İnsançocuğu, maalesef,
Emperyalizm tarafından narkozlanmış, mankurtlaştırılmış bir varlık. Ağır mı?
Hakikat ağırdır. Bildiklerinin hepsi yalan ve yanlış. Bilmediklerinin hepsi
aslında yaşadıkları, farkında olmadan yaşayıp gittiği şeyler. İhtiyacı olmayan
şeyler, ihtiyacıymış gibi kodlanmış zihnine ve kalbine, o da ihtiyacı olduğunu
sanıyor ihtiyacı olmayan şeyleri. Ama bir bakıyorsunuz onlar olmadan da yaşayıp
gidiyor gayet güzel şekilde. Çok şeyi de normal görüyor, kendi yaşadığını
anormal görmüyor, kendisinin de hakkı olan şeyleri hakkı olmayan kişiler
yaşadığı zaman çok normal görüyor, hakkı olan şeyleri kendisi yaşayamadığı
zaman anormal görmüyor. Çünkü karmaşıklaştırılmış ve zımnen taammüden
zorlaştırılmış hayatta, kalbi ve kafasının sadeliği bozulmuş ve karmakarışık
olmuş yani kafa ve kalp tabir caizse iflas etmiş. Hülasa; kendisinin
yaşayamamasını, kendisi için çok normal ve olması gereken bir şeymiş gibi
algılıyor. Yapılan, edilen çok şeyi sanki onlarsız olunamazmış gibi anlıyor.
Çoğaltmayı kanıksamış ve normalleştirmiş hayatında. Hayatının zorlaştırılmasına
alıştırılmış. Hayatın kolaylaştırılması ağırına ve zoruna gidiyor garip bir
şekilde. Yani tabirimi mazur görün ama adeta mallaşmış bir durumdadır
insançocuğu. Algılaması sıfır, anlaması sıfır, kavraması sıfır yani katıksız
cehaletin mahkûmu. Hayır diyebilir, reddedebilir bunu ama bilerek yapmadığını
bilmez bunu. Çünkü maalesef beyni boşaltılmış durumda. İnsançocuğu normal hayat
içinde yaşayıp giderken neye ihtiyaç duyuyor? Hayatını yürütecek kadar bilgiye,
hayatını yürütürken ahlaka. Doğru mu bu? Yanlışsa doğrusu ne? Kafamızı
zorlayalım biraz. Kendi hayatımızı düşünelim, göz önüne getirelim. Akşam
yatıyoruz, sabah kalkıyoruz. İşe gidiyoruz, işimizi yapıp geri dönüyoruz. İnsanın
yaşaması için neye ihtiyacı var? İhtiyacı olduğunu sandığı şeylere ihtiyacı yok
bi kere. Yani sanki ihtiyacımızmış gibi bize narkzolanan, dikte edilen şeylerin
yüzde doksan dokuzunu kullanmıyoruz handiyse. İnsançocuğu doğar, büyür ve ölür
de mi? Evet. Peki, insanın bu süreçte neye gereksinimi olur? Mesela; normal
şartlarda fazla öğrenmemiş ve ekonomik standartların altında hayatı olan biri
yaşamıyor mu? Yaşıyor. Yani yaşaması için öyle ekstra bir şeyler gerekmiyor de
mi? Gerekse yaşayamazdı. Demek ki gerekmiyor. Hayır, işimiz olduğunu
varsayalım, işimiz olunca çok şeye gereksinimimiz mi doğuyor bir anda? Hayır,
biz doğuruyoruz yani Emperyalizm doğurtuyor. Çünkü o artık damarlarımızda
dolaşan bir şeytan. Mesela; bir sistem üretecez diyelim, o sistem işimizi
kolaylaştıracak bir bilgi vermeli değil mi bize, harama el uzatmayacak bir
ahlak aşılamalı bize değil mi? Böyle olması gerekir yani. Hülasa; insan gibi
yaşayabilmemizi kolaylaştırmalı. Peki, işimizi kolaylaştıracak hiçbir bilgi
vermiyorsa, bizi ahlaksızlıktan beri kılmıyorsa, ne faydası olur o sistemin? Niçin
o sisteme mahkûm edilir insançocuğu? Hayır, o sistem tam tersine her şeyi
zorlaştıracak ve içinden çıkılmaz hale getirecekse niye uygularız ya da ona ne
ihtiyacımız vardır? Hakikaten var mıdır yoksa beynimize varmış gibi mi kabul
ettirilmek isteniyor? Maalesef tam da böyle olay. Ve biz bunu çok kolay
yutuyoruz. Çünkü sormuyoruz, sorgulamıyoruz, aklımızı kullanacak cesaretimiz ve
kabiliyetimiz yok. Korkuyoruz. Kaybetme korkusu sarmış tüm benliğimizi. Alıştırılmışız
dünyaya. Böylece Emperyalizmin gönüllü köleleri olmuşuz. Yaşadığımızı sanıyoruz
ama yaşamıyoruz, yaşamadığımızı da bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz ve
yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Yazık, zavallı insançocuğu! Sefilliğin
dehlizlerinde sefaletin şarkısını terennüm ediyor ama farkında bile değil.
Kalbi ve beyni iflas etmiş bir insan, şeytan tarafından yönlendirilen ve
yönetilen bir oyuncaktan farksızdır.
EKSTRA:
‘’’’Vaaay beee zaman nasılda
geçiiip gidiyor! Acı bir gülümseme kalıyor dudaklarında geriye dönüp bakınca.
Hüzün kaplıyor tüm gövdeni, anıları hatırlayınca. Keşke yaşanmasaydı ya da
yaşanırken ben olmasaydım diyorsun, insani olmayan şeyleri duyumsayınca.
Kursağında tarifi olmayan derin bir iç çekiş hissediyorsun. Sonsuz bir ahhh çekiyorsun.
En kötüye bile üzülüyor, acıyorsun. Aklın telefonuna kayıyor, aramak
istiyorsun, yüreğinde bir şey tutuyor seni, utanıyor gibi oluyorsun,
utandıracakmışsın gibi garip duygular durduruyor seni. İnsan, insana niye
kötülük eder ki? İnsan, insanı niye üzer ki? İnsan, insana niye acı çektirir
ki? Neyi paylaşamaz ki insan? İnsan niçin bu kadar hırslı olur ki? Niye
merhametini örter ki? Niye insanca iletişim kurmayı beceremez ki? Niye
duygularının katili olur ki, yaptıklarıyla? Niye, kolay kılacağına elinden ne
kadar geliyorsa o kadar zorlaştırmak için çabalar ki? Paran yokken var oluyorsa
şımarıyorsun, astsan üst oldun mu şımarıyorsun, bilmezken bilir oldun mu her
şeyi bilirim zannediyorsun ve şımarıyorsun, niye peki niye, niye bir anda bu
değişmeler niye? Niye gerçek kendini sahteliğe kurban etmeler niye? Ne oldum
delisi mi oluyorsun? Değmez ki! Fani bu dünya. Her gün tükeniyor, çoğalmıyor
ki? Yarınlarda geriye dönüp baktığında neler hissedeceğini düşünüyor musun?
Yaptıkların seni bırakır mı sanıyorsun? Nasıl anılacaksın düşünmüyor musun? Yüz
yüze bakmayacak mı, insan insanla karşılaşmayacak mı sanıyorsun? Yüz yüze de
bakacak, insan insanla da karşılaşacak, ama nasıl bakacak, nasıl karşılaşacak
hayal edebiliyor musun? Hayatın acemileri olduğumuz nasıl da belli oluyor be!
Bazen, galiba bu dünyalı değilim diyesi geliyor insanın, kapıyı açıp ardına
bakmadan çekiiip gidesi geliyor. Nefretle dolası geliyor, sevginin katili olası
geliyor. Maddeyi, hırs sahiplerine, tamahkâr olanlara bırakası geliyor. Hatta
bazen, keşke kabul etse de şunu bunu versem de şu adam kötülük yapmaktan uzak
dursa ve rahat etsem diyorsun. Başka dünyalara, başka insanların arasına, bu
dünyaya hiç benzemeyen bir dünyaya, bu insanlara hiç benzemeyen insanların
arasına bir anda uçuversem konuversem diyorsun. Olabildiğince sessizce veda
edesi geliyor insanın. Ahhh be garip şeyler bunlar!’’’’
Bendeniz
‘’’’Bu dünya boş. Yemin
ediyorum boş, bomboş, saçma, anlamsız. Hiçbir değeri olmayan bir leşten
farksız. İnsan yaşamıyor ama yaşadığını sanıyor. Dünya peşinde koşarken
yoruluyor, yıkılıyor, uyuyup kalıyor ve bu hengâme içinde yaşadığı sanrısına
kapılıyor. Madde bağımlılığından kurtulmadıkça, zincirlerini kırmadıkça,
yeryüzüne saldığı kopmaz köklere yapışıp kaldıkça da yaşaması imkânsız.
Maddeyle yaşam olduğunu sanıyor. Oysa madde öldürüyor. Tüm duygularını,
özlemlerini, derinliğini, sevincini, hasretini, umutlarını, hayallerini,
düşlerini, mutluluğunu ve en önemlisi kendisini kendi yapan sonsuzluğunu
çalıyor. Bunlar yoksa, yaşam nerededir Tanrı aşkına? İnsanın yaptığı tek şey
var, yine insana acı çektirmek, bu da yapmayacağı tek aslında ama yapıyor. Ne
uğruna? Madde.’’’’
Bendeniz
‘’’’İnsan ilk evvelde
cehaletle savaşmalı ama ondan da evvel kendi cehaletiyle savaşmalı. Cehaletini
yenemeyen insanın, yenebileceği hiçbir düşman yoktur, yenilmesi de
mukadderdir.’’’’
Bendeniz
“”Bir kişiyi, bir fikri,
iyice anlamadan ve yalanlamadan yargılamaya tevessül etmek, kesinlikle
düzeysizlik ve cehalettir.””
Bendeniz
“”Acı kaynıyor hayat ve
dokunduğun yerden acı fışkırıyor. Hissediyor musunuz? Dünyaya sahip olan ama
kendine sahip olmayan insan hissedemiyor.””
Bendeniz
“”Sorun bakalım, kimler daha
emniyette, kimler daha rahat, kimler sonsuza dek mutludur? Ben size yanıtı söyleyeyim:
Yalnızca sığ zihinli olanlar, yani sıradan insanlar ve çocuklar!””
Nietzsche
‘’’’HER ŞEYİ SORGULAYIN!’’’’
Karl Marks