BİRİNCİ YAZI
Göz, akıl, vicdan gibi
şeyler; bir insan bedeninde ki sonsuzcasına öneme sahip unsurlardır. Allah’ın
bahşettiği en yüce nimetlerdir. Değerlendirmeye kelimeler kifayetsiz kalır,
değerlendirmeye tevessül edilirse ifadeler manasızlaşıverir. Göz; bakar ve
görür. Akıl; düşünür, sorar, sorgular ve sonuca varır. Vicdan; hisseder,
onaylar ve inandırır. Bu yüzden bendeniz, gözüme, aklıma ve vicdanıma güvenirim
ve inanırım. Emri bunlar verir bana. Bunların emrine de uyarım. Bunların
verdiği emri sorgulamam. Türlü bahanelerle bunların verdikleri emirlere
direnmem ve itiraz etmem. İstikametimi bunlar belirler. Kişiliğim, karakterim
bunların eseridir. Bunların varlığı, en büyük güçtür ve bunların güçlerinin
üstüne güç tanımam. Bunlar sayesinde hayata hodri meydan çekebilirim. Gözlerim
bakmaktadır ve görmektedir, öyleyse yanıltılmam. Aklım düşünmektedir,
anlamaktadır, kavramaktadır, öyleyse uyutulmam imkânsızdır. Vicdanım
sezmektedir ve hissetmektedir, öyleyse kandırılmam güçtür. Vatan coğrafyası
için gökyüzünden düşen güneş neyse, beden coğrafyası için bu unsurların
mevcudiyeti de aynı şeydir. Bunların ortaya koydukları bir kararı çürütebilecek
hiçbir merci yoktur. Hakikatin kaynağıdırlar. Varoluş kavgasının üç sacayağıdır
bunlar. İnsanın diri mi, ölü mü olduğunun mutlak ve muhakkak hüccetidirler. Hükmü
bunlar verirler. Kaderi bunlar tayin ederler. İnsanı insan eden unsurlardır
bunlar, kullanılıp kullanılmadıklarına bağlı olarak.
İKİNCİ YAZI
Say ki; insanlara karşı
tevazuuyla yaklaşma imkânın varken kibirli davrandın. Say ki; insanlara iyilik
yapma imkânın varken kötülük yaptın. Say ki; insanların hakkını yedin. Say ki;
insanların kalplerini incittin, kırdın. Say ki; insanların yüreklerini acıyla
doldurdun. Say ki; insanlara ihanet ettin ve sattın insanları. Say ki;
insanlara zulmettin. Say ki; insanların terini, yaşını, kanını, emeğini gasp
ettin. Say ki; insanların yaşamak sevinçlerini çaldın, hayatlarını yok ettin.
Say ki; bir cana kıydın bilinçli olarak. Say ki; hased yüzünden bir insanın
başına bile isteye kötülük gelmesine yol verdin. Ve düşün ki; kendisine karşı
bu şekilde davrandığın insanlardan biri yarın öldü ya da sen öldün. Şimdi ne
düşünüyorsun? Beynin nasıl, kalbin nasıl şimdi? Nolacak şimdi? Olmayacak bir
şey midir? İstesekte istemesekte, kabul etsekte etmesekte, inansakta
inanmasakta, nefsimize ağır gelse de ölüm var ve gerçek. Ve ölünecek! Her şeyin
hesabı elbet sorulacak!
ÜÇÜNCÜ YAZI
Yürüyorsunuz ileriye doğru.
Her adımda dokunuşlarda bulunuyorsunuz hayata. Birgün çok uzağa gideceksiniz,
dokunuşlarda bulunamayacak kadar uzağa ve ancak geriye dönüp bakabilecek
takatiniz olacak ya da olmayacak. Ne görmek istiyorsunuz, dönebilecek takatiniz
olursa? Nasıl görmek istiyorsunuz bıraktıklarınızı? Ya da bakabilecek yüzünüz
olacak mı? Çöküp kalacak mısınız yoksa? Yüzünüz neye bürünecek? Yüreğiniz nasıl
hissedecek? Elbette dokunuşlarınızla alakalı bir durum bu. Ömür geçip gidiyor,
tükenip gidiyor insan dediğin. Nasıl geçiyor ömür, nasıl tükenip gidiyor insan
dediğin? Hüzün biriktiriyor musunuz? Ya da hüzne yer açan bir yüreğiniz var mı?
Gerçekten hayatı şöyle kenardan temaşa ettiğinizde hüzünlendiğiniz oluyor mu?
İnsan kalabildiyseniz belki! Akşam oluyor, sabah oluyor, günler tükenip gidiyor
ve sona gidiyor insan. Tüketiyoruz ve tükeniyoruz azar azar. Hiç farkında
oluyor muyuz geçip giderken bu dünyadan, neyi, nasıl, niçin yaşadığımızın ve
hayata, benzerlerimize nasıl dokunuşlarda bulunduğumuzun? Dünya algımız nasıl?
İnsana bakışımız nasıl? Aslında tükenirken, neyi tükettiğimizin de farkında
oluyor muyuz? Yoksa hiç önemli değil mi? Yeter ki, tükendikçe, tüketmediğimiz
bir şeyde kalmasın mı diyoruz? Gerçekten bir vicdanımız var mı bizim
hüzünlenebilen? Bir sesle, bir yüzle, bir cümleyle, bir sözle, bir müzik
tınısıyla, bir resimle sonsuz uzaklara gidebiliyor muyuz, garip bir şekilde
duygulanabiliyor muyuz, içimiz tarifi imkânsız bir hüzünle kaplanıveriyor mu,
derin iççekişleri hissedebiliyor muyuz? Gerçekten ne bırakıyoruz, neyi
bırakıyoruz tükenirken, tükenerek çekip giderken? Meydanlarda bir iz mi?
İnsanlara bir söz mü? Hayata bir yüz mü? Fedakârlıkla süslenmiş bir ömür mü?
Sürekli sevgiyle anımsanacak hüzünlü bir yürek mi? Bakışlarını hatırlayacağımız
bir çift göz mü? Yoksa akılsız insan neyin değerini bildi ki, neyin değerini
bilecek diye mi düşünüyoruz?