AÇIK MEKTUP...6...

Özgür DENİZ - 30.06.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Zat-ı Alinize birkaç sorum olacak ama ilerleyen zamanda ya da bir sonra ki mektubumda. Dünya öyle boş ki, hiçbir şeyi umursamıyorum.  Bazen yaşamak bile istemiyorum. Çoğu zaman yetsin, buraya kadarmış dediğim bile oldu ama olmadı. Yani bu kadar! Bendeniz, şiiri, şarkıyı, çiçeği, böceği seviyorum. İnsanı ve özgürlüğü seviyorum. Bir çocuğun gülümsemesine bitiyorum, ölüyorum. Sadece anı yaşayan, ne dünden ne de yarından haberi olmayan çocuklarımızın gülümsemelerine. Aslında ne güzeldir anı yaşayabilmek, keşke yaşayabilsek! Bir çocuk olaydım, belki de ne dünyanın kirine bulaşmış olurdum ne de dünyanın kötülüklerini tanırdım. Bir kuş olsaydım da uçsaydım şu mavi göklerde diyorum bazen iç sesimle diğer kendime. Gökyüzünde süzülen kuşlar büyük bir heyecan veriyorlar bana. Bazen, görünmez bir şey olaydım da, çocukları katleden cellatları yeryüzünden süpüreydim dediğim anlar oldu. Bir dağda yaşamak ve o dağın zirvesinde haykırmak istedim çok zaman, suçlularla dolu şehirlerin karanlığına, belirsizliğine, kahpeliğine karşı. İnanır mısınız çok dar sokaklardan, fikirsel evrelerden geçtim geldim. Ter ve yaş akıtarak, emek sarf ederek, gövdemi eriterek verdim kavgamı. Aklımla, kalbimle fikriler edindim ve yine aklımla, kalbimle edindiğim fikirlerden vazgeçip, başka fikirlere yelken açtım. Hiçbir yerde tutunamadım, çünkü ne tutunabilirdim ne de tutabildiler. Zira bendeniz aklıma ve vicdanıma kulak verdim her zaman. Kendi kendimle savaştım. Bir yanardağ gibiyim inanır mısınız? Bugüne kadar hiçbir yerde samimi ve gerçekçi bir kavga görmedim. Kavgalar hep dünya için verildi, elanda aynı izi sürüyor insançocukları. Dünya için kavga vermeyi çok salakça buluyorum. Yaşayamadıkları, yaşayamayacakları dünya için kavga veriyorlar. Yaşamak için değil, sahip olmak için veriyorlar kavgayı. Çok ucuz, basit, anlamsız şeyler uğruna kavga verildiğini gördüm ve bugünde dünden farksız bir şey göremiyorum. İnsan maalesef kendine ihanet etmiş ve kendini inkâr etmiş. Küçücük, basit, ucuz menfaatlerinin ardına düşmüş ve karakterini yolda bırakmış, çiğneniyor karakteri ama o artık unutmuş bile ne bıraktığını geride. Bendeniz için bu sefil dünya, sefaletin şarkısını terennüm eden insanlığın dünyası, o kadar boş, saçma ve anlamsız ki, zerre miskal haz almıyorum. Etim, ruhum, kanım, terim, tenim, yaşım, tüm gövdemle özgürlüğüm ben. Çok büyük ülkülerin, belki de hayaller ötesi rüyaların peşindeyim. Başkaları ütopya diyorlar onlara ama bilmiyorlar ne olduğunu ve ne dediklerini. Keşke bilselerdi, hiç üzülmezdim. Belki de bu yüzdendir böyle duygularım. Zira dünya devasa bir mahpushane gibi geliyor bana. Arabalar, evler, dükkânlar, servetler vb. he şey devasa mahpushanenin fanusları, dar ve karanlık koridorları, ağır zincirleri gibi geliyor bana. Dünyayı elde edemediğimden değil bu, istesem elde ederim ve nasıl elde edildiği de malumdur. Ama bendeniz maddeyi sevmiyorum, maddeye sahiplenmeyi sevmiyorum ya da maddeye sahiplenme yöntemlerine ve maddenin sahiplenilme sebebine karşıyım. Sus diyorlar, kendi işine bak diyorlar, belanı mı arıyorsun diyorlar. Valla billa umursamıyorum. Böyle pislik bir dünyanın neyini umursayayım ki? Karanlığın, cehaletin, haysiyetsizliğin, ufkumuzu kapladığı bir dünyada kalmak mı ya da kalmak için kavga vermek mi? Yemin ediyorum akıl kârı değil ve ahmak işi. Bir varmış bir yokmuş gibi hayat, göz açıp kapayıncaya kadar tükeniveriyor. Niye susayım, niye korkayım, niye insanım, niye varım diyorum. Soruyorum, sorguluyorum, cevap bulamasam da yapıyorum bunu. Belki bu dünyada sonsuz olsaydım daha farklı olurdum, dinlerdim insanları ama maalesef sonsuz değilim ve bu yüzden yaşamayı seçtim ben. Yaşamayı derken, işte canlı kalayım, dünya da olayım değil, yaşamak sevincini en dibine dek duyumsamayı seçtim. Belki…


Sayın Cumhurbaşkanım! Cevabını çok merak ettiğim birkaç şey var naçizane. Haddizatında sorularıma insançocuklarının verecekleri cevabı biliyor gibiyim ama yine de merak ediyorum ve zat-ı alinize sormak gereği duyuyorum. Sorum insançocuklarına değil çünkü. Zira dediğim gibi, onların cevaplarını biliyor gibiyim. Garip bir his bu. Sözcüklere bürünemeyen bir his. Sezgi mi demeliyim yoksa, bilemiyorum. Beynimin göklerinde milyarlarca düşünce bulutu uçuşuyor. Duygularımın sonu yok, kalbim uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Daha önce detaya girmeden öylesine değindim geçtim. İnsan niye okur ya da niye okumalıdır yahut okumalı mıdır? Okuyun derken, okuyun diyenler bunda samimi midir? Samimi değilse niye okuyun demektedirler? Okuyun diyenler, okuması gerekenler okuyunca kendilerinden olacaklarını ve kendileri gibi düşüneceklerini mi düşünmektedirler de okunmasını istemektedirler? Ya da neyin okunmasını istemektedirler? İstenilenlerin okunmasını istemek ahlaki midir? Bendeniz okuduğum zaman başkaları gibi düşünmezsem, kendileri gibi düşünmediğim başkalarınca cezalandırılabilir miyim ve böyle bir şey, kutsal ve mutlak yasalara uygun mudur? Ya da okuduklarımdan anladıklarımı özgürce ifade edebilir miyim, edemezsem şayet niçin okuyayım? Bendenize oku deniyorsa, niçin oku deniyor, okuduğum zaman ne olur, okumak sonucunda olduğuma katlanılabilinir mi? Ya da bendenize işkence mi edilmek isteniyor? Özgürce düşünmemin önüne barikatlar konulacaksa, okumamın anlamı nedir? Keza; Müslümanız ve Müslüman bir ülkede hayat sürüyoruz değil mi? Yanlış mı düşünüyorum diyorum, hayır gayet doğru düşünüyorum diye biliyorum. Ama bendeniz nasıl Müslüman olacağımı bir türlü anlayamadım. Valla billa anlayamadım gitti. Bendenize birilerinin ama dinden anlayan birilerinin nasıl Müslüman olacağımı gerçekten izah etmelerini çok istiyorum. Yani Kur’an’ı okuyorum, okuduğumu anlama gayretinde oluyorum, anladığımı yaşama çabasına giriyorum ama Müslüman bir ülkede garipseniyorum. Hatta emin olun bana hayır diyenlerin, acayip bakanların, tavır alanların içinde Müslümanlıktan büyük bir ciddiyetle bahsedenlerin olduklarını bildiklerimden de oluyor. Kur’an’ın hükümlerinden bahsediyorum ve tepki çekiyorum ya da anlaşılmıyorum. Bendeniz okuduğum Kur’an’dan anladıklarımı ifade etmemeli miyim ya da Kur’an’a göre yanlış bulduklarımı dile getirmeyip kendime mi saklamalıyım? Hani insanlar Kur’an’dan bahsediyorlar ama yaşamıyorlar ve başkalarının da öyle mi olmalarını istiyorlar acaba yani konuşmalarını ama yaşamamalarını ya da Kur’an’ın özünden bahsetmemelerini mi istiyorlar? O zaman Kur’an’ı niçin okuyorum ya da okuyayım? Bunun nasıl olduğunu gerçekten merak ediyorum. Muhammed İkbal’in bir sözü var, diyor ki; dinimizi getiren Peygamberimiz gelse, getirdiği dini tanıyamazdı diyor. Hakikaten garip bir çıkarım değil mi? Bendeniz kime göre, neye göre ve nasıl bir Müslüman olmalıyım? Çünkü Kur’an’a göre Müslüman olmak garipseniyor. Hayata bakıyorum, Kur’an’a bakıyorum, tezat gördüğüm zaman izhar ediyorum ama itham ediliyorum hatta tecziye bile ediliyorum. Dahası tezattan söz bile edemiyorum. Haaa bendenize deniyorsa ki, sen Kur’an’a bak, Müslümana bakma, öyle de bendeniz Müslüman insanların arasında yaşıyorum ve bu katıksız bir gerçek. Bir de şunu merak ediyorum; bugün bir Müslüman, Müslüman olmayan birine dini anlatsa, tebliğ etse, nasıl edecek, edebilir mi? Burada da Yusuf İslam isimli şahıs aklıma geliveriyor. Kur’an’ın anlattığı Müslüman’a bakıyorum, bir de dünyada ki Müslüman’a bakıyorum, valla billa talla şaşırıp kalıyorum ve soruyorum, bendeniz kime göre, neye göre, nasıl bir Müslüman olmalıyım? Cevap verecek olana da sormak istiyorum; şayet istenilen gibi Müslüman olduğum zaman, olduğum Müslümanlığı yaşamama eyvallah edilebilir mi? Ya da bendeniz birine göre mi yoksa Allah’a göre mi Müslüman olmalıyım? Birine göre Müslüman olduğumda olduğum gibi yaşayabileceksem, Allah’a göre Müslüman olduğumda yaşayamayacak mıyım ve bu ne acayip bir şeydir? İçinden çıkamadığım bir paradoks. Hakeza; her doğruyu her yerde söyleme ama söylediğin her şey doğru olsun. Valla billa talla bunu da bir türlü anlayamadım gitti. Bendeniz doğruyu bilecem ama söylemeyecem? Yani bunun adı nedir ki? Bu düpedüz münafıklık değil midir? Çendan riyakârlık değil midir? Ya da söyleyeceğim bir doğru, yanlış yolda ki bir insanı kurtaracaksa ama söylemediğim için kurtulamayacaksa ne olacak? Bendeniz doğruyu niye öğreniyorum, ne zaman söyleyeceğim, nerede söyleyeceğim, kime söyleyeceğim? Ölümlü biriyim ve bildiğim doğruları kendimle mi götüreceğim, götürdüğüm yerde kime söyleyeceğim, ne işime yarayacak? Burada hiçbir işe yaramayan doğru orada ne işe yarayacak? Dahası doğruyu söylemekten niçin korkayım ki? İnsanlara hep doğru olmaları söylenmiyor mu? Bu söylenilenlerde samimi değiller mi yoksa söyleyenler? Hayır, gerçekten merak ediyorum, doğruyu niye söylemeyeyim ya da niye her yerde söylemeyeyim? Yoksa insanlığa kurulmuş tehlikeli bir tezgâh mıdır bu? Zira nice şeyler, kutsallık ve takva elbisesi giydirilerek kabul ettiriliyor insanlığa. Bu emir yani doğruyu söylememek, Allah’ın, Peygamberin ve Kur’an’ın bir emri midir? Eğer kutsal bir emirse, hücceti nedir? Hakikaten bunları tüm benliğimle ve bilincimle soruyorum ve bu soruların cevabını merak ediyorum. Daha çok soru var soracağım! Ne garip bir dünya ve ne acayip bir insanlık değil mi Sayın Cumhurbaşkanım?

Tarih: 30.06.2018 Okunma: 805

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

İsmail Hakkı Cengiz

11.06.2017 - 02:21

Kardeşim, derin bir kültür, kanayan bir kalp... Acı acı feryat! Feryatlarına feryadımı ekliyorum. Selâmlar...

Özgür Deniz

11.06.2017 - 11:02

akli, kalbi ruhi, derin, sonsuz selam, dua, muhabbet, saygı ile eyvallah. sonsuzcasına teşekkürler. Allah razı olsun. acılar bedel ödenerek satın alınır, bedel ödeterek mutluluğu getirir. yeter ki acılarımızı unutmayalım ve ucuza satmayalım. ''''ACI VEREN, MUTLAKA ACIYLA SINANIR'''' der Hz. Muhammed sav.

en derin ve kalbi saygılarımla Saygıdeğer Paşam.

İsmail Hakkı Cengiz

11.06.2017 - 02:21

Kardeşim, derin bir kültür, kanayan bir kalp... Acı acı feryat! Feryatlarına feryadımı ekliyorum. Selâmlar...

Özgür Deniz

11.06.2017 - 11:02

akli, kalbi ruhi, derin, sonsuz selam, dua, muhabbet, saygı ile eyvallah. sonsuzcasına teşekkürler. Allah razı olsun. acılar bedel ödenerek satın alınır, bedel ödeterek mutluluğu getirir. yeter ki acılarımızı unutmayalım ve ucuza satmayalım. ''''ACI VEREN, MUTLAKA ACIYLA SINANIR'''' der Hz. Muhammed sav.

en derin ve kalbi saygılarımla Saygıdeğer Paşam.