Sayın Cumhurbaşkanım! Yaşayan büyük fikir devi üstad İsmet
Özel’in bir sözü var, derler ki kendileri; millete laf anlatmak gibi bir
zarureti ittihaz edemiyorum, böyle bir şeyi yapmak uğruna sözümü, sesimi ve
duruşumu değiştirmeye tevessül etmeyecek, olduğundan farklı göstermeye
çabalamayacağım. Kesinlikle katılıyorum. Zira millete laf anlatmak için niçin
özel bir gayret sarf edilsin ki, bırakalım millet anlamak çabasında bulunsun. Çünkü
üstad böyle yaptığı zaman, millet kımıldamaya bile gerek duymayacak, yatmaya,
uyumaya devam edecek ve bu meyanda üstadın kendisi maalesef geriye gitmeye
mahkûm olacak ve kendi eliyle kendi ilerleyişine sekte vurmaktan
kurtulamayacaktır bu sefer. Maalesef herkes alışmış, birileri anlatsın da
anlayayım, anlatmayanı anlamak için niçin çabalayayım diye düşünüyor. Düşünce
bedava, ekmek bedava, o zaman düşünmeye, çalışmaya ne gerek var? Alışmışız,
kendimizin yerine başkalarını düşündürmeye, ekmeği çalışmadan kazanmaya.
Böylece zımnen köleliği de ittihaz etmişiz, kanıksamışız ve hiç rahatsızlık
duymuyoruz. Zira veren ve düşündürmeyip düşünen, yolları, yönleri belirler,
kaderi tayin eder ve istediği gibi şekil verir. Burada da insanın kendisi
yoktur, istenilen insan vardır ve bu haddizatında insanın hiçleşmesi demektir.
Tabi bunu idrak edecek insanlık nerededir? Böyle bir insanlığın yükselmesi,
terakki kaydetmesi, yücelmesi, yenilikler üretmesi kabil midir? Kendini
araması, bulması ve kendi olması, kendi kaderini çizmesi kabil midir? Ne kadar
acınası ve utanılası bir halet-i ruhiyedir bu Yarabbi. İnsanlık istiyor ve
zımnen diyor ki, benim seviyeme inilsin, ben niçin seviyemi yükseltmek için
zahmet edeyim ki? Böyle bir insanlığın hak ettiği ne olabilir ki? Burada
insanlığı zemmetmiyorum ama burada ki tavrı çok çirkin buluyorum. Haddizatında
üstat ne kadar da böyle söylese de, yüreğinde ki derin kederi de
duyumsayabiliyorum, zira derin bir çaresizlik ve çıkmaz içinde olduğunu da
biliyor, mezkûr sözü söylemiş olmasına rağmen. Filhakika kendileri istiyorlar
ki, millet okusun, düşünsün, anlama çabası içinde olsun, bir şeye ulaşmak için
birazcık ter, yaş akıtsın, emek sarf etsin. Ama olmuyor, olmuyor, olmuyor.
Maalesef, yan gelip yatmaya alışmışız, hem de çok kötü alışmışız. Zihnen
çürümüşüz ve bu çok acı yemin ediyorum. İlk evvelde zihinlerin uyandırılması,
diriltilmesi, temizlenmesi ve insanileştirilmesi iktiza ediyor ama nasıl, ne
şekilde olacak bu? Soru sormayı ve sorgulamayı bir öğrenebilsek, kuşkusuz
düşünmeyi de öğreneceğiz, düşündüğümüz zamanda karanlığın kara bulutları
dağılmaya başlayacaktır ve biz aydınlanan yerde kendimizi göreceğiz! Bizler
herkesin yaptığını değil, herkesin yapamadığını yapmak mecburiyetindeyiz,
bilakis sığ ve sıradan bir sürü olmaktan kurtulup varoluş çabasında olamayız.
Zira dünyada ki en zor şey; kendin olabilmektir.
Sayın Cumhurbaşkanım! İnsan seli akıyor gözlerimin önünden.
Herkes kendi dünyasında, kendi dertleriyle baş başa ve bir telaş içinde
koşuşturuyorlarmış gibi sanki. İnsanlığın psikolojisini bir türlü
anlayamıyorum. Ne düşünür, hangi duygular içindedir, hiçbir ipucu yok. Çok mu
mutlular, keyfîleri çok mu yerinde ki? Hiç mi yaşamaya sevdalı değiller ki? Ya
da yaşamak sevinci nedir biliyorlar mıdır ki? Dünyada varolmayı, öylesine
koşuşturmayı yaşamak mı sanıyorlar acaba? Alışılmış, sıradan bir hayatın
mahkûmlarıymış gibiler. Gerçi yapabilecekleri ya da yapmalarını istediğimiz ne
var ki? Dünya hepsini zincirleyip, tutsak kılmış gibi görünüyorlar. Kardeşlermiş
gibiler ama birbirlerinden kopuklar, çok farklı gezegenlerde yaşıyorlarmışcasına
bir resim veriyorlar. Birbirilerini görüyorlarmış gibiler ama birbirlerinden
öyle habersizler ki, bunu çok sarih olarak hissedebiliyorsunuz. Haddizatında
çok şeyi hak ediyorlar ama neyi hak ettiklerinden bihaberler gibiler. Koskoca
bir boşluğun içinde, ayakları yerden kopukmuş gibi, bir selin üzerinde ki
maddeler gibi akıntıda sürükleniyorlarmışcasına yaşıyorlarmış gibiler. Yıldızlar
ışığını akıtsın diyorsunuz, geceler de aydınlığı taşısın istiyorsunuz, kuşlar
gece de uçsunlar diye hayal kuruyorsunuz, olmuyor işte olmuyor. Yürüyorlarmış
gibiler ama kıpırtısız gibiler de aynı zamanda. Dünyaya itaat etmiş, hayata
teslim olmuş, korkuya köle olmuş bir insanlık neyden rahatsız olabilir ki?
Böyleyse, yürek yaşamaya nasıl özlem duyabilir ki? Aklı aktif olmayan
insanlığın gönlü aktif olabilir mi ya da gönlü suskun olan insanlığın aklı
konuşabilir mi? Bilmiyorum niye böyle oluyor? Belki de yaşamaya sevdalı ve
hüzne yuva olmuş bir günlüm olduğu için böyle şeyler tasavvur ve tahayyül
ediyorum. Bilmiyorum çok farklı bir yaşamı özlüyorum. Dünyada canlı olarak
varolmayı, dolaşmayı yaşamak olarak algılayamıyorum. Yaşamanın özünün dünyada
maddi varlığımın varolması olarak düşünmüyorum. İnsanlar madden varlarsa ve
maddeyle varlarsa bunun yaşamak olduğunu sanıyorlar, bunu insanlarla iletişim
kurduğunuz zaman duyumsuyorsunuz. Ağzını açan paradan söz ediyor, insanın
yoksulu da para diyor, kompradoru da para diyor, başka hiçbir şey demiyorlar.
Kimse yaşamaktan söz etmiyor. Böyle olunca da maddeye sahip olmak adına kendilerinden
vazgeçmeyi, köle olmayı, yaşamı unutmayı tercih ediyorlar. Yaşamayı değil,
parayı, gücü, şöhreti arzuluyorlar, istiyorlar. Onlara istediklerini verenlerin
de kulu, kölesi olmakta tereddüt etmiyorlar ve rahatsızda olmuyorlar bundan.
İşte bu sebeple, düşünmeye de gereksinim duymuyorlar. Soruları olduğunu,
sorguladıklarını hiç sanmıyorum. Hesapsız kitapsız bir itaat içindeler dünya
karşısında. Böyle bir insanlık yüce şeylerden bahsetse bile ne kadar sahici
olabilir ki? Böyle bir insanlık, ter nedir, yaş nedir, kan nedir, emek nedir
bilebilir mi, bilse bile anlayabilir mi? Neyi hak edip, neyi hak etmediğini
anlayıp, kavrayabilir mi? Böyle olunca da her gün biraz daha uzaklaşıyoruz
kendimizden ve insanlıktan ve çürüyoruz, çürüdükçe de çürütüyoruz her şeyi. Kaç
git buralardan, beni de götür kendinle diyor gönlüm ama aklım duvar oluyor
önümde, düşün biraz diyor, nereye ve nasıl, gittiğin yerin farkı olmalı değil
mi, peki var mı diye sorduruyor, sorgulatıyor. İkna olmaktan başka çaren
kalmıyor. Aklım düşünüyor, soruyor, sorguluyor, gönlüm hissediyor ve yaşamak
diyorum başka da bir şey bilmiyorum. Sözlerimle, sevgimle, özlemlerimle güzel
bir geleceği, yaşamak sevincini getireyim istiyorum. Her kelimem çiçek çiçek
açsa gönüllerde, rayihalar saçsa karanlık dünyalara, baharı muştulasa,
yarınların belirsizliği kaybolsa dünyamdan diyorum. Korkuyu değil, cesareti
görsem diyorum gözlerde. Cehaletin değil, bilincin fışkırdığını duyumsasam
istiyorum, masum ve mahzun çehrelerde. Sussalar da, suskunlukları içinde haykırdıklarını;
yaşayıp gidiyorlarsa da öylesine, bir şeylere özlem duyduklarını hissetmek
istiyorum. İnsanlığı diriltmek gerek ama nasıl? İnsanlığı yaşamaya karşı özlem
duydurmalı ama ne şekilde? Yaşamadan yaşamak acı veriyor ruhuma ve ağırıma
gidiyor, koca gövdeme ağır geliyor! İçimde gurbet var galiba…