AKLINI
KULLAN!
Aklını kullansan bir kere. Bir kere kullansan aklını. Niye
dursun ki durduğu yerde? Niye çürüyüp gitsin? Hayır, yazık değil mi, ne zaman
kullanacaksın? Yaşın yetip, işin bitip, hiçbir işe yaramaz hale geldiğinde mi?
Yaşamak anlamsızlaştığında mı? Her şeyin bir zamanı vardır oysa. Aklın
kurtaracak seni; cehalet zincirlerinden, cehaletin karanlığından, körlükten,
sağırlıktan, aptallıktan, bir ölü gibi yaşamaktan, aldatılmaktan, pislik içinde
geberip gitmekten. Ya doğru bildiğin şeyler yanlışsa, nasıl bileceksin bunu,
aklını kullanmazsan? Bildiklerin, gördüklerin, işittiklerin yanlışsa ne olacak?
Çünkü bilmedikçe düşmansın, bilmedikçe tutsaksın, bilmedikçe kula kulsun,
bilmedikçe eziksin, bilmedikçe aldanırsın. Evet biliyorum, kullansanda aklını,
bir şey değişmez. Zor çünkü bu dünyanın karmaşasından kurtulup düze çıkmak.
Garip bir paradoks ve girdap barındırıyor bu hayat, dip derinliklerinde. Ama
hiç olmazsa kullanmış olursun. Çıkmazda kalsanda, en azında bilerek olur bu.
Bilmeden pislik içinde yaşarsan, kurtulma çabası göstermezsin. Bilirsen, bir
çare arayışı içinde olursun bari. Hiç mi yaşamaya sevdalan mıyorsun? Hiç mi
türkü gibi yaşama arzusu taşımıyorsun? Hiç mi herkese ait olan ve ait
olanlardan payını kullanmak gibi bir dert taşımıyorsun? Hiç mi ağız dolusu
gülmeyi düşlemiyorsun? Hiç mi gökyüzünde ki kuşlara özenmiyorsun? İçinde
sonsuzluk duygusu gibi bir garip kıpırdanmalar olmuyor mu hiç? Hiç mi çiçeklere
bakmıyor, güneşe hayret etmiyor, bulutlarla buluşmayı hayal etmiyor, rüzgarla
oraya buraya salınan ağaçları görmüyorsun ve içinde acayip duygulanmalar da mı
yaşamıyorsun? Niçin yaşıyorsun öyleyse?
HAKİKAT
Niye saf doğruyu söylemezler alim dediklerimiz, aydın
dediklerimiz, siyasetçi dediklerimiz ya da niye toplum olarak hakikati
söyleyenlerden rahatsız olunur? Konuştuğumuz zaman doğruyu konuşmak zorunda değil
miydik? Doğru konuşmuyorsak, biz ne oluruz? Münafık kimdir? Mürai kimdir? Bu üç
zümre -alim, aydın, siyasetçi- iyi ise toplum iyi, kötü ise toplum kötü olmaz
mıydı? Niye hakikati söylüyorsanız dostunuz olmaz derler? Dost nedir öyleyse?
Dost dediğin, hakikati söyledin diye seni terk ediyor ya da sana acı veriyorsa,
gerçekten dost mudur o? Ya da dost diye bir şey var mıdır? Politikacılar,
aydınlar, alimler neyden ve niçin korkarlar? Sahip oldukları neyi kaybederler
ve kaybetseler ne olur? Her doğru her yerde söylenmez diye mi söylemezler? Peki
her doğru nerede, ne zaman, ne şekilde söylenir? Ölünce mi söyleyeceğiz? Bu
nasıl olacak? Ölünün hakikati olur mu? Ölü kimdir? Niye en katı, sert
gerçekleri en yüksek perdeden anlatmazlar bunlar? Niye yapmazlar bunu? Yapmalı
değiller mi? Peki bu toplumun ya da insanlığın düzelmesini gerçekten istiyor
muyuz?İnsan nasıl düzelecek? Hakikati açıklamaktan korkulur mu? Niye korkulur?
Kim korkutur? Niçin korkutur? Peki biz insan mıyız? İnsan nedir? Niçin
insandır? İnsan sadece beden midir?
DEVLETİ
GÖREVE ÇAĞIRIYORUM!
Bu toplumun psikolojisini bozuyorlar. Hem de çok planlı
bir şekilde. Her türlü konuda, her türlü pisliği, rezilliği tüm detaylarıyla
toplumun üzerine boca ediyorlar. Sırf Reyting uğruna. Oysa pislik ne ise o pisliği
temizleyecek bir kurum mutlaka vardır. Bu tür rezaletlerin bu topluma faydası
var mıdır, varsa nedir? Ki, zerre miskal yoktur. Zararı var mıdır, varsa nedir?
Ki, sonsuzdur. Bunu, toplum ve kişi psikolojisi ve sosyolojisi temelinde
söylüyorum. Haysiyetli ve derin bilgi sahibi psikologlara ve sosyologlara da
sorun bunu. Ne kadar da sessiz kalıp, sonsuz yanlış yapsalarda. Hatta nicesi
bizatihi para uğruna dahil olsalar da. Bir devletin ödevi nedir hakikaten, bunu
merak ediyorum. O kadar lüzumsuz işlerle iştigal ediliyor ki, bir toplum
çöküyor farkında bile olunmuyor. Bozukluğu düzelteceğimize, bozukluğu
düzeltecek insanlar varsa onları da bozmaya çalışıyoruz, bilinçli ya da
bilinçsiz olarak. Çok yazık oluyor çok. Biz adam olur muyuz? Eğer, bir pisliğin
bir gün bize de bulaşacağını düşünüp, o pisliğin yok olması uğruna bir şeyler
yapma gayretinde olan insanların yakasından düşüp, gerçekten pisliği yok etmeye
enerjimizi harcadığımız zaman belki. Bilakis muhal ender muhaldir böyle bir
şey. Bu konu aslında bu kadar kısa kesilecek bir konu değildir ama uzatmakta
kabil olmuyor maalesef. Allah şahidim olsun, çok pişman olunur ama faydası
olmaz. ""Ateş kıvılcımken söndürülmezse, tüm toplum yangınlar içinde
kalır."" der Tolstoy. Yanlış mı?
KADER
Allah, sebepleri ve sonuçları yaratandır. Tabiattaki her
sonuç bir sebebe bağlıdır. Kimi olaylarda, insanın dahli olmayan olaylarda,
sebepler ve sonuçlar varlığın derinliklerine dercedilmiştir ve sebep hasıl
olduğunda sonuç tezahür eder spontane olarak. İnsanın dahli olan olaylarda ise
bizatihi müdahale gerekir sonucun tezahür etmesi için. Burada insan çok
önemlidir. Sebebe aracılık eder insan. Sebebin sebebidir. O sebep hâsıl olduğu
zaman sonuç tezahür eder. Yani insanın tercih ettiği sebebe göre bir sonuçla
karşılaşması normaldir. Bu yüzden insanın ne yapacağı ve hangi sonuçla
karşılaşacağı Allah’ın bilgisi dâhilindedir. Bu demek değildir ki, insanı,
Allah, cennete ya da cehenneme gönderiyor. Ya da insanın seçimlerini Allah
yapıyor, dolayısıyla sonuçlarından da insanı mesul tutamaz. Hayır asla. Burada
insanın sorumluluk mevkiinde olmasının sırrı gizlidir. Göz görür, kalp
hisseder, akıl bilir ki, her sonuç bir sebebe mebnidir ve bu sebep insan eliyle
tahakkuk etmedikçe, istendik sonuç hâsıl olmaz. Burada sonucun olumlu ya da olumsuz
olması bir şey değiştirmez. Çünkü Allah sebebi ve sonucu halk etmiş ama insana
da akıl, gönül, irade ve ihtiyar vermiş. Seçimi yapan da sonucuna katlanacak
olanda insandır. Allah’ın, insanın, hangi sebebe yöneleceğini ve bunun
sonucunda başına ne geleceğini bilmesi zor değildir, mantık dışı da değildir.
Kendi ellerinin ürünü olan bir şeyin hangi durumlarda hangi hali alacağını
bilirsin. Çünkü Allah’ın, Allah olmasının hakikati budur zaten. Allah, insan
gibidir diye kim demiş? Diyen biri varsa bilin ki kafayı yemiş. Çünkü insanı
da, sebebi de, sonucu da yaratan Allah’tır ve bunun adı mutlak kaderdir. Ki bir
yerde insanın bizatihi kendisi bile sonuçtur naçizane fikrimce. İnsanın,
aklını, iradesini, gönlünü ve ihtiyarını işin içine katarak yanlışa yönelmesini
Allah bilir ama müdahale etmez. Çünkü müdahale etmesi demek, verdiklerinin
anlamsız kalması demektir ve insanın sorumluluğunu iptal etmesi demektir. İşte
o zaman cezalandırma olmaz. Hatta o zaman insanın anlamı kalmaz. Ama olay böyle
değil. Allah biliyor elbette ve bu mutlak kaderdir. Ama insanın da kendisine
verilen nimetlerle bir sebebe sarılıp bir sonuca ulaşması kendi çizeceği
kaderidir yani cüzi kaderidir. Zaten insanın düşmesi de, yükselmesi de tam
burada tezahür etmektedir.
Zariyat suresi 56. ayette karmaşık bir durum yoktur.
İnsan burada sebeptir, kulluk sonuçtur. Ama aynı zamanda kulluk sebeptir, insan
sonuçtur. İç içelik hali vardır. Bunda ise akıl dışı bir durum yoktur. İnsan
olacak ki, kulluk olacak ya da kulluk olması gerekiyor ki, insan olmalıdır.
Zira kulluğu ancak insan yapabilir ya insan yoksa kullukta yoktur. Tabiat,
Allah’ın sünnet midir? Kesinlikle. Tabiat denilen organizmaya sebepler ve
sonuçlar derç edilmiş midir? Kesinlikle. Yani her olay bir sebebe müteallik
midir? Kesinlikle. Şimdi, Allah tabiatta ki her şeyi önceden bilmekte midir?
Elbette ki. Çünkü orada, ne zaman, neyin, nasıl, hangi sebepler temelinde,
hangi sonuçların ortaya çıkacağını bilir. Şimdi medyana gelen bazı şeyler
insanın zararına bazı şeylerde yaranına olabilir. İnsanın zararına olsa bile
Allah’ın bunu engellememesi, insana zulüm değildir. Şerri de, hayrı da çeken
insandır. Çünkü insan imtihandadır. Ve başına her şey gelebilir. İnsan dua eder
ve ister. İnsan da Allah’ın sünnetidir bir yerde. Ve insan denilen organizmanın
bünyesinde de muayyen sebeplerle muayyen sonuçları doğuracak bir sistem vardır.
Ve Allah’ın bilgisindedir her şey. Haddizatında olay o kadar karmaşık değildir
ama dürüstçe bakmak iktiza ediyor. Ve tabi haddimizi hududumuzu bilmekte icap
ediyor. Ki nihayetinde, insanız, bir hayata doğmuşuz, yaşayıp gidiyoruz,
muayyen yasalar temelinde, sebepler var, sonuçlar var, aklımız, irademiz,
ihtiyarımız var. Ve bir sonuç var önümüzde; ölüm. Kader olgusunu çözsek ne
olacak çözmesek ne olacak? Ne değişecek? İnsan, ne de zalimdir, çok cahildir ve
haddinden fazla nankördür.
Büyük kaderin altında, her insanın, kaderi kendi
elindedir. Kader vardır, kaderin üstünde bir mutlak kader vardır. Misal, ölüm
mutlak kaderdir. İnsan ve tabiat denilen organizmaların içyapısı dizayn
edilmiştir ve sebepler sonuçlar yaratılmıştır. Misal; karın yağışı için bir
sebep vardır ve o sebep meydana gelince karın yapması sonucu tabiatın bünyesine
dercedilmiştir. Ama bu doğal ve spontane gelişen bir sebepler, sonuçlar
zinciridir. İşte o sebep sonuç dengesi mutlak kaderdir. Kimse uçurumdan atlayıp
ta beni Allah öldürdü diyemez. Uçurumdan atlama sebeptir ve atlayan ölür
sonuçtur. Eğer burada insan suçu kadere bağlarsa kaderciliğin mahkûmu olur ve
miskinleşir, mezellet ve meskenete mahkûm olur. İşte bu sebep sonuç olayı
kaderin bütünlüğünü temsil eder yani kaderin bütünüdür. Ama sebepler için insan
bir aracıdır. sonuçlar zaten sebepler yüzünden spontane meydana gelir. Yaygın
ve basit bir misal verelim; içersen sarhoş olursun, sarhoş olursan araba
süremezsin ama sen sürmeye yeltenirsen kaza yapar ve ölürsün. Sebep ve sonuç
Allah'ın var edişidir ama bunun hayat içerisinde ki durumu insanın aklına,
iradesine bağlıdır. Sen sorumluluğunun gereğini yapma, pislik içinde yaşa,
sonra da işi kadere hamlet. Bu kolaycılıktır, saçmalıktır, ahmaklıktır. İşte
bir nevi mutlak kader altında ki kader insanın kendi hür iradesine bağlı
oluyor. Misal; silah öldürür. Ama o silahı insan sıkar. Ha burada şu kafayı
karıştırabilir; diyelim silah sıkıldı, o silah sıkılacak mıydı yoksa
sıkılmayabilir miydi? İnsana; irade, akıl, ihtiyar verildiyse, insan onu
kullanmalıdır. O silahı Allah sıktırdı denilemez. Ha bu mevzuda yetkili miyiz
ya da bu mevzuyu mutlak bir izahatla ortaya koyabilir miyiz? Hayır, aklımızın
aldığı ve yettiği kadarıyla izah edebiliriz. Çünkü akıl çaresizdir.
Mutlak kader elbet çizilmiştir. O kader içinde seninde
çizeceğin bir kaderin vardır. Ve bunda dua etkilidir. Bu zaten ayetlerle de
sabittir. Misal; Allah doğruyu ve yanlışı göstermiştir, dileyen yanlışı dileyen
doğruyu seçer denilir. İşte olay budur. Mutlak kader doğrunun ve yanlışın belli
olmasıdır. Ama o yoldan birini seçip, o yolda yaşamak ve o yaşama ve sonucuna
katlanmak kişinin hür iradesi dâhilindedir. Cennet ve cehennem mutlak kaderdir
ama nereye gideceğini sen seçersin bir nevi. Senin hangisine gideceğin önceden
belli değildir. Çünkü bu hakikat ayetle sabittir. Sen gideceğin yeri yaşarken
seçersin bir nevi, elbette mutlak olarak bunu bilemezsin ama sezersin. Allah’ın
sünnetidir tabiat, insan ve yasalar. Biz bu çerçevede yaşar gideriz. Sebepler
sonuçları doğurur. Ve biz sebeplerin sebebiyiz yani sebepleri yaşarız ve
sonuçları görürüz. Olay budur naçizane anlayışıma göre. Sormak sorgulamak
güzeldir. Şüphe imanı kavileştirir. Bu gerçektir. Ki Gazali derki; doğru
birazda şüpheden sonra gelir. Allah'ın her şeyi bilmesi ayrıdır, seçimi insanın
yapması ayrıdır. Allah her şeyi bilir ama seçime karışmaz. Çünkü sana akıl,
irade, ihtiyar vermiştir. Allah yanlışı seçeceğini ya da doğruyu seçeceğini
bilmesi demek seni sorgudan ve sorumluluktan mahrum bırakıyor anlamına asla
gelmez. Anlaşılmayan noktalardan biride budur. Mutlak kader; sebeplerin
sonuçları doğurmasıdır. Ama insan özgür iradesiyle sebeplere vesile olur ve
sonuçları ortaya koyar. Bir mutlak kader vardır, bir de cüzi kader vardır.
Misal; ölüm mutlak kaderdir. Tabiatın mekanizmasına sebepler ve sonuçlar
dercedilmiştir. Keza insanın mekanizmasına da dercedilmiştir. Hiçbir şey yapma,
sebeplere sarılma, vazifeni ihmal et ama güzel sonuçlar bekle. Bu saftirikliktir.
Bu dünyada, her şey, bir anlamda senin elindedir. Varoluşunu hak etmelisin.
Kavganı kendi ayakların üzerinde durarak, aklına, iradenle ve ihtiyarınla
vermelisin. İnsana hak ettiği kadar vardır. Kaderini başkalarına teslim
etmeyeceksin. İradene zincir vurdurtmayacaksın. Aklına ipotek
koydurtmayacaksın. İhtiyarını, aklın ve iradenle belirleyeceksin. Sen aklını
kiraya ver, iradene zincir vurdurt, ihtiyarını doğru düzgün kullanma, çalışma
yat, sorumluluğunun gereğini yapma ama git her şey istediğim gibi olsun de.
Hadi ordan! Hülasa; önce hak edeceksin!
ADALET
SÖZLERİ
""Allah, adaleti emreder ve adil olanları
sever.""
Allah
""Devlet malından bir hırka bile aşıran,
savaşta ölse bile şehit olmaz.""
Hz.
Muhammed
""İşçinin, emeğinin karşılığı olan ücretini,
emeğini sarf ederken akıttığı kutsal teri kurumadan veriniz. Adil olan
budur!""
Hz.
Muhammed
""Yer ve gök adalet üzerinde
kaimdir.""
Hz.
Muhammed
""Benim yönetimimde, hiçbir kimse, karıncanın
ağzından, bir arpa kabuğunu dahi alamaz. Benim yönetimimde herkes eşittir. Ey
mal, mülk ve makam sahibi! Şunu iyi bil ki; her insan ya dinden kardeşin ya
insanlıktan eşindir.""
Hz.
Ali
""Düşmana karşı tek bir borcumuz var: Adaletli
olmak!""
Aliya
İzzetbegoviç
""İslam, zulme karşı bir ihtilaldir.""
Hasan
el-Benna
""Biz de zalimlerden olursak zulme karşı savaşmamızın bir
anlamı kalmaz: Kitaba uyacağız!""
Aliya
İzzetbegoviç
""Kaynağı adalet olan bir dünya, kaynağı
merhamet olan bir dünyadan daha büyüktür.""
Halil
Cibran
""Ne zulüm, ne merhamet. Yalnızca adalet.""
Muhammed
İkbal
""Adaletin yarısı merhamettir.""
Halil
Cibran
""Aç kalmak, alçalmaktan iyidir.""
Hz.
Ali
‘’’’Izdırapsız yapılan dua şarlatanlıktır.’’’’
Nurettin
Topçu
‘’’’Beyinlerimiz savaşsın isterdim ama görüyorum ki siz
silahsızsınız bayım.’’’’
Franz
Kafka
“"Korktuğumuz nedir sahi? Karanlığın kendisi mi, içinde
saklanan gerçekler mi?”"
Malcolm
X
“"Siz görmezden gelseniz de gerçekler var olmayı
sürdürürler.”"
Aldous
Leonard Huxley
""İlgilenmeyeceğiniz çocukları dünyaya getirmeyin.
Çocuklar zevk ürünü değildir.""
Sokrates
""Kaderin de bir planı olduğunu unutarak,
sadece kendi planlarımızı yapıyorduk.""
Dostoyevski