Sayın Cumhurbaşkanım! Söyle düşünün, ruy-i zemin bir toprak
ve insan da o toprağa atılmış bir tohum olsun. Fıtri olarak özgürlük toprağında
yetişmektedir ve özgürlük içerisinde varoluşundan gelen haklara maliktir değil
mi? Yani Allah’ın direkt olarak bahşettiği haklara maliktir ve o haklar hiçbir
şekilde geri alınamaz. İnsan tecziye edilebilir belki ama varlığıyla varolan ve
yaşamı ancak kendisinin varolmasıyla anlamlı ve mümkün olan hakları asla geri alınamaz.
Çünkü böyle bir şey, yaşamı almaktır ve insanı yokluğa mahkûm etmektir ve
hiçbir kimse kendisine yaşam bahşedilen insandan o yaşamı alamaz. Zira yaşamak
imtihana tabi olmaktır ve imtihan bir kaderdir, ancak Allah’ın istemesiyle
biter. Çünkü mevzubahis olan hakları kullar bahşetmemektedir kullara. Allah
bahşetmiştir ve Allah’ın verdiğini kullar geri alamazlar, her ne şekilde ve her
neyle olursa olsun. Yasalar olarak tavsif ettiğimiz şeyler arızidir ve
orijininde nefsi hırsları ve arzuları mündemiçtir. Ve yasalar doğuştan gelen
hakları almak ve kulları kullara kul etmek için değil, toplumsal münasebetleri
tanzim etmek içindir ve ancak, bir insanın bir benzerine taammüden zarar
vermeye teşebbüs etmesi neticesinde cari hale gelir. Bilakis aktive edilmesi
muhaldir ve insan haklarına mugayirdir. Bir insanın, emek sarf ederek, ter, yaş
ve kan akıtarak, büyük bedeller ödeyerek elde ettiklerini, nefsi hırsları ve
arzuları tazammum eden yasalarla metazori almak ve yok saymak insanın varoluşuna
münafidir. Ve bu da hakikatle, adaletle,
hakkaniyetle tenakuz arzetmektedir. Böyle bir şey muhal ender muhaldir ve
hiçbir şekilde, koşulda, şartta kabul edilemez. Suya, havaya, güneşe, toprağa
muhtaçtır insan. Binaenaleyh, insan bunlarsız yaşayamaz. Bunlarsız yaşayamadığı
gibi, tıpkı doğuştan varolan haklarını kullanmadan da yaşayamaz. Bunu sizlerde
iyi bilirsiniz. Zira evlat ve torun sahibisiniz. Ve her çocuk kendi ailesi için
kıymetlidir, değerlidir. Acılarla, sancılarla, ıstıraplarla yetiştirilmekte,
büyütülmekte, yaşatılmaktadır. Kimi zaman sevindirmekte, kimi zaman da acılara
gark eylemektedir. Hülasa; bir
insançocuğunun hangi şartlarda doğduğunu, ne zorluklarla büyüyüp geliştiğini
biliyoruz ve tabi özünde ne kadar da masum olduğunu. Yani kolay bir süreç
değil. Varoluşu bir kozmosa tabi iken yaşamı kaosla doludur. Yasaların türeyişi
de buna merbuttur. Yasalar kontrol edicidir, kaosu kozmosa tedvir eyleyicidir
ama yok edici değildir. Hayatın nasıl bir şey olduğunu hepimiz biliyoruz.
Paradokslarla doludur hayat. Tereddütlerle, belirsizliklerle, bazen açıklıklılarla
ve olabildiğince zorluklarla doludur. Ve insançocuklarının yaşamları hiçte
kolay değildir. Ve üstelik insançocuğu cahil, zalim ve dahi nankördür. İnsanı
tanımadan ve anlamadan, hayatın ne olduğunu tam anlamıyla bilmeden, insana dair
karar vermek imkânsızdır, verilirse şayet o kararın adil olma ihtimali çok
düşüktür hatta muhaldir. Binaenaleyh, insanın doğuştan gelen hakları metazori
gasp edilemez yasalar tavassutu ile. Mühim olan kalbe dokunmaktır, gövdeyi
acılara gark eylemek değil. Kazanmaktır, kaybetmek değil. Bir devlet almaktan
ziyade vermek için vardır, yok etmekten ziyade yaşatmak için vardır. Çünkü
insan yaşarsa devlet yaşayacaktır. Ve insan ancak kendini yaşatan devlete saygı
duyacaktır ve böyle bir devlete derin ve sarsılmaz bağlarla bağlanacaktır.
Öyleyse yapılması gereken bellidir, takip edilmesi icap eden yol malumdur. Ve
bu nefsen böyle değildir, Allah’ın kutsal ve sarsılmaz yasalarına göre böyledir
yani itiraz imkânsızdır, gereğini icra ve ifa etmek ise vicdanın, merhametin,
adaletin zorlamasıdır.
Sayın Cumhurbaşkanım! Öncelikle ifade edeyim ki; hüküm
yalnızca ve yalnızca Allah’ındır (En’am-57) ve Allah’ın hükmüne mugayir hareket
etmek insana yapılabilecek en büyük ihanettir. Allah’ın hükmü karşısında bulunan
tüm hükümler geçersizdir. Bunu söylerken toplumsal ilişkileri tanzim eden ve
devlet tavassutu ile icraya dönüştürülen yasalara ve devlet otoritesine muhalefet
etmiyorum ama son tahlilde herhangi tereddütlü bir durumda vicdanın anayasasına
da başvurmak iktiza ettiğinin altını çizmek istiyorum. Ve o durumlarında hangi
durumlar olduğunu zaten başından bu yana mektubunun muhtevasına dercettim. Bahusus
insanlığın fıtri hakları burada en öncelikli olanıdır. Ki, çoğu zaman denmekte
değil midir, devletin verdiği bazı kararlar için; vicdan sızlatmaktadır diye? Çünkü
Allah’ın hükmü tüm insanlığı ihata edip, tüm insanlığın menfaatine iken, sair
hükümler münhasıran muayyen bir zümreyi ihata eder ve o zümrenin menfaatini
gözetir. Bu hüküm isterse bir devletin hükmü olsun hiçbir şey farketmez. Bunu söylemekten
imtina etsekte gerçek budur. Haddizatında söylenmelidir de. Lütfen, insanlık
aşına, hayata sadece göz ucuyla bir bakış fırlatmak kifayet edecektir bunu
idrak etmek için. Sayın Cumhurbaşkanım! Allah, Muhammed, Kur’an aşkına elinizi
vicdanınıza koyunuz ve söylediklerim hakkında ondan sonra karar veriniz. Haksızsın
diyorsanız, boynum kıldan incedir. Tüm benliğimle, vicdanımla, aklımla yemin
ediyorum ki, boynum kıldan incedir. Zaten gerçekleri gizleye gizleye insanlık
bu halde değil midir? Ya da gerçek biline biline tersi yapıldığı için insanlık
bu halde değil midir? Zira devletlerin hükmüne temel teşkil eden ve orijininde
nefsi hırları ve arzuları mündemiç bulunan kanunları ihdas edenlerde birkaç
kişiden mürekkep bir zümredir. Öyleyse o hükümlerin benim doğuştan varolan
haklarımı metazori gasp etmesine ve benim mukadderatım üzerinde etkin olmasına
müsaade edemem. Elbette ki fiilen yapabileceğim bir şey yoktur ama vicdanımda
asla onaylamam. Binaenaleyh, Allah’ın hükmü dururken, orijininde nefsi hırs ve
arzuları tazammum eden ve münhasıran muayyen bir zümrenin menfaatini hedefleyen
hükümlere bakamam ve ona göre verilmiş kararları tolere edemem, hiçbir kuvvet
ve şahısta tolere ettiremez bunu bana. Böyle bir şeyi dikte etmek ise hakiki
anlamıyla faşizmin ta kendisidir. Zerre miskal zekâsı çalışan ve bilinci
aydınlanmış herkesin sükût edeceği bir çıkarımdır bu. Ha deniyorsa ki bana ne
cins bir Müslümansın sen, eyvallah ben böyleyim. Çünkü ben kutsal hükümleri
okuyan ve onunla bilgiçlik taslayan ve dahi onları menfaatlerime mülaki olma
vesilesi kılan değil, o hükümlerin icrasını tüm benliğimle ve samimiyetimle arzulayan
insanım yani mürai değilim, samimiyim. Keza, bir önceki yazımda
bahsettiklerimi, bu ülkedeki tüm yargıçlarla tartışmaya açığım, beni ıskat
edebilirlerse, bu topraklarda yaşamak hakkımdan feragat ediyor ve sürgünü kabul
ediyorum. Tüm benliğimde hissederek, olabildiğince bilinçli olarak ifade
ediyorum bunu, laf olsun kabilinden değil. Saçmalamıyorum, ahmakça
konuşmuyorum, neticesinde gerekenin yapılmasını tereddütsüz istiyorum ve
uygulanacak yaptırımı kesinlikle ittihaz ediyorum. Ya bendeniz onları ıskat
edersem karşılığı ne olacaktır? Binaenaleyh, söylediklerimde bu kadar
iddialıyım ve haklılığıma sonuna kadar inanıyorum. Ki, mutlak ve kutsal
yasalarında bendenizi doğruladığını kesinlikle biliyorum. Bazı şeyleri fehmedebilmek
ve kati hüccetlerle ispat edebilmek kalıplaşmış şeyleri hatmetmekle kabil olmaz
maateessüf. Kâğıt paçavralarına geçirilmiş sözler hükümden sayılıyorsa, bir de
fıtrata yazılmış sözlerden müteşekkil hüküm vardır ve o hüküm ne bozulur ne de
düzletilmeye muhtaçtır. Ki, Allah’ın hükmü karşısında hangi hükmün geçerliliği
olabilir, böyle bir şey kabil midir? Varsayın ki, bir insançocuğu mutlak haksız
şekilde, haklarından, orijininde nefsi hırsları ve arzuları tazammum eden
yasalar tavassutu ile mahrum edildi, tüm istikbali lekelendi ve sonradan
bigünah olduğu aşikâr oldu, onun hakkını kim, nasıl, ne şekilde telafi
edebilecektir? Ki, bu türden ne insanlar yaşamaktadır bu toplum içinde bizatihi
bildiğim. Bunu hangi vicdan tolere edebilecektir? Bunu hangi adalet umdesi
onaylayabilecektir? Bunun karşısında sızlamayacak bir vicdan var mıdır? Öyleyse
bir insançocuğuyla ilgili işlem yapılırken kılı kırk yarmak iktiza etmez mi? Ya
da o işlemi yapanın güvenilirliğinin test edilmesi icap etmez mi? Çünkü bu
toplumda öyle aşağılık, öyle şerefsiz, öyle kanı bozuk, sütü bozuk yaratıklar
vardır ki, bir insanın hayatını karatmak ya da o insanın sahip olduklarını ele
geçirmek için iftira atmaya hazırdırlar. Devlet dediğimiz nedir ki? Eğer
devlet, adaleti kâmilen icra etmeyecekse, varlığının anlamı ve hikmeti nedir
ki? Söylediklerim idealistçe şeyler olduğu için belki bu dünyanın muhtevasına
göre ağır gelmektedir ama suç benim midir? Kutsal yasalar benim ürünüm müdür,
benim sözlerimden müteşekkil midir?