AÇIK MEKTUP...12...

Özgür DENİZ - 09.07.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Yaşayan büyük fikir devi üstad İsmet Özel’in bir sözü var, derler ki kendileri; millete laf anlatmak gibi bir zarureti ittihaz edemiyorum, böyle bir şeyi yapmak uğruna sözümü, sesimi ve duruşumu değiştirmeye tevessül etmeyecek, olduğundan farklı göstermeye çabalamayacağım. Kesinlikle katılıyorum. Zira millete laf anlatmak için niçin özel bir gayret sarf edilsin ki, bırakalım millet anlamak çabasında bulunsun. Çünkü üstad böyle yaptığı zaman, millet kımıldamaya bile gerek duymayacak, yatmaya, uyumaya devam edecek ve bu meyanda üstadın kendisi maalesef geriye gitmeye mahkûm olacak ve kendi eliyle kendi ilerleyişine sekte vurmaktan kurtulamayacaktır bu sefer. Maalesef herkes alışmış, birileri anlatsın da anlayayım, anlatmayanı anlamak için niçin çabalayayım diye düşünüyor. Düşünce bedava, ekmek bedava, o zaman düşünmeye, çalışmaya ne gerek var? Alışmışız, kendimizin yerine başkalarını düşündürmeye, ekmeği çalışmadan kazanmaya. Böylece zımnen köleliği de ittihaz etmişiz, kanıksamışız ve hiç rahatsızlık duymuyoruz. Zira veren ve düşündürmeyip düşünen, yolları, yönleri belirler, kaderi tayin eder ve istediği gibi şekil verir. Burada da insanın kendisi yoktur, istenilen insan vardır ve bu haddizatında insanın hiçleşmesi demektir. Tabi bunu idrak edecek insanlık nerededir? Böyle bir insanlığın yükselmesi, terakki kaydetmesi, yücelmesi, yenilikler üretmesi kabil midir? Kendini araması, bulması ve kendi olması, kendi kaderini çizmesi kabil midir? Ne kadar acınası ve utanılası bir halet-i ruhiyedir bu Yarabbi. İnsanlık istiyor ve zımnen diyor ki, benim seviyeme inilsin, ben niçin seviyemi yükseltmek için zahmet edeyim ki? Böyle bir insanlığın hak ettiği ne olabilir ki? Burada insanlığı zemmetmiyorum ama burada ki tavrı çok çirkin buluyorum. Haddizatında üstat ne kadar da böyle söylese de, yüreğinde ki derin kederi de duyumsayabiliyorum, zira derin bir çaresizlik ve çıkmaz içinde olduğunu da biliyor, mezkûr sözü söylemiş olmasına rağmen. Filhakika kendileri istiyorlar ki, millet okusun, düşünsün, anlama çabası içinde olsun, bir şeye ulaşmak için birazcık ter, yaş akıtsın, emek sarf etsin. Ama olmuyor, olmuyor, olmuyor. Maalesef, yan gelip yatmaya alışmışız, hem de çok kötü alışmışız. Zihnen çürümüşüz ve bu çok acı yemin ediyorum. İlk evvelde zihinlerin uyandırılması, diriltilmesi, temizlenmesi ve insanileştirilmesi iktiza ediyor ama nasıl, ne şekilde olacak bu? Soru sormayı ve sorgulamayı bir öğrenebilsek, kuşkusuz düşünmeyi de öğreneceğiz, düşündüğümüz zamanda karanlığın kara bulutları dağılmaya başlayacaktır ve biz aydınlanan yerde kendimizi göreceğiz! Bizler herkesin yaptığını değil, herkesin yapamadığını yapmak mecburiyetindeyiz, bilakis sığ ve sıradan bir sürü olmaktan kurtulup varoluş çabasında olamayız. Zira dünyada ki en zor şey; kendin olabilmektir.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! İnsan seli akıyor gözlerimin önünden. Herkes kendi dünyasında, kendi dertleriyle baş başa ve bir telaş içinde koşuşturuyorlarmış gibi sanki. İnsanlığın psikolojisini bir türlü anlayamıyorum. Ne düşünür, hangi duygular içindedir, hiçbir ipucu yok. Çok mu mutlular, keyfîleri çok mu yerinde ki? Hiç mi yaşamaya sevdalı değiller ki? Ya da yaşamak sevinci nedir biliyorlar mıdır ki? Dünyada varolmayı, öylesine koşuşturmayı yaşamak mı sanıyorlar acaba? Alışılmış, sıradan bir hayatın mahkûmlarıymış gibiler. Gerçi yapabilecekleri ya da yapmalarını istediğimiz ne var ki? Dünya hepsini zincirleyip, tutsak kılmış gibi görünüyorlar. Kardeşlermiş gibiler ama birbirlerinden kopuklar, çok farklı gezegenlerde yaşıyorlarmışcasına bir resim veriyorlar. Birbirilerini görüyorlarmış gibiler ama birbirlerinden öyle habersizler ki, bunu çok sarih olarak hissedebiliyorsunuz. Haddizatında çok şeyi hak ediyorlar ama neyi hak ettiklerinden bihaberler gibiler. Koskoca bir boşluğun içinde, ayakları yerden kopukmuş gibi, bir selin üzerinde ki maddeler gibi akıntıda sürükleniyorlarmışcasına yaşıyorlarmış gibiler. Yıldızlar ışığını akıtsın diyorsunuz, geceler de aydınlığı taşısın istiyorsunuz, kuşlar gece de uçsunlar diye hayal kuruyorsunuz, olmuyor işte olmuyor. Yürüyorlarmış gibiler ama kıpırtısız gibiler de aynı zamanda. Dünyaya itaat etmiş, hayata teslim olmuş, korkuya köle olmuş bir insanlık neyden rahatsız olabilir ki? Böyleyse, yürek yaşamaya nasıl özlem duyabilir ki? Aklı aktif olmayan insanlığın gönlü aktif olabilir mi ya da gönlü suskun olan insanlığın aklı konuşabilir mi? Bilmiyorum niye böyle oluyor? Belki de yaşamaya sevdalı ve hüzne yuva olmuş bir günlüm olduğu için böyle şeyler tasavvur ve tahayyül ediyorum. Bilmiyorum çok farklı bir yaşamı özlüyorum. Dünyada canlı olarak varolmayı, dolaşmayı yaşamak olarak algılayamıyorum. Yaşamanın özünün dünyada maddi varlığımın varolması olarak düşünmüyorum. İnsanlar madden varlarsa ve maddeyle varlarsa bunun yaşamak olduğunu sanıyorlar, bunu insanlarla iletişim kurduğunuz zaman duyumsuyorsunuz. Ağzını açan paradan söz ediyor, insanın yoksulu da para diyor, kompradoru da para diyor, başka hiçbir şey demiyorlar. Kimse yaşamaktan söz etmiyor. Böyle olunca da maddeye sahip olmak adına kendilerinden vazgeçmeyi, köle olmayı, yaşamı unutmayı tercih ediyorlar. Yaşamayı değil, parayı, gücü, şöhreti arzuluyorlar, istiyorlar. Onlara istediklerini verenlerin de kulu, kölesi olmakta tereddüt etmiyorlar ve rahatsızda olmuyorlar bundan. İşte bu sebeple, düşünmeye de gereksinim duymuyorlar. Soruları olduğunu, sorguladıklarını hiç sanmıyorum. Hesapsız kitapsız bir itaat içindeler dünya karşısında. Böyle bir insanlık yüce şeylerden bahsetse bile ne kadar sahici olabilir ki? Böyle bir insanlık, ter nedir, yaş nedir, kan nedir, emek nedir bilebilir mi, bilse bile anlayabilir mi? Neyi hak edip, neyi hak etmediğini anlayıp, kavrayabilir mi? Böyle olunca da her gün biraz daha uzaklaşıyoruz kendimizden ve insanlıktan ve çürüyoruz, çürüdükçe de çürütüyoruz her şeyi. Kaç git buralardan, beni de götür kendinle diyor gönlüm ama aklım duvar oluyor önümde, düşün biraz diyor, nereye ve nasıl, gittiğin yerin farkı olmalı değil mi, peki var mı diye sorduruyor, sorgulatıyor. İkna olmaktan başka çaren kalmıyor. Aklım düşünüyor, soruyor, sorguluyor, gönlüm hissediyor ve yaşamak diyorum başka da bir şey bilmiyorum. Sözlerimle, sevgimle, özlemlerimle güzel bir geleceği, yaşamak sevincini getireyim istiyorum. Her kelimem çiçek çiçek açsa gönüllerde, rayihalar saçsa karanlık dünyalara, baharı muştulasa, yarınların belirsizliği kaybolsa dünyamdan diyorum. Korkuyu değil, cesareti görsem diyorum gözlerde. Cehaletin değil, bilincin fışkırdığını duyumsasam istiyorum, masum ve mahzun çehrelerde. Sussalar da, suskunlukları içinde haykırdıklarını; yaşayıp gidiyorlarsa da öylesine, bir şeylere özlem duyduklarını hissetmek istiyorum. İnsanlığı diriltmek gerek ama nasıl? İnsanlığı yaşamaya karşı özlem duydurmalı ama ne şekilde? Yaşamadan yaşamak acı veriyor ruhuma ve ağırıma gidiyor, koca gövdeme ağır geliyor! İçimde gurbet var galiba…

Tarih: 09.07.2018 Okunma: 833

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?