SORULAR
‘’’’İnsan nedir? Kim
insandır? İnsan kimdir? Ben insanım demekle insan olunur mu ya da insana
benziyor olmak, insan olmak anlamına gelir mi? İnsana benzeyen herkes insan
mıdır? Sureten insana benzeyip, sıreten hayvan gibi olmak kabil midir, buna örnek
var mıdır, imkânsız mıdır böyle bir şey? Hayvan gibi olmak illa hayvan gibi
yaratılmayla mı ilgilidir? Ben insanım demekle, insanlık dışı olan
hareketlerimiz hemen insani mi oluveriyor? Tüm gövdemizle insana benziyor
olunca insan mı olmuş oluyoruz? İçinde aşağılık duygular barındıran birinin
insanlıkla bağı nedir? İnsan olmak, insana benzemekle alakalı bir şey midir
yoksa farklı durumları mündemiç midir? Mesela; yetim hakkına farkında ve
bilinçli olarak el uzatan biri insan mıdır? Şimdi ben insanım desem, her
yaptığım insani olur mu? İnsan hangi durumuyla insandır ya da böyle bir soru
mevzubahis olabilir mi? İnsan nasıl insan olur ya da insan ne yaparak insan
olur? Bir kimliğe ve dine sahip olduğumuzda, insan mı olmuş oluruz? Kimlik ve
din sahibi olupta, gayr-ı insani hareketlere sahip olanlar yok mudurlar ve
bunlara insan denilebilir mi?
SORULAR
Türklük nedir? Sahi
gerçekten biliyor muyuz Türklüğün ne olduğunu? Kimdir Türk? Türk kimliğine
sahip olmak ayrıcalık mıdır? Türküm deyince her şey kendiliğinden çözülüveriyor
mu? Tüm günahlardan arındırıyor mu Türk olmak? En ahlaklı biz mi oluyoruz Türk
olunca? Adalet bizden mi soruluyor? Türküm deyince her şey kendiliğinden
çözülüyor mu? Türk olmak ve Türklüğü bilmek insanı kurtarır mı? Türk olunca
hiçbir şey yapmaya gerek kalmıyor mu? Türk olduğumuz zaman istediğimiz gibi
yaşama hürriyetine mi sahip oluyoruz? Türk’üz deyince vatan bizden mi soruluyor
ama vatan için tüm benliğimizi ortaya koymasak bile? Vatan için tüm benliğini
ortaya koymak ne demektir? Yüce erdemlere sahip olmasak, sadece Türk kimliği
ile yüce olabilir miyiz? Bizi, iyilik ve doğruluk güneşinin altında
konaklatacak olan, sahip olacağımız erdemlerimiz midir yoksa sahip olduğumuz
kimliğimiz mi? Sahi hiçbir yüce erdeme sahip olmasak, sadece Türk kimliğine
sahip olmakla payidar olabilir miyiz? Dilde Türk olmakla, eylemde Türk olmanın
arasında ki fark nedir? Sadece slogan atmakla kimlik korunabilir mi? Adaletsiz
ve ahlaksız işler yapsak ama Türk olsak, Türk olduğumuz için yaptıklarımız yok
mu olur? Gayr-ı insani eylemler otaya koysak, Türk olmamız bu eylemlerimizi
hemen insanileştiriverir mi? Vs. vs. vs.
SORULAR
İslam nedir? Hakikaten
İslam’ın ne olduğunu biliyor muyuz? Lafla değil ama gerçekten biliyor muyuz?
Faraza biliyoruz, İslam’ı bilmek bir şey değiştirir mi? Mesela neyi
değiştirmiştir? İslam, kimlikte yazan bir mefhumdan mı ibarettir? İslam, bilmek
için midir yoksa yaşamak için mi? Yaşamadığımız İslam’ı bilirsek bize hangi
faydası olur? Kimliğimizde İslam yazdığı için biz gerçekten İslam mı olmuş
oluyoruz? Kimlikte İslam yazması her şeyi bir anda değiştiriveriyor mu? Tüm
masiyetlerimizden arındırıyor mu bizi ya da bize her şeyi yapmak gibi bir
salahiyet mi veriyor? Biz her şeyi yapınca, İslam olduğumuz için hiçbir şey
yapmamış gibi mi oluyoruz? Sahi biz İslam’ı kimden ve nereden öğreniyoruz ve
kimden ve nereden öğrenmeliyiz? Sahi İslam kime gelmiştir, niçin gelmiştir? Bu
dünyada düzeltmeyen İslam, nerede ve ne zaman düzeltecektir? Bu dünyada faydası
olmayan İslam’ın nerede faydası olacaktır? İslam olduğumuz an her şey
kendiliğinden çözülüveriyor mu? İslam olmak, insani olmayan hareketlerimizi
anında insanileştiriveriyor mu? İslam olmak ayrıcalık mıdır? İslam kime ve
niçin gelmiştir? İslam olmak ne zaman ve hangi durumda ayrıcalıktır? İslam’ı sadece
bilmekle kurtulur muyuz? Ahlaksızlık ve adaletsizlik yapsak, sadece İslam
olduğumuz için temiz mi oluruz? Kimliğimizde İslam yazması bizi
masiyetlerimizden azade mi kılar? Sadece İslam olduğumuz için en iyi insan biz
mi olmuş oluruz? Vs. vs. vs.
SORULAR
Kur’an nedir? Niye
gelmiştir? Kime gelmiştir? Kimden gelmiştir? Kim getirmiştir? Kuru bir sözden
ibaret midir yoksa niçindir? Dinlemek için midir? Okumak için midir? Ezberlemek
için midir? Anlamak için midir? Yaşamak için midir? Duvara asmak için midir?
Dokunmamak için midir? Laf olsun diye cevap vermeyeceksiniz, namusluca cevap
vereceksiniz ki, kızarması gereken yüzümüz varsa kızaracak. Kur’an’ı okuduğumuz
halde, göz göre göre, bile bile, farkında ola ola emrine uymamak bizi ne yapar?
Bildiğimiz halde uygulamamak ne demektir? Kur’an, ezberleyip tafra yapalım diye
mi gelmiştir? Yoksa anlayıp uygulayalım diye mi gelmiştir? Kur’an’dan bahseden
biri, Kur’an’ın lanetlediği bir eylemi umarsızca, kolayca, hesapsızca yapabilir
mi? Yapabiliyorsa Kur’an’dan bahsetmesi samimi midir? Kur’an, mütemadiyen ismi
insanlığa duyurulsun diye mi gelmiştir? Herkesin, Kur’an diye bir kitabın
varlığından haberdar olması neyi değiştirecektir, bir şeyi değiştirir mi,
değiştirdiği ne vardır? Ki bilmeyen kim vardır Kur’an diye bir kitabı? Kur’an,
edebiyat yapalım diye mi gelmiştir? Sürekli, ayetleriyle bilgiçlik taslayalım
diye mi gelmiştir? Vs. vs. vs.
SORULAR
Adalet nedir? Sahi nedir
adalet? Kuru bir ifadeden mi ibarettir? Öylesine bir olgu mudur? Anlamsız bir
mefhum mudur? Nasıl olaylaşması iktiza eder? Kim olaylaştırır adalet olgusunu?
Adalet olgusu olaylaşmadığı zaman ne olur? Adalet olmasa ne olur? Adalet olduğunda
ne olur? Adalet kimin içindir ve niçindir? Herkese göre bir adalet mi vardır
yoksa herkesin adaleti mi vardır? Bir insana adil davranılmadığı zaman ne olur?
Adalet hissedilen bir şey midir yoksa dokunulan bir şey midir? Adaletsizlik
dokunulan bir şey midir yoksa hissedilen bir şey midir? Adaletsizliğe karşı
insani tavır nedir ve nasıl olur? İnsan adaletsizlikten hoşnut olabilir mi?
Adaleti nasıl ve nerede ararız? Adalet yiten bir şey midir? Kim yitirir adaleti
ve kim bulur, nasıl bulur, bulmak için ne yapar? Adil olmayan biri, kendine
adil davranılmadığı zaman şikâyete hakkı olabilir mi? Adalet vicdan işi midir
yoksa akıl işi midir yahut ikisinin işi midir? Adaletsiz olana saygı duyulur mu
ve sevilir mi adaletsiz olan? Adaletsizlik, insana sevgisizlik ve saygısızlık
değil midir? Vs. vs. vs.
SORULAR
Ahlak nedir? Gerçekten nedir
ahlak? Hiç düşündük mü ahlak olgusu üzerinde ama namusluca? Ahlak olgusu nasıl
olaylaştırılır? Kim olaylaştırır? Niçin ahlaklı oluruz? Ahlaklı olmak zorunda
mıyız? Olaylaştırılmayan ahlak olgusu neye yarar, varlığının bir anlamı olur
mu? Herkese göre bir ahlak olur mu? Ahlakın kaynağı nedir? Ben ahlaksız olayım
ama sen ahlaklı ol gibi bir öneri olabilir mi? Ahlaklı olalım deyince ahlaklı
olunuyor mu? Ahlaktan dem vurup, ahlaksızlık yapmak ne demektir ve insanı ne
yapar? Ahlaksız bir insan nasıl ahlaklı görünebilir? Ahlaklı görünmesi onu
ahlaklı yapar mı? Ahlaksız bir insana saygı duyulur mu ve o insan sevilir mi? Ahlaksız
birini seven ve ona saygı duyan kimdir? Ahlaklı olabilir mi kendisi? Yani
ahlaklı bir insan, ahlaksız bir insanı sevebilir mi, ona saygı duyabilir mi? Seviyor
ve saygı duyuyorsa, bu kendisini ahlaksız yapmaz mı? İnsan ahlaka ihtiyaç duyar
mı? Duyarsa niçin ihtiyaç duyar? Duymazsa niçin ihtiyaç duymaz? Ahlak nerede yeşerir?
Vs. vs. vs.
SORULAR
Devlet nedir? Devlet,
mevcudiyetini nasıl müşahhaslaştırır? Devlet, niçin ve kimin için vardır?
Devlet kimindir? Devlet, kodamanların mıdır yoksa herkesin mi? Devlet, zayıfı
korumak için midir yoksa güçlünün gücüne güç katması için mi? Devletin,
devletliğini göstermesi nasıl olur? Devlet, devletliğini göstermesi gereken
yerde göstermezse ne olur? Devletin mevcudiyeti için, kendi mevcudiyetimden ne
zaman feragat ederim, feragat edebilir miyim, feragat etmem gerekir mi? Gerçekten
devlet diye bir olgu müşahhas olarak var mıdır, mücerret kalmış olsa bile? Ahlaklı
devlet diye bir şey olur mu ve nasıl olur? Olmazsa niye olmaz? Devlet adil
olmazsa devleti sevebilir miyim ve saygı duyabilir miyim devlete? Devlet, ne
ile devlettir? Devletin dışavurumu ne ile ve nasıl olur? Devlet, kendisine tam
sadakatle bağlı olan vatandaşına sadakatsizlik yapabilir mi? Devlet için,
sadakatsizlik diye bir şey olur mu yoksa sadakatsizlik insana mahsus mudur?
Devlete sadakat nasıl olur ya da niçin sadık kalınması gerekir devlete? Eğer
gerekli zamanda, gereken yerde, gerektiği gibi ortaya çıkmıyorsa devlet, o
devlet muteber midir ve o devlete nasıl sahip çıkılabilir? Sadakatli
vatandaşına sahip çıkmayan devlete, vatandaşı sahip çıkmazsa hain mi olur?
Gerçekten devlet diye bir şey var mıdır? Varsa nasıl, niçin, ne zaman ortaya
çıkmıştır? Kim ortaya çıkarmıştır? Kimin adına ortaya çıkmıştır? Vs. vs. vs.
SORULAR
Vatan nedir? Vatan kimindir?
Vatan neresidir? Vatan nasıl vatan olur? Vatan niçin vatandır? Vatana ihanetin
kıstası nedir? Bu sorular derindir, acımasızdır, sarsıcıdır. Demir leblebi gibi
sorulardır bunlar. Kimin ne düşündüğü, ne düşüneceği, ne söylediği, ne
söyleyeceği umurumda değildir sorulardan dolayı. Sorar geçerim! Dostoyevski’nin
dediği gibi; ‘’inanın bana başkalarının ne düşündükleri, hiçte umurumda
değil.’’ Vatan ölenlerin mi, yiyenlerin mi? Üretenlerin mi, tüketenlerin mi? Sadıkların
mı, hainlerin mi? Sadakat ne demektir sahi, ne demektir ihanet? Sadakat neye
göre sadakattir, ihanet neye göre ihanettir? Öyle sığ anlaşılmasını, sığ
cevaplar verilmesini istemem. Çünkü tiksiniyorum sığlıktan. İhanet gibi
görünmeyip ihanet olan davranışlar vardır, sadakat olarak algılanmayıp sadakati
anlatan davranışlar vardır. Binaenaleyh dipderinliklere inilerek tetkik,
tahlil, tahkik edilmesini, senkronize düşünülmesini isterim ve ona göre sonuca
ulaşılmasını beklerim. Ben böyleyim, kimsenin
hoşuna gitmek gibi bir derdim yok, bu yüzden acımasızca sorgularım, çünkü
yaşamak gibi kutsal bir kavgam var benim. Soruyorum, çünkü yaşıyorum! Beynimle
ve kalbimle oynatmam. Allah, hoşlansın kifayet eder, tabi bunu becerebiliyor ve
başarabiliyorsam ne mutlu bana. Ben gerçeği istiyorum! Hakikate aşığım ben!
Binaenaleyh, şüpheciyim. Her şeyden şüphe eden bir manyağım belki de! Öyle
diyor ya Descartes; “Eğer, gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan; yaşamında, bir
kez olsun, bütün şeyler hakkında şüphe et.” Belki de bunu yapıyorum. Ve keza
diyor ya Kierkegaard; ’’Bütün dürüstlük ve samimiyetle hakikati istemek cesaret
ister.’’ İşte bende buna cesaret ediyorum ve samimiyetle, dürüstlükle soruyor
ve sorguluyorum. Çünkü hakikatten korkmuyorum, bilakis yalandan, yanlıştan
korkuyorum, çünkü bana ölümü getiriyor her defasında yalanlar ve yanlışlar.
Bense ölmek değil, yaşamak istiyorum. Zaten yazmam da bunun için değil mi ve
bir de insan olmak, insanca yaşamak için değil mi? Hakikatte bunun için değil
mi? Soru da hakikat için değil mi? Vs. vs. vs.
SORULAR
Hürriyet nedir? İnsan hür
müdür? Hür olmak ne demektir? Nasıl hür olunur? Hürriyetin bir sınırı var
mıdır? Sınırsız hürriyet olur mu insan için? Hürriyet doğuştan mıdır yoksa
birilerinin verdiği bir şey midir yahut hürriyeti insan kendisi mi alır? Kimden
alınır hürriyet? Kim verir hürriyeti, verilmiş değilse? Kim alır hürriyeti,
verilmiş ise? Hürriyet verilmişte alınmışsa nasıl geri alınır? Alınmışta
veriliyorsa kim veriyordur, kimden alıp veriyordur, kime veriyordur, nasıl
veriyordur, niçin veriyordur, verilen gerçekten hürriyet midir? İnsan hür
değilse nedir? Hürriyet içinde esaret olabilir mi? Esaret içinde hürriyet
yaşanabilir mi? Hürriyet gibi görünen şey esaret, esaret gibi görünen şey
hürriyet olabilir mi? İnsan hürriyete ihtiyaç duyar mı, niçin ihtiyaç duyar?
Hür olmayan insan insan değil midir, insansa nasıl insandır? İnsan, hürriyetle
mi insan olur? Hürriyetsiz insan ne olur? Bu sorular öylesine midirler? Cevap
beklenmeyen sorular mıdır? Cevabını bilmeye yüreğimiz var mıdır? Bulduğumuz
cevapları ne yapacağız? Boşuna mı cevap arıyoruz, cevabı bulunca hiç
umursamayacak mıyız? Umursamak nasıl olacak, ne şekilde vücut bulacak? Cevaplar
nasıl uygulanacak? Uygulanmayacaksa ne anlamı kalacak? Vs. vs. vs.
SORULAR
Soruyorum, çünkü İmmanuel
Kant’ın dediği gibi; ‘’kendi aklımı kullanmaya cüret ediyorum.’’ Öyle ya, bu
akıl, sormadan, sorgulamadan toprağa gömülsün istemiyorum. Niye gömülsün?
Elimde bir nimet var, kullanmadan niye atayım, aptal mıyım? Arabayı niye
alıyorsun? Binmeyeceksen niye para veriyorsun, manyak mısın, ahmak mısın, geri
zekâlı mısın? Hayatla dalga geçmek için yine kullanırım varolduğu kadarıyla
aklımı. Zaten sorularım hayata değil mi ve sorgularım hayata matuf değil mi? Öyle
ya ben hayatla vals ediyorsam, hayata sorularım da olmalı ve hayat bana cevap
vermeli. Bilir misiniz, en güzel cevabı hayat verir! Yeter ki hayata bakmasını,
hayatı görmesini, hayatı dinlemesini ve hayat(lar)ı izlemesini bilin. Bilmiyorsanız
da ölün daha iyi! Çendan, şu dünya hayatında insanı; insanlıktan, samimiyetten,
masumiyetten, dürüstlükten, sevgiden, duygudan, vicdandan, aşktan, idealden
tiksindiren ne kadar da insan görünen içi boş, beyni boş, ruhu boş yaratık var ve
işte sırf bunun içinde soruyorum yani intikam için, insanlıktan nasibini
almayanlar ve hayattan tiksindirenlerden dolayı da soruyorum biraz da. Belki
utanırlar ve insanca yaşarlar diye! Bilir misiniz, ne kallavi, manyak sorularım
var benim? Geçelim! Vicdan ne demektir? Gerçekten vicdan ne demektir? Vicdan
nerede olur? Vicdan kimde olur? Vicdanı olan ne olur, vicdanı olmayan ne olur?
Vicdanın olup olmadığı nasıl belli olur? Vicdan varsa örtülür mü? Yok olan
vicdansa örtü olur mu? Sahi, vicdan nasıl bir şeydir? Gerçekten ilginç değil
mi? İnsan nasıl vicdansız olur? Niçin vicdansız olur? Kime karşı vicdansız
olur? Vicdan nerededir? Kalpte mi, kafada mı, midede mi, gözde mi, nerede olur
sahi? Vicdansız insan nasıl bir şey olur ya da vicdansız insan nasıl olur
derken aslında insana ihanet mi ediyoruz, insan nosyonunu kullanarak?
Vicdansızlık ve insan, ikisi bir arada kullanılabilir mi? İnsan olan vicdansız
olmaz, vicdansız olan insan olmaz, doğru mudur bu önerme? Yanlışsa doğruluğuna
doğruluk delili nedir? Vicdan direkt olarak akılla mı ilgilidir yoksa kalple mi
ilgili yahut bağımsız bir şey midir? Vs. vs. vs.
SORULAR
Ben niye insan olarak
yaratıldım? Daha ne kadar derinliğe inebilirim ki bu soruda? Bilmiyorum,
inemiyorum! Korkumdan değil, aklım kifayetsiz kaldığı, durduğu için. Gerçekte
kimim ben? Var mıyım, yok muyum? Yokum da var gibi miyim? Niye buradayım ve
niye geldim buraya? Gelirken muayyen haklarla mı geldim yoksa haklarım sonradan
mı verildi? Muayyen haklarla geldiysem, o haklarım benden alınabilir mi
metazori olarak? Sonradan verildiyse, ben verene mahkûm olmam mı, bu da beni
kula kul yapmaz mı? Ve böyle bir durumda, kula kulluk durumunda sebebe binaen
ben suçlu olabilir miyim? Mesela; bizatihi üzerine bastığın toprağa ihanet
ettiysen ve ihanetin muhakkaksa ve hüccetliyse, bu durum ayrı. Keza; bizatihi
bir cana kıydıysan ve kıyımın muhakkaksa ve hüccetliyse, bu durum da ayrı. Böyle
durumlarda haklarına el konulabilir, dünyanın realitesi mucibince. Bu
durumlarda da bizatihi eylemi gerçekleştiren sorumludur. Yanlış mı düşünüyorum?
Doğrusu nedir? Ben apaçık bir ihanete tevessül etmedimse, elime silah alıp bir
cana kıymadımsa ben tecziye edilebilir miyim, buna kimin haddi ve hakkı
olabilir? Böyle bir hakkı olan varsa, bana da ilk baştan verilmiş bir hak
varsa, mezkûr durumda benim hakkımı gasp eden hangi hakla benim hakkımı gasp
edebilir ya da benim bu durumda ne yapmam icap eder? Hakikaten niye geldim bu
dünyaya ben? Adına her ne dersek diyelim bir şeye ya da kula kulluk etmek için
mi geldim? Yoksa Yaradan’a kulluk etmek için mi geldim? Yaradan’a kulluk etmek
için geldimse, herhangi bir kul, Yaradan’a kulluğumu sabote edebilir mi? Bu
dünya kimin? Bu dünya, münhasıran muayyen bir zümreye mahsus mu var edildi?
Öyleyse benim işim ne burada? Ben varsam ve buradaysam, benimde hakkım vardır
buranın üstünde, o zaman ya hakkım verilmeli ya da ben hakkımı iktiza ediyorsa
söke söke almalı değil miyim? Ya da bu sorular nedir? Niçin böyle sorular
düşmektedir aklıma ve yüreğime? Bu sorular gerçek var mıdır, bu sorular hangi
sebeple sorulmaktadır? Sebepsiz soru sorulur mu? Vs. vs. vs.
SORULAR
İnsançocukları insanlık
tarihi boyunca hep yanıldıkları halde niye hala yanılmayı göze alırlar? Niye
her denedikleri eylem hüsranla neticelenirken aynı eylemi denemeye devam
ederler? İnsançocukları insanlık tarihi boyunca hakikatin karşısında durmuştur
kahir ekseriyet olarak ve kendi ellerinin ürünü olan şey insançocuklarına asla
mutluluk ve huzur getirmemiştir? Üstelik hakikati savunanlara karşı hep
acımasız olmuşlardır. Niye hakikate karşı dururlar? Niye özlerinin açığa
çıkmasına direnirler? Niye özlerine uygun olan şeye muhalif olurlar? Bunun arka
planında ne vardır? Burada gizli bir kazanç mı vardır? Niye farklılıktan
korkarlar? Ya da bunun adı farklılık değil ama hakikatin sarahaten tezahürü
olabilir mi? Korktukları şey kurtuluşları olacak diye mi böyle bir şeyden
korkarlar? Peki kurtulmak istemiyorlar mı acaba? Böyle bir şeyi isteyen kim?
İstiyorlarsa, istediklerini yapmak zor değil. Öyleyse niye yapmazlar? Yapmak
isteyenler de mi yapmak gibi bir dert taşımıyor acaba? Ama yapmak istiyorlarmış
gibi görünmek mi istiyorlar? Bu durum onlara neyi sağlıyor? Tam da burada
imanın boğazda kalması durumu ete kemiğe bürünüp gerçeğe dönüşmüyor mu? Tam da
burada inanmanın aslında sahte olduğu ortaya çıkmıyor mu? Burada suçlu kimdir?
İnsan mı, şeytan mı? İnsançocukları yapmaları gerekeni göz göre göre
yapmadıkları halde, şeytanı neyle itham edebilecekler? Bilakis haddizatında
kendileri şeytanın yolunda yürüyor olmuyorlar mı? İnsançocukları niye akla inanırlar
ama aklın dediğini yapmazlar? İnsançocukları gerçekten de zalimliği,
nankörlüğü, cahilliği hak etmiyorlar mı? Hak ettikleri şey kendilerinde
olmadığı için mi reddediyorlar yoksa kendilerinde olduğu için ama gerçek acı
geldiği için mi kabul etmiyorlar? İnsançocukları gerçekten inanıyorlar mı? Vs.
vs. vs.
SORULAR
Fıtratı tagayyürata uğrayan
insançocuğuna hakikat ve iyilik ağır geliyor, büyük yemin ediyorum ağır
geliyor, ama ağır geliyor diye hakikatten ve iyilikten vazgeçecek değiliz.
Şahsım olarak asla vazgeçemem, vazgeçersem fıtratıma ve kendileri adına
naçizane kavga ettiğim ya da kavga ettiğimi düşündüğüm mustazaflara ihanet
etmiş olurum. İhanetten iğrenirim! Tıpkı terimi, yaşımı, kanımı, emeğimi
karıştırdığım ve sonucunda elde ettiğim hakkımın gasp edilmesinden iğrendiğim
gibi. Geçelim ve sorularımıza dönelim! Mesela niye bir öğretmen kıt kanaat
geçinecek kadar ücret alırken ve üstelikte astronomik bir vergiye tabi iken,
bir politikacı üstelik muayyen bir servete sahip olduğu halde uçuk bir ücret
alır? Burada başka örnekler de verebiliriz? Çünkü handiyse öğretmenden fazla ücret
almayan zümre yok gibi. Üstelikte öğretmen dediğimiz varlık, medeniyetin supabı
ve temel dinamiklerinden biri olduğu halde. Eğitim işi dünyanın en temel ve
hayati öneme haiz işi olduğu halde. Absürt bir soru mu? Bilmiyorum, bendenize
göre değil. Sorulabilir bir soru gibi geliyor. Hayır, sormayayım mı? Peki
niçin? Aklıma geliyor, yüreğime düşüyor ve soruyorum. Sorunun kime zararı var
ki? Kendi kendime soruyorum işte, öylesine. Kim ayarlardı bunu yani bu ücret
işini? Kutsal bir emir mi? Kutsal bir hak mı? Allah mı verdi bu hakkı?
Peygamber böyle bir buyrukla mı geldi? Kur’an’da böyle olması gerektiğine dair
bir ayet var mı? O zaman sorulabilir ve sorgulanabilir bir durum tezahür
etmiyor mu? Bendeniz de bunu yani bu dengesizliği ve dehşetli paradoksu kabul
etmeli miyim? Etmek zorunda mıyım? Hayır, bunun bir sebebi olmalı değil mi?
Olmalı yani. Bu durumun dip derinliklerinde hak gibi bir olgunun yanlış
olaylaşıyor olduğu da spontane tezahür ediyor gibi geliyor. Üstad Nurettin Topçu
ne diyor ‘’Türkiye’nin Maarif Davası’’ isimli kitabında? Aynen şöyle diyor;
‘’adaletin bulunduğu yerlerde, milletvekilleri az maaşlı, mütevazı ve çok mesuliyetli
olmalıdırlar. Bugün devlette en yüksek makam olan milletvekilliğini, kabilse,
maaşsız ve ikbâlsiz, şöhretsiz bir makam haline getirmek lazımdır. Onun, ancak,
ahlaki şöhreti olabilir. O makam şöhret makamı değil, mesuliyet makamıdır.’’
Şimdi bendeniz bunu okudum mu? Okudum. Peki, boşuna mı okudum? Hayır. Okuduysam
kafama ve kalbime yazmışımdır değil mi? Öyledir. Öyleyse bunu ‘’istemek eylemim’’
olmalıdır değil mi? Elbette ki. Bilakis sahtekâr olurum değil mi? Kesinlikle. Çünkü
ya okuduğumu anlamamış olurum ve cehaletime dalalettir bu ya da anladığımı uygulamamış
olurum ve dürüst olmadığıma delalettir bu. Şimdi ben Kur’an’ı okusam ve orada
toplumsal ahlakıma ve duruşuma temel olan bir ayeti kafama, kalbime yazsam ve
uygulasam, bendenize; sen ne yapıyorsun diyebilir misiniz? Yani okuduğum ayeti
boşuna okumamı mı istersiniz? Ya da okuduğum ayete mugayir bir tavır içinde
olmamı mı beklersiniz? Peki, o zaman ya bendeniz sahtekâr ya da siz sahtekâr
olmaz mısınız? Bendeniz sahtekâr olmayı reddederim! Vs. vs. vs.
SORULAR
İnsan, kendi kendini kendi
mi kurtarır yoksa kavramlar mı insanı kurtarır? Kavramlar bizi öldürüyorlar mı
diriltiyorlar mı? Bizi esaret zincirlerine mi vuruyorlar yoksa özgürlük
saraylarına mı koşturuyorlar? Aslında biz kavramsallaşırken, bizi kavramlara
mahkûm edenlerin çarklarını mı döndürüyoruz? İnsanları birbirine düşman edip,
tefrika yaratıp, kardeşliği zehirleyen kavramlar ise eğer, niçin kavramlara
güvenelim? Güvenelim mi? Güvenmeyelim mi? Düşmanını bilmeyen ne yapacağını
bilebilir mi? Ne yapacağını bilmeyen nereye gideceğini bilebilir mi? Nereye
gideceğini bilmeyen vardığı yeri bilebilir mi? Vardığı yeri bilmeyen kendini
bilebilir mi? İnsan değişmiyor aynı kalıyorsa, kavramlar değiştiğinde değişir
mi insan? Her şey insan için değil miydi bu dünyada? Peki, insan niçin kendini
feda ediyor başka şeyler için bu dünyada? Biz niye kendimizi kurtarmayı
düşünmüyoruz da kavramların bizi kurtaracağına inanıyoruz? Böyle bir şey
gerçekten akıllıca mı? İnsan aynı insan değil mi? Peki değişen nedir öyleyse? İnsanı
düşüren nedir? İnsanı düşünmekten korkutan nedir? Bulacağı cevaplar mı?
Aramıyorsan, zaten yaşamıyorsundur! Arın ve sadece insan kal! Göreceksin
taşımayacağın yükler yüklenmişsin ve ömrün boyunca da boşuna taşımışsın.
Arınırsan anlayacaksın, anlarsan yaşamaya başlayacaksın! Vs. vs. vs.
SORULAR
Birinin çağı herkesin çağı
mıdır? Herkesin kendi çağı mı vardır? Yaşayan insan mıdır yoksa değer midir?
İnsan değerle mi yaşar, değer insanla mı? Yaşattıklarımız, ürettikleri
değerleri yaşadıkları için mi yaşmaktadırlar yoksa yaşadıkları için mi
ürettikleri değerler yaşamaktadır? Peki, yaşamayan yaşatılabilir mi? Yaşatarak
yaşayabilir misin? Yaşattığını sanarak yaşatmış mı olursun? Yaşamak nerede
olur? Kalpte yaşamayanı zorla yaşatabilir misin? Her çağın bir yaşayanı yok
mudur? Yaşamayanı her çağda yaşatmak ve her çağı yaşamayanla yaşamak kabil
midir, nasıl bir şeydir? Sen yaşamayı öldürmüşsen, yaşamı sana kim yaşatabilir?
Niye sığınırız, niye bekleriz? Niye kendimizi unuturuz? Kurtuluş kimdedir? Sen
kendini kurtarmazsan, seni kim kurtarabilir? Senin gibi bir beşere sığınman
seni yüceltir mi, alçaltır mı? Senin gibi bir beşeri beklemek seni yüceltir mi,
alçaltır mı? Sığınmak ve beklemek; cehaletin, acizliğin, korkaklığın,
zavallılığın alameti değilse neyin alametidir? Senin içinde ki cesaret ölmüşse,
umut tükenmişse seni kim yaşatabilir? İçinde ki cesareti ve umudu, cehalet
toprağının altına gömmüşsen, dirilişin nasıl mümkün olabilir? Kendini
bilmenden, kendine dönmenden, kendini tanımandan, kendine inanmandan başka bir
çaren var mıdır, varsa nedir?
SORULAR
İkinci bir dünya var mı?
Yani öldükten sonra ki dünyayı kastediyorum. Hani ölecez ya, her hâlükârda. İşte
o kaçınılmaz olan, inansın inanmasın her nefsin muhakkak tadacağı ölüm
sonrasında bir dünya var mı? Ölünce nereye gidecez? Kalbimiz duracak,
gözlerimiz yumulacak, akımız işlevini yitirecek, hareket kabiliyetimiz
sıfırlanacak ve bu dünya ile irtibatımız mutlak ve muhakkak olarak kesilecek.
Yani şöhretler, makamlar, mülkler, sahip olduğumuz ve olacağımız ne varsa
anlamsız kalacak. Şu ana değin böyle olmuş, aksini iddia edebilen var mı?
Buyursun etsin, meydan duvarsız, dil kilitsiz ve dinleyeceğimizden de şüphe
edilmesin. Bademada böyle olacak. Aklımız ıskat edilmedikçe, olgu da, olay da
bu. İşte bu aşamadan sonrasında ne olacak? Kara toprağın altına girecez,
istesekte istemesekte, elbet birgün tahakkuk edecek bu. Gömecekler ve
gidecekler! Sen yapayalnızsın! Dirilecez mi öldükten sonra? Gerçekten dirilecez
mi, inanıyor muyuz dirileceğimize? O dünya da hesap olduğu doğru mu gerçekten? Yani
hakikaten bir mahkeme var mı? İnanıyor muyuz mahkemenin olduğuna? Cennet ve
Cehennem olduğu kesin mi? Bir nevi ödül ve ceza durumu. Hakikaten ya
ödüllendirileceğiz ya da cezalandırılacağız, öyle mi? Peki, şayet bilinçli bir
inançla var diyorsan, buraları hak edişin kıstası nedir? Bu sorulara, inanarak
cevap verilmeli ve verdiğin cevaba inanmalısın. Laf olsun diye cevap verilmemeli.
Samimiyetsizlikten ve ciddiyetsizlikten tiksinirim. İnsan gibi cevap verilmeli.
Cevap iyi düşünülerek verilmeli. Çünkü verdiğin her cevabın bir bedeli olacak.
Cevabın evetse, ardından balyoz gibi sorular gelecek. Bedelini ödeyebileceğin
cevaplar vermelisin. Laf olsun diye inanılmaz ve cevap verilmez. Her soruya
olumlu cevaplar veriyorsan ama muktezasını ifa etmiyorsan, bu cevabı hangi
kafayla verdin diye sorarım ve iman ettiğine gerçekten inanıyor musun diye
sorarım, duruma göre ya dilin kirli ve dilinden yalan akıyor ya da kalbinde
imanın zerresi yok diye mukabelede bulunurum. Bu durumda da beni itham edip,
yargılayamazsın. İnanmanın bir bedeli olmalı değil mi? İnanıyorum ama ben
insanım, nefsim var ve her türlü naneyi yer, pisliği yaparım, bu mu? Bu mümkün
mü? Tabi inanıyorsan ve cevabın evetse, mümkün mü? Elbette mümkün değil,
öylesine soruyorum zaten. Kalbimize hükmeden ve hayatımıza yön veren bir imanımız
var mı? Varsa şayet, bu iman hüccet istemez mi? Peki hücceti nedir? Misal;
müfteri biri ve benzeri tiksindirici ahlaksızlıklar yapan biri gerçekten
inanıyor mudur? Ötede bir dünya olduğuna, bir mahkeme kurulacağına, bir ödül ve
cezanın olacağına inanıyor mudur? Biz gerçekten inanıyor muyuz? Vs. vs. vs.
SORULAR
Kabul edelim ki dünya bir
oyun sahnesi ve herkes oyununu oynuyor. Her şey dünyanın büyük patronu ve büyük
patronun büyük dünya düzeni lehine işliyor. Hissedebiliyor muyuz bunu? Hakikatten
kopuk ya da koparılmış bir dünyadayız. Kelimeleri toparlayıp anlatamıyorum
bunun nasıl olduğunu ama beynimde o kadar sarih ve beliğ ki, sadece dile
gelmiyor. Tüm görüntüler sahte. Bu yüzden de gördüğümüz hiçbir şey gerçek
değil. Gerçeğin ne olduğunu merak edende yok, işin garip tarafı. Gerçeğe
yaklaşınca yanıyorsun. İnsan sadece seyrediyor. Hayaliyle avunuyor. İnsan
özgürlüğe koştuğunu sanıyor ama bir bakıyor ki yine duvarların arasında kalmış.
Kazandığımızı zannediyoruz, tam zaferimizi kutlayacağız, bir de bakıyoruz ki
kaybetmişiz. Dehşetli bir denge kurulmuş. Ama insandan yana değil.
Kazandığımızı düşünürken kaybettiğimizi fark ediyoruz, kaybettiklerini
düşünürken zafer çığlıklarını işitiyoruz. İşte tam da burada oyunu ve dengeyi
çözüyorsunuz. Oyuncuların kimisi çok ciddi oynuyor gözüküyor, kimisi de
oynuyormuş gibi yapıyor, kimisi de bu tarafa oynuyormuş gibi yapıyor ama karşı
tarafa oynuyor. Peki, kazanan kim? Niçin insan kazanmıyor hiç? Niçin büyük
düzen değişmiyor? Niçin dünyanın büyük patronu acı çekmiyor? Büyük düzenin
değişmesi istenmiyor mu? Acaba herkes payına düşeni aldığı için olabilir mi bu?
Peki, insanların payı ne olacak? Büyük patron kim? Herkes büyük patron adına mı
oynuyor? Büyük düzen bunun için mi değişmiyor? Tıpkı oyuncular gibi,
oyuncuların, kendi namına sahneye çıktıkları ve adına devlet dedikleri müesses
mekanizmalar da mı büyük patron adına iş yapıyorlar. Aslında milletlerin bir
devletleri yok mu? Nasıl bir tezgâh işliyor dünya üzerinde? Nasıl işletiliyor
bu tezgâh? Nasıl bir düzen bu? Nasıl bir dünya burası? Niye bozulmuyor
dengeler? İnsanın kaderi mi bu dünyada hep kaybetmek? Peki, insan nasıl
kaybetmeyecek? Rabbim! Dünya üzerinde ki tezgâhı paramparça et, bu melun
tezgâhın çarklarını işlemez kıl, ki insanlık paramparça olmadan bitsin bu iş!
İnsansız bir devletin ne anlamı ve hükmü olur? Devletsiz bir milletin neyi
sahici olur? Rabbim, kulların insan olmadan, nasıl kul olacaklar Sana ve
kulluklarını nasıl insanca yapacaklar? Vs. vs. vs.
SORULAR
Allah var mı? Gerçekten
Allah var mı? Var diyorsanız, var dediğiniz Allah’a gerçekten inanıyor musunuz?
Laf olsun diye sormuyorum, ki laf olsun diye soracak kadar haysiyetsiz,
samimiyetsiz, ciddiyetsiz değilim, ki tiksindirici birisi olarak görülmekten
asla hazzetmem. Zaten laf olsun diye yaşamıyorum, öyle yaşasaydım, böyle
sormazdım. Allah’ı bırakın şimdi, Allah beni biliyor, tanıyor ve anlıyor! Siz
kendinize bakın, ki sorum Allah’a değil. Sorum kulluk iddiasında bulunan ve
insanlık ailesinin birer üyeleri olan insançocuklarına. Yani Yaradan’a değil,
yaradılana! Sahi Allah’tan korkuyor muyuz? Ya da önce, Allah’ı seviyor muyuz
diye mi sormalıydım? Hakikaten Allah’a sevgimizin derecesi ne? Ve korkumuzun
ağırlığı ne kadar? Korkmuyoruz da, utandığımız için mi korkuyormuşuz gibi
görünüyoruz? Sevmiyoruz da, sevenleri cezbetmek için mi seviyoruz gibi
yapıyoruz? Manzara-ı umumiye hücceti iktiza etmiyor. Zihnimi ve kalbimi meşgul
ediyor bu sorular. Sormayayım mı? Allah’mı yasaklıyor soru sormayı? Allah
yasaklasaydı bunu bildirirdi kullarına ve o zaman sorardı kulları da Kendine.
Öyleyse Allah’ın verdiği özgürlüğü kimin almaya, budamaya hakkı vardır? Özgürlük
budandığı zaman kulluk olur mu? Hatta insan, insan olur mu? Sahi seven sevdiği
için neyi yapmaz? Sevdiğiniz için neyi yapmadınız? Allah’ı sevdiğiniz için neyi
yaptınız? Biz neyi yaptık ve yapıyoruz? Sahi korkan insan, sınırsız bir cesaret
sahip olabilir mi? Bizim gösterdiğimiz cesaretin için de korku diye bir şey var
mı? Yok, yok, biz galiba Allah’ı sevmiyoruz ve korkmuyoruz da O’ndan. Sümme
haşa numaradan inanıyormuşuz gibi yapıyormuşuz gibime geliyor. Yoksa seven ve
korkan, sevdiği ve korktuğu için canından bile feragat eder, etmelidir. Sevdiği
bir şeyi yasaklıyorsa, canından geçer ama o yasağı delmez. Sevdiği, yasakladıkları
için cezaları da bildirdiyse, o cezalardan korkar ve o yasaklara asla
yaklaşamaz. Yalan mı konuşuyorum? Yanlış mı konuşuyorum? Hakikate öldürtebilir
misiniz konuştuklarımı? O’nu seven ve O’ndan korkan, O’nun kuluna haksız yere
acı çektirebilir mi? Allah’ı seviyor muyuz ve Allah’tan korkuyor muyuz gerçekten?
İnanayım mı verilecek cevaplara? Vs. vs. vs.
SORULAR
Toplum olarak, niye fikirle,
fikri çalışmalarla, bilimle, bilimsel çalışmalarla ve nasıl daha iyi insanlar
oluruz, eğitimimizi nasıl felsefesi olan bir eğitim haline getiririz,
gençliğimizi ne yaparız da kurtarırız gibi düşüncelerle iştigal etmeyiz de,
sloganlarla, popülist davranmakla vakit öldürürüz? Hatta mezkûr bir hayat
tarzını yani ilk cümlede bahsettiğimiz yöntemi benimseyenleri ekarte etmeye ve
tecziye etmeye yelteniriz üstelik? Bir milyon kez Şeriat diye, Demokrasi diye,
Milliyetçilik diye, İslamcılık diye, Kemalizm diye, Komünizm diye bağırsak,
Allahüekber nidalarını terennüm etsek bitevi, Laiklik türküsünü terennüm etsek
mütemadiyen, kurtulur muyuz? İnsan olarak mı yaşarız? Yoksulluk biter mi
ülkemizde bir anda? Yüreği acıdan ağrıyanlar huzura kavuşurlar mı? Ahlak,
adalet, uhuvvet, hürriyet, müsavat ve barış, gökyüzüne ve yeryüzüne egemen mi
olur vehleten? İnsanlığı sömürenler itlaf mı edilirler hemen ve insanlık
sömürülmekten mi kurtulur? Bir anda tüm kötülükler biter ve dünyayı iyilik mi
kuşatır? İnsan, insan olmadıktan sonra mezkûr olguların olaylaşmasıyla ne
değişir? Fikirden niye korkulur? Fikir üreten tehlikeli midir? Politikacı,
gazeteci, aydın, akademisyen olarak tavsif ettiğimiz tiplerin görevi nedir?
Niye bu zümreler hakikatlerden korkarlar? Tek bir hakikati bile sarahaten
ortaya koymazlar? Niye ekranlarda papağan gibi aynı şeyleri tekrar etmekten
başka hiçbir iş yapmazlar? Niye eğitim üzerine çok ciddi müzakereler yapıp,
mülahazalar serdetmezler? İnsan, insan
olmadıktan sonra sloganlarla, kutsallaştırdığımız kavramlarla, ideolojilerle
neyi değiştirebiliriz? Neyi değiştirebildik bunca zamandır? İnsan, insan
değilse, Şeriat ne yapar insana? İnsan, insan değilse, Laiklik ne yapar insana?
İnsan, insan değilse, Milliyetçilik, İslamcılık, Solculuk, Kemalizm
insanlaştırır mı insanı? İnsan, bunlar olmadığı için mi insan değil? İnsan,
bunlar olmadığı için mi ahlaksızlığın dibinde? İnsan, bunlar olmadığı için mi
zalim? İnsan, bunlar olmadığı için mi cahil? İnsan, bunlar olmadığı için mi
düşmüş ve yerlerde sürünür durumda? Eğitim, bunlar olmadığı için mi eğitim
değil? Yoksa insanlar bunlarsız yaşamadığı, bunları dillerine pelesenk ettiği,
beyinlerini bunlarla öldürdüğü için mi insanlıktan uzaklaşmıştır? Kapitalizmin
mankurtları olmaktan kurtulmadıkça, söze ve fikre dönüş yapmadıkça, çürümeye,
kokuşmaya ve hayvanlaşmaya mahkûmuz? Önce insan olacaz! Vs. vs. vs.
SORULAR
Dünden bugüne yönetenler, bu
halkın lehine olacak en doğru, makul ve yapılmasında büyük sakınca olmayacak,
yapıldığı zaman büyük infial doğurmayacak, bilakis her kesimden kahir
ekseriyeti memnun kılacak şeyleri niye yapmazlar? Çok basit bir misal verelim;
kılık kıyafet kanunu diye bir mesele var malum, olumlu ya da olumsuz niye
kanuni hale getirilmez de muallakta bırakılır? Keza öğretmenlerin 3600 lira
olması gereken ek göstergeleri var malum, niye gerçekleştirilmez bu? Eğitim
işinde yapılması gereken ve yapılmaması gereken çok basit şeyler var, niye
gerçekleştirilmez tüm bunlar? Sonra da laf olsun diye boş boş konuşulur, bu
konularla ilgili en ufak olumsuzlukta? Ve keza, ve keza, ve hakeza.
Yapamıyorlar mı? Yapmıyorlar mı? Yaptırılmıyor mu? Yapmıyorlarsa, niçin
yapmıyorlar? O zaman mücadelede ki samimiyet ne olacak? Yapamıyorlarsa niçin
yapamıyorlar? Korkuları nedir, korkmaları gerekiyor mu, kimden korkuyorlar?
Yaptırılmıyorsa, yaptırmayan kim ve niçin yaptırmıyor? O görünmeyen devlet
dediğimiz şey mi yaptırmıyor? Peki, nasıl bir devlettir o? Kimin devletidir? Böyle
bir devlet, bu milletin devleti midir? Bu milletin devleti ise nasıl böyle bir
şey yapabilir, bu milletin devleti değilse nasıl olur da bu milletin kaderine
hükmedebilir? Bunun arka planında ne vardır? Yoksa milletler devletler
tarafından ancak bu şekilde mi idare edilebilmektedirler? Birilerinin
yapmadıklarıyla birilerinin gelmesine zımni müzahir ol, yeni gelene de bir
şeyler yaptırma ve yaptırılmayanla yeni birilerini getir ve bu meyanda insanlık
bitevi kaybetsin ve kazanacağı umuduyla da bekleyip dursun ama hiçbir zaman
kazanamasın, her daim ezilsin ve kazanan mütemadiyen kompradorlar olsun öyle
mi? Böyle bir devlet zihniyeti olabilir mi? Böyle bir zihniyet tasvip ve tensip
edilebilir mi? Bu nasıl bir dilemmadır, paradokstur? Mezkûr meselelerden nicesi
vardır, niye halledilmesi sonsuz basitken halledilmez bu tür meseleler? Gerçekten
garip değil mi? Bendenize çok garip geliyor ve dehşetli şekilde kafamı meşgul
ediyor? Yani çok basit meseleleri hal yoluna koymak gerçekten mi zor yoksa niye
konulmaz hal yoluna ve halledilmez ya da arka planda ki gerçek nedir? Vs. vs.
vs.
SORULAR
İnsanlık ailesinde düşünün
diyen kim? Herkes. Her ağızdan düşünün nidalarını işitirsiniz? Doğru mu bu?
Doğru. Peki, düşünene düşman kim? Herkes. Her ağızdan düşünmeyin nidalarını
işitirsiniz? Doğru mu? Doğru. İsterseniz yalan deyin. Yalan demekle bir şey
yalan olursa, bu da yalan olur. İnsanlık ailesinin bireyleri olarak sahtekâr
mıyız? Şeksiz ve şüphesiz sahtekârız! Vs. vs. vs.
SORULAR
Bu dünyada eksik olan ne?
İnsan. İnsanda eksik olan ne? Vicdan. Vicdan, insanı insan yapan şeydir. İnsan
da, dünyayı cennet yapacak şeydir? İnsan insan değil, niye? Çünkü vicdanı yok.
Dünya cennet değil, niye? Çünkü insan yok. Bu yüzden bizim ilk evvelde vicdan
sahibi olmamız, sonra da vicdan sahibi insanlar yetiştirmemiz, ondan sonrada
cennet misali bir dünya yaratmamız iktiza ediyor. Vicdansızlık, insansızlık
demektir; insansızlık, cehennem demektir? Görmeyi becerdik mi? Hissetmeyi
becerdik mi? Anlamayı becerdik mi? Vs. vs. vs.
SORULAR
Bu dünya düzeni yerle yeksan
olsa ve Hz. Muhammed’in getirdiği din egemen olsa nolur? Gerçekten böyle bir
şeyi ister miyiz? Dille değil, gönülle ister miyiz? Sadece sormak geldi
içimden. Bilmiyorum! Sormak yasak mı? Vicdanın sorduğu hiçbir soruya yasak
konamaz! Vicdan ağır gelir mi insana? Bilmiyorum! Dilin kemiği var mı? Biz et
parçası olarak biliyoruz, görmediğimiz, hissetmediğimiz bir kemiği var mı
acaba? Bilmiyorum! Vs. vs. vs.
SORULAR
Sahte ilahlardan,
peygamberlerden, kitaplardan, dinlerden geçilmeyen yeryüzünde (Kimse laga luga
yapmasın, bu bir hakikattir. Münhasıran görmek, hissetmek ve anlamak iktiza
edecektir, bu hakikati fehmetmek, ihsas etmek ve fark etmek için. Olabildiğince
ince ve derin bakmak ve hissederek algılamaya, anlamaya çalışmak icap ediyor. Tafsilata
girmeye tenezzül etmiyorum. Kendi hayatlarımızı murakabeden ve süzgeçten geçirmek
kifayet eder zaten, bu gerçeği algılamak ve kavramak için. Tabi böyle bir şeyi
yapabilecek cesaretimiz varsa.); Allah’a, Peygambere, Kur’an’a ve Allah’ın
ondan başka din kabul etmem dediği, biz kulları için seçtiğini buyurduğu, Hz.
Muhammed ile gönderdiği, Kur’an’da yaşama dair yüce ilkelerini bildirdiği
İslam’a yer var mı sahi? Gerçekten merak ediyorum. Elbette muhal ender muhal
ama faraza olsaydı gibisinden bir ifadeyle diyelim ki; Hz. Muhammed şimdi geldi
ve içimize karıştı diyelim, bize bakınca söyleyeceği ne olurdu? Müslüman
görünen bizlerin Müslüman olduğumuza inanır mıydı? Müslüman görünüyorsunuz ama
Müslüman olamamışsınız mı derdi ya da siz Bana layık bir ümmetsiniz, sizlerle
iftihar ediyorum mu derdi? Yahut üzülür ve hiçbir şey söylemeden, bizi içine
düştüğümüz durumda bırakıp çekip gider miydi? Bu soruya kendi sığ bakış
açımızla, sığ yaşamımızla cevap veremeyiz, bu şekilde vereceğimiz her cevap Hz.
Muhammed’e saygısızlıktır. Çünkü O, sizin görmediklerinizi görürdü, O dünyanın
en latif, en mümtaz, en derin, en ince ve yüce şahsiyetiydi. Tek bir kalp
incittiği vaki değildir, güven bakımından can düşmanlarının bile emin olduğu
insanlığın yegâne şahsiyetiydi. Biz ise günahtan kalınlaşmış, incelik nedir
unutmuş, kalınlığa alışmış, sığlaşmış, küçük insanlar olmuşuz. O hesapsız ama
kitaplı bir Peygamberdi ve bize kitabı getirendi, bizse hesaplı ama kitapsız
bir ümmetiz maalesef. Sözde kitaplıyız ama özde kitapsızız maateessüf. Gerçek
acıdır ve yok edilemez. Güya İslam’ı tebliğ vazifesini deruhte ettikleri
iddiasında olan cemaatler niçin İslam’ı anlatmazlar da, kendi cemaatlerini,
kendi cemaatlerinin kitaplarını, kendi yollarını anlatırlar bitevi? Niye kendi
ahlak anlayışları vardır? Niye Kur’an’ın ilkelerini çiğnemekte tereddüt
etmezler nice müntesipler? Çünkü her bir müntesibe kendi cemaatinin sığ ahlak
anlayışı zerkedilmiştir, Kur’an’ın derin ahlak anlayışı değil. Kendilerinin
kardeş oldukları zerkedilmiştir, müminlerin kardeş oldukları değil. Münhasıran
birbirleriyle selamlaşmaları zerkedilmiştir, tüm insanlarla değil. Ya da
Müslümanlık iddiasında olanların, İslam’a yakınlıkları ne kadardır? Niye her
birimizin kendi yolumuz vardır, kendi ahlakımız vardır, kendi adalet
anlayışımız vardır, kendi ilkelerimiz vardır, alışveriş yöntemimiz vardır? Peki,
Kur’an niye gelmiştir? Okumayacaksak, anlamayacaksak, aramızda hakem
yapmayacaksak, uygulamayacaksak, sümme haşa boşuna mı gelmiştir? Dünya niye bu
haldedir? Dünyayı kim cennet kılacaktır? Kim insanlığa örnek olacaktır? Kim
vicdanı temsil edecektir? Uzar gider de yazı, zaten hayatın içindeyiz! Vs. vs.
vs.
SORULAR
İlk hitapta yüce bir buyruğu
izhar ederek naçizane mülahazalarımı serdetmeye çalışacağım. İnsanlık ailesi;
‘’OKU!’’ yüce ve kutsal sözünün muhatabı değil mi? Muhatabıdır kardeşim! Muhatabısın
kardeşim! Muhatabıyım kardeşim! Okuyacaksın kardeşim, okumalısın kardeşim.
Bilakis, yerini bileceksin, istesen de istemesen de bileceksin, bilmelisin.
Bunu kimsenin söylemesine, bildirmesine lüzum yok, kendin bilmelisin. Gerçi okumuyorsan
bunu nasıl bileceksin? Ya okuyacaksın, ya susacaksın, ya da haddini bileceksin.
Bilmiyorsan konuşamazsın, konuşursan ama çakılıp kalırsan da pislik
sıçratamazsın. Adice jurnale yeltenemezsin. Okuyanla okumayan aynı düşünemez
kardeşim, bunu bileceksin ve anlayacaksın. Sokacaksın o kalın kafana. Aynı
düzlemde durarak, olaylara ve olgulara bakamaz, dünyayı ve varlığın muhtelif
tezahürlerini aynı kafayla yorumlayamaz kardeşim, okuyanla okumayan. Bilmiyor
ve anlamıyorsan susacaksın, haddini bileceksin. Geçelim! Konuşsanız bi garip,
konuşmasanız bi garip. Susmak istiyorsunuz ama hayat zorla konuşturuyor, bu
seferde böyle bir toplumda garip bir duruma düşüyorsunuz. Zira hayatın
içindesiniz ve maalesef içindesiniz içinde olmanız gerekenlerin. Yani acayip
hareketlerle, mebzul miktarda lafla, muhtelif tavırlarla karşı karşıyasınız. Tepki
verseniz ayrı bir bela, tepkisiz kalsanız ayrı bir dert. Tarif edemediğiniz bir
şey. Yani iflah olmaz bir paradoksu yaşıyorsunuz. Ben bu toplumu yemin ediyorum
anlamıyorum. Okumaktan, düşünmekten korkuyor hatta kaçıyor. Sloganlarla
yaşamaya alışmış. Papağan gibi aynı şeyleri tekrar etmeye alışmış. Bakış açısı sıfırın
altında, görüş açısı sıfırın altında, yorumlaması sıfırın altında, sorusu ve
sorgusu yok, konuşması olabildiğince sığ. Kutsallaştırdığı kavramlarla beynini
öldürmüş. Maddeye ruhunu satmış. Hem okumuyor; şimdi böyle söyledik ya,
diyeceği belli; sadece sen mi okuyorsun? Sen böyle ahmaksan, cehalet
paçalarından akıyorsa, evet sadece ben okuyorum kardeşim! Aldın mı cevabını?
Soğudu mu yüreğin? Yoksa zırcahil bir ifadeyle; işte gördünüz mü, ben demiştim,
vereceği cevap belli diye mi konuşacaksın? Buyur konuş, ben yüksek perdeden
aynen öyle konuştum, sen de böyle konuş, ne geçer eline, cehaletten başka? Bazen
tevazu bile düşüklük olabiliyor. İşte bu sefer yapmayacağım. Kardeşim hatmettin
mi Ali Şeriati’yi, Cemil Meriç’i, Nurettin Topçu’yu, Seyyid Kutup’u, İsmet
Özel’i, Necip Fazıl’ı, Nietzsche’yi, Camus’u, Sartre’ı vs. vs. vs. Okumadıysan,
hatmetmediysen; algılayamazsın, anlayamazsın, idrak edemezsin kardeşim. Ben çok
bildiğimi, her şeyi bildiğimi söylemiyorum, sadece ben bilirim demiyorum, böyle
bir iddia insanı küçültür zaten. Ben her zaman teatiden yana oldum. Hem yanlış
anlıyor. Hem yargılıyor. Hem karar veriyor. Okumuyorsunuz kardeşim,
anlamıyorsunuz kardeşim, bu cehalettir kardeşim dediniz mi de çıldırıyor. Oysa
okusa anlayacak, anlasa empati kuracak ve yargılama yerine kendine dönüp
bakacak, kendine dönüp bakınca da belki yanlış olanın kendisi olduğuna karar
verecek ama yapmıyor. Ahkâm kesmeye bayılıyor. Anlamadığı sözlerden dolayı
itham etmeye teşne. Hayır, böyle yapınca ne geçiyor elimize? Övüyorlar mı bizi?
Aferin mi diyorlar? Önümüze bir tas aş mı koyuyorlar? Cebimize beş kuruş
harçlık mı atıyorlar? Oysa birazcık akıllı olsak, birbirimizi dinlemeyi,
anlamayı, birbirimizle en aykırı şeyleri konuşmayı, her şeyi sorgulamayı, en
uçuk soruları bile anlayışla karşılamayı bilecez. Zira ilerleme de, yükselmede,
yücelmede ancak bu şekilde mümkündür. Doğruya ve hakikate ulaşmak ancak bu
şekilde mümkündür. Ama yok kardeşim, kafa yok. Teati kabiliyeti yok. Dinleme ve
anlama kabiliyeti yok. Karşılıklı müzakere yapma kabiliyeti yok. Bilmiyor,
bilmediğini bilmiyor, bilmediğini bilmediğini de bilmiyor. Yani zırcahil.
Şerefsizlik mi yaptım? Hayır, evet kardeşim zırcahilsin. Hayır, önce bi okusan,
okuduğunu anlasan, gerçekten olguyu ve olayı iyice kavrasan, gerekirse dip
derinliklerine değin insen, sorarak sorgulasan, sonra da şöyle oturup bi
düşünsen olmaz mı? Olmaz, olamaz, çünkü yapamaz, çünkü bunu yapacak kabiliyet,
akıl ve bilinç lazım önce. Vay anasını ya, ne garip bir dünyadayız, ne acayip
bir insanlık ailesinin üyesiyiz? Tahkir ve tezyif yok, münhasıran isyan var!
Şimdi bunu da anlamaz…
EKSTRA:
‘’’’HER ŞEYİ SORGULAYIN!’’’’
Karl Marks