MANKURTLAŞAN İNSAN...

Özgür DENİZ - 04.01.2018

İnsançocuğu, maalesef, Emperyalizm tarafından narkozlanmış, mankurtlaştırılmış bir varlık. Ağır mı? Hakikat ağırdır. Bildiklerinin hepsi yalan ve yanlış. Bilmediklerinin hepsi aslında yaşadıkları, farkında olmadan yaşayıp gittiği şeyler. İhtiyacı olmayan şeyler, ihtiyacıymış gibi kodlanmış zihnine ve kalbine, o da ihtiyacı olduğunu sanıyor ihtiyacı olmayan şeyleri. Ama bir bakıyorsunuz onlar olmadan da yaşayıp gidiyor gayet güzel şekilde. Çok şeyi de normal görüyor, kendi yaşadığını anormal görmüyor, kendisinin de hakkı olan şeyleri hakkı olmayan kişiler yaşadığı zaman çok normal görüyor, hakkı olan şeyleri kendisi yaşayamadığı zaman anormal görmüyor. Çünkü karmaşıklaştırılmış ve zımnen taammüden zorlaştırılmış hayatta, kalbi ve kafasının sadeliği bozulmuş ve karmakarışık olmuş yani kafa ve kalp tabir caizse iflas etmiş. Hülasa; kendisinin yaşayamamasını, kendisi için çok normal ve olması gereken bir şeymiş gibi algılıyor. Yapılan, edilen çok şeyi sanki onlarsız olunamazmış gibi anlıyor. Çoğaltmayı kanıksamış ve normalleştirmiş hayatında. Hayatının zorlaştırılmasına alıştırılmış. Hayatın kolaylaştırılması ağırına ve zoruna gidiyor garip bir şekilde. Yani tabirimi mazur görün ama adeta mallaşmış bir durumdadır insançocuğu. Algılaması sıfır, anlaması sıfır, kavraması sıfır yani katıksız cehaletin mahkûmu. Hayır diyebilir, reddedebilir bunu ama bilerek yapmadığını bilmez bunu. Çünkü maalesef beyni boşaltılmış durumda. İnsançocuğu normal hayat içinde yaşayıp giderken neye ihtiyaç duyuyor? Hayatını yürütecek kadar bilgiye, hayatını yürütürken ahlaka. Doğru mu bu? Yanlışsa doğrusu ne? Kafamızı zorlayalım biraz. Kendi hayatımızı düşünelim, göz önüne getirelim. Akşam yatıyoruz, sabah kalkıyoruz. İşe gidiyoruz, işimizi yapıp geri dönüyoruz. İnsanın yaşaması için neye ihtiyacı var? İhtiyacı olduğunu sandığı şeylere ihtiyacı yok bi kere. Yani sanki ihtiyacımızmış gibi bize narkzolanan, dikte edilen şeylerin yüzde doksan dokuzunu kullanmıyoruz handiyse. İnsançocuğu doğar, büyür ve ölür de mi? Evet. Peki, insanın bu süreçte neye gereksinimi olur? Mesela; normal şartlarda fazla öğrenmemiş ve ekonomik standartların altında hayatı olan biri yaşamıyor mu? Yaşıyor. Yani yaşaması için öyle ekstra bir şeyler gerekmiyor de mi? Gerekse yaşayamazdı. Demek ki gerekmiyor. Hayır, işimiz olduğunu varsayalım, işimiz olunca çok şeye gereksinimimiz mi doğuyor bir anda? Hayır, biz doğuruyoruz yani Emperyalizm doğurtuyor. Çünkü o artık damarlarımızda dolaşan bir şeytan. Mesela; bir sistem üretecez diyelim, o sistem işimizi kolaylaştıracak bir bilgi vermeli değil mi bize, harama el uzatmayacak bir ahlak aşılamalı bize değil mi? Böyle olması gerekir yani. Hülasa; insan gibi yaşayabilmemizi kolaylaştırmalı. Peki, işimizi kolaylaştıracak hiçbir bilgi vermiyorsa, bizi ahlaksızlıktan beri kılmıyorsa, ne faydası olur o sistemin? Niçin o sisteme mahkûm edilir insançocuğu? Hayır, o sistem tam tersine her şeyi zorlaştıracak ve içinden çıkılmaz hale getirecekse niye uygularız ya da ona ne ihtiyacımız vardır? Hakikaten var mıdır yoksa beynimize varmış gibi mi kabul ettirilmek isteniyor? Maalesef tam da böyle olay. Ve biz bunu çok kolay yutuyoruz. Çünkü sormuyoruz, sorgulamıyoruz, aklımızı kullanacak cesaretimiz ve kabiliyetimiz yok. Korkuyoruz. Kaybetme korkusu sarmış tüm benliğimizi. Alıştırılmışız dünyaya. Böylece Emperyalizmin gönüllü köleleri olmuşuz. Yaşadığımızı sanıyoruz ama yaşamıyoruz, yaşamadığımızı da bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz ve yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Yazık, zavallı insançocuğu! Sefilliğin dehlizlerinde sefaletin şarkısını terennüm ediyor ama farkında bile değil. Kalbi ve beyni iflas etmiş bir insan, şeytan tarafından yönlendirilen ve yönetilen bir oyuncaktan farksızdır.

 

EKSTRA:

 

‘’’’Vaaay beee zaman nasılda geçiiip gidiyor! Acı bir gülümseme kalıyor dudaklarında geriye dönüp bakınca. Hüzün kaplıyor tüm gövdeni, anıları hatırlayınca. Keşke yaşanmasaydı ya da yaşanırken ben olmasaydım diyorsun, insani olmayan şeyleri duyumsayınca. Kursağında tarifi olmayan derin bir iç çekiş hissediyorsun. Sonsuz bir ahhh çekiyorsun. En kötüye bile üzülüyor, acıyorsun. Aklın telefonuna kayıyor, aramak istiyorsun, yüreğinde bir şey tutuyor seni, utanıyor gibi oluyorsun, utandıracakmışsın gibi garip duygular durduruyor seni. İnsan, insana niye kötülük eder ki? İnsan, insanı niye üzer ki? İnsan, insana niye acı çektirir ki? Neyi paylaşamaz ki insan? İnsan niçin bu kadar hırslı olur ki? Niye merhametini örter ki? Niye insanca iletişim kurmayı beceremez ki? Niye duygularının katili olur ki, yaptıklarıyla? Niye, kolay kılacağına elinden ne kadar geliyorsa o kadar zorlaştırmak için çabalar ki? Paran yokken var oluyorsa şımarıyorsun, astsan üst oldun mu şımarıyorsun, bilmezken bilir oldun mu her şeyi bilirim zannediyorsun ve şımarıyorsun, niye peki niye, niye bir anda bu değişmeler niye? Niye gerçek kendini sahteliğe kurban etmeler niye? Ne oldum delisi mi oluyorsun? Değmez ki! Fani bu dünya. Her gün tükeniyor, çoğalmıyor ki? Yarınlarda geriye dönüp baktığında neler hissedeceğini düşünüyor musun? Yaptıkların seni bırakır mı sanıyorsun? Nasıl anılacaksın düşünmüyor musun? Yüz yüze bakmayacak mı, insan insanla karşılaşmayacak mı sanıyorsun? Yüz yüze de bakacak, insan insanla da karşılaşacak, ama nasıl bakacak, nasıl karşılaşacak hayal edebiliyor musun? Hayatın acemileri olduğumuz nasıl da belli oluyor be! Bazen, galiba bu dünyalı değilim diyesi geliyor insanın, kapıyı açıp ardına bakmadan çekiiip gidesi geliyor. Nefretle dolası geliyor, sevginin katili olası geliyor. Maddeyi, hırs sahiplerine, tamahkâr olanlara bırakası geliyor. Hatta bazen, keşke kabul etse de şunu bunu versem de şu adam kötülük yapmaktan uzak dursa ve rahat etsem diyorsun. Başka dünyalara, başka insanların arasına, bu dünyaya hiç benzemeyen bir dünyaya, bu insanlara hiç benzemeyen insanların arasına bir anda uçuversem konuversem diyorsun. Olabildiğince sessizce veda edesi geliyor insanın. Ahhh be garip şeyler bunlar!’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’Bu dünya boş. Yemin ediyorum boş, bomboş, saçma, anlamsız. Hiçbir değeri olmayan bir leşten farksız. İnsan yaşamıyor ama yaşadığını sanıyor. Dünya peşinde koşarken yoruluyor, yıkılıyor, uyuyup kalıyor ve bu hengâme içinde yaşadığı sanrısına kapılıyor. Madde bağımlılığından kurtulmadıkça, zincirlerini kırmadıkça, yeryüzüne saldığı kopmaz köklere yapışıp kaldıkça da yaşaması imkânsız. Maddeyle yaşam olduğunu sanıyor. Oysa madde öldürüyor. Tüm duygularını, özlemlerini, derinliğini, sevincini, hasretini, umutlarını, hayallerini, düşlerini, mutluluğunu ve en önemlisi kendisini kendi yapan sonsuzluğunu çalıyor. Bunlar yoksa, yaşam nerededir Tanrı aşkına? İnsanın yaptığı tek şey var, yine insana acı çektirmek, bu da yapmayacağı tek aslında ama yapıyor. Ne uğruna? Madde.’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’İnsan ilk evvelde cehaletle savaşmalı ama ondan da evvel kendi cehaletiyle savaşmalı. Cehaletini yenemeyen insanın, yenebileceği hiçbir düşman yoktur, yenilmesi de mukadderdir.’’’’

 

Bendeniz

 

“”Bir kişiyi, bir fikri, iyice anlamadan ve yalanlamadan yargılamaya tevessül etmek, kesinlikle düzeysizlik ve cehalettir.””

 

Bendeniz

 

“”Acı kaynıyor hayat ve dokunduğun yerden acı fışkırıyor. Hissediyor musunuz? Dünyaya sahip olan ama kendine sahip olmayan insan hissedemiyor.””

 

Bendeniz

 

“”Sorun bakalım, kimler daha emniyette, kimler daha rahat, kimler sonsuza dek mutludur? Ben size yanıtı söyleyeyim: Yalnızca sığ zihinli olanlar, yani sıradan insanlar ve çocuklar!””

 

Nietzsche

 

‘’’’HER ŞEYİ SORGULAYIN!’’’’

 

Karl Marks

Tarih: 04.01.2018 Okunma: 761

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?