Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
“Faşizm: Bir Uyarı ve Trump ve Putin Hakkında Görüşler” adlı kitabı hakkında, ABD eski Dışişleri Bakanı Madeline Albright, The Guardian’a konuşmuş. Andrew Rawnsley imzasıyla, 8 Temmuz 2018 günü yayımlanan röportaj ilginç notlar içeriyor.
“Faşizmin tanımlaması zordur” diye başlıyor Albright… “Faşizmin bir ideoloji olduğunu düşünmüyorum. Bence, faşizm bir yöntem, bir sistem” diyor.
“Faşistler politik tiyatro ustalarıdır. Onlar ‘düşmanları’ karşısında ‘halkı’ kurarak şikâyetleri besler ve rakiplerini suçlarlar. Kendilerini devletle özdeşleştirirler. Liberal kurumları gözden düşürmeye ve ortadan kaldırmaya çalışırlar.” diye devam ediyor.
Trump’ı “modern ABD tarihinde ilk anti-demokratik başkan” olarak adlandırıyor.
“Trump, Twitter'ı, yargı ve medyayı kirletirken, liberal toplum kurumlarına yönelik saldırılarına bakın. ‘Çirkin’ diyor Albright. Ekliyor: “Basının halkın düşmanı olduğunu söyleyen Stalin'di.”
“Ayrıca Trump'ın yasaların üstündeymiş gibi davrandığını düşünüyorum. Utanmadan yalan söylüyor. Siyasi rakipleri hapse atmakla tehdit ediyor. Putin gibi otokratlara hayranlık duyuyor ve bundan ötürü dünya otoriterliğe sürükleniyor. Endişeliyim.” diyor.
İngiltere’nin AB’den ayrılmasını, “Britanyalıların uzun vadede pişman olacağı ekonomik mazoşizmde bir egzersiz” şeklinde değerlendiriyor.
Röportajda, Albright, atasözü olmaya aday, “Başka kadınlara yardım etmeyen kadınlar için cehennemde özel bir yer var.” sözleriyle, kadın dayanışmasının önemini vurguluyor.
2’nci Dünya Savaşı yıllarını, Avrupa’da, ailesi öldürülen, küçük bir kız çocuğu olarak yaşayan Albright şu uyarıyı yapıyor: “Faşizm kaygısı, Mussolini, Hitler ve Stalin zamanında doğmuş bir kadın tarafından daha fazla hissedilir. Demokrasinin bu test süresinde hayatta kalma esnekliğine sahip olup olmadığından emin değilim”.
Eski Dışişleri Bakanı, “İyimser mi yoksa kötümser misiniz?” sorusunu, çok ilginç bir biçimde cevaplıyor: “Çok endişelenen bir iyimserim.”
Albright ile duygu ve düşüncelerimiz örtüşüyor… Gayet iyimser bir yaradılışım var. Fakat bu özelliğim zaman zaman “endişelenmemi” engellemiyor. Engelleyemiyor!
İkinci Dünya Savaşı’nın içinde bulunmuş, “Süper Güç”ün Dışişleri Bakanlığını yapmış, yaşayan bir tarihin sözleri, hele “endişeleri” görmezden gelinmemeli!
x x x
BİR ASKERÎ ŞÛRA HİKÂYESİ
Hikâyeyi, 1993-94’lerde, Prof. Dr Hikmet Özdemir’in, “Rejim ve Asker” adlı kitabında okumuştum.
Hikâye şöyle: 1972 yılı Yüksek Askerî Şûrası 1-5 Ağustos 1972 günlerinde toplandı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, o yıl emekli olacak. Yerine, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler’in atanması kesin. O yıllarda, Şûra’nın işlerine hükümet hemen hemen hiç karışmıyor.
O askerî şûranın hayatî önemi var. Çünkü 1973 Mart ayında cumhurbaşkanlığı koltuğu boşalıyor. O koltukta, vaktiyle genelkurmay başkanı olan Cevdet Sunay oturuyor. 6 ay sonra yapılacak seçimlerde de o günün genelkurmay başkanının cumhurbaşkanı olması bekleniyor.
Şûranın başlayacağı gün, yani 1 Ağustos 1972 günü, Org. Faruk Gürler’in oğlu, Ankara’da, Esenboğa havalimanından kaçırılıyor.
Şûra, 5 günlük toplantısını “problemsiz” tamamlıyor. Kararlar cumhurbaşkanınca onaylanıyor ve yürürlüğe giriyor. Faruk Gürler’in oğlu da aynı gün, sağ-salim serbest bırakılıyor.
Baba-oğul Gürler’ler akşam evde, “kaçırılma” hadisesini konuşuyorlar. Oğul, babasından “kaçırılmasının hesabının sormasını” bekliyor. Faruk Gürler’in tutumu ne oluyor: “Oğlum, sen bu kaçırılma hadisesini fazla problem etme” tavsiyesi oluyor!
Buradan, tabii pek çok komplo teorisi çıkarılabilir. Ben uzatmamak için çıkardığım bir sonucu söylemekle yetineceğim… Makam ne kadar güçlü olursa olsun, bu memlekette otoriteyi tek kişiye teslim etmiyorlar. O şûrada yetki paylaşımı oldu, oğul serbest bırakıldı.
Faruk Gürler, cumhurbaşkanı olabildi mi?
Biliyorsunuz, hayır. Mart 1973’te emekliliğini isteyerek aday oldu. Fakat TBMM kendisini seçmedi. Başka bir Oramirali, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri Korutürk’ü seçti.