Sayın Cumhurbaşkanım! Ne mutlak realistim, ne mutlak
idealistim, ne de mutlak materyalistim. Her şeyin farkındayım hamdolsun. Ne gerçeklerden
kopuğum, ne idealden yoksunum ne de maddeye mahkûmum ya da madde her şeydir
diyorum. Bu dünyanın nasıl bir yer olduğunu ve insanın kim olduğunu
ciğerlerine, damarlarına kadar biliyorum. Hem gerçeklerin bilincindeyim, hem
ideallerime bağlıyım, hem de maddenin olmazsa olmazlığının ya da her şeyin
maddeden ibaret olmadığının farkındayım. Öyleyse böyle bir durumda nasıl
mutlaklaştırma olabilir? Haaa gerçeklerden başka bir şey tanımam ve mutlak
realist derler, eyvallah ederim. Gerçekleri tolere edemem ve ideallerimden
başka hiçbir şey bilmem ve mutlak idealist derler, eyvallah ederim. Maddeye
taparım ve her şeyi maddeden mürekkep bilirim ve mutlak materyalist derler, eyvallah
ederim. Amma velakin, acıları da, sevinçleri de, zorlukları da, kolaylıkları da,
zaferi de, yenilgiyi de, iyiliği de, kötülüğü de, hayatın ve ölümün ne olduğunu
da, yaşamsal gereksinimleri de biliyorum ve tüm bunlardan kendimi asla
soyutlamıyorum yani varlığın gerçeklerinden bihaber de değilim, varlığın
gerçeklerine bigâne de değilim. Gerçeklerden kopuksun diyenlerde, kuru bir
hayalin peşinden koşuyorsun diyenlerde, maddeyi inkâr ettiğimi ya da maddeye
tapınç içinde olduğumu söyleyenlerde hiçbir şeyin farkında olmayanlar, hiçbir
şeyi anlamayanlar ve kavramayanlar, hislerini kaybetmiş olanlardır. Bilinçlerin
kapalı olması, algılamayı ve anlamayı zorlaştırmaktadır. Bendeniz her şeyin
bilinç temelinde olmasını istiyorum. Bugün insanlık her şeye maliktir ama
bilinçten maalesef yoksundur. Bu ister inkâr edilsin, isterse ittihaz edilsin,
hiçbir şey değişmeyecektir, bizler sadece hakikati kabul etmemekte direneceğiz
o kadar. Şöyle düşünelim; bir ailemiz var ama var olan ailemizin ne olduğunun
farkında, idrakinde, bilincinde değiliz. Eşin, evladın, evin ne olduğunun
farkında ve bilincinde değiliz. Ne olur? O ailede hiçbir şey olmaz. Aileymiş
gibi yaşanır ama aslında hiçbir şey yaşanmaz vs. vs. vs. Bu yüzden bizler, bir
şey inşa etmeden, tesis etmeden evvel kapalı bilinçleri açmalı ve bilinç inşa
etmeliyiz. Hani Peygamberimiz; birgün öyle çok olacaksınız ki ama bir nehirde
sürüklenen çer çöpten farksız olacaksınız diyor, sebebini sorduklarında da
dünyaya tapıncı örnek veriyor ya. İşte demek istediğim tam da budur. Bilinç
olmayınca, ne olursanız olunuz, kim olursanız olunuz, neye sahip olursanız
olunuz, ne yaparsanız yapınız hiçbir anlam ifade etmez. Dünyayı da anlamsızlığa
mahkûm etmiş oluruz farklı yönden bakacak olursak ve aynen de öyle olmaktadır
zaten. Bilinç olmazsa, ne realiteyi, ne ideali, ne de maddenin mahiyetini idrak
edebilirsiniz. İnsan bir şeyler olsun der, güzeli ister ama bunun ilk evvelde
kendisini değiştirmekten geçtiğini bilemez ve istediği şey için tek bir şey
vermeye, bedel ödemeye yanaşmaz. Ama sanır ki, istediği şeyi gerçekten istiyor
ve o şey için kendinden bir şeyler veriyor. İşte bilinçsizliğin tam ifadesi
budur. Ne bir şey istediğinin farkındadır ne de o şey için kendinden bir şeyler
vermesi gerektiğinin, kendisini değiştirmesi gerektiğinin ve bir bedel ödemesi
gerektiğinin fevkindedir. Yani bilinci aydınlanmamış hatta bir bilinç sahibi
olamamıştır. İnsanlık bilinci kuşanmadan, mankurtluktan asla kurtulamayacaktır.
İnsanlığın en kadim sorunu bilinçsizliktir. Bilinçsizlik, eşekleşmeyi tevlit
etmektedir, büyük sosyolog şehit doktor üstat Ali Şeriati’nin fevkalade ve
beliğ ifadesiyle.
Sayın Cumhurbaşkanım! Büyük sosyolog şehit doktor üstat Ali
Şeriati’nin fevkalade ve beliğ ifadesiyle; bizler sahibi Allah olanlarız, ne
dünyaya tapanlarız ne de insana kul olanlarız. Hakikatten başka bir şey
bilmeyiz. Temeli hakikate dayanan her şeyin sağlam olacağına inananlarız.
Tarih, toplum, çevre, benlik gibi olguların zindanlarında tutsak olduğumuzu ama
bu tutsaklığımızı sorumluluk alarak yok edeceğimizi ve zincirlerimizi kırıp
hürriyetimize mülaki olacağımızı bilenleriz. Hani Einstein; dünya, kötülük yapanlar
yüzünden değil, izlemekle yetinip, sorumluk almayıp hiçbir şey yapmayanlar
yüzünden kötüdür diyor ya, işte bendenize bir şey yapmalıyım dedirten ve
bendenizi harekete sevkeden itki budur. Küçücükte olsa bir parçasını bildiğim,
çok az da olsa bir kısmına sahip olduğum hakikati haykırmazsam, bendeniz niçin
varım, niçin yaşıyorum? Ki, sustuğum zaman, kendimi nasıl kurtaracağım, bana da
dokunacak ateşe suyu nereden bulacağım? Yanlış hatırlamıyorsam, Lut Kavminden
bazıları şöyle demişlerdi; ya bela bize niye dokundu? Onlara dendi ki;
uyarmamıştınız! Uyarmak, insani bir ödevdir, sorumluluktur. Çünkü insana anlam
katan bir şeyde; iyiliğe yönlendirmesi, kötülükten alıkoymasıdır. Peki, bir
insan olarak, bendenizi bu ödevimi yapmaktan kim alıkoyabilir? Kimin haddidir
böyle bir şey? Öyleyse buyursun, işte meydan, hodri meydan! Başkaları cehennemi
hak ediyorsa, o onun sorundur, bendenizin değil. Ki, bendeniz münhasıran rıza-ı
ilahiyi baz alırım. Sonucunu da pek düşünmem işin aslı, zira bendeniz ödevimi
bihakkın ifa ettikten sonra, zaten gelecek olan gelir. Ki, Allah adildir!
Kulları gibi zalim değildir. Allah, her zerrenin karşılığını layığı ile verecek
olandır. İyilikse iyilik, kötülükse kötülük, muhakkak gelip sahibini
bulacaktır, inkâr faydasız olacaktır, çünkü hayatın perdesi olabildiğince
açılacak ve her şey ortaya saçılacaktır. Cennetse cennet, cehennemse cehennem,
gidilecek yer ayan olacaktır. Zaten insan o gün anlayacak, ne kadar da zalim,
vahşi, acımasız ve merhametsiz olduğunu. İşte bu yüzden insançocuğu, ne yapması
gerektiğini, nasıl yapması gerektiğini, niçin ve kim için yapması gerektiğini
algılamak, anlamak, bilmek, hissetmek ve kavramak zorundadır. Tabi isterse
zorunda olmadığını tasavvur edebilir ve ona göre hareket yönünü tayin edebilir.
Kendisi bilir! Binaenaleyh, bendeniz bana yönelmiş mutlak ve kutsal emrin
gereğini yerine getirmekten başka hiçbir şey yapmıyorum. İşittim ve itaat
ediyorum!
Sayın Cumhurbaşkanım! Bizler, büyük eğitimci ve fikir devi
üstat Nurettin Topçu’nun fevkalade ve beliğ ifadesiyle; ne yapacağımızı,
yaptığımız şeyi nasıl yapacağımızı, yaptığımız şeyi niçin ve kim için
yapacağımızı bilmesi gereken ve iyi kötü bilmeye çalışan ve bilmek peşinde
koşan insanlarız. Ne kadar becerebilirsek şayet, önce kendimizi insan yapmaya
çalışan insanlarız. İlanihaye şahsiyet kavgası veren ve bunun mesuliyetini
taşıyan ya da taşımak derdinde olan insanlarız. Binaenaleyh, bendeniz kendi
sevdama düşemem, dünya leşinin peşinden koşamam, kulların kulluğunu yapamam,
adalete mugayir hareket edemem, haksızlık karşısında boynum kırılır amma
susasam, hakikati asla örtemem. Utanırım Allah’tan, utanırım insandan, utanırım
mazlumdan. Allah utandırmasın ve namerde karşı mahcup etmesin duruşumuzdan
dolayı! Bu yüzdendir dert ve ıstırap peşimizi bir türlü bırakmaz. Çünkü bizler,
yürekleri acıyla dolanların acılarını hafifletme, bir yudumluk sevinci
olanların sevinçlerini bir taslık sevince dönüştürme, dünyası cehennem olana
dünyayı cennet kılabilme gayretindeyiz. Bendenizin asıl kavgası nedir bilir
misiniz? Hani hayatta garip insanlar vardır (inanın bu karaktere sahip olduğunu
bildiklerim vardır, çünkü yaşamlarına tanıklık ediyorum, garip ifadesi de
asaleti ifade etmektedir burada işin özünde) kötülük nedir bilmezler, bizde
kötülük vardır onlarda yoktur, harama asla el uzatmazlar, faizle geçinmeyi zül
addederler, üç kuruşluk dünya menfaati için boyunları asla eğilmez, herkesin
iyiliğini isterler, başkalarını kendileri gibi bilirler ve bu tavrın burada
tehlikeli olduğuna onları asla inandıramazsınız, kurnazlık nedir yabancıdırlar.
Ve işin acı yönü nedir bilir misiniz, bu insanlar dünyaya alışan insanlar
yüzünden gelen acıların ve hayatından memnun olanların sebep olduklarının mahkûmudurlar.
Hep ezilirler, asla hak ettiklerine kavuşamazlar, başkalarının hakkına asla göz
dikmezler. Ne ölürler, ne olurlar, dünya bağlamında tabi. Öyle mahzun, öyle
doğal, öyle masum yaşar giderler. Hakları yense de alamazlar. Çünkü güçleri,
şöhretleri, servetleri yoktur. Belki içlerinden isyan ederlerdir ama
sessizdirler. Haksızlığa uğrasalar adalet vardır derler ve öyle diyorlar ama
bilmiyorlar, çünkü bu dünyada haklı olsan da, hak güçlü olanındır. Bilmezler
ki, dünyanın adaleti yoktur! İşte, bu dünyada, hiçbir şey uğruna kavga
vermesem, bu insanlar için veririm, Allah, Peygamber, Kur’an ve İnsanlık şahit
olsun ki veririm, zira vicdanım ve merhametim bendenizi azaplara gark eder,
geceleri uyutmaz ve bana sen zalimsin diye haykırırlar her gece. İşte
münhasıran bu insanlar için bile susmak yakışmaz bana, isyansız olamaz
vicdanım, çünkü bendeniz insanım, merhametim adalet diye patlatır kulaklarımı. Gerekirse
tüm varlığımı feda ederim bu insanlar için. Çünkü bu dünya bu insanlarında
dünyası ve burada onların da hakkı var. Ve bu hakkı hiçbir kuvvet onlardan
alamaz, almamalı, alamayacak, aldırmayacağım. Bendeniz böyleyim, napayım,
susarsam yaşayamam, yapmazsam yapamam, yansam da yakamam!