Serveti var vicdanı yok.
Vicdanı var serveti yok. İşte bu dünyada ki en derin paradoks bu maalesef. Acı
gerçeklerden biri, hem de çok acı gerçeklerden biri. Belki de dünyanın çözümsüz
kalan ya da çözümü üzerine düşünülüp çözüm üretilemeyen yegâne kadim sorunu.
Hani Akif demiş ya: “ya imkânım olsaydı ya da merhametim olmasaydı” diye, işte
o misal. Lanet olsun şu paraya, lanet olsun, lanet olsun, binler lanet olsun.
Cebimizden üç kuruş çıkacak diye, paramız azalacak diye korkuyoruz. Bu yüzden
de Allah; bu korkudan bir türlü kurtarmıyor bizi. Bu da parayı putlaştırmamıza
ve paranın karşısında ufalıp, küçülüp, kaybolup gitmemize yol açıyor. Üç kuruşa
değerimizi değişiyoruz. Üç kuruşa, yücelmemizin yolunu kapatıyoruz. Paramızın
yokluğundan ya da azlığından değil, paramız var ama çıkmasından korkuyoruz.
Çıkıverip giderse aklımız oraya takılıp kalıyor. Nolur sanki ya, birazcık
paramızı çok güzel şeyler için çıkarıversek, yıllar sonra içimizde tarifi
imkânsız bir ferahlık oluşturacak ve iyi ki yapmışım dedirtecek şeyler için.
Korkmayalım, alacağımızla vereceğimiz asla kıyaslanamaz ve verdiğimizle muhtaç
duruma düşmeyiz, bilakis farkına varmayız ama yüce bir zenginliğe mülaki
oluruz. Zerre korkmayalım, bilakis sonsuz sevinelim. Çünkü bir imkân var, imkân
varsa mümkün var. Şu dünyada şu lanet para olmasaydı nolurdu acaba? Ne yapardık
ki? Ahlaksızlığın dibinde para var. Adaletsizliğin müsebbibi paradır. Lanet
olası aşağılık kavgaların dibinde para var. Şerefini satmak varır paraya
dayanır. Küçülmek para yüzündendir. Bir tarafın mağruriyeti, bir tarafın
mağduriyeti para kaynaklıdır. Nice acılar para yüzündendir. Zulümler para
yüzündendir. Kanın dökülmesi, terin emilmesi, yaşın hiçleşmesi, emeğin
piçleşmesi para yüzündendir. Savaşlar para yüzündendir, cinayetler keza para
yüzündendir. Rekabet, husumet, kin, nefret bir yerde varır paraya istinat eder.
Mezellet, meskenet, esaret hep para yüzündendir. Kulla kulluğun sebebi paradır.
Ne kadar kötülük varsa varıp lanet olası paraya dayanmaktadır. Özünde zerre
misal yücelik barındırmayan bir lanet madde, tüm yüceliklerin ayaklar altında
çiğnenmesine sebeptir maalesef. Acaba öldüğümüzde cebimizde kaç para olacak?
EKSTRA:
‘’’’HER ŞEYİ SORGULAYIN!’’’’
Karl Marks
‘’’’Aydınlanma, kişinin, kendi aklını
kullanmaya cüret etmesidir.’’’’
İmmanuel Kant
“”İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün
ile uyar.””
İbrahim-44
“”O gün suçluları zincirlere vurulmuş olarak
görürsün.””
İbrahim-49
‘’’’Hakikati işit! Kork ve Titre Ey İnsan ve
İnsanca Yaşa!’’’’
Bendeniz
‘’’’Ben insan mıyım diye
soruyorum bazen? İnsan nasıl insan olur ki? Ne olmazsa insan olmaz, insan neyle
olur? İnsan ne ister? Ne ister de bulamaz da bunalır, sıkılır, rahatsız olur?
Hayır, isteyipte erişemediğin bir şey de yok. Niye soruyorum ki tüm bu soruları
öyleyse? Soru mu bunlar? Bilmiyorum, soruyorum işte. Soruluyorsa sorudur! Dünya
çok pis bir yer. Sıkıcı, boğucu, boş, anlamsız bir yer. Alıştığımız için böyle
görmüyor olabiliriz. Ki alışığız! Her taraftan sığlık, anlamsızlık, basitlik
fışkırıyor sanki ya da ben mi öyle algılıyorum acaba? Ben mi yanılıyorum,
yanılıyor muyum diye sorduğum şeyler mi gerçek? Hayır, lanet kompradorlar
karşısında ezik olsan, naçar kalsan belki bu yüzden sorulan sorular olabilir bu
tür sorular ve saçma sapan sorular denilebilir. Öyle bir şey de yok, şükür
yenilmeyecek, direnecek kadarız. Buna rağmen soruyorsun. Yüreğinde bir derinlik
ya da derinlik sandığın dipsiz bir boşluk, bir sonsuzluk var gibi sanki. Akıııp
gitmek istiyorsun, barikatsız, engelsiz, umarsız. Sıyrılmış atılmışsın tüm
fazlalıklarından, yüklerinden. Naparım şimdi demeyecek bir halde bırakmışsın
kendini. Acaba akamadığı için mi paradoks yaşıyor insan? Sonsuzluğa akmak mı
istiyor, sanki bir nehir gibi? İnsan dünyaya zincirli midir? Zincirlerini nasıl
koparır? Niye zincirler kendini? Nasıl zincirler? Kendi mi zincirler kendini?
Zincirliyse koparabilir mi zincirlerini? Zincirliyse ve koparamıyorsa
zincirlerini, niye koparamaz? Yeryüzünün karanlığından gökyüzünün aydınlığına
niye uçamaz ki? Belki de uçar mı? Uçabilse ne olur? Koparsa kendini
zincirlerinden…’’’’
Bendeniz
“”İnsançocukları, kaçmanın
ve kurtulmanın muhal ender muhal olduğu ölümün, acımasız pençesini, keskin
soluğunu ve demir yumruğunu, samimi ve dürüst şekilde her an enselerinde
hissetseler ve ölümden sonraki mutlak adaletin hiçbir ama hiçbir ayrım
yapılmadan tatbik edileceğini samimi ve dürüst şekilde kalplerinde hissetseler
ve insanca yaşamanın kurtuluş adına olmazsa olmaz olduğunu kafalarıyla samimi
ve dürüst şekilde düşünseler, yemin ediyorum bu dünyada vicdana mugayir hiçbir
eylem tahakkuk etmez. Ve bu dünya cennetin bir benzeri olur. Lafla gemi
yürümüyor. Eylemdir, insanı insan yapan ve sözleri değerli kılan ve hayata
anlam katan ve sonuca eriştiren. Hakikaten ölüme mutlak surette tüm benliğimizle
(dilimizle laf olsun kabilinden değil) inanmış olsak ama gerçekten ama
gerçekten inanmış olsak, vicdana mugayir tek bir eylemimiz olur mu? Ölüme dille
mi, gönülle mi inanıyoruz? Ya da inanıyor muyuz?””
Bendeniz
‘’’’Hakiki aşk sadece asil
bir kalpte yerleşmeyi seçer. Bencil kalpler sevemez.’’’’
Aliya İzzetbegoviç
‘’’’Ezilenlerin ve sömürülenlerin bayram günü DEVRİM
olacaktır!’’’’
Lenin
‘’’’Yeterince sık söylenmiş bir yalan gerçek
olur.’’’’
Lenin
“”Ben denizin nefesi, toprağın kahkahası,
cennetin gözyaşlarıyım. Bu yüzden sevgiyle selamlıyorum her şeyi.””
Halil Cibran