Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
30 Mart’ta başlatılan “Büyük Yürüyüş” eylemleri sırasında, İsrail askerleri 135 Filistinliyi öldürdü, 15 bin kişiyi ise yaraladı.
İngiliz The Guardian gazetesinde 29 Haziran 2018 tarihinde bir yazı yayımlandı. İsrailli yazar Ilana Hammerman ve İsrail Bilimler Akademisi başkan yardımcısı David Harel imzasıyla yayımlanan yazıda, dünya, İsrail’e müdahale etmeye çağrılıyor.
Çağrı, “Biz, ülkesini seven, bilim ve kültüre katkıda bulunan yurtsever İsrailli vatandaşlarız. Biz burada kalmayı ve katkıda bulunmayı amaçlıyoruz ancak buradaki durumdan dehşete düşüyoruz ve hayatımız, yavrularımızın hayatı ve burada yaşayan ve başka hiçbir vatanı olmayan 13 milyon Yahudi ve Arap'ın hayatı için derin korku duyuyor, dehşete kapılıyoruz.” diye başlıyor.
İsrailli aydınlar, Filistinliler için âdeta haykırarak dünya kamuoyunu şu satırlarla uyarıyor:
“İsrail devleti, yoğun bir şekilde kan dökülmesine yol açabilecek feci bir durumla karşı karşıya. Uluslararası toplumun kararlılıkla hareket etmesinin zamanı geldi. Bu olumsuz durumdan, politik, ekonomik ve kültürel dış baskı ile çıkılabilir. Bunun için basit boykotlar değil, özenle hazırlanmış baskı eylemleri gerekiyor.
İhtiyacımız olan baskı elbette sadece hükümetlerden ve parlamentolardan değil, sivil toplumdan, bireylerden ve kurumlardan da gelmelidir. 1967'den beri, tek bir İsrail hükümeti bile işgal edilen Batı Şeria'daki yerleşimlerin genişlemesine son vermedi. Üstelik son yıllarda, İsrail hükümetinin politikası, Akdeniz'den Ürdün nehrine kadar olan bu toprağın, bütünüyle Yahudi halkına ait olduğunu dayatıyor.
Bu ideoloji, Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilere baskıyı, sınır dışı edilmeyi ve etnik temizliği artırıyor ve derinleştiriyor. Bu, 1967'de İsrail tarafından eklenen Kudüs'ü ve kuzeydeki Ramallah'ı, güneydeki Beytüllahim'den neredeyse sınır ötesine uzanan sınırları da içeriyor. Bu tek taraflı kamulaştırma, işgal altındaki toprakları koruyan uluslararası hukuku ve bazıları da İsrail yasalarını ihlal ediyor.
Uluslararası toplum, yıllardır, barış ve güvenlik içinde birlikte yaşayacak ayrı İsrail ve Filistin devletlerine dayanan bir çözümden söz ediyor. Ancak şu anki İsrail politikası bunu imkânsız kılıyor. Batı Şeria’ndaki 51 yıllık askeri yönetim sırasında, İsrail büyük miktarlarda topraklara el koydu ve yüzlerce yerleşim yerine yaklaşık 600 bin İsrail vatandaşı yerleştirdi.
Öte yandan, İsrail, hiçbir sivil ve siyasal haktan yararlanamayan Filistinlilerin yaşam alanını daraltıyor. Özel ve kamu arazilerini, sadece kendi vatandaşlarının yararı için belirlediği kurallar temelinde kamulaştırıyor. Kamulaştırmayı reddedenlere toplu cezalar uyguluyor. Binlerce erkeği, kadını ve çocuğu gözaltına alıyor, askeri mahkemede yargılıyor ve kendi topraklarında onları cezalandırıyor.
Bütün bu eylemler uluslararası hukuka aykırı olarak yürütüldüğünden, ortaya çıkan durum artık sadece bir İsrail iç meselesi değildir. Birleşmiş Milletler, bu eylemleri engellemeye yönelik birçok karar almıştır ancak hiçbiri uygulanamamıştır.
Ve şimdi, burada yıkıcı, şiddetli ve patlayıcı bir iklim oluştu. Bu iklimin ortasında bulunan bizler, uluslararası toplumun yardım etmesi gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bu topluluk kendi kurumlarının kararlarına uymayı sağlamaktan sorumludur.
Bu meseleler, hiç bugünkü kadar açık ve acil bir hale gelmemişti. Dünyanın bu bölgesinde barış derhal sağlanmazsa, millî ve dini gerginliklerin alanı haline gelen bu topraklar hiçbir istikbal vaat etmeyecek, biz ve Filistinliler için hayat çekilmez olacaktır.”
İsrail zulmünden İsraillilerin bile isyan ettiğini gösteren yukarıdaki satırları çok önemli buluyor ve Türk kamuoyunun dikkatine sunuyorum. Dünyayı harekete geçireceğini ümit ederek…
x x x
GÜNÜN ÇİZGİSİ, LEMAN’dan, 27 Haziran 2018…