sarih beyanlarıyla izhar etmiştir. Uhuvveti sağlayan, birliği tahkim eden, genele hürriyet ve adalet vaat eden, ahlakı önceleyen, şuuru uyandıran, bilinç veren, hakikate yaslanan bir politikanın varlığı, varsa varlığını idame ettirmesi kabil midir? Samimi, ciddi ve dürüst olalım. Gündelikçi düşünmeyelim. Uzun vadeli plan yapıyormuşçasına düşünelim. Politika denilen şey, kardeşi kardeşe düşman etmiyor mu? Bugüne kadar hep edegelmedi mi? Hatta ulvi olguların bile en birincil katili politika değil midir? Hayır, bunları nasıl sarf-ı nazar eyleyebiliriz? Bu yüzden söylenenlere namusluca bakmak, tahlilimizi insanca yapmak zorundayız. Çıkarlarımıza göre değil hakikate göre bakmalı, değerlendirmeli, onay vermeli ya da reddetmeliyiz. Politika bir dünya gerçeği olabilir belki ama politika üzerine üstadın söylediği sözün hakikati ifade ediyor olması da hakikatin ta kendisidir. Şayet politika kaçınılmazsa, yapacağımız şey belki şu olabilir; politikayı hakikatin aracı yapmak!

 

Bendeniz

 

""Bu toplum, politikanın felç ettiği, hastalandırdığı, sakat bıraktığı bir toplumdur. Hakikati, politika tarafından öldürülmüştür. Ne kadar güzel değer varsa politika denilen karanlık değirmende öğütülüp, paramparça edilmiştir. Nice gençlerimiz, politika uğruna birbirlerinin celladı olmamışlar mıdır? Eğer politika yerine hakikatle beslenseydi gençlerimiz, 12 Eylül vb. karanlık zamanlarda birbirlerinin canlarına kıyacak kadar zalim, birini diğerine düşman eden zalimlerin ellerinde oyuncak olacak kadar cahil olurlar mıydı? Niçin hakikati ve ulvi olguları menfaatlerimizin basit birer aracı yaptık? Politika denilen ucube yüzünden değil mi? Merhametimizi, şefkatimizi, aklımızı, vicdanımızı, en kutsal duygularımızı çalan; şuurumuzu iğdiş eden, bilincimizi toprağa gömen politikadan başka nedir Allah ve insanlık aşkına? Birbirimize saygımızı, sevgimizi, muhabbetimizi yok eden şey politik menfaatlerden başka nedir? Hakikatle beslenen, hakikatle büyüyen, hakikatle doyan, hakikatle olan ve hakikatli bir insan olarak ortaya çıkan biri, başka birinin terine, yaşına, kanına, emeğine ihanet edebilir mi? Hasid, müfteri, fitneci, hain, sömürücü, mülk sahibini yüceltici, mülksüzü aşağılayıcı olabilir mi? Bu ahlaksızlıklar hep politik menfaatler ve politikadan neşet eden ucuz ve küçük çıkar hesapları yüzünden değil mi?""

 

Bendeniz

 

""Bir canınız olduğu ve o can size imkân olduğu için şükredin. Ama hayatta ne acılar olduğunu, o acıların nice canları acıttığını ve o acıları dindirme imkânınızın bulunma ihtimali olduğunu da bilin.""

 

Bendeniz

Tarih: 04.07.2017 Okunma: 824

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?