Sayın Cumhurbaşkanım! Bazen burada kendimden de örnek
vererek bir şeyler söylemeye, karalamaya çalışıyorum naçizane. Maksadım kendimi
anlatmak değil. Zerre miskal böyle bir hissim var ise yazıklar olsun bana,
lanet olsun bana. Keşke karşılaşabilsek, beş dakikalık hasbihal edebilsek, tüm
kalbimle ve bilincimle inanıyorum ki, bendenizi daha iyi anlayacaksınız.
Samimiyetimin derecesini, duygularımın yoğunluğunu, düşüncelerimin sahiciliğini
daha derinden hissedeceksiniz. Yüreğimin nasılda titrediğini duyumsayacaksınız.
Ki, elbet birgün bunun gerçekleşeceğine de inanıyorum, uzak bir hayal, imkânsız
bir beklenti olsa da. Bendeniz kalbimin derinliklerinden kaynayıp gelen
hislerimle konuşuyorum. İstiyorum ki, dünyayı cennet yapalım, insanları kardeşler
kılalım ve el ele, gönül gönüle yaşayalım, bizler güzel insanlar olalım, her
şey güzel olsun. Birbirimizi sevelim, nefretler yok olsun. Kışımız bahara
evrilsin. Birbirimizi yadsımadan, birbirimize kin duymadan, birbirimizi
dinleyerek ve anlayarak konuşalım. Birbirimize tebessüm ederek selam
verebilelim. Kimse kimsenin hakkında kötü düşünmesin. Kimse kimsenin kalbini
kırmasın. Kimse kimsenin kuyusunu kazmasın. Suçlu suçsuz ayrımı Allah’ın
adaletine göre yapılsın. Hukuk karşısında herkes eşit olsun. Kimse servetinden,
kuvvetinden, şöhretinden dolayı ayrıcalıklı olmasın. Herkes kazandığına göre
vergisini kuruşu kuruşuna ödesin. Kimse kimsenin hakkına tasallut etmesin. Bu
topraklardan üretilenler münhasıran birkaç zümre arasında bölüşülmesin, servet
birkaç kişi arasında dönüp durmasın. Açlar olmasın bu topraklarda. Evine ekmek
götüremeyen tek bir insançocuğu kalmasın. Kaynaklarımızı boş yere değil, dolu
yere harcayalım. Herkes güle oynaya çalışsın ve üretsin. Herkes üretilenlerden
eşitçe faydalansın. Herkes yılda en az bir hafta istediği gibi tatil
yapabilecek imkâna sahip olsun. Bu da bu topraklarda ki gizli ya da açık,
dolaylı ya da dolaysız, kanun yoluyla ya da kanunsuz sömürünün nihayet
bulmasıyla kabildir kuşkusuz ve bu gerçekleşsin. Büyük bilim insanlarımız
çıksın. Her türlü imkânı çocuklarımızın hizmetlerine müheyya kılalım. Onları
öyle yetiştirelim ki, akıllarının ışığıyla ve vicdanlarının sesiyle yollarını,
yönlerini bulsunlar ve yaşasınlar. Bir yapının, zümrenin tahakkümüne girip,
akıllarını ve vicdanlarını oraya teslim edip, diğer zümrelere karşı önyargılı
olmasınlar. Tek hakikat olarak kendilerini görmesinler ve diğerlerini kendi
hakikatlerine göre değil, Allah’ın hakikatlerine göre değerlendirsinler. Merhametimiz
gazabımızdan önde gitsin. Vicdanımız hayatımızın anayasası olsun. Her işimizi
sevgiyle, el birliğiyle yapalım. Tevazuumuz kibrimizi yok etsin. Birbirimize
saygı duyalım. Aklımız düşünsün, vicdanımız hissetsin ve ona göre
istikametlerimiz belirlensin. Kimsenin kimseye üstünlüğü ve ayrıcalığı olmasın.
Ülkemiz kalkınsın, güçlensin, milletimiz mutlu ve huzurlu olsun. Kimse
yarınlarından endişe etmesin. Gülümseyen çocuk yüzleri aydınlatsın dünyayı. Çocuklarımız çiçek çiçek açsınlar, baharı
getirsinler, şarkılar söylesinler, kimse kıyamasın onlara, onlara kıyan
cellatlar yaşamasınlar ve kirletmesinler dünyamızı. Filhakika hiçte zor değil
böyle şeyler. Bilakis, yemin ediyorum çok kolay yapılabilecek şeyler. Sadece
ama sadece insan olduğumuzu, bir gün ölüp gideceğimizi, sahip olduğumuz her
şeyden kopup ayrılacağımızı ve muhakkak her şeyin hesabının tek tek
sorulacağını bilelim, anlayalım, hissedelim ve kavrayalım kâfi. Bilakis,
sevgiye, huzura, kardeşliğe, mutluluğa, birlikte gülüp eğlenmeye, aynı dilden
şarkılar terennüm etmeye ve yaşamak sevincini duyumsamaya aç ve muhtaç olarak
yaşar ve böylece tükenir gideriz.
Sayın Cumhurbaşkanım! Büyük fikir devi üstat Sezai
Karakoç’un fevkaladenin de fevkinde olan sarih ve beliğ ifadesiyle;
insançocukları içinden sus diyenler sanıyorlar ki, sustuğumuz zaman mesele
kalmayacak. Oysa biz sussak tarih susmak bilmeyecek, tarih susturulsa, hakikat
susmayacak. Sus diyenler, sustuğumuz için kafalarının ağrımasından ve
yüreklerinin sızlamasından kurtulacaklarını sananlar bilmiyorlar ki, vicdan
azabı diye bir şey vardır. Vicdan azabı dinse, tarihin azabı başlayacak,
tarihin azabına merhem bulunsa, Allah’ın azabı durdurulamayacak. Ve Aliya’nın
söylediği gibi; bir gün hatırlayacağımız şey, sadece suskun dostlar
olacaklardır, haykıran dostlar değil. Allahüekber! Bir insanı sevmek ayrıdır, o
insanın yanlışına yanlış demek apayrıdır. Yanlışı söylenen ya da yanlışı
söyleyen insan kim olursa olsun, düşünce örgüsü ne olursa olsun fark etmez bu.
Yeter ki işin içinde samimiyet, dürüstlük, asalet olsun. Bendeniz kardeşimin
yanlışına yanlış diyemiyorsam, kardeşlik nedir sorgularım. Kardeş kardeşi
korumuyorsa, o kardeşin düşman olup olmadığını sorarım. Hani ancak müminler
kardeştiler ilkemiz vardı bizim ne oldu ona derim kalbimin dip derinliklerinde.
Maalesef bilinçsiz ve cahil insançocuklarıyız. Okumuyoruz, düşünmüyoruz,
hissetmiyoruz. Okusakta anlamıyoruz. Rezil ve sefilane bir şekilde yaşayıp
gidiyoruz. Hak nedir, hukuk nedir bilmiyoruz. Adaleti umursamıyoruz. Ahlak
derseniz, orada zaten iflas etmişiz. Bir dinimiz var diye ahlaka ihtiyacımız
kalmadığını düşünüyoruz. Bu yüzden de birbirimizi asla anlamıyoruz, anlamadan
yargılıyoruz, vicdanımızın sesine kulak vermeden karar veriyoruz. Geçenlerde büyük
fikir devi üstat Fuat Sezgin’i kaybettik, Allah rahmet eylesin. Bu toplumda kaç
kişi haberdardı onun varlığından? Sonra cahil, bilinçsiz ve hasta bir toplumuz
denildiği zaman söylenmedik laf kalmıyor. Gerçeği inkâr etmek, bizi, akıllı,
bilinçli, sağlıklı kılacaksa eyvallah ama böyle değil ve olmayacak maalesef. Bakınız
ne diyor o güzel insan, büyük düşünür; yöneticilerin kapsına giden âlimler ve o
âlimleri kapılarına getiren yöneticiler ne kötüdürler, âlimlerin kapısına giden
yöneticiler ve o yöneticileri tevazuu ve hakikat ile karşılayan âlimler ne
güzeldirler. Bizler dengeyi kaybettik, orta yolu kaybettik. Ya ifrata yöneldik
ya da tefrite. Bu da bizi mahvetti, perişan etti. Kendimizi kaybettirdi bize.
Ne garip ki, bir düşünürün sözünden örnek vermek bile garipsenir oldu. Valla,
billa, talla böyle bir hayatın içindeyiz. Çünkü örnek verdiğiniz sözler
vicdanları acıtıyor, günah işleyen vicdanlar ise hakikatin hatırlatılıp vicdanlarının
sızlamasına sebep olunmasından rahatsızlık duyuyorlar. Günah işlemeyelim
demiyorlar da, hakikat sussun diyorlar. Ne acı bir hakikattir bu! Sayın
Cumhurbaşkanım! Tıpkı mezkûr ifadelerimde ki gibi, devleti sevmek ayrıdır,
devletin yanlışı olursa o yanlışa yanlış demek apayrıdır. Bir türlü
anlayamadığım şey şudur; devlet tertemiz, pirüpak olacak ama insanlar namussuz,
şerefsiz, lanetli olabilecek. Bu gerçekten nasıl mümkün olabilmektedir? Devlet
güçlü olduğu için suçsuz, insan güçsüz olduğu için suçlu olmaktadır gibi bir
çıkarıma ulaşıyorum buradan, yanlış mı düşünüyorum acaba? Hangi adalet anlayışı
tolere eder bunu? Hangi vicdan onay verir buna? Merhamet bile ölür burada. Devlet
derken, politik yapılanmalar değişseler bile değişmeyen mekanizmadan
bahsediyorum burada. Bir gerçeği itiraf edelim, devletin haberdar olmadığı bir
şey var mıdır Allah aşkına? Bir devlet neyin iyi, neyin kötü olduğunun farkında
değil midir? Kimin doğru, kimin yanlış olduğunu bilmez mi? Her vatandaşının
cemaziyülevvelini bilmez mi, biliyorsa ona göre hareket etmesi gerekmez mi? Ona
göre hareket etmediği zaman, vatandaşını tecziye etmesi Allah’ın adaletine
mugayir hareket etmek olmaz mı? Bilakis o devlet niçin devlettir, nasıl
devlettir? Öyleyse, devlet böyleyse, merhamet etmesini de bilecektir,
bilmelidir, bilmek zorundadır. Çünkü devleti devlet yapacak olan şey budur.
Devlet ancak yaşattığı kadar devlettir ve ancak böyle yapabildiği kadar
varolmayı, yücelmeyi, yükselmeyi hak eder. Şeyh Edebali ne diyordu? İnsanı
yaşat ki devlet yaşasın diyordu. İnsan yaşarsa devlet yaşar ve yaşayacaktır.
İnsanını yaşatmayan devlet nasıl yaşayacaktır? Devlet bizim devletimizdir.
Bizim olan devlet sevilmez mi? Kuşkusuz sevilir ama devlet bizim diye, her yaptığına
da doğru olarak bakamam ki, bakarsam şayet devletin bir tek yanlışı yüzünden
mahrum olan, acı çeken, azaba gark olanların yüzüne bakamam. Ki, devlet
benimdir ama benim Allah’ım değildir!