Oku-mak! Okumak nedir? Oku!
Nasıl okunur? Niye okunur? Kim okur? Neyi okur veya okumalıdır? Ne okur? Beyin
mi, göz mü, ağız mı, kalp mi? Okumak derken okuyor muyum? Nasıl okuyorum yani
nasıl gerçekleşiyor bu şey? Ne okunur? Nesne mi? İnsan mı? Doğa mı? Olgular ve
olaylar mı? Bunlar gerçekten okunur mu, nasıl okunur? Bir ihtiyaç mıdır yoksa
istek mi? İhtiyaçsa okunmalı, istekse okunmamalı mıdır? Ya da tersi! Okumak,
oku-mak! Garip bir şey! Hiç okumasa insan, ne olur? Bilmek için mi okunur,
okununca bilinmiş mi olur? Okuyan ne olur? Bir şey olmak için mi okunur?
Okumayan hiçbir şey midir? Okuyan her şey mi olur? Zor mudur okumak? Kolaysa
niye okunmaz? Zorsa okunmamalı mıdır? İnsan, okumak zorunda mıdır, okuduğu için
mi insandır, insan olduğu için mi okumak zorundadır? Okununca ne olur?
Okunmayınca ne olur? Gerçekte okuyan insan mıdır? İnsan okumuyorsa, kimdir
okuyan? Okumak; iki tarafı gerektiren bir eylem. Böyledir! Böyle midir? Evet,
gerçekten böyledir, aksini düşünemiyorsunuz. Ben okuyorsam, okuduğum bir şey
vardır. Yani bir okuyan, bir de okunan olması gerekir. Öyle ya, madem okuyorum,
illa ki bir şeyi okuyorumdur. Öyle değil midir? Şimdi karşımda bir şey var ve
ben ona bakıyorum, ona bakarken sanki okuyorum. Beynim okuyor onu, öyle geliyor
bana. Okumak; ilginç, sessiz ve tek kişilik bir eylem. Genelde böyledir. Böyle
değil midir? Toplu şekilde de olsa, özünde böyledir. Peki, okuyanlar mıyız?
Genel olarak hayır. Niye böyle? Çünkü dünya bağlamında kazandırdığı bir şey yok
gibi geliyor. Aslında öylede oluyor gibi. Aksine acıyı büyütüyor. Madden
vermiyor ama manen alıyor ya da ekliyor. İnsan ise acıya gelemeyen bir varlık. Gelebiliyor
mu? İnsanlar, eylemlerini kahir ekseriyetle göstermek ister ya da
davranışlarının görülmesini arzular. Okumak ise tam tersine görününce tehlikeli
olan ve tehlikeli yapan bir şey. İşte bu yüzden okumak cazip gelmiyor
insanlara. Okumanın ağır ve ciddi bir yönü var. Hayat ise yumuşaklığı ve
ciddiyetsizliği götürüyor. Okumak, spontane itilmeyi kabullenmeyi gerektiriyor
gibi. Çünkü okumanın hiçbir cazibesi yok gibi. Bilakis kaybettiğiniz çok şey
oluyor gibi bu yüzden. Hiç mi kazandırdığı bir şey yok? Var gibi! Mesela;
özgürlük gibi, bilgi-bilinç gibi. Nasıl bir özgürlük? Bilginin, bilincin
getirdiği özgürlük. Cehaleti yeniyorsun, gerçeği buluyorsun ve kula kul
olmaktan kurtuluyorsun. Sürüden kopuyorsun ama kurtlara meze de olmuyorsun. Bu
seni yalnızlığa ve yabancılığa itiyor. Direncini artırıyor. Pozitif ve negatif
getiriler-götürüler eşgüdümlü gidiyor gibi. Amma da olgu tezahür etti ama
mevzumuz onlar değil. Biz okumakta kalalım!
Aslında önemli olan
okumaktır. Neyi okursak okuyalım, okumaktır, bu yüzden okuyalım. Okuyalım değil
mi? Okumayalım mı? Biz biliriz elbette! Bilmek istiyor musun? İstiyorsun değil
mi? Yoksa istiyor gibi mi yapıyorsun? Okuyor musun? Hayır mı? İstemiyorsun! Bak
okuyor mu diyecekler? Ne desinler? Okumadan bilebilir misin? Bilmeden
söyleyebilir misin? Ama söylemekle yanıp tutuşuyorsun değil mi? Eğer okuyorsan,
okumasını becerebiliyorsan, bilebilirsin? Ancak bilebilirsen söyleyebilirsin.
Mesela; bazen bir nesneyi okuyan, bir kitabı okuyandan daha iyi bilebiliyor.
Demek ki, önemli olan, okumasını bilmek, neyi okuduğun değil. Çok okumuşsun,
kitaplar devirmişsin, büyük okullar bitirmişsin ama sağır gibisin, sığır
gibisin. Neyi okudun, neyi devirdin, neyi bitirdin? Cehaletin karanlığında
yitmişsen, esaretin oyuncağı olmuşsan, kul önünde eğilmişsen, gerçeği
göremiyorsan, emeğin değerini bilemiyorsan ve emeğe saygı duymuyorsan ne
okudun, neyi okudun, nasıl okudun, niçin okudun, okuyan sen misin? Bunları
bilmek için mi okumalıyız? Bilmiyorum. Bildiğim bir şey var; okunmalı! Okursan,
illa ki bir şeyleri bilirsin. Neyi okursan oku ama oku! Gerçekten oku! Duruşun
ve bakışın belli eder okuduğunu, yani gizlenemezsin, gizleyemezsin. Çünkü
içinde okutan ya da okuyan bir şey var. Sen onu harekete geçiriyorsun okuyarak
ya da okuyarak harekete geçireceksin. Sorgusuz sualsiz inanmak ya da sorgusuz
sualsiz reddetmek için okumamalıdır. Çünkü böyle bir şey, cehaleti ve karanlığı
doğurur. Ama ne acıdır ki okumaktan korkan, okuyana ise hem şüpheyle yaklaşan
hem de tahammül edemeyen bir insanlık içindeyiz. Hatta okumaktan korkan ve
kaçan ya da okumayı umursamayan veyahut okumayı beceremeyen insanlık içindeyiz.
Henüz bir yazıyı okuyabilecek, bir yazarı anlayabilecek hatta yazar ile yazının
bazen çatışabileceğini idrak edebilecek düzeyde değiliz. Oysa bazen yazar
önemlidir bazen de yazı. Burada esas olan yazıdır yani sözdür. Ya da okunan her
ne ise o şeydir esas olan. Yazar yanlış olabilir ama söz yani yazı doğru
olabilir. Bazen yazar doğru olabilir ama yazı yani söz yanlış olabilir. Bu
derin ve ince detayı iyi ihsas edebilmek icap eder. Ancak okuyarak fark
edebilirsin bu incelikleri. Çünkü okumanın getireceği şeyler, okumanın
sürekliliğine bağlıdır. Yazardan önce yazıya odaklanmalı ve yazıyı çok iyi
tetkik etmeliyiz. Doğru birinden yanlış yazı sadır olabileceği gibi, yanlış
birinden de doğru yazı sadır olabilir. Özne biziz burada ve her şey bizde
bitiyor haddizatında. Tabi aklımızı kullanmayı becerebiliyorsak, aklımızı
okuyabilmişsek elbette, öncelikli olarak!
Aklımız vardı değil mi?
Akıl, garip bir şey. Kendisi akla ihtiyaç duyan bir şey. Ya da bu çıkarım da
garip bir şey oldu. Üzerinde düşünülmeli elbette. Düşünmek! Nedir düşünmek?
Sadece beyin mi düşünür yoksa düşünmek için bir şeyler mi gerekir? Ne gerekir?
Okunmadan düşünülür mü? Tamam, akıl dediğimiz şeye sahibiz diyelim. Tek başına
akıl kifayet eder mi düşünmeye? Akıl neyle düşünecek? Nasıl düşünecek? Tamam
işte akıl dediğimiz şeye sahibiz diyelim, ki sahibiz gibi de, öyle
hissediyoruz. Peki, akıl, olgular olmadan nasıl düşünecek? Düşünmek için beyne
önceden yüklenen veriler mi var? Varsa o veriler okumaya dair veriler değil
midir? Okumaya dair veriler ise okumdan bilinebilirler mi? Mesela; olgu nedir, olgular
nelerdir? Olgular nasıl öğrenilir, bilinir? Öğrenmek ve bilmek; şimdi bu da ne?
Okumadan öğrenmek, bilmek kabil midir? Demek ki, insan her şeyden önce bir şey
yapıyor sanki. Okuyor! Okumadan olmuyor. Oluyor mu? Olur mu? Denedik mi? Ama
gerçekten bir deneyimimiz oldu mu? İnsan merak ediyor değil mi? İnsan düşünüyor
değil mi? İnsan soruyor, sorguluyor değil mi? insan seziyor, fark ediyor,
anlıyor, kavrıyor değil mi? Peki tüm bunları okumadan yapabilir mi? bunların
olmadığı yerde insan var mıdır? Demek ki insan, okumalıdır! İnsan okumayınca
insan olamıyor mu? Öyle gelmiyor mu? Okumayan söylediklerimizi yapabilir mi?
Yapmazsa, insan gibi olabilir mi? İnsan; merak etmek, düşünmek, sormak,
sorgulamak, sezmek, fark etmek, anlamak ve kavramak için vardır. Öyle değil mi?
Bu yetilerin olmadığı yerde insan da yoktur. Var mıdır? Varlığı mümkün müdür?
Körü körüne redde, körü körüne kabul de insan için değildir ve olamaz. Bu körü
körüne itaat gibidir, insanın ruhunu da, bedenini de, beynini de felce uğratır.
Mesele katılıp katılmamak değildir. Düşünmek ve gerçeğe ermektir. Bilinmelidir
ki, beyne zincir vurulmaz, düşünce tutsak olmaz, kırar zincirlerini. Öyleyse
okumak ve düşünmek zorundadır insan. Ama okunmadan da düşünülmeyeceğini
bilmelidir. Karar verdik mi? Okunmadan düşünülemez değil mi? Kendini ve
insanlığı etkileyen şeylere gözlerini, kulaklarını, vicdanını, beynini asla
kapatamaz insan ve kapatmamalıdır da. Bir yerin müntesibi olup hayata tek
pencereden bakmaktansa, insanlık ailesinin bir müntesibi olarak tüm zihin
pencerelerimizi açmalı ve hayata çok geniş bir perspektiften bakmalıyız. İnsan
ancak bu şekilde daha ileriyi görebilir, daha iyi anlayabilir, daha da
zenginleşebilir; bilakis sığ sularda yüzer, labirentlerde kaybolur, ne kendine
ne de başkasına faydalı olabilir. Tüm bunları yapabilmekte, tek bir şeyi
yapabilmeye bağlıdır; okumaya!
SÖZLER:
""Allah, Muhammed,
Kur'an demekle sağlam bir Müslüman olduğumuzu; vatan, devlet, millet deyip
durmakla bu olguları savunduğumuzu; Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyet, laiklik
deyip durmakla bilimsel düşündüğümüzü sanacak kadar cahiliz. Cahiliz, cahiliz,
cahiliz. Vallahi de, billahi de, tallahi de cahiliz. Elbette bunu kabul
etmeyeceğiz. Elbette bunları söyleyene kin duyacağız ve kendini ne
zannediyorsun küstah gibi sözler sarfedeceğiz ama bu neyi değiştirecek ki
bebeğim? Bakıyorum, görüyorum, duyuyorum, hissediyorum; cahiliz! Kendimi
dışarıda bırakmıyorum ki. Bırakın inandıklarımıza yardım etmeyi, derin ihanet
içindeyiz. Öyle olmasa her şeyi çürütür müydük? Doğru düşünüyor, doğru yapıyor
muyuz diye sorgulamıyoruz bile. Bir acaba bile demiyoruz. Önemli olanın; insan
olmak ve namusluca yaşamak olduğunu bile idrak edemeyecek kadar cahiliz.
Okumuyoruz, okumadığımız içinde cehaletimizin farkında değiliz. Makamın,
paranın, şöhretin, cehaletimizi gidereceğini sanıyoruz. Cahil olduğumuza en
büyük hüccet olarak böyle düşünmek bile yeter aslında! Buyurun hayata bakalım!
Makam sahibimi; her şeyi mutlaka biliyordur. Parası mı var; bilmese de mutlaka
biliyordur. Şöhretli mi; kesinlikle biliyordur aksi düşünülemez. Bilmenin çok
ayrı bir şey olduğunu düşünemiyoruz bile. Böyle olunca, cehaletimizi ifşa edene
düşman gibi bakıyoruz. Yaşadığımız hayat cehaletimizin en büyük hüccetidir.
Aklımızı kullanmadığımız müddetçe de cehalet içinde yok olup gideceğiz ama
cahil olduğumuzu da asla kabullenmeyeceğiz. Bir an evvel cehaletimizi öldürmezsek,
kendimiz ölmekten kurtulamayacağız. Ki ölü olmadığımız da söylenemez maalesef!
Ölümden neyi anladığımıza da bağlı bu elbette. ""
Bendeniz
""Garip bir
hayatımız var. İnsanları külliyen mal yerine koyuyoruz. Aslında yaşamımız bir
parça tasdik ediyor bunu. Yaşarken aklımız iptal oluyor, konuşurken varlığının
aksine. Hakikaten, insanlarda, sormadan etmeden alıcı konumundalar. Önce bir
lokanta örneği verelim. Adam ne yapıyor? Özensiz, önemsiz, umursamaz bir
şekilde hazırlıyor sunacaklarını. Boş, sığ ve manasız bir nezaketle, kötü
sunumunu unutturup malı götürüyor. Özünde sahtelik kokan nezaketi görünce ne
yediğini bile unutuyor zavallı alıcı. Ne cebine girenin helalliğini ne de
insanların sağlığını düşünüyor satıcı. Nasılsa diyor, geliyorlar ve yiyorlar,
iyiymiş kötüymüş umurlarında bile değil, öyleyse ver gitsin. Çünkü o
kazandığına bakıyor ve senin gelip, oturup, yiyip, içip, kalkıp, yediğin kötü
yemeğin parasını mal gibi büyük bir iştahla vereceğini biliyor. Ama birinin bi
dakika efendi diyeceği hiç aklına gelmiyor bu arada, bu da onun kendi mallığı
oluyor elbette. Ama insanlarda hakikaten bi dakika, yiyoruz ama ne yiyoruz diye
sormuyorlar. Bizde insanların daha iyi olmalarını ciddi anlamda umursamıyoruz.
Oysa bilinçli tüketmek diye bir şey var. Satıcı dürüst değilse ve sen bunu
biliyorsan, sen inadına dürüst ol ve pisliğini yüzüne vur. Bidaha da yakınından
geçme bakalım ne olacak. İnan ki bir şeyler mutlaka olacak. Ama önce sen
bilinçli ol! Şimdi de şöyle düşünelim; bir cami (Sultanahmet) düşünün, imam
muhteşem konuşma yapıyor, bir manifesto yazıyor sözlü olarak adeta. İçeride ve
dışarıda binlerle ifade edilecek insan var. Duyuyorlar ama anlamıyorlar. Sanki
kimse umursamıyor gibi. Derin bir hüzün kaplıyor tüm gövdeni. Çünkü anlasınlar
istiyorsun. Bilmediklerini, anlamadıklarını, aradıklarını duyumsuyorsun. En
azından arayanların olduklarını hissediyorsun. Ama söz ve eylem zıtlığı
umursamaz kılmış gibi insanları. Ver gitsin diyoruz muhtemelen, nasılsa
anlamıyorlar. Sen sözünü söyle, ne yaşadığını kim bilecek diye düşünüyoruz
galiba. Ama anlayanlarda var. Ve bir söze bir de yaşama bakıyorlar. Bunların
yaptığıda duyup umursamamak. Oysa bunlarda umursamalı değil mi? Söz yaşam
bütünlüğünü hissedip kıvanç duymalı değil mi? Aslında anlamayanların anlamaları,
anlayanlarında daha iyi olmaya çalışmaları dilenir değil mi normalde?
Kesinlikle. Ama böyle bir derdin olduğunu da sanmıyorum. Yazık ediyoruz, çok
yazık. Sessiz bir çığlık var varlığın dip derinliklerinden yükselen. El
uzatacak büyük bir ruh bekliyorlar insanlar! Yoksa çürüyüp, yok olup
gidecekler. Ve çığlıkta kalmayacak!""
Bendeniz
‘’’’Türkiye İstatistik
Kurumu ülkemizdeki kütüphanelerimizin ve kitaplarımızın sayılarını açıkladı.
Hâl-i pürmelalimiz resmen fecâat. Hâl-i pürmelalimizin, hakikatte hâl-i
hârabımızın, rakamları aynen şöyle: Milli Kütüphanemiz: 1.298.952 kitap. Halk
Kütüphanelerimiz (137 Adet): 18.828.188 kitap. Üniversite Kütüphanelerimiz (197
Adet): 15.236.013 kitap. Bir de aşağıdaki tabloda gösterilen dünya
kütüphanelerine bakın! Koca Türkiye'de toplam 35.000.000 kitap mevcut iken,
Amerika'da sadece bir kütüphanede 162.000.000 kitap var. Geri kalmışlığımızın
temel nedenleri çok açık: Cehalet, kitaba uzaklık, kitap okuyana öcü gibi
bakma, ilme saygısızlık ve değer vermeme, her şeyi bildiğini sanma hastalığı,
bilmeye ve öğrenmeye meraklı olana duyulan kıskançlık, bilmeyeni ödüllendirip
bileni küçümseme ve bir şekilde cezalandırma vs.’’’’
Bendeniz
""Küçük şeyler
koparmak için kendimden büyük şeylerin kopmasına müsaade etmem. Kendimi kolay bulmadım
bayım!""
Bendeniz
""Bu beden bu
ruhun, bu dünya bu bedenin zindanıdır. İnsan ruhu içinde bulunduğu beden
kafesinde, insan bedeni de içinde yaşadığı dünya zindanında özgür
değildir.""
Bendeniz
""Mankurtlaştırıldığımız
için okuyamamaktayız, okuyamadığımız için düşünememekteyiz, düşünemediğiz için
bakamamaktayız, bakamadığız için görememekteyiz, göremediğimiz için
algılayamamaktayız, algılayamadığız için anlayamamaktayız, anlayamadığız için
kavrayamamaktayız, kavrayamadığız içinde yapmamız gerekeni yapamamaktayız,
yapmadığımız içinde yaşayamamaktayız.""
Bendeniz